Kadınların Diyemedikleri: Sen İstanbul’dan Daha Güzelsin

Kulis Sesleri
-
Aa
+
a
a
a

Bir ailenin üç kuşak kadınları, kendi hikâyelerini, birbirlerinin hikâyelerini ve ortak hikâyelerini birbirinden bağımsız, aynı anda anlatıyorlar. Murat Mahmutyazıcıoğlu’nun yazıp yönettiği BAM İstanbul’un sahnelediği “Sen İstanbul’dan Daha Güzelsin”de Başak Kıvılcım Ertanoğlu, Ayfer Dönmez ve Melis Öz oynuyorlar. Kulis Sesleri programı için “Sen İstanbul’dan Daha Güzelsin” ve tiyatro üzerine söyleştik.

Kulis Sesleri: 9 Mayıs 2017
 

Kulis Sesleri: 9 Mayıs 2017

podcast servisi: iTunes / RSS

Yan yana sandalyelere oturmuş üç kadın. Melis, annesi Başak, anneannesi Ayfer. Bir ailenin üç kuşak kadınları, kendi hikâyelerini, birbirlerinin hikâyelerini ve ortak hikâyelerini birbirinden bağımsız, aynı anda anlatıyorlar. Fonda değişen İstanbul; Üsküdar, Beşiktaş, Şişli, Boğaz, illaki Boğaz. Hepimizin olan, olabilecek hayatlar.

Murat Mahmutyazıcıoğlu’nun yazıp yönettiği BAM İstanbul’un sahnelediği “Sen İstanbul’dan Daha Güzelsin”de Başak Kıvılcım Ertanoğlu, Ayfer Dönmez ve Melis Öz oynuyorlar. Kulis Sesleri programı için “Sen İstanbul’dan Daha Güzelsin” ve tiyatro üzerine söyleştik.

Öncelikle BAM İstanbul’u anlatır mısınız? Ardından da Sen İstanbul’dan Daha Güzelsin’in hikâyesini ve karakterlerini lütfen?

Melis Öz: Biz BAM İstanbul ekibiyiz. BAM İstanbul isimlerimizin baş harflerinden oluştu; Başak Ayfer Melis. Bizi bir araya Murat getirdi. Bir İstanbul hikâyesi anlatmaya başladık. Biz İstanbul'da değişen zamanı ve beraberinde değişmek zorunda olan hikâyeleri anlatıyoruz.

​Murat Mahmutyazıcıoğlu: 3 kuşak kadın; anne, anneanne ve kız üzerinden.

Melis Öz: Ben küçük kızı oynuyorum. 35 yaşında bir Melisim ve oyun içinde farklı yaş aralıklarında devam ediyorum. Annemi Başak, anneannemi de Ayfer oynuyor.

Diğer karakterler?

Başak Kıvılcım Ertanoğlu: Ben anneyim, anne hepimizin annesi gibi aslında. Anne-kız-anneanne ilişkisi arasındaki o saçma durumlar, o absürt haller, o aslında komik olan ama yaşarken asla komik diyemediğimiz, gülemediğimiz şeyleri içeren bir anneyi anlatıyorum. Aslında çok komik ve tabii aynı zamanda dramatik olan bir ilişkiyi anlatmaya çalışıyoruz.
 

Ayfer Dönmez: Genel çerçevede bakımevinde kalan, alzheimer bir anneanneyi oynuyorum. 50 yıllık bir hikâye. Asker bir kocası tarafından terkedilmiş, 3 kızını tek başına büyütmek zorunda kalmış çok güçlü bir kadın. Daha sonra yaşlılık döneminde eski dönemin acısı alzheimer olarak çıkmış bir anne. Belki de unutmak istediğinden böyle olmuş.

Murat Mahmutyazıcıoğlu: Bu üç kadının bütün bu toplumsal cinsiyet rolleri merkezinde aslında can çekişmesini izliyoruz. Ancak bunu çok trajik bir taraftan anlatmıyoruz, biraz işin absürtlüğünü, hayatın içinde bu kurallara uyarken, aslında onun nasıl yer yer absürtleştiğini de görüyoruz. Bu ahlak dediğimiz şeyin ne kadar ikircikli bir şey olduğunu görüyoruz. Görüyoruz, görüyoruz diyoruz ama bu didaktik bir taraftan değil, tamamen yaşantıları ve anıları üzerinden anlatılıyor.


Bu proje nerden çıktı? Bir erkek olarak, kadın hikâyeleri yazmayı neden tercih ettiniz?

