Karbon bütçesi tükenirken: IPCC raporu ne söylüyor?-3

-
Aa
+
a
a
a

Açık Yeşil'de IPCC'nin yeni yayınlanan altıncı değerlendirme raporunu konuşmaya kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bu bölümde iyi ve kötü senaryolar, krizin su rejimlerine etkisi ve bölgesel adaptasyon verilerini inceliyoruz. Rapor üzerine yaptığımız değerlendirmelerin ilk bölümüne buradan ulaşabilirsiniz. 

 Açık Yeşil: 25 Ağustos 2021
 

Açık Yeşil: 25 Ağustos 2021

podcast servisi: iTunes / RSS

(25 Ağustos 2021 tarihinde Açık Radyo’da Açık Yeşil programında yayınlanmıştır.)

 

Ümit Şahin: 95.0 Açık Radyo’da Açık Yeşil başlıyor, ben Ümit Şahin.

Ömer Madra: Ben de Ömer Madra.

Ü.Ş.: Destekçimiz Melis Arıtman Alp’e teşekkür ediyoruz programa başlarken. Açık Yeşil’de son üç haftadır IPCC’nin yani Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin altıncı değerlendirme raporunu konuşmaya devam ediyorduk. Bu hafta bitireceğiz artık. Geçen hafta ve önceki hafta mevcut iklimin durumunu ve ardından da gelecekte iklimin nasıl olacağını konuştuk yani ikinci bölümde kaldık. Bugün altıncı ve son IPCC raporunu konuşmaya ikinci bölümden devam edeceğiz. 

Ö.M.: Evet.

İyi ve Kötü Senaryolar

Ü.Ş.: B2’den yani ikinci bölümün ikinci başlığından başlayalım. Önce kısaca hatırlatayım, bu bölümde gelecekte iklimin nasıl olacağına dair özetle beş tane senaryo konuşuluyor, bütün senaryolarda 100 yıl ortasına kadar bugün 1.2 derece olan sıcaklık artışının 1.5’u bulacağı, en iyi senaryoda bile 1.5’u bulacağı, en kötü senaryoda 2050’lerde 2.5 dereceyi bulacağı ama en iyi senaryonun olması halinde yani emisyonların 10 yıl içinde yarıya indirilmesi 2050’ye kadar da sıfırlanması halinde yüzyılın ikinci yarısında soğumanın başlayacağı ve 1.4’e kadar, yüzyıl sonuna kadar düşeceği, dolayısıyla ısınma hedefini 1.5’un altında tutabileceğimiz söyleniyor. Fakat bunu yapmaz ve kötü senaryoya doğru gidersek 1.5 ile 4.5 derece arasında hatta en kötü ihtimalle 5.7 dereceye kadar ısınmadan bahsediyor rapor. Raporun devamında gelecekteki felaket artışıyla ilgili bir bölüm var. Raporun birinci bölümünde şu anda yaşanmakta olan iklim felaketlerinin iklim değişikliğiyle bağlantılı olduğu net bir dille, bugüne kadar olan raporlardan çok daha net bir dille ortaya konmuştu. Gelecekte bu felaketlerin artacağından bahsediliyor; “İklim sistemindeki pek çok değişiklik artan küresel ısınmayla doğrudan bağlantılıdır” deniyor. Bunların arasında aşırı sıcakların, deniz aşırı sıcak dalgalarının, aşırı yağışların, tarımsal ve ekolojik kuraklıkların, bazı bölgelerde tropik siklonların yoğunluğunun, sayısının değil ama büyüklüğünün ve yoğunluğunun ve arktikteki deniz buzunun bütün dünyadaki karalardaki kar örtülerinin ve permafrostun yani donmuş toprağın erimesinin dahil olduğu söyleniyor. Yani, “Aklınıza gelebilecek tüm bu izlediğimiz olaylar iklim değişikliği nedeniyle artacak” deniyor. Bu bildiğimiz bir bilgi, ama tekrarlamış, karaların denizlerden yaklaşık 1.5 kat daha hızlı bir şekilde ısınmaya devam edeceği söyleniyor. Arktik bölgenin yani kuzey kutbunun çevresinin de dünya genelinin en az iki katı daha fazla ısınacağı söyleniyor, zira iki katından daha fazla ısındığını bugünlerde görüyoruz zaten. Her yarım derece artışın özellikle sıcak, aşırı sıcak dalgalarının, aşırı yağışın ve kuraklığın artışında dikkate değer düzeyde artış olacak denmiş. Yani biz şu anda 1.2’deyiz, 1.5’u geçtiğimiz zaman, 1.7’ye doğru geldiğimiz zaman bugün yaşadığımız olayların, geçtiğimiz ay yaşanan orman yangınlarından sellere kadar ve aşırı sıcaklara kadar artacağı net bir şekilde söyleniyor. Bu son rejimin, özellikle Güney Amerika muson rejiminin değişeceği ve muson yağmurlarının artacağı söyleniyor. Bu ilginç, dünya “global düzeyde 1 derece daha ısınırsa günlük aşırı yağış olayları yüzde yedi artacak” denmiş. Yani kurak bir bölgede de olsanız, çok yağışlı bir bölgede de olsanız günlük aşırı yağışların artacağı söyleniyor. Bu da şöyle yorumlanabilir, Türkiye’deki seller sadece Karadeniz bölgesinde olacak diye bir şey yok, Güney Doğu’da da olabilir ya da çok yağışlı olmayan İç Anadolu Bölgesi’nde de olabilir bundan sonra. Aynı zamanda ısınmanın permaforst yani donmuş toprağın yine kuzey kutbu çevresindeki Alaska ve Sibirya’da bulunan donmuş toprağın daha fazla erimesine neden olacağı ve özellikle de mevsimsel kar örtüsünün kaybına neden olacağı, aynı şekilde buzullarda ve Arktik’teki deniz buzundaki erimeye neden olacağı söyleniyor. Ben özellikle high confidence yani yüksek güvenle söylenen, kesine yakın kısımları okuyorum. Daha henüz netleşmemiş bilgileri çok okumuyorum. Çok yeni biliyorsunuz, Cilo buzullarıyla da ilgili haberler çıktı. 

