"1,5 derece kaçtığı zaman ikinci hedefimiz 1,51 olmalı"

-
Aa
+
a
a
a

COP26 zirvesi için Glasgow'da bulunan Esmiyor Podcast'ten Derin Altan'ın izlenimleriyle, zirve ve kulislerde yaşananları, söylenenleri takip ediyoruz. 

(4 Kasım 2021 tarihinde Açık Radyo’da Açık Gazete-COP26 özel programında yayınlanmıştır.)

 

Ömer Madra: Evet saat 10:00’u üç dakika geçerken Açık Gazete’nin ardından Açık Radyo’da COP26’dan direkt yayına geçtik. Daha önce programın başında iki saat kadar önce söylemeye çalıştığım gibi Derin Altan’la beraberiz Glasgow’dan. “Esmiyor” podcast’in kurucularından kendisi ve iklim krizini, kendi değimleriyle, 360 derelik bir açıyla inceleyen yayınlar yapıyor. İklim krizi hakkında çalışmalar yapan kişiler için de bir platform sağlıyor. Yani şimdi onunla, COP26’da üç gün geride kaldı, neler oluyor, onu bir konuşalım Derin Altan’la. Merhabalar, hoş geldin.

Derin Altan: Merhaba Ömer bey, hoş bulduk.

ÖM: Nedir durum şimdi, nasıl özetlenir?

DA: Açıkçası karışık hisler var bende de ama yayına gelmeden önce biraz düşünüyordum yani Glasgow’un önemini; birazcık da trajikomik bir nokta. Çünkü Glasgow’un şöyle bir önemi var aslında, çok söylenmedi bu, ben de yayın öncesinde biraz araştırma yaparken fark ettim; aslında her şeyin başladığı yer burası. Çünkü 1776 yılında Adam Smith ki kendisi Glasgow üniversitesi mezunu biliyorsunuz, İskoç bir filozof, “Milletlerin Zenginliği” kitabını yayınlıyor ki şu anda modern kapitalizmin temeli olarak anılıyor bu. İkincisi, yine 1776’da başka bir Glasgow Üniversitesi mezunu James Watt, buharlı makinenin mucidi. Modern buharlı makineyi geliştiriyor, buharlı makinenin verimini arttırıyor ve neticede de Endüstri Devrimini başlatıyor. Yani aslıda 245 yıl önce hem modern kapitalist sistem hem de Endüstri Devrimin teknik olarak, hani sembolik olarak başladığı nokta olarak düşünebiliriz Glasgow’u. Ondan 245 yıl sonra, bu iki hem felsefe akımının hem de o keşfin geliştirmiş olduğu Endüstri Devriminin yaratmış olduğu yıkımının etkilerini ortadan kaldırmak üzere 200’e yakın ülke, 120’ye yakın dünya lideri burada toplanıp belli çabalar geliştirmeye çalışıyor. Bu böyle bana düşündüğüm zaman biraz kaderin bir cilvesi gibi gelmişti. Buradaki hisler nasıl diye bakarsak biraz karışık, çünkü biz her zaman en azından Esmiyor olarak düşündüğümüz zaman ki hani sizinle de konuştuğumuz iklim grevinde de temel mesaj buydu, “İklimi değil, sistemi değiştir” diye yola çıkıyoruz. Sma yani mevcut sistem içerisinde de belli çabalar yapılıyor. O mevcut sistem içerisinde belli çabaların da aslında kendine birazcık şu anda, COP26’da yansımasını bulmuş gibi görüyoruz, en azından o şekilde hissediyoruz biz şu anda.

