Aktivist Ezgi Koman: "Tüm olağanüstü durumlar aslında en çok çocukları etkiler"

Editörden
-
Aa
+
a
a
a

23 Nisan'ın 100. yılında çocuk gelişimi ve eğitimcisi, çocuk hakları aktivisti Ezgi Koman Türkiye'deki çocuk hakları gündemini ve salgın gibi olağanüstü dönemlerde çocukların yaşadığı hak ihlallerini anlattı.

(Ayşegül Özbek'in bu söyleşisi Bianet'in internet sitesinden alınmıştır.)

Çocuk işçiliği, evlilik affı, hapishanedeki çocuklar ve salgın döneminde kapalı kurumlarda kalanlar, kronik rahatsızlığı olanlar, ebeveynlerinde gelir kaybı oluşanlar, çalışmak zorunda kalan çocuklar... 

23 Nisan'ın 100. yılında çocuk gelişimi ve eğitimcisi, çocuk hakları aktivisti Ezgi Koman Türkiye'deki çocuk hakları gündemini ve salgın gibi olağanüstü dönemlerde çocukların yaşadığı hak ihlallerini anlattı. 

23 Nisan'ın 100.yılı koronavirüs salgını ve karantina şartlarında karşılanıyor. Çocuk hakları açısından bakarsak Covid-19 neler getirdi ve götürdü? Nasıl karşılık buldu?

Evet gerçekten küresel olarak çok zor zamanlardan geçiliyor. Olağanüstü dönemler... Tıpkı savaşlar gibi, afetler gibi tüm olağanüstü durumlar aslında en çok çocukları etkiler. Küresel salgın da öyle. Her ne kadar bilim insanları hastalık açısından çocukların fiziksel olarak daha az etkilendiğini söylese de salgından kaynaklı değişen yaşam pratikleri çocuklar açısından hem var olan sorunları, eşitsizlikleri derinleştiriyor hem de yeni sorunlar yaratıyor...

Açıkçası çocuk koruma mekanizmaları yeteri kadar işlemeyen, sosyal devlet uygulamaları güçsüz olan, eşitsizliğin derin olduğu ülkelerdeki çocuklar bu durumdan çok daha fazla etkileniyor... Türkiye'de de çocuklar salgın sebebiyle ortaya çıkan durumdan etkileniyorlar. Tabii ki bazı çocuklar çok daha fazla etkileniyor: kapalı kurumlarda kalanlar, kronik rahatsızlığı olanlar, ebeveynlerinde gelir kaybı oluşanlar, mülteciler, temel haklarına erişemeyen roman grupları gibi derin yoksulluk ve yoksunluk yaşayanlar, çalışmak zorunda kalanlar ya da engelliler gibi...

Salgın döneminde çocuklar için yapılması gerekenler

İşte bu yüzden UNICEF'in de sözünü ettiği gibi biz de Türkiye için yapılması gerekenleri bir kere daha şöyle sıralayabiliriz:

• Sağlık, eğitim ve çocuk hizmetleri personeli bu süreçte yaşanan çocuğa yönelik cinsel şiddetin güvenli biçimde bildirilmesi de dâhil olmak üzere çocuğa yönelik şiddet vakaları ve bu döneme özel riskler konusunda eğitilmelidir.

• Çocuğa yönelik ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin yaşanabileceği durumların, çocuk hakları temelli yönetimi konusunda ilk müdahale ekipleri güçlendirilmelidir. Şiddete maruz kalan çocukları desteklemek üzere bu dönemde, sağlık çalışanlarıyla nasıl bir ortak çalışma yapılacağı planlanmalıdır.

• Salgın dönemiyle birlikte evlerde çocuklar için kapalı kurumlar haline gelmiştir. Dolayısıyla çocukların her türlü şiddetten korunabilmek için yararlanabilecekleri hak arama mekanizmaları ve diğer destek hizmetleri konusundaki bilgi paylaşımı artırılmalıdır.

• COVID-19 salgının çocukları nasıl etkilediğine ilişkin değerlendirmeler yapılmalı, bu değerlendirme süreçlerine; gelişim, engellilik, toplumsal cinsiyet eşitliği ve dil faktörü de dikkate alınarak çocukların dâhil edilmesi sağlanmalıdır. Geliştirilecek çözüm önerilerinde çocukların da görüşleri alınmalıdır.

• Gelir getirme olanakları etkilenen ebeveynlere maddi ve manevi destek mekanizmaları sağlanmalıdır.