Ö.M.: Evet, o yeni ve kaygı verici bir ek de vardı.

Ü.Ş.: Neredeyse Cilo’da buzul kalmamış, ya da çok azalmış. 

Ö.M.: Evet, Ağrı Dağı’nda da erimeler ve kaya düşmelerinden, yuvarlanmaladan bahseden haberler de vardı. 

Ü.Ş.: Evet, bunu burada da yani kendi coğrafyamızda da çok net bir şekilde görmeye başladık. Artık illa Himalayalar’da olmak gerekmiyor. Bundan sonraki bölümü atlarsak belki de raporun en ilginç bölümlerinden bir tanesine geliyoruz, çok ilginç çünkü çok rahat anlaşılabilir bir dille basında sürekli yer alan, “Elli yılda bir olan olay, yüz yılda bir olan olay” söylemi vardır, yani bir yerde yağmur yağıyor ya da bir yeri sel vuruyor ve, “Yüz yılda bir olacak olay” deniyor. Bunların aslında artık elli yılda bir falan olmadığını ve olmayacağını gösteren bir çalışma yapılmış. Çok güzel üç olay örnekleniyor, bir tanesi karalardaki aşırı sıcaklar, ikincisi yine karalar için aşırı yağışlar, üçüncüsü de tarımsal ve ekolojik kuraklık. daha çok kuru bölgelerdeki kuraklıktan bahsedilmiş. İki yönden bakılmış aşırı sıcaklara, on yılda bir olan olayların sıklığı ve elli yılda bir olan olayların sıklığı. On yılda bir olan olay şu demek, 1850-1900 sıcaklığına göre, yani sanayi öncesi sıcaklık ortalamasına göre, sıcaklıklar o seviyede olsaydı, on yılda bir görülecek bir sıcak dalgasını düşünün, diyelim ki İstanbul’da o zamanlar herhalde otuz derecenin görülmesi on yılda bir oluyordu diyelim. Şu anda 1 derecenin üzerinde bir ısınma gerçekleştiğinde, on yılda 1’den on yılda 3’e çıkıyor. Yani şimdiden on yılda bir olan olay on yılda üç kez görülüyor. Yuvarlıyorum rakamları, 2.8 ama 3 diyebiliriz. 1.5 dereceye çıktığında on yılda dört kez görülmeye başlıyor, küresel sıcaklık 2 dereceye çıktığında on yılda neredeyse 6 kez görülmeye başlıyor ve 4 dereceye çıkarsa yani dünya kontrolsüz bir şekilde ısınırsa, yüzyıl sonuna kadar on yılda on kez yani her yıl görülmeye başlanacak. Eskiden on yılda bir görülen olay her yıl görülecek. Elli yılda bir görülen olay daha da ilginç, elli yılda bir görülen sıcaklık yine sanayi öncesi dönem için 35-40 derece olsun, İstanbul için yine tamamen atıyorum, şu anda sanayi öncesi dönemde elli yılda görülen olay zaten elli yılda beş kez görülüyor. Bu da on yılda bir demek. Yani elli yılda bir görülen olay on yılda 1’e çıkmış.