ÖM: Ben bir ufak nokta ilave etmek isterim; Adam Smith’den bahsettiğin çok iyi oldu. Yani biraz da aslında onun felsefeci, ahlak felsefeci yönü es geçiliyor gibi geliyor bana. Noam Chomsky bir başka felsefeci ve aktivisti, etraflı yazılar yazmıştı; yani Adam Smith’in aslında zenginlerin, özellikle bu burjuva sınıfının ne kadar tehlikeli sonuçlar yaratabildiğini de belirten önemli yazıları var. Hatta ‘Wealth of Nations’da (Milletlerin Zenginliği) kitabında da o sayfaların pek üstünde durulmuyor. Yani “evinizde misafir olduklarında bile, zenginleri misafir ederken bile dikkat edin, yatak odanızda eşinizin mücevheratını da götürebilirler, çalabilirler” filan diye kuvvetli eleştirileri vardı. Yani sistemin özüne ilişkin önemli tartışmaların da olduğu… Biraz önce Tuba Tekerek’le de konuşurken Bolivya başkanının COP26’da yaptığı önemli bir konuşmanın da şeyi, yani Bolivya başkanı Arce’nin COP26’nın medeniyetin modelini değiştirmek ve kapitalizme alternatif bir modele doğru gitmek olduğunu, yani birlikte, hem insanların birlikte hem de toprak anayla birlikte uyum halinde yaşaması durumuyla yeni bir modele geçilmesi yolunda gayet kuvvetli bir eleştiriyi de getirdiğini söylemek istedim ben. Söz sende.

"Burada çok yüksek bir enerji var"

DA: Yok estağfurullah, çok haklı bir nokta bu. Burada biliyorsunuz yerli halklardan da çok fazla temsilciler var. Yani evet, delegasyonlarla birlikte toplantılara katılamıyorlar. Hatta şöyle, ben kısaca özetleyeyim belki havayı daha iyi anlatabilmek adına; ben burada yaptığım ziyaretlerde alanı üçe ayırdım kendi kafamda; birincisi, gerçekten çok cıvıl cıvıl, işte “action zone” denilen bir alan var. Girdiğiniz zaman hemen koskocaman, yuvarlak bir alan. Bu alan da gerçekten çok cıvıl cıvıl; işte bizim gibi başka platformlar, özellikle gençler var. Yani herkes oturmuş laptoplarında çalışıp orayı raporlamaya, insanları bir şekilde haberdar etmeye çalışıyor. Burada çok yüksek bir enerji var. Orada kişilerle konuştuğumuz zaman da yani yaş ortalaması 22-23’tür, çok ciddi bir heyecan var. Daha sonrasında “pavillion” denilen, böyle bir kapalı alan var. Orada şirketler, dernekler ve ülkeler var ve birazcık da böyle çoğu yerde “greenwashing” kokusunu da ‘yeşil badana’ kokusunu da aldığımız şekilde, kendi yapmış oldukları