Hrant Dink'siz 15 yıl: Taner Akçam ve Ümit Kıvanç anlatıyor

-
Aa
+
a
a
a

Hrant Dink'in katledilişinin 15. senesinde, Açık Gazete'de konuklarımız, soykırımlar tarihi uzmanı Taner Akçam ve Hrant Dink üzerine çektiği "Hafıza Yetersiz" belgeselinin yönetmeni gazeteci-yazar Ümit Kıvanç'tı. 

19 ocak 2022 anmasından bir kare

 (19 Ocak 2022 tarihinde Açık Radyo’da Açık Gazete programında yayınlanmıştır.)

 

Özdeş Özbay: Evet, bugün 19 Ocak, Hrant Dink’i anmaya devam ediyoruz bir yandan. Şimdi iki önemli konuğumuz var; bir tanesi Ümit Kıvanç, bir diğeri de Taner Akçam. Merhabalar, hoş geldiniz!

Taner Akçam: Hoş bulduk!

Ümit Kıvanç: Hoş bulduk!

ÖÖ: Öncelikle Ümit bey, isterseniz sizinle başlayalım; bundan birkaç gün önce “Hafıza yetersiz” isimli bir belgesel filminiz gösterildi. Bu hatta YouTube’da dileyen herkes tarafından izlenebiliyor. Ben de bu ilk gösterime katılma fırsatı bulanlardanım. Öncelikle elinize sağlık, gerçekten çok güzel bir belgesel film olmuş.

ÜK: Teşekkür ederim.

ÖÖ: Bu belgesel film aslında Hrant’ın hayatını anlatan bir belgesel değil. Hrant’ın bizatihi konuşmalarından oluşuyor, bir saat boyunca Hrant’ı dinliyoruz, Hrant’ın fikirlerini aslında bir kez daha görmüş oluyoruz. Bu bana çok önemli gelmişti çünkü ben de biraz olsun bu 19 Ocak’ların, 24 Nisan’ların örgütlenmesinde elvermeğe çalışanlardan birisiyim. Aslında oldukça genç bir ekip, genç insanlar da katılırlar 19 Ocak anmalarına, 24 Nisan’lara. Fakat tabii üzerinden 15 yıl geçmiş, üzerine yepyeni de bir kuşak, birkaç kuşak büyümüş durumda. Her ne kadar Hrant’ın politik önemini bilen bir kuşak da yetişmiş olmasına rağmen Hrant’ın, tabii bizzat onun sözünden, fikirlerini dinleme fırsatı bulamayan da bir kuşaktı bu. Bu nedenle çok da önemli bir işlevi olduğunu düşünüyorum. Aslında bu filmin gösterimi sırasında da size sorulmuştu ama ben bir kez daha sormuş olayım: “Neden Hrant’ın konuşmalarından oluşan bir film yapmak istediniz?” diye başlayalım. Bu aynı zamanda zaten Hrant’ı da biraz konuşmuş olmak anlamına gelecek diye düşünüyorum. 

ÜK: Hrant, gerek kişiliği gerek söyledikleri, hayattaki tavrı ve konumuyla gelecek kuşaklara mutlaka aktarılması gereken bir zenginliğimizdi, öyle söyleyeyim. Çok önemli biriydi; yani bizi çağırdığı yol ve düşünme tarzıyla hakikaten çok tedavi edici, sağaltıcı, kurtarıcı biri oldu Türkiye’nin temel problemleri açısından. Türkiye’nin temel problemleri aslında toplum psikolojisine ilişkin patolojik problemler falan. Yani bizim siyasi dediğimiz problemlerin çoğu aslında bizim ruh yapımız bakımından biraz böyle patolojinin falan konusu olabilecek şeyler. Çok önemli biriydi bu açıdan baktığımızda. Tarihi, politik, diplomatik boyutları da olan ve bugün de her iki halkın hayatını çok meşgul eden, zedeleyen, bozan birtakım… Yani bir şeyleri doğrayan, budayan, ezeli diyebileceğimiz meselelerde bir çıkış yolu sunabilen biriydi. Kişi olarak da hakikaten herkesin tanıması gereken biriydi; çok renkli, çok garip bir enerjisi olan, şeytan tüyü olan insanlardandı. Benim onunla arkadaşlığım dolayısıyla beraber yaptığımız işler, geçirdiğimiz süre itibariyle zaten böyle bir şey yapmayı, bunu böyle bir görev bilmiştim kendime. Hrant’ı yazılarıyla ya da birtakım böyle kağıt üzerindeki bir şeylerle anlatmak aslında zor. Yazılarından derlenmiş kitaplar filan yapıldı ama biz de Arat’la, Delal’le yani onun çocuklarıyla bir zaman, yıllar önce konuşmuştuk. Yani esasında bu adamın konuşmalarını aktarabilmek lazım, çünkü o konuşmada seçtiği kelimeler, tonlamaları, kaşı, gözü, eli, kolu falan hepsiyle birlikte çok başka türde güçlü bir içerik ve mesajdı söyledikleri.