Ö.M.: Aynen öyle.

Ü.Ş.: Sıcaklık artışı 1.5’a geldiğinde ona artık 1.5’a gelirse dememek lazım, 1.5’a geldiğinde demek lazım.

Ö.M.: 1.2 zaten mevcut.

Ü.Ş.: Zaten gelecek, 1.5’a çok az kaldı.

Ö.M.: Önlemek imkansız, yani artık geri dönüşü olmaz onun.

Ü.Ş.: Neredeyse öyle, 2030’larda göreceğiz 1.5’u, 1.5’a geldiğinde normal şartlarda elli yılda bir görülen olay elli yılda 9 kere görülmeye başlanacak. Neredeyse 5 yılda bir görülmeye başlanıyor. 2 dereceye gelirse sıcaklık artışı, elli yılda bir görülen olay üç yılda görülmeye başlanıyor, yaklaşık olarak 3-3.5 yılda bir görülmeye başlanıyor. 4 dereceye çıkarsa da elli yılda kırk kere görülüyor. Yani bu ne demek? Neredeyse her yıl, ortalama 1.5 yılda bir ortalamaya çıkıyor ki bu dehşet verici bir şey. Yani elli yılda bir görülen sıcaklık, 40-45 derece ise, iklim değişikliğini durdurmazsanız her yıl 40-45 dereceyle karşılaşmanız anlamına geliyor bulunduğunuz yerde. İkinci on yılda bir olayı, aşırı yağışlar için yapılmış. O aşırı yağışlarda yine sanayi öncesi dönemde on yılda bir görülen bir aşırı yağış şu anda on yılda 1.3 kez görülüyor. Yani sekiz yılda bir oluyor.

Ö.M.: Evet.

Ü.Ş.: 1.5 dereceye çıktığında on yılda 1.5 oluyor bu ve 2 dereceye çıktığında da on yılda 2 oluyor yani yaklaşık beş yılda bir. Aşırı yağışlardaki artış aşırı sıcaklara göre biraz daha sınırlı ama yine de belirgin bir artış var ki sellerdeki artışın bir nedeni de bu. Kuraklık da aynı şekilde, çok yakın, on yılda bir görülen kuraklık şu anda zaten 1 derecelik artışla 1.7 kez yani neredeyse beş altı yılda bir görülmeye başlanmış ve 1.5 derece ısınmada tam olarak beş yılda bir görülecek diyorlar. Kuraklığın da, kurak dönemlerin de daha sıklaştığını zaten görüyoruz. Bunlar infografik şeklinde verilmiş, son derece çarpıcı, raporun bu bölümü, aslında basının ilgi göstermesi gereken bir bölüm.

İklim Krizi ve Su Rejimleri

Ö.M.: Ben de şey ilave edeyim izninle, Afganistan’da Taliban’ın yönetimi ele geçirmesinden sonraki kaos durumuyla ilgili Democracy Now’da da ayrıntılı bir mülakat vardı, BM İnsani Yardım Komitesi Başkanı ile BM Genel Sekreteri Antonio Gutterres’in Afganistan’daki gelişmelerden söz ettikleri raporlarda önemle üstünde durdukları felaketlerden bir tanesi de nüfusun yarısının yani 18 milyonun olumsuz etkileneceği yönünde. Kuraklığın ülkenin yüzde 40’ını hakimiyeti altına almış olduğu söyleniyor. Çok çok ciddi bir mesele ve bir başka haberde de Taliban’ın iktidara geri gelmesinin en önemli sebeplerinden biri olarak iklim değişikliği gösteriliyor. Kurak yerde afyon yetiştirilebiliyor, tarıma dayalı bir ülkede bunu daha kolay yapabiliyorlar, böyle ilginç bağlantılar da var. 

