"Ekonomide, kanıta ihtiyacı olmayan bir inanca iman etmek çok tehlikeli"

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ali Bilge, Ekonomi Politik'te iktidar ve Merkez Bankası arasındaki faiz çatışmasını, ülkedeki ekonomik krize sürüklenmeyi analiz ediyor ve Türkiye'nin iç ve dış politikalarına yönelik değerlendirmelerde bulunuyor. 

Türk bayrağı ve bozuk paralar
Ekonomi Politik: 22 Kasım 2021
 

Ekonomi Politik: 22 Kasım 2021

podcast servisi: iTunes / RSS

(22 Kasım 2021 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)

 

Ömer Madra: Günaydın Ali bey, merhabalar!

Ali Bilge: Merhaba Ömer bey, merhaba Özdeş!

Özdeş Özbay: Günaydın!

AB: Merhaba Selahattin, iyi haftalar!

ÖM: Teşekkür ederiz, size de öyle. Nedir genel durum?

AB: Geçen hafta bıraktığımız yerden devam edersek hâlâ hortumun içindeyiz, belirsizlik içindeyiz, krizin gözündeyiz ve bu hal devam ediyor. Bu durumun yarattığı belirsizliklere geçmeden önce şunu belirtmek istiyorum, epeydir de bunları söylüyoruz, TC’nin başında “İslam Cumhuriyeti” yazmıyor ve anayasamızda laiklik ilkesi duruyor, ancak kanun ve uygulamalarla, özellikle de cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçildikten sonra devlet yönetiminde, yargıda, eğitim dahil pek çok alanda, TC’nin kuruluşundan itibaren uyguladığı o “otoriter laiklik” özelliği önemli ölçüde aşındı, gitti. Elimde bir “laikmetre” yok ama Türkiye için yarım laik bir ülke diyebiliriz. Pek çok alanda, önemli ölçüde laik devlet özelliklerini yitirmiş bir ülke. 2018’de tam teşekküllü olarak geçtiğimiz tek adam rejimi ya da cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denilen otoriter rejimde öne çıkan iki kurum var; bir tanesi Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB), rejimin merkezinde yer alan bir kurum. Gittikçe genişledi, bakanlıklar üstü bir pozisyona geldi, muazzam bir ivmelenmeyle ile otoriter rejimin en önemli unsuru oldu. DİB bütçesinden fetvalarına kadar öne çıkan bir kurum oldu. DİB hemen hemen her bakanlığa sirayet etmiş bir pozisyonda ve en gözde kurum. Protokolde çok yukarılara çıkmış bir kurum. Bu süreçte öne çıkan ikinci kurum Merkez Bankası Başkanlığı oldu. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle birlikte Merkez Bankası hızla bulunduğu pozisyondan çıktı, negatif etkilendi, sarayın bankası, kasası pozisyonuna geldi. Merkez bankalarına (MB) günümüz kapitalizminde biçilen değer, kurumsal kıymet, kredibilite son derece önemli. Bu dönemde MB’nın kredibilitesini önemli ölçüde yitirdiğini, kalmadığını söylemek doğru olur. MB önemli ölçüde güvenilirliğini yitirmiş, ayaklar altına alınmış bir kuruluş. Sürekli müdahale edilen bir kurum. Diyanet İşleri yükselip merkeze geçerken, MB önemsizleşti.

Erdoğan'ın faize yönelik Nas suresi açıklaması

Rejimin en üstünde bulunan cumhurbaşkanı, faiz indiriminden sonra yaşanan gelişmeleri değerlendirirken bugüne kadar açıklıkla söylemediği bir şeyi ifade etti: “Bu görevde olduğum sürece, kusura bakmayın faizle mücadelemi sonuna kadar sürdüreceğim. Şunu bilmemiz lazım, bu konuda Nas ortada. Nas ortada olduğuna göre sana, bana ne oluyor? Biz değerler silsilemiz içerisinde olaya buradan niye bakmıyoruz? Olaya buradan bakacağız, ona göre de adımımızı atacağız. Faiz ile ilgili olarak hüküm ortadadır, haramdır” dedi.

