Henüz gerçek bir iklim lideri yok ortada – bakalım Cop26'da kim öne çıkacak?

Editörden
-
Aa
+
a
a
a

İklim aktivisti Greta Thunberg, The Guardian'da yayınlanan yazısında dünya liderlerini iklim krizini inkar etmekle suçluyor. 

(Bu yazı 21 Ekim 2021 tarihinde The Guardian'da yayınlanmıştır.)

Diğer zengin ülkeler gibi, Birleşik Krallık da iklim krizi konusunda eylemden çok, laf üretiyor. Glasgow'da bir şeylerin değişmesi şart.

BM genel sekreteri António Guterres, iklim kriziyle ilgili son IPCC raporunu insanlık için “kırmızı alarm” olarak nitelendirdi. "Uçurumun eşiğindeyiz" diye de ekledi.

Bu sözlerin toplumumuzda bir tür alarm zili çaldıracağını düşünürdünüz, değil mi? Ama olmadı işte, daha önce pek çok kez olmadığı gibi. İklim krizinin ve ekolojik krizin inkârı öylesine derinlere inmiş durumda ki artık hemen hiç kimse olan bitenin gerçek anlamda farkına varamıyor. Hiç kimse krize kriz gibi davranmadığından, varoluşsal uyarılar sürekli bir yeşil badana ve günlük medya haber akışı dalgası altında boğulmaya devam ediyor.

Gene de umut var, ama umut daima dürüstlükle başlar.

Çünkü bilim yalan söylemez. Gerçekler billur berraklığında, ama biz onları kabul etmeyi reddediyoruz. Yaşayan gezegeni kurtarmakla sürdürülemez yaşam biçimimizi kurtarmak arasında bir seçim yapmak zorunda olduğumuzu kabullenmeyi reddediyoruz. Çünkü ikisini de istiyoruz biz. İkisini de talep ediyoruz.

Ancak, inkâr edilemez gerçek şu ki, bunun için çok geç kaldık. Ve bu gerçek ne kadar rahatsız edici görünse de, liderlerimizin onlarca yıldır süren eylemsizlikleriyle bizim için seçtikleri şey, tam da bu işte. Onyıllardır sürüp giden laga luga … falan filan.

Bilim yalan söylemez. 2015 Paris anlaşmasında belirlenen hedeflerin altında kalmak ve böylece insan kontrolünün ötesinde, geri dönüşü olmayan zincirleme reaksiyonları başlatma risklerini en aza indirmek istiyorsak, dünyanın şimdiye kadar gördüğü hiçbir şeye benzemeyen acil, ciddi, yıllık emisyon azaltımlarına ihtiyacımız var. Ve öngörülebilir gelecekte tek başlarına buna yakın bir şey gerçekleştirebilecek nitelikte teknolojik çözümlere sahip olmadığımız için, bu, toplumumuzda temel değişiklikler yapmak zorunda olduğumuz anlamına geliyor.

Şu anda yüzyılın sonuna kadar en az 2,7 derece daha sıcak bir dünya yolundayız – ve bu da, ancak ülkeler verdikleri tüm taahhütleri yerine getirirse gerçekleşebilir. Şu anda ise ülkeler bu hedeflerin yanına bile yaklaşmış değiller. Guterres'ten bir kez daha alıntı yapacak olursak, “iklim eylem hedeflerimize ulaşmaktan ışık yılları kadar uzaktayız”.

Aslında, yanlış yönde hızla koşturuyoruz. 2021'in şimdiye kadar kaydedilen en büyük ikinci emisyon artışını yaşayacağı tahmin ediliyor ve küresel emisyonların 2030 yılına kadar 2010 seviyelerine kıyasla %16 artması bekleniyor. Uluslararası Enerji Ajansı'na göre, hükümetlerin “şimdi daha ​​iyiyi yeniden inşa etmek” için kurtarma faaliyetlerine ayırdığı harcamalarının sadece %2'si temiz enerjiye yatırılırken, aynı zamanda sadece 2020'de kömür, petrol ve gaz üretim ve kullanımına 5,9 trilyon dolarlık sübvansiyon yapıldı. 2030 yılına kadar dünyanın planlanan fosil yakıt üretimi, 1.5℃ hedefi ile tutarlı olacak miktarın iki katından fazlasını oluşturuyor. Bu da işte, bilimin sistem değişikliği olmaksızın artık hedeflerimize ulaşamayacağımızı bize söyleme şekli. Çünkü bunu yapmak, sözleşmeleri yırtıp atmayı, ve anlaşmalarla sözleşmeleri düşünülemez bir ölçekte terk etmeyi gerektirecektir – buysa, mevcut sistemde hiçbir şekilde mümkün olmayan bir şey.