Ü.Ş.: İlginç gerçekten. Şimdi hızlıca B bölümünü, ikinci bölümü bitireyim, B3 bölümünde hızlanan küresel ısınmanın küresel su döngüsünü hızlandıracağı söyleniyor. Bu da bazı bölgelerin daha kurak, bazı bölgelerin çok daha yağışlı olmasına neden olacak. Burada ilginç olan bir şey var, en iyi senaryo başarılabilirse, yani ısınmayı 1.5 derecenin altında tutmayı başarırsak, yağışlardaki artış çok sınırlı kalıyor, yani yüzde 0’la 5 arasında kalıyor. Halbuki şu anda dünyanın gitmekte olduğu orta düzeydeki senaryoda yüzde 8’e kadar yağış artışından söz ediliyor ki bu da iklim değişikliğini durdurmanın sellerin önlenmesinde ne kadar önemli olduğunu gösterir. Raporun bir diğer çok ilginç bölümü, artan karbon emisyonları senaryolarında yani küresel ısınma kontrol altına alınmazsa, emisyonlar azaltılmazsa yutak dediğimiz şeylerin, denizler, okyanuslar, biyosfer ve bitkilerin karbondioksit emme kapasitesinin azalacağı söyleniyor. Bu çok kritik bir bilgi aslında çünkü şu anda bizim saldığımız karbondioksitin yüzde 50’sinden fazlasını okyanuslar ve biyosfer yani bitkiler emiyor. Dolayısıyla bize yaklaşık yüzde 45’i falan kalıyor, eğer en iyi senaryoyu başarabilirsek yani net sıfıra ulaşabilirsek 2050’de, yutakların emdiği karbondioksit miktarı yüzde 70’e çıkıyor. Bu şahane bir şey, yani temizlenmeye başlıyor yutaklar, okyanuslar ve bitkiler atmosferi. En iyi ikinci senaryoda bile yüzde 65’e çıkıyor ama bugünküne yakın orta düzeydeki senaryoda yaklaşık yüzde 54’te kalıyor. Eğer kötü senaryolar gerçekleşirse, yani SSP3 ve 5’te atmosferin ve atmosfere atılan karbondioksitin insanlar tarafından sadece yüzde 38-40 kadarı emilebiliyor, yüzde 60’ı atmosferde kalıyor. Bu da aslında birikimin katlanarak artacağı anlamına geliyor. Sıcaklık artışının altı dereceye kadar fırlayabileceğinin ve kontrolden çıkabileceğinin göstergelerinden bir tanesi. Bu bölümün yani gelecekteki iklim değerlendirmesinin son bölümü de, binlerce yıl sonra bazı değişikliklerinin, bugün iklim değişikliği nedeniyle ortaya çıkan değişikliklerin kalıcı hale geleceğinin söylendiği bölüm. Burada, “Geçmişteki ve gelecekteki sera gazı emisyonlarına bağlı olan pek çok değişiklik geri dönülmezdir. Yüzyıllar hatta bin yıllar boyunca özellikle okyanuslardaki buz örtüsündeki ve küresel deniz seviyelerindeki etkiler geri dönülmezdir” deniyor. “Bunlardan bir tanesi okyanusların ısınması. Muhtemelen en iyi senaryolara göre bu 2-4 kat, daha çok 21. yüzyıl boyunca ortalama üç kat daha fazla ısınacak, kötü senaryoya göre de altı kat daha fazla ısınacak. Aynı zamanda okyanustaki katmanlaşmanın ve asitleşmenin artmasıyla birlikte oksijen düzeyi düşecek ve dolayısıyla Marmara Denizi’nde de gördüğümüz oksijensizleşme aslında bir yandan küresel ısınma nedeniyle olacak. Sadece fosfor ve azot gibi atıklar nedeniyle değil, aynı zamanda ısınma oksijensizleşmeye neden olacak 21.yüzyıl boyunca” deniyor. Bu da tabii deniz yaşamının, deniz canlılarının ortadan kalkması anlamına geliyor. Diğer bir yüzyıllarca sürecek, kalıcı olacak şey de buzulları erimesi. Yani “dağlardaki ve kutuplardaki ya da Grönland’daki diyelim, -Grönland’ı özellikle yazmış- kutuplardaki erime geri dönüşsüzdür” deniyor. Yani tekrar orada bir buzul oluşumu ya da kar örtüsünü artışı beklenmiyor. Bunu özellikle Grönland için söylemiş ve diğeri de, belki en kritik olan da deniz seviyelerindeki yükselme. Deniz seviyelerindeki yükselmeyi IPCC raporları her zaman çok muhafazakar vermiştir. Yaklaşık olarak bu artış şu anki gidişata göre yüzyıl sonuna kadar düşük senaryoda, net 0’a gidebilirsek otuz yıl içinde, maksimum 55 santimle sınırlı kalıyor. Yani şu anda 25 santim civarında olan deniz seviyesi yükselmesi 55 santimle sınırlı kalıyor yüz yıl sonunda. Ama kötü senaryoda bir metreye kadar çıkabiliyor. Fakat diyor ki, burada önemli bir cümle kurmuş, IPCC’nin en fazla bundan sonra referans verilebilecek cümlelerinden bir tanesi bu; “2100’de deniz seviyelerinin 2 metreye çıkması ve 2150’de de 5 metreye çıkması ihtimali en kötü senaryoda dahi ihtimal dışı değildir.” Bunun yanı sıra bir de önümüzdeki 2 bin yıldaki artışı vermiş. En iyi senaryo gerçekleşse bile yani küresel ısınmayı durdursak bile önümüzdekİ 2 bin yıl içerisinde 2-3 metre yükselmesini şimdiden garanti etmişiz deniz seviyelerinin. Yani şu anda 20 santimi düşünün, bunun 10 katı bir şeyi, en az 10-15 katı bir deniz seviyesi yükselmesini şu anda garantilemiş durumdayız. Hatta kötü senaryoyla ısınma 2 dereceye çıkarsa 2 ile 6 metreye kadar çıkıyor, 5 dereceye kadar çıkarsa, 22 metreye kadar çıkıyor. Yani artık ne diyeyim, şu anda kara olan pek çok yerin deniz olduğu bir senaryoyu işlemeye başlamış durumdayız. 

