"Omikronu o kadar küçümsemeyin"

-
Aa
+
a
a
a

Değişik coğrafyalardaki farklı yeme-içme alışkanlıkları Covid-19'un seyrinde nasıl bir etki yaratıyor? 'Long Covid' nedir? Covid-19'un insan fizyolojisine uzun süreli etkileri neler? Viroloji uzmanı Selim Badur en güncel araştırmalar ışığında açıklıyor. 

maske değişimi
Reuters
Selim Badur'la Korona Günleri: 7 Şubat 2022
 

Selim Badur'la Korona Günleri: 7 Şubat 2022

podcast servisi: iTunes / RSS

(7 Şubat 2022 tarihinde Açık Radyo’da, Korona Günleri programında yayınlanmıştır.)

(Bu metin hızlıca hazırlanmış bir ses kaydı deşifresidir, nihai biçiminde olmayabilir.)

Ömer Madra: Günaydın Selim Badur, merhabalar!

Selim Badur: Günaydın, günaydın efendim, günaydın Özdeş, günaydın Feryal!

Özdeş Özbay: Günaydın!

SB: Herkese iyi haftalar diyerek başlayalım ve hemen sayısal değerlere bakalım. Bu sabah itibariyle, John Hopkins Üniversitesi’nin web sitesinde dünyada 394.700 bin kadar olgu var, yaşamını yitirenlerin sayısı da 5.7 milyonu aştı. Geçen haftaki sayıları çıkarıp böldüğümüz zaman günlük ortalama 2.9 milyon yeni olgu listeye eklenmiş. Bu tabii çok büyük bir sayısal değer, son iki haftadır hep üç milyonun üzerindeydi, biraz düşmüş, 2.9 milyon ama yine de bir günde, dünyada bildirilen olgu sayısı olarak değerlendirdiğimizde oldukça yüksek bir sayı. Ancak bu yüksek sayı ne kadar gerçeği yansıtıyor? Neden böyle bir cümle kurdum, çünkü, hatırlayacaksınız, geçen haftalarda DSÖ olgu sayısının, bildirilenin 2-3 misli fazlası olduğunu, yapılan bir matematik modellemeye göre Hindistan ve Bangladeş’te de ölenlerin bildirilenlerin 7%’si kadar daha fazla olduğunu belirtmişti. Şimdi bu kez de Danimarka’dan bir çalışma yayınlandı; Danimarka’da kan bankalarında, Ocak 2022 döneminde kan bankalarındaki örneklerde kanlarda antikor taraması yapmışlar, antikorları ararken de nükleokapsit proteinini kullanmışlar. Neden bunu belirttim? Bu bir ayrıntı gibi görülebilir, hani aşılılarda, aşıdan dolayı gelen antikorları ayırt etmek için. Nukleokaksit proteini antikorları sadece bu aşının içinde olmadığı için bu protein, sadece enfeksiyonu geçirenlerde gerçekten bu pozitifi yakalayacaktır. Sonuçta yaklaşık beş bin kan donörüne bakıldığında, Danimarka’da saptanan olgu sayısı bildirilenin tam iki misli olarak çıkıyor. Bu kısaca durumun vahametini gösteriyor. Tabii buradan Türkiye’ye geçip 1-2 şey söylemek istiyorum, özellikle resmi açıklamalara karşı hani biraz temkinli, kuşkulu davranıyor bütün toplum, bir “acaba mı, gerçekleri yansıtıyor mu?” sorusu var. Daha çok çeşitli bağımsız bilim insanlarının söylevleri üzerinden değerlendirmeler yapılıyor. Özellikle Bilim Akademisi’nin bu Sarkaç sitesinde, birtakım bilim insanlarının değerlendirmeleri var, onların grafik çalışmaları var. Bu kez de Güçlü Yaman’ın bir yorumun göre, onun çizdiği tabloda günlük ölüm sayılarında Şubat ayında, 1 Şubat’tan itibaren ölümlerde çok ciddi bir artış var. Kendi yorumu “2022 ölümleri aldı başını gidiyor, ne salgın yıllarında ne önceki yıllarda bu zamanda böyle bir tırmanış görülmedi. Bu tırmanış nasıl ve ne zaman duracak?” diye bir sorusu var. 