20 yıldır iktidardalar, faiz kavramı ve uygulaması ile iç içe yaşıyorlar. Peki o zaman şu soruların yanıtları nasıl vereceksiniz: Türkiye’nin iç ve dış borçlarının faizleri nasıl ödeniyor? Bütçeler nasıl yapılıyor? Borçlanma bedelleri neyle ödeniyor? Devletin uyguladığı gecikme faizi ne demek oluyor? Gelişmekte ve tasarrufları kıt olan, bu nedenle dış kaynak ihtiyacıyla ancak ekonomisini ayakta tutabilen bizim gibi ülkelerde faiz her an, her dakika karşı karşıya kaldığımız bir durumdur. 20 yıl sonra “bizim bakacağımız yer Nas’tır” dedi Erdoğan. Nas İslam hukukuna göre tartışılmaz hükümler içeren duruma işaret ediyor ve faizi haram olarak nitelendiriyor

Merkez bankaları ve hükümetler nasıl çalışır? Siyasi iktidar nasıl ekonomi politikası kararları alır? Merkez bankaları para politikasını nasıl belirler? Hükümetler ekonomi kurumlardan bazı çalışmalar yapmalarını isterler. 1961 yılından sonra, DPT bu görevi çok önemli ölçüde üstlenmiş bir kurumdu. Maliye, Hazine, MB’sında uzamanlar bürokratlar, teknokratlar çalışırlar, araştırmalar yaparlar, tartışılır, bazı sonuçlara ulaşılır, siyasi iradenin önüne getirilir, tüm bunlar siyasetçiye politika geliştirilmesi için, tercihi için alt yapı, dayanak teşkil eder. 

Faiz-enflasyon denkleminin ardında dini bir referans yatıyor

Merkez bankalarında araştırmalar çok önemlidir. Örneğin ABD Merkez Bankası FED’de bildiğim kadarıyla yüzlerce, 400, belki 500 doktoralı, seçkin üniversitelerden gelmiş araştırmacılar vardır. Bunlar sürekli araştırmalar yaparlar ve yönetime, karar alma mekanizmalarına baz teşkil edecek dokümanlar üretirler. Dolayısıyla bir politikanın arkasında bir araştırma seti, elde edilmiş bulgular ve sonuç yatar. Bizim MB‘nda da 80’lerin ortasından itibaren kıymetli iktisatçı araştırmacılar görev yapmaya başladı. 30 yıl akademik iktisat dergisi yayınladım, TCMB ‘deki doktoralı uzaman sayısı pek çok üniversitenin iktisat bölümünden fazlaydı. Çok iyi eğitimler görüyorlardı bu arkadaşlar. Yurtdışına doktoralara gönderilip sonra MB’de görev yaparlardı. Dolayısıyla herhangi bir iktisadi kararın arkasında, bir iktisat politikasının arkasında bir araştırma yatar, bir çalışma vardır. Yapılan çalışmalar siyasetçinin belirlediği büyüme perspektifine göre şekillendirilir. Şimdi, bugün neyi görüyoruz? Adına iktisat politikası diyemeyeceğimiz uygulamanın,“enflasyonun sebebi faizdir, faizleri indirmeliyiz” uygulamasının arkasında herhangi bir çalışma yatmıyor. Ne yatıyor? Dini bir referans, bir “sure” yatıyor. Bu şekilde, buna dayanarak bir politika geliştiriyorsanız…

ÖÖ: Ama o zaman Ali bey bir şey sorabilir miyim? Bir tartışma, biliyorsunuz, bu faiz meselesinin acaba arkasında nasıl bir politika var? Ben geçenlerde, mesela Ümit Akçay eskiden Gazete Duvar’da yazardı, “AKP çevresindeki egemen sınıf içerisindeki bir çatlağın yani bir rekabetin dışa vurumu gibi görünüyor” diyordu. Arkasında muhakkak bir politika olduğunu anlatıyordu. Nas ise sanki daha çok ya böyle işte ideolojik açıklama gibi duruyor ama -15%’te zaten şu anda- yıllardan beri, 20 yıldan beri faiz hep vardı. Nas meselesinden ziyade acaba nasıl bir çıkış yolu? Çünkü çok kararlı bir şekilde bunu anlatıyorlar. En son “Nas” dedi ama ondan öncesinde de başka gerekçeler sunuyordu. Yani kimin çıkarına acaba bu politika?