Ö.M.: Ben bir şunu ekleyeyim, 23 Ağustos tarihli Monthly Review’da çıkmış yeni bir haber var. IPCC raporunda daha önce olmayan bir sızmadan bahsediyor. Çok ilginç aslında, Guardian’da da var. CTXT’da (Contexto y Acción) basılmış ilk ve yeni sızdırma haberine göre IPCC raporunda, kapitalizmin şimdiye kadar öngörülen büyüme modeliyle artık sürdürülemeyecek olduğunun ilk defa itiraf ediliyor olması çok önemli burada. Yani eğer eylem hızlı bir şekilde, zamanında yapılmazsa, lineer olmayan, doğrusal olmayan bir şekilde artacak sorunlar ve öngörülemez sonuçlara yol açacak. Sustainable growth yani sürdürülebilir büyümenin mümkün olmadığını ve terk edilmesi gerektiğini söylüyorlar, bu ilginç bir şey. Tek sürdürülebilir büyümenin yatay olduğunu ve asıl amacın da eşitsizliği gidermek olduğunu söylüyorlar. Buradan çıkan ikinci önemli nokta da, hem kamuoyuna hem de siyasi iktidar sahiplerine problemin muazzam büyüklüğünün iletilmesinin şart olduğu söyleniyor bizzat IPCC’den çıkan raporda. Yani dönüşüme yol açacak değişim olmaksızın hiç kimsenin yararı olmayacağı ve alıştığımız rekabetten çok işbirliği ve dayanışmanın büyük evrimsel dönüşümlere, sıçramalara yol açabileceği belirtiliyor. Mikrobiyolog Lynn Margulis’in bir zamanlar söylediği gibi; “Ancak işbirliği yaparsak ve atmosfer dahil pek çok şeyi paylaştığımız anlayışından kalkarsak bu korkunç düşüşü önleyebiliriz.”