çalışmaları anlatıyorlar. O kesiliyor, daha sonrasında ülke delegasyonların toplandığı yer var. Ülke delegasyonlarının toplandığı yer oldukça basık ve çok sıkıcı bir yer. Burada dünya liderlerini de görüyordunuz. Dünya liderlerini hatta şöyle görüyordunuz; güvenlik önlemleri noktasında bizim pek Türkiye’de alışmadığımız bir şekilde. Yani ben yürürken yanımdan Biden geçti, diğer tarafımdan Mody geçti, oldukça günlük ve normal bir şeymiş gibi hani bunlar gerçekleşiyordu ve gerçekten bir koşuşturma vardı. Özellikle ilk üç gün burada çok ciddi bir koşuşturma vardı, çok doluydu. Dün biraz daha azalmıştı, dünya liderleri evine gittiği zaman. Bu üç odanın hepsinde farklı bir hava var. Özellikle delegasyonların ve ülkelerin temsilcilerinin toplantı ve görüşme yaptığı yerler tabii birazcık daha gergin, çok daha ciddi bir acele var. Orada biliyorsunuz, herhangi bir gelişme olduğu zaman hemen çıkıp basın açıklaması yapıyorlar vs. ama diğer taraflarda biraz daha farklı bir hava var. O diğer taraflardaki havalar da özellikle yerli halklardan çok fazla temsilci hem içeride hem dışarıda protesto için ve kendi seslerini duyurmak için orada bulunmuşlar. O yerli halklardan özellikle mesela ABD’den, şu andaki ABD topraklarındaki Kızılderili kabilelerinin temsilcileriyle konuşma fırsatı buldum ki konuşmayı tercümanlar aracılığıyla yapıyoruz tabii ki. Onlar bana bir şey söyledi ve sizin söylediğiniz toprak anayla bütünleşme konusunda çok enteresan bir açıdan geldiler. Siz zaten daha önce yayınlarda da söylüyordunuz, onlar da şöyle geldiler, zaten bizim halklarımızda, bizde işte Amazon topraklarında, Avustralya’da, Aborjinlerde “doğayla iç içe ve doğayı tahrip etmeden, doğayı kullanarak ilaçlarımızı, enerjimizi, gıdamızı, suyumuzu üretebildiğimiz, hiç atık üretmediğimiz şekilde yaşamanın bilgileri bizde zaten kadim biçimde var. Biz zaten on binlerce yıldır bu şekilde yaşıyoruz ama şu anda bir dönüşüm yapmaya çalışılıyor, biz bunu samimi bulmuyoruz, çünkü kimse gelip bizim bilgilerimizden, bizim bu kadim bilgilerimizden yararlanmaya çalışmıyor. Kendi çapında yepyeni bir şey geliştirmeye çalışıyor ama bu bilgi zaten bizde var” diyorlardı. O bana bayağı dokunmuştu. Sizin söylediğiniz şey de aslında bana o görüşmelerimi hatırlattı, biraz önce bahsettiğiniz konu. 