AB: Şunu söyleyeyim; buradaki yaklaşım, beşli çetenin, havuz sisteminin de çıkarına değil. Sonuçta TİM başkanı ihracatçılar, “yükselişi anlayamıyoruz” diyorlar. Çünkü sonuçta ihracatçı sektörlerin girdilerinde ithalat varsa ki 60-65% seviyesinde var, onların da maliyetleri çok yükseliyor, rekabet edemez hale geliyorsunuz. Yerli girdi kullanan sektörlerde bu durum geçerli. Orada da çok düşük ücretle bu avantajı kullanıyorsunuz. Geçen hafta da anlattım, çok ucuza ihracat, çok ucuza turizm yapan bir ülke haline geliyorsunuz. Bugüne kadar Nas’ı öne sürmeden faizlerle oynaya oynaya gelmek, bugün Nas’a dayanmak aynı zamanda çaresizliğin de bir ürünü. Nas’a sarılmak uluslararası iktisadi ilişkilerinizin daha da olumsuz bir noktaya sürüklemesine yol açıyor. 

"Türkiye Swap'lerle ayakta duruyor"

Türkiye 2000’lerin başlarında G20’ye dahil edildi. Malum, AB’ye katılım öyküsü vardı. İşte daha liberal bir dünyaya geçilecekti, hukuk sistemini değiştirecekti, milli görüş gömleği değişmişti, anayasa değişiklikleri, askeri vesayetin kaldırılması gündemdeydi, ayrıca Türkiye ciddi bir pazardı. Ancak bugün dini söyleme sarılan, izah edilmeyen iktisadi kararlara rağmen, tüm istikrarsızlık örneklerine rağmen, dünyanın diğer büyük devletleri açısından önemli bir pazar olmaya devam ediyor. 84 milyonluk bir pazar, ayakta kalması istenen bir ülke. 

Dünya neoliberal finansal sistemine entegre olmuşsunuz. Sermaye hareketlerini serbest bırakarak -32 yıl oldu- entegre olmuşsunuz. Bu örgü/sistem içindeyseniz, “enflasyonun sebebi faizdir , faiz haramdır “anlayışına sahip olmanız , ters bir durumda olmanız , size artı bir şey katmaz, daha da kötü olursunuz. 450 milyar Dolar civarında bir dış borç stokuyla yaşıyorsunuz. Sadece 2022 yılında 165 milyar Dolar’lık bir borç çevrimi yapmanız lazım. Eksi döviz rezervlerindesiniz, swap’larla ayakta duruyorsunuz. Geçen hafta galiba bir beş milyar Dolar swap çözülmüş, swap’larla da ayakta kalacak haliniz yok.

Dolayısıyla, dini bir söyleme, sureye dayanmak içinde bulunan durumu daha da derinleştiriyor. Yüksek borçluluk sadece kamu borçlarını içermiyor; ağırlıklı olarak da banka ve özel şirket borçlarını da içeriyor. Biliyorsunuz, şirketlerin dış borçlanmasına izin veren AKP yönetimi oldu. Daha önce bankalar ve kamu dış borç yapabilirdi. Şirketlere de bu imkan verilince, serbesti tanınınca, ipini koparan gitti dış borç aldı. 

Elbette iktidar sonuna kadar kendi çevresini kollamak, iktidarda kalmak istiyor, iktidarda kaldığı müddetçe kendi çevresinin imkanlarını geliştiriyor. İktidarda kalmanın yolu olarak faiz düşürerek, ekonomik aktiviteyi canlandırmak, -Nas suresini de ekleyerek- oy aldığı kesimlere kaynak aktarmak elbette istenen durum. Ancak arzulanan durum bu anlayışla olmuyor, yeterli kaynak yok. 

"Bilgiye ihtiyaç duyulmayınca bilginin yerini sure alıyor"