'Hafıza Yetersiz': "Önemli olan Hrant’ın sözünün ulaşması"

ÖÖ: Fethiye Çetin de zaten bir kez daha sizin belgesel gösteriminizde ona vurgu yapıyordu, “O bir hikaye anlatıcısıydı, çok önemliydi ve bu belgeselde bunu anlatıyor aslında.” demişti. 

ÜK: İşte ben de onun bu hikaye anlatıcılığına uygun bir tarzda, onun dediklerini aktarmaya çalışan bir film yaptım. Son olarak şunu söylemeliyim, “Hakikaten ve mutlaka yapıp bu dünyada böyle gitmek istiyorum.” dediğim bir şeydi bu benim. Onun için şimdi çok müsterihim bunu yapabilmiş olmaktan ötürü. Umuyorum ki çok insana ulaşır. Yani önemli olan Hrant’ın sözünün ulaşması.

ÖÖ: Evet, gerçekten çok duygusal anlar da yaşanmıştı zaten belgesel gösterimi sırasında. Bu sizin filminizin çok kısa bir bölümü, 15-20 saniyelik bölümü Hrant’ın arkadaşlarının çağrısında da paylaşılmış. Orada da çok çarpıcı bir cümlesi var Hrant’ın “Bıçak sırtında olmayı tercih ettim.” diye bahsediyor. 

ÜK: Türkiye’de zaten makul herhangi bir siyasi çizgi izlemek isterseniz hep bıçak sırtında olursunuz, yani her iki tarafta da elinde bıçakla bir sürü insan bekler sizi doğramak üzere. 

ÖÖ: O da bunun için zaten “Nereye düşsem öteki tarafta sorun yaşayacaktım, dolayısıyla bıçak üzerinde kalmayı tercih ettim.” demişti. Taner bey, sizinle daha önce de birkaç ay önce tekrar böyle bir söyleşi yapma fırsatı bulmuştuk çünkü o zaman da yeni kitabınız “Ermeni Soykırımının Kısa Tarihi” üzerine konuşuyorduk. Aslında onun önsözünde, siz de Hrant’tan bahsederek başlamıştınız. Yani şöyle geçiyordu kitabınızın önsözünde de “Ben davayı tam bir tarih kürsüsüne çevirmek istiyorum.” diyor Hrant Dink size ve “Taner, lütfen hazırlan ve beraber hazırlanalım, düşündüğüm şu ‘Evet soykırımdır’ diyeceğim ve tek tek, madde madde dizerek savunma yapacağım.” diyordu. Sizde demişsiniz ki “Bu kitap senin yapmak istediğin savunmanın bir parçası olsun Hrant ve bir daha ‘soykırım’ dediği için hiç kimse öldürülmesin bu ülkede.”. Bunun üzerine biraz konuşmuştuk. Şimdi de işte Ümit beyin yaptığı belgesel üzerinden biraz Hrant’ı konuşma fırsatı bulmuş oluyoruz. Bu hafta sonu, daha doğrusu geçtiğimiz hafta sonu, ‘Dur de’nin etkinliğinde de bir konuşma yaptınız, ben de dinleme fırsatı bulmuştum. Bu 15 yılın önemine, daha doğrusu Hrant Dink cinayetinin ve onun etrafında verilen mücadelenin önemine de değinmiştiniz. Biraz bu konuda sizin de fikirlerinizi alarak başlasak?