ÖM: Yani inovasyon gibi işte havadan karbon nasıl emilir filan gibi ya da işte karbon gömme, toprağa gömme vs. saklama yöntemleri, henüz böyle bir teknoloji olmadığı gibi olsa bile ne kadarını çok kurtarabileceğini hiç kimsenin hesaplamadığı şeylerle vakit geçiriliyor. Yani peri masallarıyla aslında George Monbiot’nun tabirini de kullanacak olursak.

DA: Evet.

Sistemin kırılganlığı, hedeflenen yıllara kadar değişecek hükümetler ve liderlerinde gizli

ÖM: Oysa yerliler “biz bunu zaten biliyoruz, paylaşmaya hazırız ama siz sadece paylaşmaya yanaşmıyorsunuz” diyorlar anladığım kadarıyla. 

DA: Evet, aynen öyle. Hatta konuyu bir adım daha derinleştirirsek, okey, sera gazlarını yakaladık, sakladık, hepsini sakladık, peki ekolojik yıkımı ne yapacağız? Okyanuslarda yeni oluşan, atıklardan oluşan yeni kıtayı ne yapacağız? Aslında bu kadim bilgilerde saklı olan şey bütüncül bir çözüm. Yani sadece sera gazıyla sınırlı bir çözüm değil. Onlarda çok daha bütüncül ve doğayla iç içe yaşamanın, bütüncül biçimde yaşamanın çözümü var. Burada bu arada hissettiğim, çok net olarak hissettiğim diğer bir konu da şu, yani biraz umutsuzluğa kapıldığım nokta da bu: Biliyorsunuz Joe Biden G7 zirvesindeydi sanırım ve “Amerika geri döndü” diye bir açıklama yaptı. Biz de ondan şunu anlamıştık; uluslararası sahnedeki öncü olma rolünü üstlenme çabasına geri döndü diye. Zaten G20 zirvesinde de benzer çabalar gösterildi. Buradaki hareketleri de ve en son Amerika’ya dönmeden önceki basın açıklamasında şunu söyledi, işte Amerika uzun süredir sessizdi, şu anda dünya sahnesinde, dünyada liderlik yapma sahnesine geri dönüyor, peki Çin nerede? Hani, “Çin biz yokken bu rolü üstlenmeye çalışması Çin’i burada göremiyorum” gibi bir şey söyledi. Gerçekten de Joe Biden ve Boris Johnson burada bayağı böyle bir koşuşturdular ve yine tabii ki de insanı bir bakıma böyle gülümseten bir çaba. Çünkü aslında Birleşik Krallık ve ABD peşi sıra bir biçimde karbon salımlarını 220 yıl boyunca taşıyan ülkeler aslında. Şu anda çözmeye çalışıyorlar gibi duruyor. Yalnız buradaki umutsuzluğa niye kapıldı derseniz tabii ki de o liderlerin zihinlerindeki tek mesele bu olamıyor. Biliyorsunuz, Joe Biden ABD’ye döndüğü zaman daha havada öğrendiği bir haberle Virginia eyaletini kaybetti. İç politika da çünkü çok önemli. Bu da aslında sistemin ne kadar kırılgan olduğunu gösteriyor. Şu anda bir kişi var, o kişinin hadi tamamen samimi olduğunu varsayalım, tamamen içten olduğunu varsayalım, gerçekten hayatının amacının bu olduğunu varsaysak bile bu kişinin büyük ihtimalle birkaç yıl sonra seçilememe ihtimali var. Onun yerine gelen kişinin tekrar Paris Sözleşmesinden çıkma veya bütün bu planları çöpe atma ihtimali var. Yani sistemin aslında kırılganlığı, 2050 yılına kadar bütün bu devletlerde -eğer çok otokratik değilse- altı kez hükümetlerin değişme planı var. Onların öncelikleri de değişebilir. Hadi onu bıraktık, aslında COP1’den, yani 1995’ten günümüze kadar bakarsak içerisinde Bosna’da yaşanan savaş var, Afrika’da yaşanan açlık, hastalık krizleri var, Covid-19 var, ekonomik kriz var, 11 Eylül var, ondan sonra teröre karşı başlatılan savaş var. Aslında dünyanın gündemi 2021 yılında, evet, iklim krizi olabilir ama dünyanın gündemi de bir anda değişebiliyor ve o bizi hedeflerimizden 2-3 yıl boyunca saptırabiliyor. Sizin dediğiniz gibi peri masalları olmasının sebebi bunlar; hâlâ söz yani hâlâ aksiyon yok, hâlâ deniyor ki 2030 yılında -biliyorsunuz bir sözleşme yapıldı, bu da 2030 yılında işte- 100 ülke ormansızlaşmayı durdurmaya ilişkin bir söz verdi. Yalnız bir dakikada 36 tane futbol sahası büyüklüğünde orman 2030 yılına kadar yok olmaya devam edecek mi? Yani 2020 yılında Birleşik Krallık’ta, adalar zinciri kadar orman bölgesi yok oldu. Yani ben bunu zihnimde canlandıramıyorum bile. Cümleye başladığımdan beri 10 futbol sahası orman gitti dünyada. İşte aksiyon dediğimiz, harekete geçin diye talep ettiğimiz de aslında buydu. Biz yine belli sözler aldık; G20 zirvesinden de biliyorsunuz kömüre karşı bir cümle eklenmişti 21 sayfalık deklarasyona ama kömürün nasıl bu “phase out” dedikleri, yani kademeli bir biçimde nasıl azaltılacağına ilişkin bir plan çıkmadı. O yüzden de peri masalları olarak kalıyor maalesef bunlar. Yani kusura bakmayın, biraz insan burada doluyor, o yüzden böyle arka arkaya farklı konularda biraz dans etmiş oldum. 

1.5 derece şansını kaçırdık, hedef 1.51 derece!