ÖM: Bu yani yeni bir durum, şubat dediğiniz 1 hafta önce.

SB: Tabii tabii, son bir haftanın günlük ölüm sayısında şimdiye dek görülmemiş bir artış var. Bunu belirtmekte yarar var sanıyorum ve bu da hani öyle kafadan atılmış bir yorum, görüş değil; matematik modellemelerle yapılan gayet somut, bilimsel bir bulgu. 

ÖM: Halihazırda zaten verilmiş rakamlarda, yani John Hopkins rakamlarına göre de yarım milyara doğru gidiyor, 400 milyon insanın yaklaşık olarak yakalanmış olduğu görülüyor. Çok ciddi bir rakam da sayılabilir herhalde değil mi? Ölüm sayısı da altı milyona doğru gidiyor. 

Vakalara ilişkin küresel verilerle Sağlık Bakanlığı verileri arasındaki %20'lik fark

SB: Evet, altı milyona doğru gidiyor. Tabii yeni olgulara baktığımız zaman, örneğin 6 Şubat günü Amerika’da 104 bin yeni olgu, Almanya’da 127 bin, Fransa’da 214 bin, Brezilya’da 158 bin, Türkiye’de de 98.715 yeni olgu var. Yani bir günde yüzbinlerle ifade edilen yeni Covid-19 vakası saptanmakta, önemli bir durum. Amerika’da ölenlerin sayısına baktığınız zaman 900 bini geçti, günde ortalama 2400-2500 kadar insan yaşamını yitiriyor. Amerika’nın %64’ü tam aşılı. Şimdi bu %64 tam aşılı deyince hemen parantez açmama izin verin; Our World in Data sitesine baktığımız zaman -orada bütün aşılama ile ilgili veriler grafiklerle değerlendirilmekte- dünyada 10 milyarı aştı, 10 milyar doz aşı kullanıldı. Bu sitenin değerlendirmesine göre Türkiye’de tam aşılı, yani iki doz aşı alanlar toplumun %61,7’si, Türkiye’de 52,5 milyon kişinin tam aşılı olduğu söyleniyor. Şimdi bu ne demek diye baktığımızda, neden buna değinmek istedim? Çünkü % 61,7 aşılı var diyor, ama Sağlık Bakanlığı %80’in üzerinde aşılamadan bahsediyor. Bu durumun, bu farklılığın nedeni -yani %20’lik bir fark var- Sağlık Bakanlığı burada 18 yaş üzerindeki aşılıları bildiriyormuş, bu site ise 12 yaş üzerini. İşte böyle bir yaş dilimi farkından %20’lik farklılık ortaya çıkıyormuş, görenler ne yaman bir çelişki demesinler diye bunu da belirtmekte yarar var. Brezilya’dan falan bahsederken, işim gereği Latin Amerikalı bir grupla haftada bir kez görüşüyorum, Brezilya’dakilerle görüştüğüm zaman cuma günü ilginç bir bilgi verdiler, basında görmedim bunu; Brezilya’da sağlık bakanlığında çalışan bir grup Bolsanaro yanlısı bir rapor yayınlamış, yayınladıkları raporda özetle hidroksiklorokin -bu artık dünyanın terk ettiği bir ürün- üzerine “Hidroksiklorokin iyidir, aşılar da kötüdür. Zaten bu aşıların da nereden çıktığı belli değildir.” diye bir rapor yayınlıyor, bu sağlık bakanlığı içindeki bir grup. Tabii hemen bu kişiler hakkında soruşturma açılıyor filan ama böyle garip şeyler -üstelik de resmi ağızlardan açıklama- ile herhalde Brezilya’da toplumun kafasının iyice karışmasına yol açan açıklamlar yapılıyor. Danimarka ve Norveç’ten sonra İsveç ve Avusturya da olguların artışına rağmen kısıtlamaları artık yavaş yavaş, peyder pey kaldırıyor. Böyle yapıyorlar ama Avusturya aynı zamanda aşı zorunluluğunu getirdi, yasa geçti parlamentosundan ve 5 Şubat itibariyle aşı zorunlu hale geldi, bu ilginç.