"Hrant, o kurumuş, kökleri kopartılmış ağacın yanında yeşeren bir filizdi ve Türkiye’de o filizi ortadan kaldırdık"

TA: Tabii, ben öncelikle Ümit’in yaptığı bu muhteşem belgeselden dolayı kutlamak isterim. Aslında konuşmaya o belgesel üzerine devam etmek istiyorum. Şimdi herkes bütün belgeseli izlesin, yani zaten izleyecek, ben söylediğim için değişmeyecek tabii durum da ama bir saat boyunca bir insan konuşuyor ve aslında normalde sıkıcıdır, yani bir insanı bir saat boyunca dinlemek ama orada dalga dalga ve aralarda tüyleriniz diken diken olarak da bir insanı izliyorsunuz. Ve bir bitiş sahnesi var, o aslında Hrant’ı anlatıyor, kendi sözleriyle anlatıyor ve orada Hrant kökünden kesilmiş bir ağaç etrafında, kurumuş bir ağaç etrafında ağlayan insanlar ki bu tarihimiz. İşte tarih kürsüsüne çevirecekti mahkemeyi de. Diğer taraftan da Hrant’ın “Ya olmaz böyle! Bir de başka bir şey daha söylemek lazım. Filizlenen şeyler var, bu filizler üzerine konuşmak gerekir.” sözü var. Filmde muhteşem bir kapanış; Hrant bir filizdi, Hrant o kurumuş, kökleri kopartılmış ağacın yanında yeşeren bir filizdi ve Türkiye de o filizi ortadan kaldırdı. Bu, bulunduğumuz yerde, Türkiye’nin şu andaki dramını da anlatıyor aslında. Filmi izlediğiniz zaman bir şeyi de göz önünde tutmanızı isterim; aslında başından sonuna kadar orada konuşan Martin Luther King’dir. Yani daha doğrusu Hrant Dink’tir ama Hrant Dink, Martin Luther King Amerika’da ne yaptıysa onu yapan bir insandı, “Ben siyahım ve siyah olmak vatandaş olmaya engel değildir ve vatandaşım ama siyahım, bunu bilin!” diyordu Martin Luther King ve Hrant tüm bir belgesel boyunca da onu söyledi ve hayatında da onu yapmaya çalıştı. “Kafanızın bir yerine kazıyın, yani ben Türk değilim, ben Ermeniyim ama ben bir yurttaşım ve bir Ermeni olmaktan kaynaklanan sosyal, ekonomik adaletsizliklerin ortadan kaldırılması gerekiyor. Bunun için de bu toplumun çoğulcu olmayı, başka olmayı, başkalarına ait olmayı, başka kültüre ait olmayı doğal kabul etmesi gerekiyor. Bence işin, yani Hrant’ın şeyi bu ve bütün bu belgeselde de hakikaten onu görüyorsunuz, bir yurttaşlık mücadelesini görüyorsunuz. Benle yaptığı konuşmada söylediği de oydu, yani belgeselde de sık sık tekrar etti, “İsim önemli değil ki ne isim verirseniz verin, yani bu isim çok büyük bir problem değil. Ben bir şey biliyorum, yani burada büyük bir halk vardı, kültür vardı ve o kültür yok oldu, o insanlar yok oldu. Şimdi bundan dolayı, bunu söylediğim için beni yargılayamazsınız.” Bence Hrant’ın mesajı -öyle kapatayım- eğer bu topraklarda başka bir Türkiye istiyorsak o Türkiye’nin nasıl olması gerektiğinin mesajıdır ve her toplum kurucularıyla anılır. Bence Türkiye’de altını yeteri kadar çizemedik, belki de biz hep Hrant’ı, belki de birçok insan bir ağlama duvarı olarak da konuşuyor. Yani işte “Öldürüldü, yazık oldu, vs.”. Hayır o bir ümittir, o bana göre psikolojik bir üstünlüktür, bana göre bir zaferdir. Yani belki kendisini feda ederek bunu yaptı ve eğer yeni bir Türkiye’yi insanlar özlüyorsa bilsinler ki Hrant’ın felsefesi o cumhuriyetin kurucu felsefesi olacaktır. Hrant Dink eğer bu cumhuriyetin kurucusu olarak düşünülmez ve ilan edilmezse çok da öyle demokratik, güzel bir gelecek kuracağımızı zannetmiyorum. Benim ‘Dur de’ toplantısında söylediğim esas mesaj da buydu zaten. 

