"Siyasetimizde Retro Zamanları"

Seyyare
-
Aa
+
a
a
a

Açık Gazete'nin Seyyare köşsesinde Sezin Öney'le, 24 Haziran erken seçimlerine haftalar kala muhalefet kanadının adayları konusunda süren tartışmalara ve Türkiye'nin demokrasi açısından geldiği duruma değindik.

Seyyare: 27 Nisan 2018
 

Seyyare: 27 Nisan 2018

podcast servisi: iTunes / RSS

 

Ömer Madra: Günaydın Sezin!

 

Can Tonbil: Merhaba, günaydın!

 

Sezin Öney: Merhaba, günaydın! “İnsan gerçekten hayret ediyor” diyordun, dönüp dolaşıp çünkü o noktaya geldik. Gene Abdullah Gül tartışması içine düştük. Siyasetimizde retro zamanları mı diyelim artık ne diyelim?  

 

ÖM: Evet.

 

SÖ: Daha önemlisi artık başkanlık sistemini herhalde kabullenmiş bir vaziyetteyiz ki adayları bu kadar hevesle ve heyecanla tartışıyoruz. Demek ki artık birisi öyle bir yazmış yorum yapmıştı, “geçen yıl 16 Nisan’da ‘hayır’ diyorduk şimdi de aday seçiyoruz, ne oldu arada?” diye. Hakikaten de yeni bir sistemin içindeyiz artık herhalde, bunu da kabul etmek gerekiyor ve sistemi de sistemin içinde değiştirmek gerekecek belki de ya da neyse önümüzde ne varsa artık olabilecekse. Bir yandan hakikaten de bir devir kapanıyor, ben de bazı rakamlar bekliyordum ne durumdayız, ne oluyor diye, yazacaklarımı yazabilmek için öngördüklerini, tahmin ettiklerim doğru mu acaba diye. Biraz da rakamlara bakınca öyle gözüküyor, nedir durumlar seçimlere giderken? Eski partiler eriyor, eski Türkiye hakikaten kapanıyor, eski partiler derken de işte CHP ve MHP’yi kastediyorum. Tarihi olan köklü partiler erirken yeni partilerde yükseliş var. Bu öyle çok birdenbire çatır çatır bir gidiş olmasa da nasıl söyleyeyim istikrarlı bir şekilde böyle bir irtifa kaybı yaşanıyor. CHP ve MHP’de eski oylarına göre neredeyse -5 Kasım ayıyla karşılaştırdığımızda, Kasım 2015 seçimleriyle karşılaştırdığımızda bir -5 puan neredeyse fark var. Bu da çok ciddi bir rakam ikisi için de, hele MHP için kesinlikle öyle. Aslında cumhurbaşkanının istediği şey oluyor, eski Türkiye gerçekten de bitiyor, bu medyasıyla işte Doğan Medya olabilir, partiler olabilir ve yeni bir Türkiye geliyor ama bu yeni Türkiye’nin ne olacağı da çok belirli değil. Bence işin ironik yönü AKP’yi aslında aşağı çekerek çünkü AKP de eski Türkiye’de kurulmuş bir parti olarak onu da aşağı çekerek ve aynı zamanda eski Türkiye’nin nasıl diyeyim hep nükseden hastalıklarına kapılmış bir parti olarak o da aslında aşağıya gidenler arasında, çekilenler arasında.

 

Can Tonbil: Bir şey söyleyebilir miyim bu konuda?

 

SÖ: Tabii ki.

 

CT: Eski ve yeni Türkiye olarak nitelendiriyoruz ama galiba gene aynı şeylerden, aynı aktörlerden bahsediyoruz, 1970’lerde, 80’lerde ve 60’ların sonlarında birbirleriyle kavga edenler, farklı fraksiyonlarda karşı karşıya gelenler şu anda gene aynı şekilde farklı fraksiyonlarda, farklı cephelerde karşı karşıya geliyorlar. Belki vitrin değişiyor ama modeller, mankenler bir şekilde kalıyorlar yaş üzerinden değerlendirdiğimiz zaman.