ÖM: Yani olmayanlar cezalandırılacak mı bu durumda?

SB: Herhalde birtakım kısıtlamalar getiriliyor, ayrıntısına doğrusunu isterseniz bakmadım, onu incelemekte yarar var, çünkü böyle zorunlu aşıyı gündeme getiren ilk ülke olarak kayıtlara geçti. 

ÖÖ: Evet, benim önümde şimdi Deutschewelle’de açık, 600-3600 Euro arası ceza kesilecek. Bu arada bu zorunluluk 18 yaş üstüneymiş.

SB: Evet, tabii dünyada Covid’in dışında iki noktaya değineyim sonra devam edeceğim Covid’e. Sivrisineklerde Kunjin virüsü -bu virüs daha çok kanatlılara bulaşan sivrisineklerin taşıdığı bir virüs, ender de olsa insanda beyin hasarına yol açıyor, ensafaliteye yol açıyor- bu kunjin virüsüyle ilgili birtakım olgularda, insan olgularında artış var. Bir de Uganda’da Kyotera bölgesinde altı aydır bilinmeyen bir etkenin neden olduğu bir salgın var. Şimdiye dek 13 kişi yaşamını yitirmiş, hipotermi, ısının düşmesi yüzde, ensede, gözlerde şişlik, ateş, kusmayla falan devam eden ve nedeni bilinmeyen bir bulaşıcı hastalıktan bahsediliyor. Yani bu işin sonu gelmiyor, bunu demek için bu iki örneği verdim. Bir de bilgi daha; hepimizin duyduğu en azından multiskleroz hastalığı, MS hastalığı vardır, işte bir ottoimmün hastalık merkezi sinir sistemini tutan; bu hastalığın şimdiye dek nedeni bilinmiyordu, acaba EBV denen bir virüs vardır, bu virüs mü yol açıyor, böyle bir soru atıldı, neden? Çünkü Science dergisinde 13 Ocak’ta çıkan bir yazı çok tartışmaya yol açtı -MS hastalığının EBV ile ilgisini yarın Güven beye de sorarız, nasıl bir nörolojik hastalık olduğunu-  bu da gündemde tartışılmakta bilim dünyasında.

ÖM: Tam bu noktada ben bir şey daha sorabilir miyim? Demin, Guardian gazetesinde Kennington imzalı önemli bir makale çıktı. Bilim insanlarının çok kuvvetli bir eleştirisiyle karşılaşılmış yeni bir araştırma sonucundan bahsediyorlar. Yani pandemide sadece en çok şununla ilgileniliyor, yani “Bir kere virüsler insanları enfekte ettikten sonra onun üzerine yayılmasını, yeni virüslerin yayılmasını önlemeye yönelik bir ağırlık tanınıyor. Oysa temel sebeplere hiç gitmiyorlar, bu da modern zamanların, çağımızın en büyük budalalıklarından biridir.” demişler. Büyük bir isim, Harvard ünivesitesinin iklim, sağlık ve küresel çevre enstitüsünün başındaki Prof. Aaron Bernstein söylemiş bunu. Çok önemli, yani virüslerin yaban hayatını etkilemesinden, insanlara atlamasını durdurmak için çalışmak, yaban hayatını korumak, doğayı korumak çok daha ucuza gelir; yani %10’unu bile bulmaz, diyorlar. Çok ilginç bir şey aslında.

Aşı patentlerinde bir gevşeme söz konusu olacak mı? 

SB: Evet, daha ucuza gelir ama aynı zamanda bir şeylerden vazgeçilmesi lazım. O konuda değindiğiniz çözüm yolları biraz zor gibi geliyor bu dünya düzeninde. Tabii pandemi bittikten sonra sadece politikacıların bazı çelişen tuhaf, yersiz açıklamalarını eleştiriyoruz, bunlar konuşuluyor ama herhalde bilim dünyasının tercihleri, öncelikleri bu pandemi sonrasında bir değerlendirmeye alınmalı. Teknoloji alanında ne düzelmiş, ne ne kadar ilerledi, Mars’a da gidiyoruz derken üçüncü yıla girdik, üç yıldır hâlâ bir antiviral ve uzun soluklu, kesin sonuç getiren bir aşı üretilememesi bana kalırsa üzerinde düşünülmesi gereken bir nokta. 