• Çocukların ebeveynlerinden ayrılmasını önlemek için somut önlemler alınmalı, ebeveynin yatarak tedavi görmesi ya da kaybı sırasında çocuklara destek mekanizmaları oluşturulmalıdır.

• Salgın önlemlerinde başta risk grubundakiler olmak üzere tüm çocukların korunmasına azami özen gösterilmelidir.

• Barınma olanağı olmayan mülteci çocukların ve gençlerin bir an önce güvenli ortamlarda yaşaması ve sağlık ve diğer destek hizmetlerine erişebilmesi sağlanmalıdır.

• Salgının hapishanelerde görülmesi ile birlikte yayılım hızının kontrol edilemeyeceği açık olduğundan, hapishanelerdeki hamile kadınlar ve kız çocukları, çocuklarıyla birlikte kalan kadınlar başta olmak üzere tüm çocuklar ve kronik rahatsızlığı olan, 65 yaş üstü bireyler bir an evvel tahliye edilmelidir.

• Koronavirüsle ilgili televizyon ve internet ortamlarında çocukların yaşlarına, gelişimlerine uygun, farklı dillerde doğru bilgilendirmeler yapılmalıdır.

• İnternete erişen çocukların istismara ve şiddete maruz kalmaması için önlemler alınmalı, internetin doğru kullanımına dair yayınlar oluşturularak yaygınlaştırılmalıdır.

Açıkçası sadece 23 Nisan'da değil her gün bu taleplerin yerine gelmesi hep birlikte çağrı yapmaya devam etmeliyiz... Bu hepimizin temel sorumluluğu...

Yetişkini esas alırsanız çocuklar da "oyalanması gereken nesneler" olur

Bu dönem sıklıkla evde kalan çocuklarla ilgili olarak yetişkinlerin, çocukları "oyalamakta" zorlandıkları konuşuluyor. Ancak başka bir görüş de aslında çocukların da yetişkinlere maruz kaldığı ve yaşıtlarından uzak kaldığı yönünde. Çocuk tarafından, açısından bakmakta neden hep eksik kalıyoruz?

"Çocuklar yetişkinlere maruz kalıyor" haklı tespiti çocukları aslında özne gören bir yaklaşım ve buna çok alışkın değiliz... Genellikle çocukların yetişkinlerin yaşam pratiklerini etkilediği, onlar için sorun olduğu söylenir ve öyle düşünülür. Bu düşünce yetişkini "esas" alan bir yaşam kurgusunun sonucu... Yetişkini esas alırsanız çocuklar da "oyalanması gereken nesneler" olur. Öyle olunca da çocukların gerçek ihtiyaçlarını ve potansiyelleri görünmez olur... Bu da çocuklara bir dizi hak ihlali olarak geri döner.

"Tek bir gün çocuklar gündem olabiliyor"

"Çocuklara armağan edilen" 23 Nisanlarda çocukların tek bir güne sıkıştırılarak, sadece "hatırlandığını" ve Türkiye'de çocukların yılın diğer günleri görmezden gelindiğini düşünüyor musunuz?

23 Nisan Türkiye'de çocukların en fazla gündeme gelebildiği gün sanırım... Ama işte sadece bir tek bu gün çocuklar gündem olabildiklerinden ve bu gündeme geliş de yine yetişkinlerin kurgusu temelinde, hatta onların siyasi hedefleri yönünde, çocukların gerçek ihtiyaçlarının ve potansiyellerinin görmezden gelinerek yapıldığından çocukların hakları açısından ne yazık ki olumlu bir etkisi olmuyor...

"Çocuklara armağan edilen tek gün" olarak gurur duyuyoruz evet ama bugün çocukların gerçek durumuna, bizim ve devletin yükümlülüklerine yönelik bir samimi yüzleşme sağlamıyor. Zaten tek bir günün bunu sağlamak için yeterli olamaz...

23 Nisan aslında yılın tüm günlerinde yetişkinler tarafından sıklıkla yapılan çocuklara "aslında değer veriyor –muş, aslında onları önemsiyor –muş" gibi yapılan bir başka gün sadece... Ama biliyoruz ki gerçekte çocuklara yeterince değer verilmiyor, çocuklar hak ve özgürlük sahibi bireyler olarak görülmüyor, çocuklar kimsenin gündeminde ve önceliğinde değil.

"Çocuk işçiliği devletin sermaye ile uzlaşısının bir sonucu"

Yaklaşık 25 gün önce TÜİK'in çocuk işgücü anketi yayınlandı. Ankete göre Türkiye'de, mülteci çocuklar hariç, 5-17 yaş arası 720 bin çocuk işçi var. Bakanlık, 2018'i çocuk işçiliğiyle mücadele yılı olarak ilan etmesine rağmen hala çocuk işçiliği sorununu konuşuyor olmamızı neye bağlıyorsunuz?

