Türkiye’de Güncel Sanatta İnsanmerkezcilik Eleştirisi

-
Aa
+
a
a
a

Bu hafta, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde “Türkiye’de Güncel Sanatta İnsanmerkezcilik Eleştirisi” konusu üzerine doktora yapan aynı zamanda Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Sosyoloji bölümünde araştırma görevlisi olarak çalışan Dijan Özkurt ile konuştuk.

Siborg manifestosu
"Türkiye’de Güncel Sanatta İnsanmerkezcilik Eleştirisi"
 

"Türkiye’de Güncel Sanatta İnsanmerkezcilik Eleştirisi"

podcast servisi: iTunes / RSS

(18 Nisan 2022 tarihinde Açık Radyo’da Ben Buradan Okuyorum programında yayınlanmıştır.)

Abdullah Ezik: Tezinizde Türkiye’de güncel sanat alanında ekoloji ve antroposen etrafındaki tartışmalara değinerek, Türkiye’deki güncel sanat sergilerinin bu kavramlarla nasıl ilişkilendiğine bakmaya ve antroposen olarak adlandırılan çağımızda insan-olmayanlarla ilişkimizin imkân ve sınırlılıklarını Türkiye’deki güncel sanattan örneklerle birlikte tartışmayı amaçlıyorsunuz. İnsanı devre dışı bıraktığımızda öne çıkan "şey"ler nelerdir, örneğin hayvanların ve teknolojinin buradaki rolü nedir?

Dijan Özkurt: Aslında antroposen, ekoloji ya da insanmerkezlilik eleştiri alanında pek çok hat söz konusu. Bu tartışma hatları içerisinde insanı devre dışı bırakmaktan ziyade insan, insan olmayan hayvanlar ve canlı cansız diğer varlıklarla birlikte düşünmeye imkân tanıyan bir tartışma hattını ben daha yakın buluyorum kendime. Aslında özellikle Batı düşüncesinin insanı merkeze alan düşünme ve eyleme pratiğinin hem tarihini ortaya koyan hem de insan ve insan olmayanların birbiriyle ilişki içinde şekillendirdiği birbirini besleyen ve birbirinden beslenen varlıklar halinde yaşadıklarını ve dolayısıyla birbirleriyle olan dolaşık ve ayrıştırılması pek de mümkün olmayan ilişkisine vurgu yapması söz konusu benim odaklandığım insanmerkezlilik eleştirisi hattının. Bu yüzden soruyu insanı devreden çıkartmak diye soramıyoruz çünkü insan, insan olmayan hayvanlar ve teknoloji birbiriyle son derece dolaşık bir ilişki içerisinde düşünülebilen bir yerde duruyor. Mesela Haraway doğa kültür karşıtlığını eleştirir ve bunun yerine doğa-kültürler kavramını kullanır. Bu kavram aslında doğal olan ile yapay olan arasındaki ayrımı eleştirir ve aslında bu ayrımın o kadar kolay yapılamayacağını vurgular. Belki burada bahsedilebilecek en güzel örnek Haraway’in yoldaş türler kavramını tartıştığı Siborglardan Yoldaş Türlere Teknobilimde Akrabalığı Yeniden Düşünmekmakalesinde söz ettiği bir farklı evrim anlatısı. Haraway bu makalesinde köpekleri evcilleştirmek olarak kurulan evrim anlatısının karşısına - tabi ki burada detaylandırmaya gücümün yetmeyeceği biyoloji ve evrimle ilgili tartışmaları da kat ederek- bir birlikte evrim anlatısı çıkartır. Bazı köpek türlerinin insan yerleşimlerine yaklaşacak kadar cesur olduğundan ve insanlardan kalan kalıntıları yediğinden kendi yavrularını zamanla insanlara baktırdıklarından ve aslında her iki tarafın da yararına olan bir birlikte evrimin varlığından söz eder. Aslında burada Haraway’in vurguladığı köpeklerle insanların yoldaş türler olarak birbirlerini etkiledikleri hatta kısmen de olsa birbirlerini oluşturduklarıdır. Yani buradaki bakış aslında diğer hayvanlar, varlıklar ya da teknolojiyle olan ilişkimizin ilişkisel bir ontoloji çerçevesinde ele alındığı bir bakış. Dolayısıyla sorunuzdaki insanı devre dışı bırakmak yerine insanın diğer varlıklarla ilişkisiyle birlikte nasıl vücut bulduğuna dair düşünmek ve bu ilişkinin etik-politik yönleri nasıl olabilir diye düşünmek bana daha yakın geliyor. 