Şimdi bir haber, önemli bir haber olduğunu düşünüyorum, hem DSÖ’nün bülteninde yayınlandı hem de sizin çok değindiğiniz -ben ilk kez görüyorum- Democracy Now!’da vardı; Afrika, MRNA aşısı üretmeye başlıyor, bu önemli bir gelişme, özellikle Güney Afrika başkanı Cyril Ramaphosa “Biz ilk defa olarak böyle bir anlaşmayı yaptık.” diyor. İlginçtir, Emmanuel Macron, Fransa Başkanı’nın Güney Afrika’yı ziyareti sırasında da bu konu ele alındı. Sonuçta “Biovac” isimli Güney Afrika’lı aşı üreticisine, Moderna aşısının MRNA formülünü alarak verilmiş kendilerine. Bu hiçbir şekilde patent yasasını delmek ve teknoloji transferi falan değil, öyle anlaşılmasın, öyle yapmadı MRNA aşısı üreticisi olan Pfizer-Biontech ya da Moderna, onlar sadece kullandıkları sekans dizi formülünü verdiler. Bu Biovac firması ya da kuruluşu da kendi geliştirdiği MRNA teknolojisiyle Moderna’nın formülünü kullanarak aşı üretmeye başlayacak. Büyük bir olasılıkla 2022 yılının sonuna aşının yetişeceği söyleniyor. Böylece ilk defa, gelişmekte olan bir ülkede MRNA aşısı özgün bir şekilde üretilecek. Bu önemli bir gelişme.

ÖM: Aslında çok önemli hakikaten çünkü şimdiye kadarki ‘game changer’ dedikleri bütün her şeyi değiştirebilecek nitelikte bir gelişme olabileceği de söyleniyor değil mi? Nature dergisiyle de konuşmuşlar.

SB: Patent yasasına bu kadar sıkı sıkıya bağlı olup onun arkasına sığınan yöneticiler umarım baltalamazlar bu girişimi diye bir temennide bulunup korkumu en azından belirtmiş olayım. Çok mu karamsarım bu sabah bilmiyorum ama karamsar olmamak için neden yok. DSÖ’nün diğer bir açıklaması var, biraz önce siz de değindiniz ama farklı açıdan belirteceğim sayısal değerleri; atıklar konusunda. Şimdi bu atıklarla ilgili, Mart 2020 – Kasım 2021 arasında özel olarak sadece Covid üzerine çalışan sağlık personelinin giydiği giysilerin oluşturduğu atık 87 bin ton imiş. Kullanılan tanı kitlerinden gelen atıklar, buna baktığımız zaman 2600 ton plastik buradan kaynaklanıyor, 731 bin litre kimyasal atık çıkıyor, 144 bin ton da iğne, enjektör ve iğnelerin atıldığı plastik kutular. Sonuçta Covid-19’da işte kan alma, herhangi bir ilacı verme gibi konularda çalışıldığında çok ciddi bir atık sorunuyla karşı karşıyayız ki burada sadece kullanılan malzemeler üzerinden ortaya çıkan atık miktarlarını belirtiyorlar. Maskeler, eldivenler burada yok, onları da katarsanız çok ciddi bir sorun var. Yani üzerine düşünülmesi, çözüm bulunması ve ivedilikle bu işin yapılması gerekiyor diye düşünüyorum. 

ÖM: Bir de özellikle eldivenler üzerine, çoğu zaman çok da gerek olmadığı halde kullanılması ve muazzam bir kirlilik yarattığı konusunda da bir şey okudum.