ÖM: Yoo, gayet iyi, fakat benim söylemek istediğim, ilave etmek istediğim küçük bir şey de şu; yani tamamen aslında umudu bu eylemcilerin, mesela benim sık sık, başından beri, yani pazartesiden beri her gün tekrarlamakta hiçbir sakınca görmediğim, iklim eylemi için acil çağrı vardı dünyanın tüm liderlerine, işte İsveç’ten Greta Thunberg, Uganda’dan Vanessa Nakati, Polonya’dan Domonica Lasota ve Filipinler’den Mitzi Tan’ın, dört genç kızın dünyanın tüm liderlerine “iklim eylemi için acil çağrıyı imzala” diyen ve  -“ihanet” kelimesiyle başlıyorlardı zaten- hükümetlerin sera gazı emisyonlarını azaltmaktaki çuvallamasını, dünyanın her yerindeki genç insanlar işte böyle tanımlıyor. Hiç de şaşılacak bir yorum değil. “Kritik 1,5 derece hedefinden kıyamet kadar uzağız ama buna rağmen dört bir yanda hükümetler fosil yakıtlara milyarlar harcayarak bu krize adeta körükle gidiyorlar” diyor. “Ama bu bir tatbikat değil. Dünya kırmızı alarmda; gezegenimiz yıkıma uğrarken milyonlarca kişi büyük acılar çekecek. Vereceğiniz kararlarla bizi bekleyen korkunç bir geleceği ya yaratacaksınız ya da önleyeceksiniz. Bunu belirleyecek güç sizin elinizde ama biz de bu değişim için hazırsak yaşanabilecek olası en kötü sonuçları önlemek için hâlâ vaktimiz var. Bunun için kararlı ve öngörülü bir liderlik gerekiyor, bir de muazzam bir cesaret ama biz sizi bastıracağız, tabandan bastıracağız” diyorlar. “Umut orada, ama şunu bilin ki siz o adımı attığınızda arkanızda sizi destekleyen milyarlarca insan olacak” diyor. Bence asıl umut burada. Yani bu saydığım isimlerden biri Mitzi Tan da Democracy Now!’da aynı şeyi net olarak söylemiş; yani “bütün mesele sistemin değişmesi, bunu başaracağız ve başaramazsak zaten yok oluş gelir” diyor. 

DA: Burada biliyorsunuz yarın İskoçya saatiyle 11:00’de, Türkiye saatiyle saat 14:00’de Calvin Grove Park’ta büyük bir eylem olacak. Ben de orada olacağım. İşte oradan tabii paylaşımlarımı yapmaya çalışacağım. Ben de çok heyecanla bekliyorum. Şu ana kadar küçük küçük eylemlerin içerisinde bulundum, yani o havayı hissetmeye çalıştım. Her gün farklı yerlerde, farklı farklı; yani Yok Oluş İsyanı’nın mesela eylemleri oldu, Fridays For Future’un eylemleri oldu, onları yakalamaya çalıştım ama yarın çok sistemik bir biçimde toplu bir çağrı olacak. Yine o eylemlerde duyduğum bir şeyi de paylaşmak istiyorum vakit varsa. Çok düşünmemiştim ama gerçekten de konuyu çok iyi anlatıyor; hani 1,5 dereceden bahsettiniz, zaten artık Boris Johnson’ın da burada “1,5 derece için artık bu son şansımız” gibi bir şey söylüyordu, yani matematiksel ve bilimsel olarak baktığımız zaman o şansı zaten kaçırmışız gibi geliyor ama yine de öyle olduğunu varsayalım, 1,5 derecenin son şans olduğunu varsayalım; buradaki delegasyonlar ve buradaki insanlar konuşurken 1,5 derece kaçtığı zaman hop otomatik olarak ikinci hedef 2 derece olarak düşünülüyor. Yalnız 1,5 derece ve onlar da şunu söylüyordu, 1,5 derece kaçtığı zaman ikinci hedefimiz 1,51 olmalı. Çünkü o 0,5 derecenin özellikle belli topluluklarda ve genellikle de maalesef sosyo-ekonomik olarak veya kaynaklara erişim olarak doğuştan dezavantajlı bölgelerde doğan halklarda ve kişilerde yaratabileceği tahribat -bizi dinleyenler şu anda belki arabalarında dinliyorlar, belki koltuklarında dinliyorlar ama yani rahat bir ortamda dinliyorlardır diye düşünüyorum- bizim algılayamayacağımız bir konu. O yüzden hop 0,5 derece değil… Evet, 1,5 derece kaçtı o zaman hedefimiz bundan sadece küçücük bir adım ilerideki hedef olmalı, bunu tutturmamız gerekiyor. Ama sanki öyle bir hava var ki burada 1,5 dereceyi geçtiğimiz zaman hemen bütün hesaplamalar için yani hazırda bekleniyor; sanki cepte tutuyorlar bu ulusal katkı beyanlarını ve hedeflerini, hemen 2 derece için bir şey koyacaklar. Bu da benim böyle çok dikkatimi çeken ve özellikle burada, zaten biliyorsunuz sizlerin, bizlerin de çok ilham aldığımız aktivist gençlerden duyduğum bir bilgi ve mesajdı, onu da iletmiş olmak istedim. 