Kısacası, ilk etapta zaten tamamen yetersiz olan hedeflere bile ulaşmaktan aciziz. Ve bu işin en kötü tarafı da değil. Kendi ülkem İsveç'te yakın zamanda yapılan bir haber araştırması, İsveç'in tüm gerçek emisyonlarını (bölgesel, biyojenik, ithal malların tüketimi, biyokütle yakılması, emeklilik fonu yatırımları vb.) dahil ettiğinizde, ülkenin iklim hedeflerinde net toplamın yalnızca üçte birinin hesaba katıldığı sonucuna vardı. Bunun sadece İsveç’e özgü bir durum olmadığını varsaymak mantıklı olur.

Elbette iklim krizini ele almanın ilk adımı, bütünsel (holistik) bir genel bakış elde etmek için tüm gerçek emisyonlarımızı istatistiklere dahil etmek olmalıdır. Bu, durumu değerlendirmemizi ve ona göre gerekli değişiklikleri yapmaya başlamamızı sağlar. Ne var ki, bu yaklaşım hiçbir dünya lideri tarafından benimsenmedi – hatta önerilmedi bile. Bunun yerine liderlerin hepsi harekete geçiyormuş gibi görünmek için iletişim taktiklerine ve halkla ilişkiler numaralarına yöneliyor.

Ders kitaplarında okutulacak klasik örnek de Birleşik Krallık: Bu ülke şu anda her yıl 570 milyon varil petrol ve gaz üretiyor. Buna ilaveten kıta sahanlığından çıkarılacak 4,4 milyar varil petrol ve gaz rezervine sahip. Aynı zamanda tarihin en büyük 10 sera gazı salıcısı arasında yer alan bir ülke bu. Emisyonlarımız bin yıl kadar bir süre atmosferde kalıyor ve bize 1.5℃ derecelik bir sıcaklık artışının altında kalmada %66'lık bir şans veren CO2 bütçesinin yaklaşık %89'unu şimdiden salmış durumdayız. Bu nedenle tarihî emisyonlar ve işin hakkaniyet yönü sadece önemli olmakla kalmıyor, bunlar aynı zamanda temelde tüm krizin %90'ını oluşturuyor.

1990 ve 2016 yılları arasında Birleşik Krallık, bölgesel emisyonlarını %41 oranında azalttı. Bununla birlikte, Birleşik Krallık emisyonlarının tam kapsamına ithal malların tüketimi, uluslararası havacılık ve nakliye gibi unsurları dahil ettiğinizde, salımlardaki azalma %15'e yakın çıkar. Ve buna biyokütle yakılması dahil değildir: Hani şu, analizlere göre Birleşik Krallık’ın en büyük tek CO2 yayıcısı ve tüm Avrupa'nın üçüncü en büyüğü olan, büyük ölçüde sübvansiyone edilen o sözde "yenilenebilir" enerji santrali olan Drax'ın Selby biyokütle yakım tesisinde olduğu gibi. Gene de hükümet, Birleşik Krallık’ı hâlâ küresel bir iklim lideri olarak görüyor.