Hastalığı geçirenlerde diyabet riski ve 'long Covid'

SB: Şimdi DSÖ’nün Avrupa bölge direktörü Hans Kluge var, kendisi “Pandemi ile adeta ateşkes süreci yaşamaya başladık. Umarım bu bizi barışa, bir arada barış içinde yaşamaya götürür.” demiş ama geçen hafta, bu son hafta sadece Avrupa kıtasında 12 milyondan fazla olgu var ve 63.400 kadar kişi de yaşamını yitirmiş. Bu arada çeşitli bilimsel çalışmalar var; bunlardan bir tanesi, Covid hastaları arasında, 144,768 hastaneye yatmamış, ayaktan tedavi gören Covid hastası varken 24 bin kadar da hastaneye yatan hasta tespit edilmiş. Bunlar da uzun soluklu olarak ne oluyor? Hastalık geçtikten sonra, yani ayakta takip edilen hafif hastalar olsun, uzun süre hastaneye yatan hastalar olsun iyileştikten sonra bunları ne bekliyor, ne gelişiyor diye bakmışlar. Bu CDC’nin yaptığı ‘long Covid’le ilgili bir çalışma, çalışma Jama dergisinde yayınlandı. Sonuçta ciddi oranda, olguların %4,5’unda nefes darlığı ama daha da ilginci diyabet geliştiği belirtiliyor. Bu konuda geçenlerde sevgili Ali Bilge ile konuşuyorduk, böyle bir ‘long Covid’in, işte yorgunluktu, nefes almada güçlüktü, öksürüktü uzun vadede kalıcı etkiler yaratmasına, bir de diyabetin, yani şeker hastalığının gelişmesi eklendi. Bu önemli bir durum diye düşünüyorum. 

ÖM: Evet, asrın salgınlarından biri, belki de birincisi sayılabilir diyabet de çünkü böyle bakıldığında çok önemli yani.

SB: Onun getirdiği bir sürü olumsuzluk var. Çok haber var, örneğin DSÖ iki yeni tedavi ajanını, ilacını açıkladı. Bunlardan bir tanesi sotromivab, bir monoklonal antikor, tedavi amaçlı kullanılıyor. Çeşitli mono antikorlar vardı ama içlerinde omikron varyantına etkili olan tek bu. İkincisi de bir jakkinaz yolu inhibitörü. Ne demek bu? Yani immün sistemi baskılayıcı, hastalığın ağır olgularda, ileri aşamalarında immün sistemini baskılamak için kullanılacak baricitinib hap. Bu iki preparatı daha sonra daha sık duyacağız. İlginç bir çalışma Japonya’dan; Japonlar şöyle bir şey yapmışlar, Peru, Yeni Zelanda ve Japonya’daki milyonda bulunan olgu ve ölüm sayısına bakmışlar. Örneğin Peru’da 1.088 binin üzerinde olgu var, altı binden fazla yaşamını yitiren kişi var; Yeni Zelanda’da bu oran bir milyonda üç bin olgu, 10 tane sadece ölüm var; Japonya’da ise bir milyonda 17 bin kadar olgu, 146 kadar yaşımını yitiren insan var. Bu üç farklı toplumda bunların nedenini farklı açılardan, beslenme alışkanlıklarına, farklı toplumlarda bağırsak floralarına bakmışlar. Yani mikrobiyotaya bakmışlar, bunların sindirim sistemlerinde bulunan bakteriler farklı mı acaba, diye. Evet, Japonya’da olinsella isimli, batıda çok görülmeyen bir bakteri, batıda yaşayanların bağırsaklarında çok sık rastlanmayan bu bakterinin Japonların sindirim sisteminde çok yaygın bir şekilde görüldüğünü ve bununla ilintili olarak saf asitlerinden ürsodeodoksikolat isimli bir maddenin çok fazla olduğunu tespit etmişler. Kısacası, bir bakteri ve onun metabolizma ürünü olan bir safra asiti Japon bireylerin bağırsak floralarında çok yüksek miktarda var. Acaba bu, hastalığın, Covid’in seyrini etkiliyor mu, diye bir teori ortaya atıyorlar. Üzerinde durulması gereken bir konu, çünkü bu mikrobiyotanın farklılığı beslenmeden kaynaklanan mikrobiyota farklılığının örneğin antibiyotik duyarlılığı ya da aşıya yanıtı etkilediği biliniyordu. Acaba bu hastalığın da seyrini etkiliyor mu, bu da önemli. 

ÖM: İleride bunu biraz daha ayrıntılı konuşma fırsatı buluruz inşallah çünkü yeme, içme, beslenme biçimiyle bu hastalık arasındaki ilişki çok temel bir şey yani. 