 

SÖ: Yaş üzerinde deyince mesela ismi geçen adaylardan da Yılmaz Büyükerşen’den bahsedelim. O da mesela evet başarılı bir isim olabilir Eskişehir’le ilgili olarak ama o da 81 yaşında mesela. Bizim Ömer Madramız gibi de değil yani şimdi! Biz Ömer Madra’yı niye aday göstermedik bu arada?

 

CT: İşi var!

 

ÖM: Böyle bir düşüncem olmadı ama hala vakit varsa hemen buradan çıkıp yapalım!

 

SÖ: Yok sizi bırakmayız, olmuyor.

 

CT: Sonra Can tek başına Açık Gazete yapsın!

 

SÖ: Can benimle başbaşa kalırsa pek mutlu olmuyor o zaman.

 

CT: Yok Sezin hanım öyle bir durum söz konusu değil.

 

SÖ: Şaka bir yana ama hakikaten bizim Ömer Madramız gibi enerjik, dinç ve böyle son derece genç bir isim olsa keşke cumhurbaşkanı adayımız. Biz de adaylara giriştik, biz de sistemi kabulleniyoruz! Şaka bir yana hakikaten de bu eski Türkiye ve yeni Türkiye konusunda evet Can haklısın, yepisyeni durumlardan bahsetmiyoruz açıkçası. Eski aktörler deyince zaten yeni kurulan İyi partinin lideri de Meral Akşener ki bu 90’ların isimlerinden bir tanesi kendisi. Dolayısıyla çok yeni durumlar değil evet, aynı zamanda bütün kutuplaşmalar, gerginlikler, gerilimler, Abdullah Gül ismi üzerinden de geçen yüksek gerilim hatları onu gösteriyor ki çok yeni durumlarda değiliz, tam tersi herkesin sabrının çok tükendiği ve bundan dolayı artık müthiş bir tahammülsüzlüğün de başladığı zamanlardayız. Bir yandan Abdullah Gül’ün isminin destekleyenlere gösterilen bir kızgınlık var, çok haksız bir kızgınlık olduğunu söyleyemeyeceğim şundan dolayı, Abdullah Gül bugüne kadar hareket geçmeyen bir isim olduğu için, bir türlü o kendisinden beklenen enerjiyi gösteremediği için aslında tahammülsüzlük biraz da ondan kaynaklanıyor. Bir yandan da tabii yeni bir şeye gideceksek ve hakikaten sistem değişikliğinin geriye dönüşü yapılacaksa gerçekten de daha yeni ve farklı isimler de aranıyor herhalde. Onun getirdiği bir asabiyet var muhakkak ama hakikaten gergin bir zamandayız ve bu seçimden çok şey bekleniyor.

 

