Felsefede din-ahlak ilişkisi

-
Aa
+
a
a
a

İyi insan olmak için dini inanç gerekli (olmazsa olmaz) koşul mudur? Dini inanç, ahlak için yeterli midir? Mantıkta "gerekli/yeterli koşul" ayrımı nasıl yapılmalı? Açık Bilinç'te tartıştık.

Suratlar içinde dini semboller illüstrasyonu
Felsefede din-ahlak ilişkisi
 

Felsefede din-ahlak ilişkisi

podcast servisi: iTunes / RSS

Dini inanç ile ahlaklı yaşamın ilişkisi, din felsefesi külliyatında sıkça tartışılan bir konu. Özellikle tek Tanrılı inanç sistemleri çerçevesinde, örneğin Hristiyan ve Müslüman ilahiyatçılar bu soruyu detaylıca tartışmışlardır.

Dini inancın, ahlaklı yaşam için bazen gerekli, bazen de yeterli olduğuna dair iddialar ülkemizde de zaman zaman gündeme geliyor. 

İlahiyatçı hocalar bu konuda birbirleriyle de çelişen pozisyonları savunuyorlar.

Yani tartışmalı bir konu.

-- / --

Benim de konumuzla ilgili referans alacağım bir kaç iddia var.

Örneğin, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Ali Erbaş, şöyle demiş:

"Ahirete inancı olmayan insandan her türlü kötülük beklenir. Onu engelleyecek ne var ki başka."

Kötülük ile iyiliğin birbirine zıt olan kavramlar olduğunu ve iyi insandan kötülük beklenmeyeceğini kabul edersek, Prof. Ali Erbaş'ın söylediğini, "Ahiret inancı, iyi insan olmak için gerekli koşuldur" şeklinde genelleştirebiliriz.

Nitekim bu tür genellenmiş iddiaları dile getiren başka İlahiyatçılar da var. 

Örneğin bir gazetede köşe yazarlığı da yapan İlahiyatçı Prof. Faruk Beşer "İyi bir Müslüman olmadan iyi bir insan olunmaz." anlamında bir iddiada bulunmuş.

Öte yandan gazeteci Ali Kemal Erdem'in haberinde görüyoruz ki Prof. Beşer'in iddiasına katılmayan başka ilahiyat hocaları var.

Müslüman (veya daha genel olarak dindar) olmayan insanların da İslam inancı içinde iyi ahlaklı olarak kabul edilebileceğini öne sürüyorlar.

-- / --

Ben İlahiyatçı değilim; bu programda konuyu daha ziyade ilgili iddiaların mantıksal yapısını felsefi bir analize tabi tutarak ele almaya çalışacağım.

Bunu yaparken de temel mantık kavramları arasında yer alan gerekli/yeterli koşul ayrımına değinmek istiyorum.

2019 yerel seçimleri zamanında çokça dile getirilmiş şu iki iddiayı düşünelim:

1. İstanbul'u kazanan, Türkiye'yi kazanır.

2. İstanbul'u kaybeden, Türkiye'yi kaybeder.

Bunlar eşdeğer iddialar mı? Örneğin birinin doğru olması, diğerinin de doğru olmasını gerektirir mi? Bu iddiaları birbirlerinden çıkarsayabilir miyiz?

Kolayca görebiliriz ki, [1] ile [2] birbirinden bağımsız iki önerme. 

"İstanbul'u kazanan, Türkiye'yi kazanır" iddiası doğru olabilir, ama bundan " İstanbul'u kaybeden, Türkiye'yi kaybeder" iddiasının doğru olduğu çıkmaz. 

(Bunu benzer biçimde diğer yönden de düşünebilirsiniz.)

-- / --

Bu örnekte, gerekli ve yeterli koşulların nasıl farklılaştığını görebiliriz.

"İstanbul'u kazanan, Türkiye'yi kazanır" derken, İstanbul'u kazanmanın, Turkiye'yi kazanmak için "yeterli koşul" olduğunu söylüyoruz. 