"2021 yılındayken kömürü ben hâlâ kullandığımıza gerçekten inanamıyorum"

ÖM: Son derece önemli bu. Yani sık sık sözünü ettiğimiz, hatta COP26 televizyonu diye bir şeyde sunuculuk da yapan aktivist, yazar Monbiot -hatta güzel de bir adı var Monbiosis diye tıbbi bir şey seçmiş programı için- onun son yazdığı yazıda, dün yayınlanan Guardian’da COP26’nın aslında sadece fosil yakıtları yerin altında bırakabilmekten ibaret olduğunu, yani COP26’nın tek hedefinin bu olması gerektiğini, geri kalan her şeyin de bir oyalamaca olduğunu söyleyen ilginç ve önemli bir noktayı belirten yazısı vardı. Yani “bazı açılardan iklim yıkımını önlemek çok komplike gibi görünüyor, öyledir de zaten ama bir başka açıdan da son derece basit” diyor. Yani “şu fosil yakıtları yerde bırakmak meselesi, tüm bu afra tafra, zart zurt, nutuklar atılıyor, yüksekten atmalar filan, vaatler, karmaşık mekanizmalar ‘şunu yaparız’ filan diye bu hafta tartışılan şeyler aslında bu basit ve açık şeye bağlı” diyor. Olmazsa olmaz, yani yerin altında bırakılmayınca geri kalan her şey bir oyalamacadan ibaret. Yani Nature dergisinde, bilimsel bir dergide 8 eylülde yayınlanan önemli bir araştırmaya değiniyor. Yani 1,5 derece sıcaklığı aşmamak, önlemek için %50 şansımız olması için mevcut kömür rezervlerinin %89’unu hemen bırakmamız, durdurmamız gerekiyor. Bu çok yeni bir araştırma; “Unextractable fossil fuels in a 1.5 °C world”, Dan Welsby, James Price Steve Pye ve Paul Ekins “celsius world” diyor, ondan bahsediyor ve yani bütün bu petrolün de %58’ini bırakmak zorundayız, metanın da, doğalgazın işte bu flaring dedikleri hayvancılık endüstrisinden çıkan metanın da %59’unu bu sağlayacak diyor. Yani bunlardan vazgeçilmesi gerekiyor. Hatta çok da önemli bir şey daha var; %50’den fazla şansımız olmasını istiyorsak hepsinin hiç dokunulmadan, çıkarılmadan bırakılması gerektiğini söylüyor ama pek çok hükümetin -medenilerin de aralarında bulunduğu- yanlış seçim yapmakta ısrar ediyorlar diyor. Yani “destek değil köstek için çalışıyor şirketler” filan diyor. Ne diyorsunuz?