Birleşik Krallık, elbette, bu tür yaratıcı karbon muhasebe oyunlarına güvenen tek ülke olmaktan çok uzak. Şu anda dünyanın en büyük CO2 salımcısı olan Çin, halihazırda faaliyette olan 1.000 termik santralin üzerine 43 yeni kömür santrali inşa etmeyi planlıyor – ama bir yandan da “gelecek nesillere temiz ve güzel bir dünya bırakmaya kendini adamış bir ekolojik “çığır açıcı” olduğunu iddia ediyor. Ya da – aldığı diğer birçok pervasız kararın yanı sıra – son zamanlarda 1,1 milyar varil ham petrol ve 125 milyar metre küp fosil gaz üretimiyle sonuçlanabilecek milyonlarca dönümlük toprakta petrol ve gaz çıkarma planlarını duyurmasına rağmen "bilimi... dinlediğini" iddia eden yeni ABD yönetimini ele alalım. Açık farkla tarihin en büyük salıcısı ve dünyanın bir numaralı petrol üreticisi olması, bir yandan da iklim lideri olduğunu iddia eden ABD'yi utandırıyormuş gibi görünmüyor.

Gerçek şu ki ortada iklim liderleri filan yok. Henüz yok. En azından yüksek gelirli ülkeler arasında yok. Herhangi bir gerçek liderliğin ortaya çıkması için gerekli olacak kamu farkındalığı ve medyadan gelecek benzeri görülmemiş bir baskı, esas olarak hâlâ ortada yok.

Bilim yalan söylemez ve bize ne yapmamız gerektiğini de söylemez. Ama bize yapılması gerekenlerin bir resmini verir. Biz elbette bu resmi görmezden gelmekte ve inkârcılığı sürdürmekte özgürüz. Veya akıllı muhasebe oyunları, kanuni boşluklar ve eksik istatistiklerin ardına saklanmaya devam etmekte de özgürüz. Sanki atmosfer bizim kurduğumuz bu ayın oyunları umursarmış gibi. Sanki fizik yasalarıyla tartışabilirmişiz gibi.

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) önde gelen bilim insanlarından Jim Skea'nın belirttiği gibi: "Isınmayı 1.5℃ ile sınırlamak, kimya ve fizik yasaları dahilinde mümkündür, ama bunu yapmak eşi benzeri görülmemiş değişiklikler gerektirir." Glasgow'daki COP26'nın başarılı olması için pek çok şey gerekecek tabii; ama her şeyden önce dürüstlük, dayanışma ve cesaret gerekecek.

İklim ve ekolojik acil durumu, elbette, çok daha büyük bir sürdürülebilirlik krizinin yalnızca bir belirtisi. Sosyal bir krizin. Sömürgeciliğe ve onun da gerilerine giden bir eşitsizlik krizinin. Bazı insanların diğerlerinden daha değerli olduğu ve bu nedenle onların diğer insanların topraklarını ve kaynaklarını sömürme ve çalma hakkına sahip olduğu fikrine dayanan bir krizin. Bunların hepsi birbiriyle bağlantılı. Bu, mücadeleye girişmenin herkesin yararına olacağı bir sürdürülebilirlik krizi. Ne var ki, bu krizi köklerine inip o köklerle yüzleşmeden çözebileceğimizi düşünmek saflık olur.

Sular seller gibi birbiri ardından üstümüze gelen raporlar ve hızla tırmanan olaylar göz önüne alındığında, her şey çok karanlık ve umutsuz görünebilir ve bu umutsuzluk duygusu son derece anlaşılabilir birşey. Ancak, bu durumu tersine çevirebileceğimizi kendimize hatırlatmamız gerekiyor. Eğer değişmeye hazırsak, bu tamamen mümkün.

Umut her yanımızda. Çünkü gerçekten gereken tek şey, iklim krizini gerçekten kriz olarak ele almak için dürüst olmaya karar veren tek bir dünya lideri ya da yüksek gelirli bir ülke ya da büyük bir televizyon kanalı ya da önde gelen gazete. Tüm rakamları toplayan, ardından da emisyonları bilimin talep ettiği hızda ve ölçekte azaltmak için cesur adımlar atan bir lider. İşte o zaman her şey eyleme, umuda, amaca ve anlama doğru harekete geçirilebilir.

Zaman geçiyor. Zirveler devam ediyor. Emisyonlar artmaya devam ediyor. Peki o lider kim olacak?

Greta Thunberg,

 

(İngilizce’den Türkçe'ye çeviren: Nil Sarrafoğlu, Çeviri editörü: Ömer Madra)