Dünya Günü'nde İklim Krizi ve Demokrasi üzerine düşünmek

Editörden
-
Aa
+
a
a
a

Günümüz demokrasilerinin iklim aciliyetine yanıt verememesinin çözümü tepeden inmeci (eko-otoriter) yaklaşımlar olabilir mi? Covering Climate Now ağı, bu Dünya Günü'nde demokrasi ve iklim krizi konusunu ele almamız için rehberlik ediyor.

Kağıttan eller kağıttan dünya'yı taşıyor

(Bu makale, parçası olduğumuz Covering Climate Now adlı küresel gazetecilik ağının "İklim & Demokrasi" serisinin bir parçası olarak İklim Gazetesi tarafından hazırlandı.)

Gezegen’in başlı başına canlı bir organizma olduğunu savunan Gaia hipotezini ortaya atan James Lovelock, "Büyük savaşlar söz konusu olduğunda en iyi demokrasiler bile demokrasinin bir süreliğine rafa kaldırılması gerektiği konusunda hemfikirdir. İklim değişikliğinin savaş kadar ağır olabileceği hissine sahibim. Bu yüzden demokrasiye biraz ara vermek gerekebilir.” diyor.

Küresel ekolojik yıkımın asıl sorumlularının Küresel Kuzey olması, iklim aciliyetine yanıt verme konusunda bu ülkelere büyük bir sorumluluk yüklüyor. Ancak ülkeler bu sorumluluklarını yerine getirmek konusunda oldukça başarısız görünüyor. Peki günümüzün en gelişmiş demokrasileri olarak anılan bu ülkelerin iklim krizine gerektiği gibi yanıt verememesi demokrasi ve demokrasiye güven konusunda bize ne söylüyor? Günümüz demokrasilerinin iklim aciliyetine yanıt verememesinin çözümü tepeden inmeci (eko-otoriter) yaklaşımlar olabilir mi?

Demokrasinin iklim aciliyetine yanıt veremeyeceğini savunan tezler belli başlı grupların çıkarları nedeniyle demokrasilerin felç olduğunu belirtiyor.

Kişisel haklara saygı duyularak iklim eyleminin istenilen sürede başarıya ulaşamayacağını savunan eko-otoriterler, kamuoyunun uzun vadeli iyileşme yerine kısa vadeli tatminleri önceliklendirmeye eğilimli olduğunu savunuyor.

Buna karşın otoriter rejimlerin tepeden inmeci bir şekilde, uzmanların tavsiyeleriyle, fosil yakıtlar, tarım ve arazi kullanımı, salımların azaltılması ve diğer sorunlara yanıt verebileceğini savunuyor. Bu şekilde tüketimi artırmaya yönelik popüler isteklerin Gezegen ve insanlığın uzun vadeli iyiliğinin önüne geçmeyeceği düşünülüyor.

Demokrasiye duyulan güvensizlik kamuoyuna duyulan güvensizlikten besleniyor.

Harvard ve Yale deneyi

Ancak 2014 yılında Harvard ve Yale araştırmacıları tarafından yapılan bir çalışma, insanların doğayla ilgili kararlarında kısa vadeli zevkleri önceliklendirmediğini bulmuştu.

İnsanlara dünyanın onlara sunduğu "sınırlı kaynakları" gelecek nesillere ayırıp ayırmayacaklarını soran araştırmacılar, ekonomistlerin insanların “rasyonel” davranıp bütün kaynakları tüketerek karşılıksız bir paylaşım yapmayacağı tezini test ettiler.

Sonuç bu tezi boşa çıkardı ve insanların %68’inin kaynakları sürdürülebilir bir biçimde kullanıp gelecek kuşakların bolluk içinde yaşaması için daha azına razı olduğunu gösterdi.

Jason Hickel’in Çoğu Karar Azı Zarar: Dünyayı Küçülme Kurtaracak kitabında alıntıladığı araştırmayla ilgili belirttiği gibi, sorun, çoğunluktan ziyade kaynakları daha fazla kâr amacıyla ‘bencilce’ tüketmeyi seçen azınlıktan kaynaklanıyordu.