ÖÖ: Evet, 15 yıl aslında muazzam uzun bir süre tabii, dile kolay ve Türkiye tarihinde siz de o toplantıda da biraz bahsettiniz, pek bir örneği yok. Yani Türkiye’de siyasi cinayetler aslında çok fazla ama bu kadar kitlesel bir şekilde anmalar yok. Dava daha önce kapatıldı biliyorsunuz, bunun hemen ardından, daha o gün yüzlerce kişi sokağa çıkıp Agos’a yürümüştük ve davayı tekrar açmak durumunda kalındı. Bir taraftan kapatılmaya çalışılan, bir taraftan kapatılmasına izin vermeyen kalabalıklar var. Burada Hrant’ın kişiliğinin de aslında çok önemli olduğunu görüyoruz. Zaten Ümit beyin belgeselinde de biraz bunu görmek mümkün olabiliyor; fakat bu noktayı biraz daha konuşmak iyi olabilir diye düşünüyorum. 15 yıldır Hrant’ı bir yandan da bu kadar unutulmaz kılan, her şeye rağmen, her türlü baskıya rağmen, 19 Ocak’ta, kışın ortasında ve çoğu kez oldukça soğuk olmasına rağmen, darbe koşullarına, olağanüstü hallere, vs. rağmen yüzlerce insanla anmalar devam ediyor, birçok başka eylem veya gösteri yasaklanıyor olmasına rağmen. Bu sizce nereden kaynaklanıyor Ümit bey?

"Çok gazeteci öldürüldü bu topraklarda, hiçbirisinde Hrant’ın anmasına benzer anmalar yaşanmadı"

ÜK: Biz devam ettirdiğimiz için devam ediyor, yoksa toplumun da muhalif kesimin de çoğunluğu unutmayı tercih ederdi. Israrla bunu devam ettiren birtakım insanlar var ortalıkta, ondan devam ediyor. Tabii şöyle bir şey de var; burada böyle aslında hemen hemen her konuda olması gereken bir şey kısmen olabiliyor, insanlar sadece bu olayla ilgili olarak bir ilişki kurabiliyorlar, işte oraya geliyorlarsa geliyorlar ya da gelmiyorlarsa da kendilerince anıyorlar. Şimdi bizde kimlikle yapılıyor ya siyaset, sen bir şeysin, bir yerde dursan da o şeysin, şunu ya da bunu yapsan da o şeysin, yani birbirinden farklı olduğunu iddia eden herkes zaten aslında aynı şeyleri yapıyor. Aslında eylem esastır, ne yapıldığı esastır, yani burada da bazı şeyleri bir kenara bırakıp sadece Hrant’ı anmak için oraya gelmek diye bir şey oluşturabildik zaman içerisinde. Ya kardeşim buradaki dert budur, bu da sanıyorum kolaylaştırdı insanlar açısından. 

TA: Yani Ümit’in söylediğini şöyle yorumlayalım, bu topraklarda bunun devam ettirilmesi gerektiğine inanan bir damar var. Yani hakikaten daha önceki topraklarda çok siyasi cinayetler işlendi, gazeteciler, çok gazeteci öldürüldü bu topraklarda. Hiçbirisinde Hrant’ın anmasına benzer anmalar yaşanmadı, bu bir toplumsal fenomen haline geldi ve daha da gelecek. Birçok yeni insan da buna katılıyor. Hakikaten bunu devam ettirmek isteyen insanların çabasıyla, enerjisiyle bu oldu. Peki bu damar neyi gösteriyor? Bana göre bu büyük bir vicdan muhasebesi, yani bu ülkede çok kuvvetli bir vicdanlı kesim olduğunu da gösteriyor, kanayan bir yaraya işaret etmek isteyen önemli bir topluluk var. Benim bir tek ekleyebileceğim şey, bu Hrant’ın ölüm ve doğum gününde olabiliyor. Bunu hakikaten diğer 360 güne kaydırabilen bir kültüre henüz daha tekabül ettirebilmiş değiliz. Belki de oraya doğru kaydırmak gerekiyor; yani ben bu damarın, 15 yıldır süren damarın, yarınımıza ilişkin de bir ümit olarak görülmesi kanaatindeyim. Zayıf, küçük, anlamlı değil belki, belki sadece İstanbul’la veya birkaç büyük şehirle sınırlı ama orada o filiz var. Yani Hrant belki bir kişiydi, o filizi temsil ediyordu; şimdi yüzlerce, binlerce genç insanlar var, onu hiç tanımayan insanlar var. Bence bu damar önemli ve bunun üzerine konuşmak önemli. Başka fikirde insanlar öne sürebilirler, “Niye 15 yıldır bu inatla bu devam ediyor, arkasında ne var?” sorusu hakikaten yarın ne istediğimiz sorusunun da cevabını oluşturuyor diye düşünüyorum. 