Esin Hamamcı: İnsanı önceleyen bir anlayış olarak “insanmerkezcilik”, birçok disiplinde üzerine oldukça çalışılan bir kavram. Sizin de tezinizin odak noktasında bu kavram yer alıyor. Siz bu kavramı hangi isim ve kuramlar etrafında, ne tür bir bağlam içerisinde değerlendiriyorsunuz? Bu kavramlar birbirleriyle nasıl ilişki kuruyor? İnsanmerkezcilik, günümüz sanatında kendisine nasıl bir karşılık buluyor?

DÖ: Tezimin odak noktası insanmerkezlilik eleştirisi aslında. Ben insanmerkezlilik eleştirisini tezimde aslında iki akstan takip ediyorum birincisi posthümanizm ve yeni materyalizm hattındaki kuramsal tartışmalar ikincisi ise güncel sanatta hayvan, insan olmayanlar ve antroposen tartışmalarına dair. Aslında genel teorik tartışma hattını ele aldığımızda Michel Foucault’nun düşüncesinin insanmerkezlilik eleştirisi hattını önemli ölçüde besleyen bir düşünce olduğunu söylemek mümkün. Özellikle Foucault’nun yaklaşımı şu açıdan önemli yalnızca bir hümanizm karşıtlı ya da eleştirisinden çok beşeri bilimlerin belli bir bilme biçiminin nesnesi olarak insanı nasıl kurduğunu tarihsel olarak ele alıyor bu bakımdan çok önemli. Bunun dışında aslında Rosi Braidotti (2014, 32-35)  kendi çalışmasında hümanizm karşıtlığının tarihsel anlamda beslendiği üç eleştirel hattan söz ediyor bunlar; postkolonyal eleştiri, ikinci dalga ve sonrası feminizmler ve postyapısalcılık. Posthümanizm önemli bir kavram ancak eleştirildiği yanları da oldukça var bu kavramın. Örneğin Donna Haraway posthümanizm kavramının kendisini rahat hissettirmediğinden söz ediyor, Haraway posthümanizmdeki insan vurgusunu eleştirir ve “human”ın kök olarak “homo-” köküne vurgu yapıldığında aslında fail olarak erkek insanın çağrıştığını söyler ve dolayısıyla insandan söz ederken ‘human’ın humus kökünden gelen anlamını sahiplenir. Yani humus kök olarak hem toprakla ilişki kurabilir hem yerkürede olma halimizi vurgular. Haraway’in posthümanizm kavramına mesafesi çok anlamlı geliyor bana. Dünyayla ilişkimize dair düşünürken Haraway’in kullandığı kavramlar daha çeşitli ve çok katmanlı mesela. Siborg kavramı yoldaş türler kavramı, response-abilitygibi kavramları benim de çalışmamda başvurduğum kavramlar. Mesela Karen Barad da response-ability kavramını kullanır ki bu kavram aslında hem bir karşılıklı sorumluluğu hem de karşılıklı cevap verilebilirliği ifade eden bir kavram. Aslında farklı isimlerin kavramlarını hem dünyayı anlama biçimimiz hem de bildiğimiz ve alışageldiğimiz dışındaki etik-politik düşünme yolları üzerine düşünmeye davet eden kavramlar olarak ele almaya çalışıyorum ben tezimde ki bence bu düşünürlerin müşterek derdi de bu. İnsanmerkezlilik günümüz sanatında kendine nasıl karşılık buluyor çok geniş bir soru ve bence doğrudan cevap vermek çok olanaklı değil buna. Nasıl ki insan tüm bir düşünme ve eyleme tarihimizin merkezinde bulunuyor sanat da dünyayla ilişki kurmamızda bizi başka türlü bakış, duyuş ve ilişki kurma biçimlerine yaklaştıran bir alan olarak insanmerkezli düşünme pratiğinden azade değildi. Ancak bence sosyal teorideki pek çok dönemeçle de birlikte özellikle 2000lerden itibaren hayvan çalışmaları alanındaki güçlü tartışmalar, ekoloji tartışmaları, biyosanatla ilgili üretilen eserleri düşündüğümüzde, aslında sanatın içinde sanatta hayvan ve canlı kullanımı gibi hem etik çerçeveye dair tartışmaların hem de temsil, maddilik ve estetiğe, dair tartışmaların da süregeldiğini görebiliyoruz. O nedenle uzun süredir, belki beşeri bilimlerden de önce, sanatın kendi içindeki insanmerkezli eğilimleri sorunsallaştırdığını bunlar üzerine tartışma, eser ya da söz ürettiğini söylemek yanlış olmayacaktır sanırım.  

AE: İnsan olmayanlarla ilişkimizi düşünmek için sanat bize ne gibi imkânlar sunabilir?