Bunun tek bir sebebi yok elbette ama işin esasını şu cümle hâlâ açıklıyor: çocuk işçiliği sermayenin ucuz iş gücü ihtiyacında devletin sermaye ile uzlaşısının bir sonucu. Tabii ki yoksullukla sosyal haklarla doğrudan ilişkili... Türkiye'de de durum farklı değil. Evet, ilgili dokuz Bakanlık 2018 yılını çocuk işçiliği ile mücadele yılı ilan etti ve bir eylem planı hazırladı. Ancak bu belgede sözünü ettiğiniz TÜİK anketi henüz yayımlanmamıştı ve mevcut duruma dair bir veri elimizde yoktu. Oysa etkili bir politika için mevcut durumu bilmeniz, ona göre stratejiler ve eylem planları hazırlamanız gerekir. İlan edilen mücadele yılının en az böyle bir eksikliği vardı.

Dolayısıyla buradan çocuk işçiliği ile mücadelenin gerçekte öncelikli bir hedef olmadığını anlıyoruz. Tüm bunlara neoliberal politikalar sonucunda artan ve göz yumulan kuralsızlık, denetimsizlik, gittikçe derinleşen yoksulluk ve azalan sosyal haklar da eklenince çocuk işçiliği çocuklar için daha iyi bir dünya çabası gösterenlerin öncelikli konusu olarak devam ediyor.

"Çocukları bir an evvel tahliye etmek gerekiyordu"

Çocuk hakları alanında çalışanlar bu süreçte çocuk mahpusların tahliyesini talep etti. Öte yandan infaz yasası tartışılırken çocuk istismarcılarına yönelik evlilik affı Meclis'te değil ama sosyal medyada yine bir şekilde gündeme geldi. Çocuk hakları açısından bu iki konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz? Özellikle de "evlilik affı" konusu dönem dönem gündeme getiriliyor...

Evet, küresel salgın döneminde çocuk mahpusların tahliyesi talep edildi. Bunun sebebi çok açık: Türkiye'nin de taraf olduğu BM Çocuk Hakları Sözleşmesi'ne göre çocukları tutuklamak, kapatmak zaten en son çare olmalıdır. Ancak Türkiye'de durum böyle değil. 3000 civarında çocuk tutuklu ve hükümlü var. Ve böylesi bir küresel salgın döneminde özgürlüğünden alıkonarak tutukevi, eğitim evi gibi kurumlarda kalan çocukların bu virüsten korunması için insan haklarına dayalı önlemler alınarak çocukların aileleriyle yapacakları görüşleri kısıtlamak yerine onları bir an evvel tahliye etmek gerekiyordu. Bu tahliyenin de her bir çocuğa özgü planlama ile yapılması gerekiyordu. Ancak öyle olmadı. İnfaz yasası kapsamına çocuklar girmedi.

"Evlilik affıyla çocuk, şiddetin devamına mecbur bırakılmış olur"

Evlilik affı, daha önce 2016'da, daha sonra geçtiğimiz yılın başında gündeme getirilmiş, düzenleme kadın ve çocuk örgütlerinin karşı duruşu ile oluşan kamuoyu gücüyle geri çevrilmişti.

Çocuğa yönelik cinsel şiddet vakalarından biliyoruz ki; aileler zaman zaman fail tanıdıkları, bildikleri birisi olduğu için suçun üstünü örtmek; zaman zaman para karşılığıyla; zaman zaman Türkiye'de etkili bir çocuk koruma sistemi olmadığı için çocuklarını koruma güdüsüyle şikayetten vazgeçebiliyor. Aileler zaman zaman da fail güçlü bir toplumsal pozisyonda olduğundan maruz kaldıkları baskı ve tehdit ile şikayetten vazgeçmek durumunda kalabiliyor.

Bu yüzden söz konusu düzenleme; zaten çok kere "cezasız" bırakılan cinsel şiddet faillerinin daha kolay cezasız kalmasına, dolayısıyla adaletin tesis edilmemesine ve çocukların büyük bir korku, baskı ile şiddet ortamında yaşamak zorunda kalmasına yol açabilir. Böylece cinsel şiddete maruz kalan çocuk; bu yetmezmiş gibi bir de bu şiddetin devamına mecbur bırakılmış olur. Şiddet çocuk evlendirilerek derinleşir, geri dönülmez, onarılmaz izler oluşturur.