Araştırmanın devamında, nesilden nesle zararı katlanan bu azınlık, dördüncü nesilde dünyadaki tüm kaynakları tüketiyordu.

Ancak insanlardan doğrudan demokrasiyle, kolektif bir şekilde karar vermeleri istendiğinde %68’lik çoğunluk, bencil azınlığın hükmünü ortadan kaldırıp onların yok edici eğilimlerinin kontrol altına alınmasını sağlıyordu.

Ve aslında demokratik karar verme süreçleri bencil azınlığın daha sürdürülebilir seçimlere yönelmesini de sağlıyordu, çünkü diğerleriyle aynı gemide olduklarını anlamalarının önünü açıyordu.

Bilim insanları, deneyi 12 kuşağa kadar yaptılar ve demokratik rejimler altında kaynakların sonsuza kadar, %100 sürdürülebilir bir biçimde korunduğunu gördüler.

Peki bu sonuç, küresel ekolojik yıkımda büyük pay sahibi olan ‘demokrasiler’ için ne ifade ediyor?

İklim krizinin yakıtı olan fosil yakıt şirketlerinin petrol, gaz, plastik ya da kömür üretimini devam ettirebilmek için ‘lobi faaliyetleriyle’ milyarlarca dolar harcadığı ve kamuoyunu uzun yıllar boyunca yanılttığı yeni bir haber değil.

Ancak benzer eğilimlerin ulusal ve uluslararası ekonomik ilişkilerin hemen her türünde tekrarlanıyor olması ve siyasi gücün bu şekilde kontrol edilebilir hale gelmesi ünlü düşünür Noam Chomsky’nin belirttiği gibi demokrasiyle taban tabana zıt bir durum.

Yani yaşadığımız sistemler sözde demokratik olsa da özünde bu bencil azınlığın çıkarlarını önceliklendiriyor ve eşitlikçi olmaktan çok uzaklar.

Yedi kuşak ötesini düşünmek

Politik Ekonomist Elinor Ostrom, İspanya’nın köylerindeki çiftçilerden Japonya’nın dağlık bölgelerine, Antalya, İzmir ve Bodrum’daki balıkçılardan California’nın yer altı sularına dünya çapında yerel halkların müşterekleri nasıl yönettiğine odaklanan çalışmalarıyla Nobel Ekonomi Ödülünü alan ilk kadın olmuştu.

Ostrom, bugün metalaştırılan ve bencil azınlığın hızla sonunu getirdiği müştereklerin merkeziyetsizleşmesinin ve etrafındaki gruplar tarafından demokratik kontrolünün sadece mümkün değil normal olabileceğini gösterdi.

Bu ülkedeki yerli insanlar yedi kuşak ötesini düşünürdü. Gelecek yedi kuşak hakkında daha fazla düşünmemiz gerekiyor.

Elinor Ostrom

Demokrasinin İklim Değişikliği Sınavı, orijinal ismiyle Too Hot to Handle? The Democratic Challenge of Climate Change kitabının yazarı Rebecca Willis, iklim kriziyle mücadeledeki başarısızlığın faturasının demokrasiye kesilmesinde, insanları kriz karşısında bireysel düşünmeye iten iklim dezenformasyonu kampanyalarının katkısı olabileceği konusunda uyarıyor.

Willis, eko-otoriter rejimlerin öncelikle nasıl kurgulanacağı, kararları alacak uzmanların nasıl seçileceği gibi soruların da yeterince iyi yanıtlanmadığına dikkat çekiyor.

Willis

O halde çözüm demokrasiden vazgeçmek değil, onu güçlendirmektir. İklim değişikliğini, uzmanlar tarafından veya bireysel fedakarlıklar yoluyla çözülebilecek bir şey olarak değil, insanlar ve devletler arasında yeni bir tür sosyal sözleşmenin müzakere edilmesiyle çözülecek bir sorun olarak görmek gerekiyor.

diyor.