​Murat Mahmutyazıcıoğlu: Aslında yazdığım, sanırım yanlış olmasın dördüncü oyun, diğer oyunlarda erkek karakterler de vardı ama hepsinde daha çok bir kadın üzerinden anlatılan bir mesele vardı. Neden böyle bir şeye başladım, bilmiyorum. İlk yazdığım oyun, Fü’de iki kız kardeş üzerinden anlatmaya başladım. Çok zengin geldi bana. Anlatacak çok fazla kadın hikâyesi var. Bunları anlatmak gerekiyor. Bunu tiyatroyla yapmayı tercih ediyorum, çünkü ben tiyatrocuyum. Çok zengin geliyor bana kadın karakterler ve kadın oyuncularla da çalışmak; çok sevdiğim hayranlık duyduğum kadın oyuncular da çalışmak. Şimdilik böyle bir yol var ve bundan sonra da böyle devam edecek gibi görünüyor.

Peki, proje nasıl şekillendi nasıl bir araya geldiniz?

Murat Mahmutyazıcıoğlu: Ben bu oyunu iki sene önce, İkinci Kat Tiyatro Atölyesi’nde yazmaya başlamıştım. O sırada atölyede Melis vardı ve Melis'in karakteri oyunda vardı. Sonra kendim bir proje yapmak ve bu oyunu tamamlamak istedim. Ayfer ve Başak’la da konuştum ve oyunu okudular, çok sevdiler. Tamam, yapıyoruz o zaman dedik. Herhalde 5-6 aylık bir okuma sürecinden sonra, geçen Ağustos ayında provalara başladık. Provaların ilerleyen döneminde ismimizi koyduk. Başak, Ayfer ve Melis’in baş harflerinden BAM olduk. Kadıköy Theatron bize ücretsiz kapılarını açtı, prova mekanı olarak, destek oldular. Çok önemlidir, çünkü çok bağımsız bir iş. Onlara teşekkür ederiz.

Sizleri bu oyuna ne çekti?  

Başak Kıvılcım Ertanoğlu: Bizim elimizde kısa bir metin vardı, 15 sayfalık bir kısmı, ilk etapta onu okuduk. O kadar heyecanlandık ki. Bizim hayranlık duyduğumuz bir yazar Murat, insan olarak da, kendi ürettikleri için de onu çok seviyoruz. Oyunculara inanılmaz bir alan açan bir yönetmen, bir yazar. İstediğiniz gibi içinde kaybolabiliyorsunuz. O yeri geliyor, sizi çıkarıyor. Ona güvenebiliyorsunuz. Dolayısıyla okuduktan sonra biz hemen dedik ki hadi bitir, bir an önce başlayalım.
 

Ayfer Dönmez: Hatta hepimizin umutsuz olduğu bir güne denk geldi ve 10 sayfasını sadece okuduk. O kadar büyülendik ki her şeyi yıkayıp geçti, o 10 sayfalık şey, inanılmazdı.

Murat Mahmutyazıcıoğlu: Klasik anlamda öyle oyuncuları seçtiğimiz bir şey olmadı. Yani zaten o rol onundu, o rol onundu. O kadar çok sevdiler ki. 3 karakteri onların ağzından bitirdim. Artık onlar konuşuyorlardı. Hepimizin bir şeyler öğrendiği çok zevkli bir 2,5 ay geçirdik.

Başak Kıvılcım Ertanoğlu: Metinde bir başkaldırı var.  Kadınların söyleyemedikleri, diyemedikleri. Çıkış süreci de öyleydi, hepimizin yapamadığı edemedikleriydi. Dolayısıyla çok değerli.

Ayfer Dönmez: Bize çok iyi geldi. Oyun içinde seyirciye gerçek duygularımızı söylüyoruz. Normal hayatta bunu diyemeyen kadınlar olarak, her oyunda bunu seyirciye söylemek bize çok iyi geliyor.


Oyunda 50 yıllık bir İstanbul var, sanki İstanbul’un değişimini de izliyoruz.