Ama diğer, "gerekli koşul" iddiası, farklı bir şey öne sürüyor.

"İstanbul'u kaybeden, Türkiye'yi kaybeder" derken, Türkiye'yi kazanmanın, İstanbul'u kazanmadan mümkün olamayacağını, yani İstanbul'u kazanmanın, Türkiye'yi kazanmak için olmazsa olmaz bir "gerekli koşul" olduğunu söylüyoruz.

Buradaki mesele, yeterlilik değil gereklilik.

-- / --

Bu noktada, mantık felsefesinde pek çok soru üretilebilir; örneğin "gerekli koşullar mı yoksa yeterli koşullar mı daha önemli veya güçlüdür?", "bu soru durumdan duruma değişir mi?", "hangi mantık problemlerinde hangi koşullara yaslanmalıyız?" gibi ...

Bu programda mantık analizinin detaylarına girmek yerine, gerekli/yeterli koşullar ayrımına dayanarak dini inanç ile ahlaklı yaşam arasındaki ilişkiye dair iddiaların genel yapısına dikkat çekmek istiyorum.

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Ali Erbaş ve İlahiyatçı Prof. Faruk Beşer, dini inancın iyi ahlaklı yaşam için gerekli koşul olduğu tezini dile getiriyorlar.

Ben de daha ziyade bu gereklilik, yani 'olmazsa olmaz'lık iddiası üzerine odaklanacağım.

Konunun İslam ilahiyatı ile ilgili detaylarını gelecek haftaya bırakarak, şunu sorayım:

Bu tür bir gerekli koşul iddiası hangi sebeplerle doğrulanabilir veya yanlışlanabilir?

-- / --

"Olmazsa olmaz" türü genellenmiş iddialar mantıksal yapı açısından çok güçlü olsalar da genellemeyi çürütecek tek bir karşı örnekle bile yerle bir olabilirler.

Dünyada Müslüman olmayan ama iyi olarak nitelenebilecek bir tek insan bile yok mu? Tarihte hiç olmamış mı?

İslam'ın doğuşu öncesi çağlardan bugüne uzanan tarih içinde, hepimizin "iyi ahlaklı" oldukları konusunda uzlaşacağımız kişiler varsa ve bu kişiler Müslüman (veya daha genel olarak dindar) değilse, dini inancın iyi ahlak için olmazsa olmaz bir gerekli koşul olduğunu iddia edemeyiz.

Peki, "Müslüman olmak, iyi ahlaklı olmak için şarttır, gerekli koşuldur" iddiası gerçekten İslam ilahiyatının içinde yer alıyor mu, yoksa bu iddia sözünü ettiğim ilahiyat hocalarının yorumundan mı ibaret?

Bu konuyu benden daha yetkin bir isimle konuşmak üzere yine haftaya bırakıyorum.

-- / --

Ama burada, din felsefesi külliyatında pek çok kez rastladığım ilginç bir noktaya değineyim:

Dini inancın iyi ahlak için gerekli olduğu iddiası, Hristiyanlık ilahiyatçıları tarafından da sıkça dile getiriliyor.

Ama burada iyi olmak için gerekli olan koşul, Hristiyan olmak!

-- / --

Son olarak, Prof. Ali Erbaş'ın şu sözlerine bir daha bakalım:

"Ahirete inancı olmayan insandan her türlü kötülük beklenir. Onu engelleyecek ne var ki başka? Bu dünyada yaptığı bir şeyin hesabını ahirette vereceğine inanmayan birisi dünyada hangi kötülüğü yapmaz ki?"

Böyle "endişelere" tarih boyunca pek çok alanda rastlamak mümkün. 

Örneğin, vicdan ve ahlak konularıyla derinden ilgilenmiş olan Rus romancı Dostoyevski, Karamazov Kardeşler gibi eserlerinde, Tanrı korkusu olmayan insanların iyi olamayacağı iddiasını çarpıcı biçimlerde dile getirir.