SB: Ben bu konuyu özellikle aşı etkinliğiyle ilgili bir dönem çalışmıştım; İsveç, Danimarka gibi İskandinav ülkeleriyle, Burkina Faso gibi Afrika ülkeleri tamamen farklı bir beslenme alışkanlığına sahip. Bu, beslenme alışkanlığı ve bulunan bakterilerin isimlerini değiştiriyor, kuzey ve güney ülkelerinde hangi bakteri gruplarının olduğunu. Bu farklı bakteri grupları hangi ürünler salgılayarak o ülke çocuklarına uygulanan aşı etkinliğini nasıl değiştiriyor, buna ait bir çalışma vardı…

ÖM: Belki bir de şunu konuşma fırsatı buluruz, yani bitki temelli beslenmeyle…

SB: Tabii tabii.

ÖM: Yani veganlıkla bu hastalık arasında nasıl bir…

SB: Vegan ve diğer tür beslenenlerin 

ÖM: Evet, farkı var mı diye… Evet, ilginç olabilir.

"Omikronu o kadar küçümsemeyin"

SB: Biliyorsunuz “Omikron son varyant, çok hızlı yayılıyor ama korkmayın hafif seyrediyor.” deniyordu. New England Journal of Medicine’de Roby Bhattacharyya isimli bir araştırıcı ve ekibi ilginç bir bulguya, saptadıkları bir bulguya değiniyorlar; buna göre “Omikron aslında hafif falan seyretmiyor. Omikron varyantıyla enfekte olanlarda hastalık, sadece omikronun devreye girmesi çeşitli toplumlarda hem aşılanarak hem de enfeksiyonu geçirerek belirli bir miktarda bağışıklık olduğundan bu kişilerde omikron hafif geçiyor.” diyorlar, yani “Omikronu o kadar küçümsemeyin” diyorlar. Böyle bir iddia var. Gönüllü çalışması başladı, bu ilginç bir nokta, şimdiye kadar etik açılardan yapılmıyordu. Yani şu anda 18-24 yaş grubundan 34 gönüllüye düşük miktarda SARS-CoV-2 virüsü burunlarından veriliyor. İşte 18’i, %53’ü enfekte olmuş, hafif seyrediyor ama bu şekilde deneysel enfekte edilen gönüllülerde hastalığın seyri, hastalığın farklı aşamaları, vücutta oluşan hasarlar inceleniyor; vücutta oluşan hasar deyince unutmadan hemen belirtmem gereken bir nokta var, National Geographic katkısıyla çıkan ve dünyadaki en gelişmiş görüntüleme sistemleri kullanılarak bu Covid-19 hastalarının akciğerlerinde olup bitenler, virüs hangi damarlarda ne kadar yayılıyor, bu gösterildi. Bu çok çarpıcı fotoğraflar eşliğinde, bir rapor şeklinde yayınlandı. Özellikle aşılandıktan sonra hastalığa yakalanan, aşıya rağmen hastalanan, yani aşı olmuş daha sonra virüsle temas ettiğinde yine de hafif bir hastalık geçiren bireylerdeki akciğer bulgularının ne kadar hafif olduğunu gösteriyor. Bu önemli bir bulgu, özellikle görüntüler çok çarpıcı, bu görüntüleme teknolojisinin geldiği noktayı belirtmekte yarar var. 

ÖM: Yani aşının pozitif bir yararı olduğu…

SB: Elbette, yani “Aşılandım, yine de hastalandım.” diye etrafımızda duyuyoruz, “Üç doz A ya da B aşısı oldum, ama yine de hastalandım.” diyenler genellikle çok daha hafif, çok daha kısa sürede atlatıyorlar. 

ÖÖ: Cumhurbaşkanı Erdoğan da üç doz olmasına rağmen olmuş.