Murat Mahmutyazıcıoğlu:  20 senedir İstanbul’da yaşıyorum. Bu oyunda benim direkt gözlemlediğim değişimler de var. Bunu özellikle istedim. Biz bu şehrin içinde yaşarken ne kadar üzülsek de bu değişime bir şekilde alışıyoruz. Fakat biraz daha dışardan bakınca 5 sene önce gittiğimiz, çok aidiyet duyduğumuz mekânların, artık elimizde olmadığını görüyoruz. Hatta buna evlerimiz de dâhil, sürekli taşınıyoruz kendimize evler, yuvalar yaratmaya çalışıyoruz. İstanbul’da da böyle; çok seviyorum fakat çok sevdiğim şeyler yok oluyor. Bu yüzden şehirlerle olan ilişkimi de bu metne yansıtmak istedim. En yakın örnek bu oyunu yazmaya başladığım zaman Beyoğlu daha güzel bir yerdi. Benim aidiyet hissettiğim bir yerdi ama şu anda değil. Bu ülkeyle de alakalı bir şey. Ülkeyi çok seviyorsunuz fakat aidiyetinizi kaybettiğinizi fark ediyorsunuz ve sürekli kendinizi sorguluyorsunuz. Çok tuhaf bir duygu.  Saksıdaki bir çiçek gibi ya da saksısı sürekli değiştirilen bir çiçek gibi. Hep eski saksısını özlüyor ve bir anlamda toprakları da seviyor. Böyle tuhaf bir serüven bizim kuşağımız. Bizim kuşağa siz apolitik kuşaksınız falan diyorlar. Biz belki de biz sadece seviyoruz ve sevdiğimiz için dışlanıyoruz ya da başkalarına göre kötü insanlar oluyoruz.Bu metinlerde bunları sorgulamak, bunlarla uğraşmak da hoşuma gidiyor. Çünkü aşk, sevgi, bir şeyi sevmek çok önemli. Bu oyunda bu var. Buna inanıyorum.

Hangi karaktere daha yakın hissettiniz? Karakterleri nasıl gördünüz?

Ayfer Dönmez: Ben şunu fark ettim. Yaşlıların hırçın olmaya hakları var. Kendi hırçın tarafıma yaklaştım biraz. İstediği şeyi söyleyebilir, artık korkacak hiçbir şeyi, kaybedecek hiçbir şeyi kalmamış. O açıdan böyle bir şeyle tanışmak çok zevkli geldi. Orada çok büyük bir neşe başlıyor bence. İkinci bir çocukluk gibi yaşlılık. Ne kadar bize ilerde bir uzaklık gibi görünse de tekrar çocukluğa dönülmüş gibi oluyor. Belki bir çocuk oyna deselerdi de aynı yere gidecektim, beden olarak değil ama ruh olarak çocuksu bir yer.

Nasıl çalıştınız?

Ayfer Dönmez: Biraz zaman verdik aslında. Çok büyük bir handikaptı. Yani hemen bir yaşlı sesi taklit edeyim, hemen bir beden bulayım. Asla bunu hemen yapmadık. O, gelene dek bekledik. Belki 1,5 ay bekledik, denemedik. Kendiliğinden karakteri anladıkça, o farklılıkları ortaya çıkardıkça karakter organik olarak çıkmaya başladı. Duruşu, hırçınlığı, keskinliği ile.

Melis Öz: Ben her üç kadında da kendimden bir şey buluyorum. Zaman aralıklarını ve ilişki durumlarını çıkarttıkça o kendiliğinden karakterler oluşmaya başladı. Hepsi, çocuk da genç de yaşlı da, orta yaşlı da ergen de her biri kendiliğinden oluştu. Biri geleceğim, biri annem, biri anneannem. Mesela dedem alzheimerdı ve bir şekilde hepsi benim hayatıma, tarihime benim varoluşuma bir yerden dokunuyor. Benim hepsinden muhakkak ki bir takım özelliklerim var. Belki şımarıklığımı anneannemden almışımdır, belki Okan’a, sevgilime sert tavırlarımı annemden almışımdır vs. Annemin bana sertliğinden ben sevgilime bir sertlik gösteriyor olabilirim. Yani  hepsi birbirinin içinde kaynaşık. Elbette kendi yaşıma en büyük yakınlığım ama hepsinde de bir yakınlık var.


Başak Kıvılcım Ertanoğlu: Benim için de anne diyebilirim herhalde, bana en yakın rol olarak. Ama mesela en uzağım Melis ya da anneanne de diyemiyorum. Sadece belki Melis yaşında o kadar cesur değildim. O daha cesur. Ya da anneannenin yaşına geldiğimde daha cesur olacağım.

Peki, Türkiye’de sizce tiyatro nereye gidiyor? Uluslararası örnekleriyle ve kendi iç dinamikleriyle karşılaştırdığımızda nasıl görüyorsunuz?

Murat Mahmutyazıcıoğlu: Ben 2005’lerden sonra tiyatro yapmaya başlayan biriyim. Bu Beyoğlu’ndaki alternatif mekanların açılmasıyla beraber çok üretim yapan tiyatroculardan bir tanesiyim. Tabii şu an her şey çok daha zorlaşmaya başladı ama bence üretim olarak çok özel örnekler izliyoruz. O bizim dönemin genç kuşak tiyatrocuları belki çok geniş kitlelere ulaşamıyorlar ama tiyatro için, ilerisi için önemli şeyler yapıyorlar diye düşünüyorum. Bir çok oyun yazarı var. Benim, hepimizin arkadaşları. Bunlar periyodik olarak oyun yazmaya devam ediyorlar, bu çok önemli. Heves değil yani.