ÜK: Mesela şu yeterince, yeterince değil hiç yapılmadı, Hrant’ın cenazesi bu memleketteki en acayip olaylardan biridir. Yani o gün kaç kişi gelir diye tahmin edildiği sorulsa en iyimser insan bile herhalde 30 bin kişinin geleceğini tahmin etmezdi, gelen insan sayısı 100 binin üzerinde. Mesela biz hâlâ bilmiyoruz o 100 bin kişi kim? Bu çok ilginç bir şeydir yani.

ÖÖ: Kesinlikle.

ÜK: Buna benzer başka bir olay yok. Mesela ne bileyim işte “Uğur Mumcu’nun cenazesine kim gelir?” dendiğinde aşağı yukarı verebileceğiniz mantıklı bir cevap var ve sonuçta öyle olmuştur. Azlık/çokluk meselesi değil yani bu. Tabii orada, hani böyle birisi öldürüldüğünde onun cenazesine kimler gelir? Şimdi burada öldürülen Ermeni gazeteciydi. Bir kere, öldürüldüğü gece zaten çok beklenmedik bir hareket oldu, ikincisi cenaze. Biz, yani şaşkınlıktan ne yapacağımızı bilemedik, yani o kadar insanın gelmesi, benzer ikinci bir olay yok.

ÖÖ: Katil de zaten…

Ermeni meselesinde ortak zemin: Milliyetçilik

ÜK: Geldiler, sonra kaybolup gittiler mi? Hayır, tabii bir şey devam ediyor. Mesela sembolik bir şey söyleyeyim; Hrant Dink’ten bahsederken o gün genç insanlar “Hrant!” diye bahsediyor ve hatta bazen ailesi de rahatsız oluyor açıkçası böyle bir hitaptan ama burada garip bir sahiplenme var yani. O böyle bizim çocuğumuz, abimiz, şuyumuz, buyumuzmuş gibi bir sahiplenme var. Bu da enteresan bir psikolojik gösterge, öyle söyleyeyim. Mesela bunu merak edip insanlar kurcalamadı yani, o cenazeye gelen topluluk üzerine birkaç tez yapılmalıydı, araştırma yapılmalıydı, gazete…

ÖÖ: Hatta devletin de ve o cinayeti işleyenlerin de böyle bir şey beklemediği çok bariz. Zaten katil de telefonda “Öldürdüm Ermeni’yi.” diye bir cümle kullanıyordu ve ardından muhtemelen işte sessiz sedasız bir şekilde meselenin kapanması düşünülüyordu ama böyle olmadı. Türkiye’de aslında, biraz Taner bey de bahsetti, “Vicdanlı insanlar varmış.” diyordu, sanırım bunların ötesinde ırkçılık karşıtı da, aslında ırkçılıktan, bu nefret söylemlerinden bıkan ciddi bir kalabalık olduğunu da görmüş olduk. Fakat bu kalabalık maalesef bir cenazede ilk olarak bu şekilde bir araya gelmiş oldu. 

ÜK: “Tamam da sonra ne oldu?” diye bir soru yok mu? Tamam, işte bu insanlar bir araya geldiler ve cenaze oldu, e peki sonra? Yani o insanlara Hrant’ın anısını sürdürmek için, işte bir şey yapmaya çalışan, koşuşturan 15-20 kişilik bir ekip dışında birilerinin o insanlarla bağlantı kurmaya veya onun üzerine bir şey kurmaya çalıştığına mı biz şahit olduk? Hayır, tam tersine 24 Nisan anmalarını protestoya gelen bir sol grup var mesela ve bu sol içerisinde mesele edilmiyor, bu çok ilginç bir şey değil mi?