ÖM: Ben de iki ufak ilavede bulunayım, bir tanesi Hasan Cemal “haydi gelin bir ilki başaralım” diye başlayan bir yazısının başlığında “bir numaralı sorunun Erdoğan ve 24 Haziran’ın bu açıdan büyük bir fırsat yarattığını, yani siyasi normalleşme, demokrasi ve hukuk, özgürlük istiyorsak ve yargı bağımsızlığını o zaman da seçim barajını sıfırlayan bir seçim yasasını doğru buluyorsak, güçler ayrılığını da demokrasinin omurgası sayıyorsak yeni bir başlangıç yapalım bütün partilerle. Gelin bir demokrasi platformu kuralım, bugüne kadar yapamadığımız bir işi başaralım ve demokrasi çatısı altında buluşalım. Gül’le ortak aday formülünün tutmadığı, CHP’de büyük tepki gördüğünü, Akşener’in de çekilmediği, yani görülen o ki birinci tura herkes kendi adayıyla gidecek. Şimdiki görev muhalefet güçlerinin Erdoğan’a karşı birleşmesi bir demokrasi görevi ve bunu yapabiliriz rahatlıkla. Rahatlıkla olmasa bile harika bir başlangıç yapabiliriz” diyor. Baskın Oran da “aday işinde hata yapılmazsa parantez nihayet kapanıyor” başlıklı bir yazı yazmış Agos’taki ‘İçli Dışlı’ köşesinde, haftalık yazısında ve “çatı adayı konusunda Mülkiye’den attıkları anayasa hocası Murat Sevinç arkadaşımla aynı fikirdeyim, Erdoğan’ın Allahtan isteyebileceği tek şey ilk turda tek adaydır, çatı adaydır, hele de Kılıçdaroğlu olursa. Abdullah Gül kabul ederse Erdoğan yine ilk turda kazanabilir, çünkü Gül’le birçok CHP’li oy vermeyebilir. Zaten çatı adayında mutabakat imkansızdır, kimse kendisininkinden vazgeçmez, en azından Akşener vazgeçmez. Boşu boşuna kavga çıkar. Özetle sonuç birinci turda mutlaka herkes kendi adayını çıkarmalı, zaten böyle yapılırsa da her biri Erdoğan’dan bir parça koparır, muhafazakar oylar dağılır. İkinci turda da iş basittir” diye bitirmiş.

 

SÖ: Basit veya değil, onun ötesinde hakikaten belki bu işin bir ruhu olacaksa, yani bu seçimler öncesi ne kadar büyük bir baskı döneminde olduğumuzu, ne kadar neler neler yaşandığını ve yaşanmakta olduğunu, uzatılmış OHAL ve bu halimizle ve aynı zamanda hala neler yaşıyoruz. Cumhuriyet davası vardı bu hafta, bütün o tartışmaların arasında ve çatır çatır en ağırından, olabilecek en ağırından yani açılmış dava çerçevesinde olabilecek ne ağırından cezalar yağmur gibi yağdı gazetecilerin üzerine. O kadar haksız ki yani şimdi gazeteci davalarında haksızlıklar var ama bu da yani artık

 

ÖM: Ayyuka çıktı değil mi? Mesela büyük bir sessizlikle de karşılandığını itiraf etmeliyiz. Yani pek çok gazetede birinci sayfada haber değeri bile bulunmadı, görmedi. Böyle bir problem var ama buna karşılık direniş konusunda Akın Atalay mesela adalet nöbetine hemen gidiyor çiçekler, alkışlar ve ‘Ey özgürlük’ şarkısıyla karşılanıp. 56.kez adalet nöbetine katılıp “hukuk bizden yana, iyilik bizden yana, bunları hiç terk etmeyeceğiz. Bu bizim kötülerle mücadelemizde en büyük silahımız” diyor. Böyle bir başka da direniş, başkaldırı var yani.

 

SÖ: Evet kuşkusuz Türkiye’yi manşetlere bunlar çıkamasa da çoğunluk gazetelerin bitmeyen bir muhalefet hali var. Bu aslında bir çoğunluk muhalefeti, azınlık muhalefeti de değil.

 

ÖM: Tam onu kastetmiştim ben de işte.

 

