Hakan Bıçakcı evreninde yeni bir durak

-
Aa
+
a
a
a

"Silinmiş Sahneler" romanı, Hakan Bıçakcı evreninde yeni bir durak. Bir taraftan, okuduğumuz her kitabıyla daha iyi kavradığımızı düşündüğümüz ama bir taraftan da aslında her kitapla genişlediğini unutmamamız gereken bir evren bu. Daha da dikkat edilmesi gereken yönü ise, barındırdığı kara delikler...

Kitap kapağı ve Bıçakçı

Deneyimlediğimiz kent yaşamından, içinde bulunduğumuz çağın çeşitli "bombardımanlarından" bildiğimiz, en azından sezdiğimiz bazı sorunları "dert" edinmiş ve her romanıyla (zaman zaman da öyküleriyle) bu dertleri biraz daha deşen Hakan Bıçakcı, karakterlerini her şeyin birbirine karıştığı, tekinsizleştiği, tuhaflaştığı kara deliklere yönlendirmekten çekinmiyor; buradaki asıl "başarı" da, biz okurların da her defasında oraya ister istemez sürüklenmesi. Bıçakcı'nın daha önceki kitaplarında örneğin hafıza oyunlarıyla, uyku sersemliğiyle, bir apartman boşluğundaki ya da rüyalardaki başka hayatlarla sürüklendiğimiz kara delikle, yeni romanda da  kaçınılmaz olarak karşı karşıya kalıyoruz.

Silinmiş Sahneler'de –bu sefer– eşlik ettiğimiz kahramanımız, yönetmen olma hayaliyle yola çıkıp, kendisini özel bir kanalda “sakıncalı” görüntülere müdahale ederken bulan bir kurgu operatörü; diğer bir deyişle bir sansürcü. İşinde "başarılı" ama yaşadıklarının kurgusu giderek karışıyor, hayatının kontrolünü kaybetmeye başlıyor. Beklenmedik anlarda, dehşet verici manzaralar çıkıyor karşısına. Gün geçtikçe çeşitlenip çoğalan bu olmaması gereken sahneler, gerçekten de yalnızca mesleğinin bir yan etkisi olabilir mi?

“Sokak bomboş. Kedi bile yok. Kapalı kırtasiye. Camında fosforlu harfler. Yazdan kalma, soluk dondurmacı şemsiyesi. Terk edilmiş gibi görünen emlakçı. Yeşil floresanlı kasap vitrini. Dana olduğunu tahmin ettiğim hayvanın koca gövdesi metal kancaya asılmış. Dört bacağı da kökünden kesilmiş. Kafası uçmuş. Derisi soyulmuş. Mora çalan pembe bedeniyse bütünlüğünü koruyor. Gözüm karanlık sokağın ortasındaki bu başsız büyükbaş hayvana takılıyor. Floresanın yeşili sanki koyulaşıyor. Adımlarım ağırlaşıyor. Ve o anda, hiç beklemediğim o anda, saniyeler içinde olup bitiyor her şey. Et hareketleniyor. Can çekişir gibi, kurtulup kaçmak ister gibi kıvranıyor asılı olduğu yerde. Öyle belli belirsiz seğirtmeler değil, bir o yana bir bu yana kırılıyor bedeni. Göz yanılması olamayacak kadar büyük bir gösteri. Boğuk gümbürtülerle vitrin camına çarpıyor. Midemde benzer bir kıpırdanma. Boynumda ani bir kasılma. Omuriliğimde buz gibi bir titreme. Ağzımda sıcak kan tadı. Panik halinde yanağımı ısırdığımdan. Çırpınan et yavaş yavaş duruluyor, duruluyor ve kıpırtısız kalıyor. Tamamen sabit. Her an tekrar debelenmeye başlayacak gibi.” 

Hakan Bıçakcı, Silinmiş Sahneler’de biz okurların, romanın kahramanına benzer şekilde girdaba kapılmasını kolaylaştıracak bir unsuru da ayrıca eklemeyi ihmal etmemiş! Lineer bir anlatım yok romanda. Bölümler, tuhaf bir şekilde montajlanmış gibi. Romanın içeriğiyle de örtüşen bu anlatım tercihi, bana Kafka Müzesi deneyimini hatırlattı. Takip edilecek açık seçik bir rota olmadan, koyu renk duvarların ve loş ışıkların arasında, açık dosya dolapları ve aniden çalıp susan telefonlar eşliğinde, merdivenlerin karşısına tökezletecek bir açıyla yerleştirilmiş aynalarıyla kelimenin tam anlamıyla baş döndürücü bir müze gezisiydi benim için. Zekice tasarlanmış Kafkaesk bir atmosfer. İçeriğinden bağımsız olarak da sersemletebilen bir yapı örneği olarak, pekâlâ Silinmiş Sahnelerromanını da gösterebiliriz bu anlamda.  

Künye

Silinmiş Sahneler

Hakan Bıçakcı

İletişim Yayınları, 2022, 172 s.

kitap kapağı