Bir iddia ve bir ısrar var?

Murat Mahmutyazıcıoğlu: Evet bir iddia ve ısrar var ve bu önemli. Çok insana ulaşıyor mu? Ulaşmıyor ama sanatın derdi bu değil. Bu ülkedeki kültür politikası ile alakalı bir durum. O bizim sanatçı olarak yaratımımızı ilgilendirmiyor. Biz üretmeye devam ediyoruz. Ben çok umutlu ve güzel görüyorum.

Melis Öz: Ben de aynı şekilde umutlu ve güzel görüyorum. Yani şöyle ki biz işimizi seviyoruz, insanlar izlediği şeyi seviyor ve çevremdeki herkes aynı şekilde işini çok severek ve canhıraş yapıyor. Elbette yurtdışında olanaklar vs. daha fazla olarak sayabiliriz. Tarih boyunca da Türk Tiyatrosu hep bir tık geriden gelmiştir. Ben önce çevreme, tüm arkadaşlarıma beni yetiştirenlere ve kendime güvenerek umutlu bakıyorum.

Başak Kıvılcım Ertanoğlu: Çok fazla mekân olması, çok fazla yazar olması, çok fazla oyuncu olması seyirci olarak da oyuncu olarak da benim işime yarayan bir şey. Yılmadan, inatla bunu yapmaya devam etmek bir şekilde, ister küçük mekan olsun, alternatif mekanlardan bahsetmiyorum, küçük olsun büyük prodüksiyonlar olsun ya da daha kendi yağında kavrulan tiyatrolardaki bu inat sanırım daha iyi bir yere götürecek. Çünkü bu bir heves değil gerçekten. Bakkal nasıl dükkanını açıyor, biz de her yıl oyun yapıyoruz, oyunda oynuyoruz. Oyunlarda oynuyoruz ama başka arkadaşlarımızın işlerine gidip yardım ediyoruz, ucundan tutuyoruz, bir şeylere destek oluyoruz. Bu dayanışma hali bence çok değerli. Bir karşılaştırma ne kadar doğu bilmiyorum ama bizim bu halimiz de başka yerde yok, o yüzden bu topraklar, bu coğrafya güzel. Dolayısıyla buradan bir çıkış, buradan bir kurtuluş hali olacak bence.

Ayfer Dönmez: Ben de çok umutluyum. Bu sene gerçekten çok sevdiğimiz bir metni oynadığımız için kendimi şanslı hissediyorum. Ama başka oyunlara gittiğimizde de görüyoruz ki çok yeni şeyler yapılıyor. Evet kıyaslandığında yurtdışında çok ciddi bütçeler ayrılıyor oyunlara. Ama bir şekilde sanat sınırların arasında yaratıcılığın arttığı bir şey olduğu için çok daha minimal şeyler içinde, sınırlar arttıkça kaçınılmaz olarak yaratıcılık artıyor. Biz de bunu yaşıyoruz. Yazarlarımız çok arttı ve eskiye göre çok daha iyi şeyler üretiyorlar. Oyunlardaki yaratıcılık da arttı. Umarım diğer eksiklikler de tamamlanır.

BAM İstanbul devam edecek mi?

Murat Mahmutyazıcıoğlu:  İstiyoruz. Ben açıkçası kendi metinlerimi kendim yönetmek istedim ve BAM üzerinden yapmak istiyorum. Hepsi aynı anda olmayabilir belki ama bu kader arkadaşlığı, oynamayabilir, oyunda başka bir şey yapabilir. Ben yönetmem başkası yönetebilir. Ama devam etmek istiyoruz.
 

Mayıs programı:

17 Mayıs Çarşamba Barış Manço Kültür Merkezi/Kadıköy 
20 Mayıs Cumartesi İkinci Kat/Karaköy
22-29 Mayıs Kadıköy Theatron
25 Mayıs Perşembe Toy İstanbul
 

Ödüller:

Murat Mahmutyazıcıoğlu; Tiyatro Eleştirmenleri Birliği Yılın Yerli Oyun Yazarı

21. Yapı Kredi Afife Tiyatro Ödülleri’nde Cevat Fehmi Başkurt Özel Ödülü

Başak Kıvılcım Ertanoğlu; Sadri Alışık Tiyatro ve Sinema Oyuncu Ödülleri, Tiyatro dalında Yılın En Başarılı Kadın Oyuncu


www.bamistanbul.com