İktisat politikaları, para politikaları, bütçe politikaları yapılan çalışmalara, kanıta, bilgiye göre dizayn edilir. Buradakanıta ihtiyacı olmayan bir inanca iman söz konusu, çok tehlikeli. Ekonomide, kanıta ihtiyacı olmayan bir inanca iman etmek çok tehlikeli. Aynı zamanda bu şekilde küresel finansal sistem içerisinde kalmaya devam etmek çok mümkün değil. Zaten Erdoğan borç aldığı çevreleri, piyasaları korkuttu. Yabancı sermaye uzak duruyor. Türkiye’ye kaynak girişi şu anda nasıl oluyor? Ucuzlamış Türk şirketlerine sahip olmak için geliyorlar, kurun değerlenmesi ile şirketler kelepir oldu. Türkiye her anlamada ucuz bir ülke, çok ucuzladı, değersizleşti Türkiye’nin şirketleri, Garanti Bankası hisselerinde yaşadık en son bunu. İçinde bulunduğumuz duruma, bilgiye ihtiyaç duymadan kanıt aramak, bir inancı, imanı dayanak yapmak, acziyet ve çaresizliktir. Bilgiye ihtiyaç duyulmayınca bilginin yerini sure alıyor, dini söylem, kurnazlık alıyor, hile alıyor. Sabit saat uygulamasında, yaz saati uygulamasında olduğu gibi, enerji tasarrufu sağlıyor gerekçesi ile 2016’dan beri Türkiye yaz saati uygulamasını kalıcılaştırdı. 

ÖM: Evet.

AB: Ancak deniyor ki bu uygulama enerji tasarrufu sağlamıyor. Bakıyorsunuz doğru, çünkü arkaya bir çalışma koyuyor adam.

ÖM: Neden peki böyle sabitleştirdi, ardında yatan herhangi bir şey var mı Ali bey?

AB: Valla ben bu iş namaz vakitleri ile mi ilgili diye baktım. İran’da bu konu uzun yıllar mesele olmuş. İran’da 79’a kadar yaz saati geçerliymiş. İslam devriminden sonra uygulamada zikzaklar olmuş. Şahlık döneminde, mollalar cemaate "yaz saati uygulamasıyla namaz saatini size kaybettirmeye çalışıyorlar" diyorlarmış. 1991'e kadar böyle devam etmiş ancak enerji harcamaları artıyor gerekçesi ile yaz saati uygulaması yeniden başlatılmış. Daha sonra, bir radikal Ahmedinejad, namaz vaktine göre bunu sabitlemiş. “Enerji tasarrufunu kanıtlayacak somut bir delil yok” diyerek uygulamaya engel olmuş. Daha sonra reformcular, “dini ihtiyaçların daha kolay yapılması için saatin sabit kalması şart” diyerek uygulamayı askıya almışlar. Bizde Berat Albayrak’ın enerji bakanlığı döneminde başladı. Ancak arkasına ciddi bir çalışma koyamadılar. Gerekçe, “enerji tasarrufu” diyorlar. Şimdi herkes, hepimiz karanlıkta uyanıyoruz, yurtiçinde ve yurtdışında yaz saatini sabitleme ile enerji tasarrufu olmadığını ortaya koyan çalışmalar daha fazla. Anlaşılmaz bir durum. 

"Enflasyon baskısı altında eziliyoruz"

Bugün gittikçe derinleşen bu belirsizlikler içindeyiz. Enflasyon baskısı altında eziliyoruz. Daha da devam edecek. İçinde olduğumuz aylar, bütçe aylarıdır. Kamu bütçe yaptığı gibi şirketler de bütçe yapar. Böyle bir ortamda bütçe yapmak çok sorunlu, gerçekçi olmuyor. Fiyatlama davranışlarının felç olduğunu görüyoruz. Müthiş bir fiyatlama belirsizliği yaşanıyor. Günlük hayatımızda da bunu görüyoruz, fiyatlar sürekli değişiyor. 

Ayrıca bu durum hem pandemiye hem kuraklığa rastladı. Dünya’da ve Türkiye’de bu yüzden mal temininde, tedarik zincirinde büyük sorunlar yaşanıyor. Hammaddeye erişim zor, malın fiyatlaması da zor, değişken. Çin’in ve ABD’nin alacağı kararlar çok önemli. ABD’nin, FED’in tavrı izlenmek zorunda.  Dış dinamiklerde belirsizliğe çok ciddi katkıda bulunuyor. Ulusal ve uluslararası belirsizliklerin hepsi, başta enerji maliyetleri olmak üzere belirsizlikler listesi karşımıza çıkarıyor. İktidar elbette iktisadi bir büyüme yaratıp durumu kurtarmak, iktidarda kalmayı uzatmak istiyor. Uzatmak demek elbette kendi dayandığı menfaat çevrelerine imkanlar sunmak demek, ama kaynak bitti Özdeş. 