ÖÖ: Evet.

ÜK: Yani buradaki Ermeni meselesinde en çok yoğunlaşan ama temelde bir çeşit, yani yaygın hali ırkçılık değil de milliyetçilik olan bir ortak zemin var ve bu ortak zemini kurcaladığınız zaman tabii ki iş 1915’e kadar gidiyor. Bu çok yaygın, aslında hiçbir araya gelemeyecek kesimlerce de paylaşılıyor. Akıl sır erer bir şey mi ya? 24 Nisan anmasına, tamam, mesela insanlar katılmayabilir “Yok ben tasvip etmiyorum bunu, böyle bir şeyi.” Diyebilir. Protestoya gelen, sistematik olarak her sene gelen ve bu anma hangi ilde yapılırsa yapılsın mutlaka oraya da protestoya giden bir grup var ve bu sol bir grup. Bu grup, mesela solun ortak yapacağı bir şeyde gelip o toplantıya katılabiliyor. 

ÖÖ: Tabii 1 Mayıs’larda mesela.

ÜK: 1 Mayıs’ta görebiliyoruz, Gezi’de, havuzda şeyleri vardı bayrakları falan, kimse onlara mesela bir hesap sormuyor bu konuda, bir rahatsızlık da duymuyor. Şimdi çok önemli göstergeler bunlar.

ÖÖ: Evet, çok haklısınız.

"Kuruluş sürecinin yapısal hataları bugün Hrant’ın ölümüne yol açan süreci yarattı"

ÜK: Bizim, mesela işte “Cumhuriyeti kuran devrimci damar” filan gibi laflar edebiliyor. Yani o kadronun bu işle ilişkisine filan baktığınız zaman hayli enteresan şeyler var ortada. Şimdi bunlar hiç yokmuş gibi davranılıyor, hâlâ şu anda da öyle. Yani Hrant Dink adı geçtiği zaman insanlar böyle “Ah yavrum, ah yazık da oldu” falan gibi bir tavır gösteriyorlar ama bu adam niye öldürüldü ki? Türkiye’nin bir tane uluslararası pozisyonunu mu değiştirecekti? Hayır. Yani işin bu tarafına biraz bakılması lazım. Bu konuda muazzam bir riyakarlık var ve maalesef bir sürü meselenin de kaynağı. İşte “Yenikapı ruhu” falan diye olumsuz anlamda sözü edilen bir şey var ya, belli konularda muhalefetin de iktidarın arkasında hizalanıverdiği. Bunun temeli burada işte, yani böyle karşısına çıkınca insanlar bazı şeyleri sevmiyor ama neden olduğuna da bakmak istemiyor. Bu böyle.

ÖÖ: Hatta muhalefet liderlerinin şu anda bir sözü var, biliyorsunuz seçim vaatlerinden bir tanesi “İki yılda Suriyelileri davulla, zurnayla göndereceğiz!” diyor, yani bu çok ilginç geliyor bana bir yandan. Yani yüzbinlerce insanı götürme deneyimi Türkiye’de 1915’te, belki aynısı değil ama yani gene de hâlâ bunun üzerine yüzbinlerce kişiyi davulla zurnayla gönderme kavramını kullanabiliyor olması bile bence bir yüzleşmenin gerçekleşmemiş olmasıyla ilgili. Bunun bir zor kullanmadan yapılabileceği düşünülüyor. 