SB: Evet, yani kendisi de, ailesi de hafif atlatacaktır, bu verilere dayanarak böyle bir genelleme yapmak mümkün herhalde. Evcil hayvanlarda saptanmaya başladı; önce tavşanlarda, Montpellier
Üniversitesinin çalışması, daha sonra SARS-CoV-2 Uzak Doğu’da hamsterlarda saptanmaya başladı. Bir diğer, bu sabah gördüğüm bir bilgi de ABD’de ocak ayında 467 bin yeni iş yaratılmış, “Amerika işe geri dönüyor” sloganıyla verilmiş bu haber, böyle bir bilgi var. Pandeminin başından beri yaklaşık 2.9 milyon iş kaybıyla yaşıyordu, yavaş yavaş ekonomi toparlanıyor, Amerikan ekonomisi, işsizlik oranı azalacak gibi bir çalışma. Son dakikalara girerken bu senin ilgini çekebilir diye düşünüyorum. Avustralya’dan bir haber, aşı karşıtı ünlü tarot falcısı varmış, Helen Dean yaşamını yitirmiş; tarot falcılığı, aşı karşıtlığı, aşı bir işe yaramaz diye bilgiler yayan bir kişi. 

ÖM: Tarot falcısı Covid’den mi yoksa?

SB: Evet Covid’den. 

ÖÖ: Geleceği görememiş anlaşılan!

SB: Ya da yanlış görmüş! Evde yapılan testlere ait birtakım çalışmalar çıkmaya başladı. Özellikle bu testler işte %70 kadar duyarlı, insanların nasıl değerlendirecekleri çok sübjektif; özellikle hafif pozitifliklere bazıları pozitif diyor bazıları negatif diyor. Tüm bunları biliyorduk ama özellikle çocuklarda oldukça çok sayıda yalancı negatif durumu, yani hastalık olduğu halde sonuç negatif çıkıyor, buna dikkat etmek lazım. Özellikle ısrarla altını çizdiğim bir şey bu; hızlı testlerin devreye girip yaygın kullanılması ülkemizde sağlık kurumlarında ve deneyimli kişiler tarafından uygulanması. Yoksa insanlar Fransa’da ve başka ülkelerde olduğu gibi satın alıp ya da kendilerine dağıtılan testleri evlerinde kendileri uygularlarsa eğer Türkiye’de bunun pek doğru olmayacağı şeklinde... Bir başka çalışma da erişkinlerde, “Ya ben test yaptırmadım ama ben galiba covid geçirdim.” diyen çok sayıda insan var. Buna ait bir çalışma yapılmış, yine Jama’da yayınlandı; Baltimore’dan John Hopkins Üniversitesinden Doris Sege ve arkadaşları tarafından. Bunlar, bu tarz, test yaptırmadan “Ben Covid geçirdim herhalde.” diye düşünen insanların %45’inde Covid bulgusu filan yokmuş. Yani antikorlara bakıp Covid geçirip geçirmediği anlaşılıyor. Yani birazcık evham da oluşmaya başladı gibi sanki bu konuda. Başka haberlere bakarken isterseniz programda birazcık kendi alanımı aşıp - belki Açık Dergi’de İlksen bahsedecekti ama-  bir sergiye değinip bitirmek istiyorum. Nereden çıktı diyeceksiniz, hemen bağlıyorum; İstanbul’da, Pera Müzesi’nde “İstanbul’dan Bizans’a” isimli sergiyi izleme olanağı buldum. Pera Müzesi’nin üçüncü katında “Yarına Notlar” diye bir sergi var, sergi tanıtımından okuyorum, “İki yıldır yaşadığımız Covid-19 küresel salgınının yarattığı kaos ortamında çağdaş kültürdeki değerleri, ilişkileri sorgulayan bir sergi.” 25 ülkeden 29 sanatçı oldukça ilginç, hani Covid’in sanata yansıması yavaş yavaş başlıyor ülkemizde, bunu görüyoruz. Özellikle bu Kolombiya’nın Bogota şehrinde bir kamusal sağlık sisteminin eski sembolü olan bir hastaneye ait aletler kullanılarak yapılan bir performans ve onun fotoğrafları vardı, çok çarpıcıydı, çok ilginçti. Böyle de bir sanat haberiyle bitireyim. İlksen de kusura bakmasın…

ÖM: Tam tersine, hiçbir haber hiç birimizin tekelinde değil. 

ÖÖ: Görüşmek üzere.

SB: Teşekkürler.