AKP altın çağını muazzam borçlandığı dönemde yaptı ve bu kaynaklar da verimli alanlara mobilize olmadı, inşaatlar ağırlıklı olmak üzere mobilize oldu, yandaşlar kotarıldı. Şu anda kendisini destekleyen sermaye çevreleri diyebileceğimiz çevreler de uygulanan faiz ve kur politikasından olumsuz etkileniyorlar. Nitekim “Anadolu Kaplanları” denilen kesimde de rahatsızlık ifade ediliyor. İktidarın en destekçisi kurumların başında gelen TİM, Odalar Birliği el kaldırmaya başladı. Hatta uzun süre sessiz kalmakla destek atan TÜSİAD’ın artık sesini yükselttiğini görüyorsunuz. Hep söylüyorum hukuk devletinin olmadığı yerde veri ve bilgi güvenliği yoktur. “19,5% enflasyon” diyen iktidara karşı yurtdışından yapılan çalışmalar ortaya koyuyor ki 50%’lerin üzerinde bir enflasyon oranıyla karşı karşıyayız. 

Bütün bunlar belirsiz ortamın daha da derinleşmesine yol açıyor. Nitekim özellikle tarımsal fiyatlarda ciddi darboğazlar yaşıyoruz ki buğdayda ve şeker pancarında. Özellikle buğday rekoltesi azalıyor kuraklık neticesinde. Benim hatırladığım 2019’da 21 milyondu galiba, bu sene “14-15 milyon ton civarında olacak” deniliyor. Zaten açığı uzun süredir ithalatla kapatıyoruz. Aynı zamanda şeker pancarında ciddi bir düşüş yaşanıyor. Ayrıca şekerde yanlış fiyat politikasının bu sonucu yarattığı belirtiliyor. Devletin bir şeker şirketi var, onun tespit ettiği fiyat var, ayrıca özel sektörün belirlediği bir fiyat var; ikili fiyat oluşmuş vaziyette. Bu nedenlerle marketlere bulunamaz oldu. Tüm ürünlerde rekolte düşüklükleri yaşanıyor. Yabancı paraların TL karşısında yükselmesine imkan veren uygulamalar nedeniyle, uluslararası konjonktürün de getirdiği belirsizliklerle birlikte, bocalamaya devam ediyoruz.

Türkiye bir çölleşme yaşıyor

ÖM: Ben bir de şunu ekleyeyim mi? tam bu söylediğiniz şeye sabahleyin de değinme fırsatı bulduk birazcık ama bir kez daha tekrarlamak önemli olabilir, yani bir Yeşil Gazete haberi bu: İzmir’de Tarım ve Orman Müdürü Mustafa Özen’in, Meteoroloji Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan 2020-2021 su yılı, 12 aylık birikimsel kümülatif yağış raporu açıklanmış. 2021’de Türkiye genelinde yağışlar son 20 yılın en düşük seviyesinde kalmış ve ciddi bir susuzluğa, hatta kuraklığa doğru gidildiğini de ifade etmiş İzmir Tarım ve Orman Müdürü mesela. Yani “suya toleranslı ürüne doğru kayma oldu” ve kuraklık çalıştayı düzenleyerek “bunun neler getireceğini alınması gereken tedbirleri paylaştığımızı anlattık” diyor ama ciddi bir şey var; damlama sulama sistemine gerektiği, bir an evvel bu yöntemlere geçilmesi gerektiği, ülkenin genelinde susuzlukla, kuraklıkla ilgili bir bitki deseninin nasıl olması gerektiğine yönelik çalıştay yaptıklarını söylüyorlar. 

AB: Geçen hafta da bahsettim, Antalya bölgesinde suyun %73 ‘ünü, Türkiye’de de önemli bir bölümünü tarım kullanıyor. Tarımın kullandığı suyun %75’i, sanıyorum, aklımda kaldığı kadarıyla, “vahşi sulama” dedikleri açık sulama ile yapılıyor, yani damlama içermiyor. Su kaynakları gerçekten problemli Akdeniz kuşağında. Türkiye, sizin de ortaya koyduğunuz gibi bir çölleşme yaşıyor.