Bölgesel Adaptasyon ve İklim Değişikliğini Sınırlamak

Ü.Ş.: Şimdi çok az zamanımız kaldı, son iki bölümden birer çarpıcı alıntıyla raporu bitirelim. Raporun üçüncü, C bölümü, risk değerlendirmesi ve bölgesel adaptasyon konularını içeriyor. Burada bölge bölge hangi risklerin, aşırı sıcaklar mı, yağışlar mı, seller mi, hangi risklerin daha fazla arttığı anlatılıyor. Aslında çok önemli bir bölüm, burada ağırlıklı olarak bölgelere spesifik olan değişikliklerin, tropikal siklonlar, kasırga, tayfunlar ve ekstra tropikal fırtınaların yani Türkiye’de de görülebilen fırtınaların arttığı, aynı şekilde nehir akışlarının, nehir debilerinin artacağı, kuraklığın artacağı ve fire weather denen, orman yangınlarına elverişli hava koşullarının artacağı net bir şekilde söylenmiş ve burada önemli bir vurgu var; “Bütün bu değişiklikler 2 derecede 1.5 derecede olduğundan çok daha ciddi ve şiddetli olacak” deniyor. Bu önemli, şimdi hızlıca son bölüme gelelim. Son bölüm ‘Gelecekteki İklim Değişikliğini Sınırlamak’ başlığını taşıyor ve diyor ki; “Gelecekteki iklim değişikliğini sınırlamak karbondioksit emisyonlarında en azından net sıfıra düşmekle mümkün” yani ‘en azından’ bu önemli. At least net zero denmiş yani net sıfır da yetmez aslında.

Ö.M.: Yetmez, çok önemli.

Ü.Ş.: Mutlak sıfıra düşürmek gerekiyor ama bunu daha sonra konuşuruz, net sıfıra en azından düşürmek gerekiyor. Bu rakamlar çok akılda kalmıyor ama yine de kayıtlara geçelim, karbon bütçesi yenilenmiş. 1850’den 2019’a kadar insanlık olarak toplam saldığımız karbondioksit miktarı 2390 gigatona çıkmış. Karbondioksit bu, bütün sera gazları değil. Yani 2390’a çıkmış durumdayız, peki geriye ne kalmış? Eğer yüzde 50 ihtimalle 1.5 derecede tutmak istiyorsanız kalan hakkımız sadece 500 gigaton hatta daha iyisi her zaman yüzde 67 ihtimali kullanmaktır, o zaman 400 gigatona düşüyor. Bu ne demek? Şu anda her yıl 40 gigaton salmaya devam ediyoruz. Yani bu hızla on yıl sonra bütün 1.5 derece için bütün karbon bütçesi hakkımızı tüketmiş oluyoruz. 1.7 derece için yani 1.7 dereceyi de hesaba katmışlar, sadece yüzde 67 ihtimali söylüyorum, 700 gigaton’luk hakkımız kalmış. Bu da yaklaşık 14 senelik bir hak demek. 

Ö.M.: Karbon bütçesi bitmek üzere, intihara doğru koşar adımlarla ilerliyor iklim.

Ü.Ş.: Son olarak 2 derece için de 900-1000 gigatonluk bir hak kalmış. Yüzde 83 ihtimalle almak lazım bunu artık, o yüzden 900 de denebilir ama yüzde 67 alırsanız da 1150 ortalamasına göre 1000 gigaton yani 2 derece için de yaklaşık 25 senelik bütçemiz kalmış ama zaten 2 dereceyi artık kimse kabul edilebilir bir sıcaklık artışı olarak saymıyor. Bu da bu raporda kayıtlara geçmesi gereken önemli bir veri. Yani bugüne kadar bildiğimiz rakamlar biraz değişmiş durumda, bütçemiz azalmış ve şu anki 1.5 derecelik bütçemiz yaklaşık 400-500 gigaton arasında diyelim ve IPCC’nin altıncı değerlendirme raporunu okuduğumuz ve anlatmaya çalıştığımız 3 haftalık maratonu burada bitirmiş olalım. Umarım okuması gerekenler de bu raporu okumuştur ve bir şeyler yapması gerekenler de artık yapmayı düşünüyordur diyelim.

Ö.M.: Ben de buna katılıyorum ve huzurlardan ayrılalım. Hoşça kalın!

Ü.Ş.: Gelecek hafta görüşmek üzere. Hoşça kalın.