[İlgilenenler için not düşeyim: Din-Ahlak ilişkisini, Açık Bilinç'in geçmiş programlarında yaptığım "Din felsefesi" serisinde de ayrı ayrı tekil programlarda da tartışmaya çalışmıştım. Hepsinin kaydı ve bazılarının özeti, arşiv sayfasında bulunabilir.]

Ben Prof. Ali Erbaş'ın sözlerinde yanlış bir tezi savunuyor olmaktan ve Dostoyevski-vari bir endişeden öte, küçümseyici bir tavır da görüyorum.

Sanki şöyle düşünmemiz gerekiyor: Hepimizin içi kötülükle dolu ve bizi kötü davranışlara karşı engelleyen tek şey ahiret korkumuz!

Oysa, iyi olmalarını dini inançlarından kaynaklanan bir korkuya borçlu olmayan pek çok dindar insan olduğuna eminim.

Yani dindar insanların, genel olarak da tüm insanların, ahiret benzeri korkuları olmasa her türlü kötülüğü yapmaya hazır olduklarına inanmıyorum.

Dolayısıyla, Diyanet İşleri Başkanı'nın kaş yapayım derken göz çıkartırcasına iyi ahlakı ahiret korkusuna dayandırarak küçümseyici ve hakaretamiz bir tavır takındığı, ama belki bunun farkında bile olmadığı düşüncesindeyim.

-- / --

Bu akışı bitirmeden bir de "yeterli koşul" kıstasına bakalım.

Dini inanç veya daha özel olarak Müslüman olmak, iyi ahlaklı bir insan olmak için yeterli midir? 

Yani, dindarlık iyi ahlaklılığın garantisi midir?

Dindarlığın iyi ahlaklılığın garantisi olduğunu savunan pek çok İlahiyatçı var.

Bu İslam ilahiyatçıları arasında da böyle, diğer dinler hakkında yazan ilahiyatçılar arasında da.

Burada bir olmazsa olmaz gereklilik iddiası yok. İyi olmayı garantileyen bir yeterlilik iddiası var.

Yani, inandığınız dinin gereklerini yerine getiren bir kişiyseniz sizin doğrudan iyi ahlaklı bir insan olduğunuzu kabul etmemiz gerekir.

Öyle mi?

-- / --

Bu da haliyle içinde pek çok karşı örnek barındıran tartışmalı bir tez.

İyi ahlaklı olmayan, dürüst olmayan, çalan çırpan sahtekarlık yapan, ama çok dindar görünümlü pek çok kişi olduğunu herhalde herkes kabul edecektir.

Ama bu örneklere şöyle bir itiraz getirilebilir: "Dindar görünümlü olmak, gerçekten dindar olmayı gerektirmez."

Yani "gerçek Müslümanlar" otomatik olarak iyi ahlaklı insanlardır. 

Sahtekarlar, kötüler, olsa olsa dindar görünümlü olan ama özlerinde öyle olmayan insanlar arasından çıkar ... 

Böyle düşünerek belki dini inancın iyi ahlak için yeterli olduğunu savunmaya devam edebiliriz. Ama belki...

-- / --

Burada da daha önce olduğu gibi ilginç bir noktaya dikkat çekmek isterim:

Dindarlığın iyi ahlak için yeterli olduğu tezi, İslam dışında başka dinlere inanan pek çok insan tarafından da sürekli olarak savunuluyor.

Örneğin, bu tezi köktenci Hristiyanlar ısrarla tekrarlıyorlar.

Peki, dini inancın iyi ahlak için (garanti edecek biçimde) yeterli olduğu iddiasının, İslam ilahiyatı içinde yeri ne?

Bu yine benim uzmanlık alanımı aşan bir soru, ama gelecek hafta bütün bu sorulara yetkin bir konukla birlikte değinebileceğimizi umuyorum.

-- / --

Haftaya, tefsir ve Kur'an araştırmaları konusunda uzman Prof. Mustafa Öztürk ile din-ahlak ilişkisi üzerine konuşmaya devam edeceğiz.