Türkiye uluslararası planda da ekonomik ilişkilerinde ne yapıyor? Elinize SİHA alıp kapı kapı Afrika’yı dolaşıyorsunuz, SİHA satmaya çalışıyorsunuz. Bir taraftan Suriye’de iki cami arasında kalmış durumdasınız, milliyetçi ve muhafazakar seçmene göstereceğiniz bir utkunuz yok. Üç hafta önce Suriye’ye yapacağı harekatı konuşuyorduk ama ne Amerika ne Rusya böyle bir şeye izin vermiyor. Doğu Akdeniz’deki durumunuz belli. Doğu Akdeniz’e ilişkin bir şey okudum; Rumların tespit ettiği rezervler gerçek çıkmamış. Siz o konuda bilgi sahibi misiniz? Şimdi aklıma geldi, şirketler henüz resmi olarak ilan etmemiş ama ExxonMobil ve diğerleri faaliyetlerini durdurma kararı vermişler. Bu konuda bilginiz var mı?

"AKP’nin koalisyon ortağı MHP ile birlikteliği eriyor"

ÖM: Bakalım ona, duymadık. Ben duymadım yani.

ÖÖ: Evet, ben de şimdi duydum. 

AB: Yapılan projeksiyonlar doğru çıkmamış, hararetli bir tartışmaya düşmeye adaymış. Türkiye şu anda galiba sondaj yapıyor mu bilmiyorum? Antalya Körfezi’ne gelmişti gemiler, görülüyordu ama tekrar gitmişlerse bilmiyorum. Doğu Akdeniz’de belirlenen parsellerde bulunduğu iddia edilen rezervlerin yeterli olmadığını şirketler tespit etmişler ve ayrılmaya karar vermişler. 

Sonuçta Türkiye dış politikada da çıkmazlar içerisinde. Onun için ufak ufak Birleşik Arap Emirlikleri, Libya, Mısır, Suudi Arabistan’la ilişki geliştirmek için ataklar var. AKP’nin koalisyon ortağı MHP ile birlikteliği eriyor. Kaçınılmaz bir son.Kaynak sıkıntısı, kaynağın azlığı havuz sermayesini, havuzlardan aşağı doğru uzanan tüm yapı ve grupları etkiliyor. En sonunda seçmen deposuna da etki ediyor. Tabii hâlâ blok iman eden seçmen kitlesi var, ama onların da iktidarda kalmaya yetmediği anlaşılıyor. Bu da hiddetlendiriyor tabii. Dolayısıyla hortumun içindeyiz şu anda, yani savruluyoruz, her taraf darmadağın. Maalesef kendisi bu süreci görmüyor ki görmediğini de Saadet Partisi lideri Karamollaoğlu “hayal dünyasında yaşadığını gördüm” gibi bir cümle sarf etti Temel bey bildiğim kadarıyla değil mi? 

ÖM: Evet.

AB: Cumhurbaşkanı’yla yaptığı görüşmesinde. 

AİHM'in Demirtaş ve Kavala yaptırımları 

ÖM: Süremiz de bitti ama son bir cümle, yani dış dünyayla bağlantılarında önemli bir sorunun daha da dile getirilmesinde fayda olabilir; eski AİHM yargıcı Rıza Türmen de yani “Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala kararlarının uygulanmaması halinde Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nden -en eski üyelerinden biri Avrupa Konseyi’nin kendisi, oradan- ihracına kadar da gider” demiş. Yani “Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nden ihracını kimseye anlatamazsınız” demiş, yani bakanlar komitesinin bir ihtimalle 30 Kasım’daki toplantıda Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş kararlarının uygulanmamasına ilişkin ihlal prosedürü başlatacağını. Yani 2/3 çoğunlukla kararı tekrar AİHM’e yollayacak kararın uygulanmamasından “bir ihlal var mı” diye ve AİHM “evet vardır” diye bir karar çıkarırsa o zaman Türkiye’ye müeyyide, yaptırım uygulamaya başlayacak. “Bu da Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nden ihracına kadar gider” demiş. Bu da önemli bir başka uyarı.

AB: Çok önemli, bakanlar komitesi toplantısı bekleniyor, yapılması gerekenler listesi yapılmadı, askıya alınma süreci başlayacak. Yaptırımlar ülkesi haline geldik. Halkbank davası da başladı, gizli dosyalar da açılıyor.

ÖM: Evet.

AB: Evet, süremiz bitti.

ÖM: Peki süreyi bitirdik. Çok teşekkür ederiz, görüşmek üzere.

AB: Görüşmek üzere, iyi yayınlar!

ÖÖ: Görüşmek üzere. 

AB: Hoşça kalın!