DA: Tabii ki de insanların içerisinde bir bilişsel önyargı var statükonun korunması üzerine kurulu. Çok ilginç, biz şimdi bu statükoyu tüzel kişilere de -tabii ki tüzel kişiler insanlardan oluşuyor- onlara da taşımış durumdayız ama insanları değişime zorlamakla birlikte bazı tüzel kişileri değişime zorlamak çok zor. Bana böyle bazen arkadaşlarım “ya işte iklim kriziyle ilgili konuşuyorsun, nedir yani bunun çözümü?” Aslında çok kolay. Yani çok kolay derken sorunun çözümü çok basit; atmosferdeki sera gazı kompozisyonu artıyor ve bizim bunu bir an önce durdurmamız lazım. Durdurmak için ne yapmamız gerekiyor? Yani kömür diye bir şey var. 2021 yılındayken kömürü ben hâlâ kullandığımıza gerçekten inanamıyorum. Bir de şöyle de bir sıkıntı var; biz bilişsel önyargı olarak belki değişmeyi çok seçmiyoruz bireyler olarak ama bunun sebeplerinden bir tanesi de biz bu elektriği tuşa bastığımız zaman elektrik çalıştığı zaman onun yarattığı ekolojik yıkıma yabancılaşmış durumdayız. Aslında bu, biliyorsunuz hani veganizmin de temel savlarından birisidir, yani önümüze gelen et bir paket içerisinde geliyor ve o hayvandan yabancılaşmış durumdayız veya o pakete girerkenki süreçten yabancılaşmış durumdayız. Çok doğru. Ayrıca termik santraller her zaman şehirlerden çok uzaktadır. Yani eğer bir termik santralin yanına gittiğiniz zaman orada isim vermeyeyim ama Afşin-Elbistan veya Yatağan, hani vermiş oldum, onların yanına gittiğiniz zaman böyle 250 metre uzaktan bir baktığınız zaman orada bir şeylerin yanlış gittiğini anlıyorsunuz. Gerçekten ben söylerken bile tüylerim diken diken oluyor o manzaraları gören bir insan olarak. Yani o manzaraları gerçekten bir insanın içinin kaldırması çok zor ve travmatik manzaralar ama manzaralardan üretilen elektriği biz yabancılaştığımız için çok rahatça harcayabiliyoruz. Yani ben mümkünse, eğer yakınında oturuyorsanız veya yanından geçme imkanı varsa yoldayken bir haritaya yazıp yolunuzu bir 20 kilometre uzatmaya değer o termik santrali görmek. Bu çağrının, sizin çağrınızın, bizim çağrımızın, gençlerin çağrısının neden olduğunu sadece beş saniyede anlayabilirsiniz. Bunları bir an önce yerin altında bırakmamız gerekiyor. Bazı firmalarda biraz daha “samimi” hissediyorum çünkü onlar Joe Biden’ın da değimiyle ve benim kalbimi çok kıran bir değimle iklim krizine fırsat olarak bakıyor. Joe Biden’ın Amerika’ya dönmeden önceki basın açıklamasına bakarsanız birkaç kere “opportunity” (fırsat) kelimesini kullandı ve birkaç kez de büyüme, ekonomik büyüme, istihdam yaratılması kelimelerini kullandı. Ben bunu anlıyorum, yani iç politikada oy alması gerekiyorsa bunu söylemesi gerekiyor ama aslında “sistemi değiştirin” dediğimiz zaman değişmesi gereken şey zaten bu zihniyet, biz bunu görüyoruz yani. O benim kalbimi biraz kırdı yani ben ondan sonra COP’a karşı inancım, tabii buraya gelince insan birazcık böyle şey yapıyor yani oradaki dayanışma havasıyla birazcık kanabiliyorsunuz ama orada ben dinliyordum canlı olarak “fırsat, büyüme” dedi ve benim kalbim bayağı böyle yumurta gibi kırıldı ortadan.

ÖM: Bunları yemeyen gençler orada aktif ve alttan bastırıyorlar.

DA: Çok.

ÖM: Bakalım. Derin Altan çok teşekkür ederiz.

DA: Çok sağ olun! 

ÖM: Esmiyor Podcast’ten, Glasgow’dan bildirdi. Belki yarın filan da konuşuruz. Şimdi devamını takip edeceğiz. Nasıl yaparız, konuşuruz belki fırsat bulursak. Çok teşekkür ederiz.

DA: Çok sağ olun, görüşmek üzere, iyi yayınlar!