DÖ:Aslında sanat dünyayla kurduğumuz ilişkiye bilindik yollar dışında bakabilmenin olanağını yaratabilme gücüne sahip. İnsanmerkezliliğe dair bize sorular sorduran imkânı yaratmaya daha müsaitmiş gibi hissettiriyor bana çünkü pek çok farklı duyuma dokunabiliyor. Kullanılabilen malzemenin çeşitliliği, mekânların farklı kullanımları ve bu kullanımların bizim mekânsal deneyimimizi etkileyişi ve görmenin bu denli merkezde olduğu bir kültürde, hem görmeye kendi kıymetini yeniden teslim edebilecek hem de görme dışındaki duyumlarla başka dünyalarla ilişki kurmanın farklı yollarını bize açabilecek bir yerde duruyor. O yüzden bence sanatın insan olmayan varlıklarla ilişkimizde sadece düşünsel boyutta değil deneyim ve duygu anlamında da yaratabileceği imkânlar önemli. Özellikle bilmediğimiz dünyaları bilmeye dair güçlü hevesimizi törpüleyerek, bu dünyaları kısmen bilebileceğimiz sadece sezebileceğimiz ya da asla bilemeyeceğimizi de kabul etmeye ve belki başka dünyalarla olan ilişkimizi oldukça mütevazı bir yerden kurabilmeye imkân sağlayabilen güçlü yollarından biri gibi hissettiriyor sana bana sanat. 

AE: İnsan yaşamın merkezinden alındığında beşerî bilimler, doğa bilimleri ve sanatın disiplinaşırı yapısı ile olan iletişimi ve etkileşimi de aslında büyük bir değişime uğruyor. Bu bize birçok konuya farklı bir perspektiften yaklaşmamız gerektiğini de hatırlatan önemli bir hadise. İnsanı yaşamın, sanatın, güncel olanın merkezinden çekip çıkarırsak geriye ne kalır? Bu durumdan çağdaş sanat ve disiplinler nasıl etkilenir?

DÖ:İnsanı merkezden çekip çıkartmak çok cezbedici ve bir o kadar da güçlü bir iddia ve o kadar da kolay değil. Zira insanın her şeyin merkezinde olduğu düşüncesinin yerleşikliği bunun dışında bir ihtimali düşünme konusunda bize çok güçlü bir bariyer yaratıyor. Ancak bu bir süregelen çaba olabilir bence sürekli bir eyleme pratiği gibi. Belki Haraway’in dediği gibi günümüzün sorunları karşısında sürekli bir belayla kalma pratiği. O kadar kolay bir şey değil ancak bazen insanmerkezlilik eleştirisi posthümanizm tartışıldığında da eleştirilebilen bir yanı da var mesela dünyanın daha acil sorunları varken insan olmayanların failliği üzerine tartışmak düşünmek eylemek insanlara garip hissettirebiliyor. Ancak işte bu noktada ırkçılığın, sömürgeciliğin, ataerkilliğin, kapitalizmin, türcülüğün vs. ne denli birbiriyle bağlantılı olduğunu hatırlamak ve buradaki çabanın da tüm bu baskı biçimleriyle mücadele etmenin bir parçası olarak nasıl yapılabileceği üzerine düşünmek dolayısıyla sanat ve disiplinler nasıl etkilenir yerine biraz da sürekli bir deneme, çuvallama ve yeniden deneme çabası olarak görmek bana daha anlamlı geliyor. 

EH: Temelinde insan-merkezcilik eleştirisi bulunan sergilerin sayıları epeyce çoğalıyor. İnsan-merkezcilik, antroposen gibi kavramların birbiriyle konuştuğu sergileri belirlerken hangi sergilere odaklandınız. Hangi yıllardaki sergileri seçtiniz? 

DÖ:Ben aslında insanmerkezlilik eleştirisini yakalayabileceğim sergileri taradığımda aslında kabaca odağına ekoloji ve antroposen kavramlarını alan sergilerin böyle eleştirel bir hatla ilişki kurabileceği kanaatine vardım. O nedenle tezimle odaklanacağım sergiler veya eserler aslında ekoloji ve antroposen kavramlarıyla ilişki içinde olan sergiler ve eserlerden müteşekkil. Tezimde aslında insan olmayanlarla ilişkimizi düşünürken güncel sanat bize ne gibi imkânlar sunabilir ana problemim ve bunu da Türkiye’deki güncel sanat eserleriyle birlikte tartışmayı amaçlıyorum. O nedenle odaklandığım eserler 2015’ten bu yana üretilen eserler ve sergiler olacak. Çok sayıda farklı eser var şu anda tezimde, bunları hem öne çıkan belirli kavramlarla hem de bu eserlerin kendi aralarında da bir bağ kuracak şekilde ele almaya çalışacağım.