TA: İki noktayı ben şey yapmak isterim; birincisi, bu “Hakikaten o kalabalık neydi?” konusuna buna psikolojik bir cevap vermek istiyorum. Zannediyorum o toplantıya, o büyük gösteriye, yani cenazeye de katılan insanların çoğunda, derinlerinde bir yerde “Biz yalnız bıraktık bu çocuğu” duygusu vardı. Yani yalnız bıraktıklarına ilişkin bir duygunun, psikolojinin, hele o ayakkabının altındaki çatlakla birlikte düşünüldüğünde önemli bir etki olduğunu düşünüyorum. Peki bu katılım niye başka kanallara, başka şekilde gitmedi? Herhalde, belki de yavaş yavaş gidecek. Ümit’in demin söylediği hususlar çok önemli; orada da hakikaten cumhuriyetin kuruluşu üzerine bir sohbeti, toplumsal bir sohbeti başlatamazsak Hrant’ın niçin öldürüldüğünü anlayamayacağız. Acı gerçek şu, Türkiye’de cumhuriyetin kuruluşunu sorgusuz sualsiz son derece büyük bir olumlu, iyi bir adım olarak gören önemli bir topluluk var, belki de 90%’dır bu. Ciddi bir biçimde düşündüğümüz zaman görmemiz gereken şu; burada birtakım yapısal hatalar da var, çok ciddi yapısal hatalar var. Yani bu kuruluş sürecinin yapısal hataları bugün Hrant’ın ölümüne yol açan süreci yarattı. Bu yapısal hataların giderilebilmesi ancak sorunları ortadan kaldırmaya yarayacak. Yani tuhaf bir biçimde Amerika üzerinden anlatınca iş daha kolay anlaşılıyor, Türkiye üzerinden anlatılınca zorlaşıyor. O da belki Türkiye’de milliyetçiliğin yaygın gücünden dolayı. Yani Amerika’da, Birleşik Devletler denen devleti, İngiliz emperyalistlerine karşı savaşarak kurdular ve kurarken de köle sahipleriyle birlikte kurdular. Yani kölelik, ırkçılık Amerikan kuruluşunun bir parçası haline geldi. Dolayısıyla ırkçılığa karşı mücadele o kuruluşun yapısal hatalarını düzeltmeye karşı bir mücadeledir burada da ve öyle oluyor. Şimdi hakikaten Türkiye’de de bu cumhuriyeti kurarken Ermeni, Yahudi, Kürt ve Alevi eşit yurttaş sayılmadılar. Bu konuda yeteri kadar elimizde veri var, bunların bugün…

ÜK: Rumları unuttun!

TA: Rumları unuttum değil mi? Evet, bunu sayarken, yani hakikaten tablo o kadar şey ki insan sayarken bile şey yapıyor. Evet, bütün bu Hıristiyanların, Ermeni, Rum, Süryani, Yahudi, Kürt, Alevi yani Sünni Türk olmayanların daha az eşit olduğu bir toplum kuruldu. Bugün gerçekten cumhuriyete çok olumlu açıdan bakanlar bile en azından şunu kabul edeceklerdir; yahu artık geldiğimiz yeri, burada bunu bir demokrasiyle taçlandırmamız lazım. Bir demokrasi şart, bir eşitlik şart, eşit yurttaşlık şart, herkesin eşit olduğu, farklılığına rağmen eşit olduğu bir ülke şart! “Ne mutlu Türküm diyene!” değil, “Ermeniysem, Rumsam, Süryaniysem, Yahudiysem, Aleviysem, Kürtsem, neysem neyim ama eşit yurttaşım.” diyen bir anlayış bu ülkede şart ve bunun, “Demokrasinin taçlandırılması ancak böyle olacak” diyenlerin, görmesi gereken defoları, bu kuruluş hatalarını ortadan kaldıran, kaldırmaya yönelik bakmak. Demin sözü edilen sol grupların bu tür aymazlık içerisinde olmalarının nedeni bu kuruluşa bağladıkları diyelim ki aşırı sevgi bağı ama onu yıktıklarını göremiyoruz. Yani her cumhuriyetin kuruluşunda ortadan kaldırılan, yıkılan, yok edilenin de hatırlanmasıyla bugün ancak eşitlik kurulabilir diye düşünüyorum. Yani dolayısıyla Hrant’ı anlamanın yolu, nasıl bir cumhuriyet istediğimizi anlamanın kendisidir diye bitirmek isterim sözümü ben. 

ÖÖ: Peki, çok teşekkür ederiz. Sürenin bu şekilde sonuna gelmiş olduk. Aslında tabii yarım saat gibi kısa bir süre içerisinde Hrant’ı konuşmak zor olmakla birlikte maalesef süremizin sınırları var. Tekrar çok teşekkürler katıldığınız için.

ÜK: Sağ olun!

TA: Ben de teşekkür ederim, sağ olun, iyi günler!

Hrant Dink Vakfı'nın çağrısıyla bu yılki 19 Ocak anması açık havada, Agos Gazetesi'nin önünde gerçekleşti.