SÖ: Şöyle ki bu işte yansımayabilir vitrinlerine medyanın, vs. ama Türkiye de hiçbir zaman bir Rusya olmadı, yani gerçekten de halkın büyük çoğunluğunun mesela sistemi desteklediği veya sisteme razı geldiği bir şey de olmadı. Yani sürekli bir %50 var, hatta 60 var belki, zaten de bütün bu aslında tartışmalar hala seçim ortaya atıldığında oradan alabiliyor ve seçimler de olmak zorunda kalıyor. Yani neredeyse o %50-60’ın ötesinde aynı zamanda sürekli meşruiyetini seçimlerle sağlamak zorunda ve her yıl neredeyse işte bu 2007’den beri, o referandumdan beri bir türlü doğamayan bir sistemden bahsediyoruz; doğurulmaya çalışılan başkanlık sisteminden bahsediyoruz. Neredeyse her yıl ortalama vurduğumuzda Türkiye’nin önüne bir sandık gelmiş 2007’den beri baktığımızda. Bu işte sürekli kendini sağlamaya, sürekli meşruiyetini bir şekilde sandıkla göze sokmaya adeta ihtiyaç duyan bir düzenden, aslında düzene işaret ediyor. Burada gene işte o sandıkla, bu sefer çifte sandıkla kendini yaratmaya çalışacak bu sistem ve hakikaten de bir dönüm noktası olacak. Onun için adaylarla beraber aslında Baskın Oran ve Hasan Cemal’in yazılarına dönersek adaylar beraber belki bu ilk tur kim olduklarından öte adayların bir demokrasi rüzgarı estirilmesi için herkesin kendi adayıyla, kendi kim varsa onunla bir heyecan duyup o kampanya sürecinin yaşanması için çünkü en son 7 Haziran’da yaşadık bu hissi herhalde, 7 Haziran’a giden süreçte. Orada herkesin bir şeyi vardı yani gerçekten de canlı kampanyası vardı. O zamana geri dönülebilirse işte ruhuna yani çok şey kazanmış olur Türkiye. Zaten onu tekrar yaşayabilirse, o nefes gibi bu OHAL ortamında içine çekebilirse bunu bence çok şey kazanılır.

 

ÖM: Gerçekten zaman var ve bunu düzeltebilme daha doğrusu bir anlamda devrim yapabilme imkanı da var. Özgürlükçü parlamenter demokrasiye dönmek ve bu sefer bunu daha sağlam bir temele oturtabilmek için bir şey gözüküyor yani ilginç bir şey.

 

 SÖ: Evet ilginç, demek ki Türkiye’nin hakikaten siyasi genetik yapısından ümidi kesmemek lazımmış, bu var, bu seçimlerin de sonucu ne olursa olsun demek istemiyorum çünkü hakikaten de ciddi bir dönüm noktası, bir kırılma noktası olacak. Bir kere her şeyden önce insanların ümitlerini koruyabilmeleri açısından Türkiye’ye ilişkin hepimizin buna ihtiyacı var. Çünkü ne olursa olsun çok sıkıntılı bir Türkiye’den bahsediyoruz, çözülecek o kadar çok sorun var ki, işte gazeteci davaları, vs. bütün bu davaların zaten temizleniyor olması, aslında Türkiye’nin üstünden kalkıyor olması, gazetecilere uygulanan mezalimin, vs. atlatılıyor olması diyelim o kadar çok zaman alacak ve şey yapacak bir şey ki tek başına ona baktığımızda. Cumhuriyet’te bir haber vardı geçtiğimiz gün 4+4+4 sistemi vardı malum, artık onu hatırlıyor muyuz nedir bilemeyeceğim, o da gündemimizden kaydı gitti ama onun yarattığı mesela 900 bin’e yakın çocuk işçiden bahsediliyor.

 

ÖM: Evet ben de gördüm onu, dehşet verici.

 

SÖ: Müthiş bir rakam bu, neredeyse 1 milyon çocuktan bahsediyoruz.

 

ÖM: Ve köle şartlarında, serf olarak çalıştırılıyorlar yani.

 

SÖ: Neredeyiz yani ülke olarak? Bunlar gibi o kadar çok sorun var ki çözülmesi gereken aslında, birikiyor da sorunlar gittikçe. Yani bu gazetecilik konusuna dönersem ben mesela P24’ten takip ediyorum, P24 bağımsız gazetecilik ağı sürekli gazeteci sayısını hapisteki çetelesini tutmaya çalışıyor.

 

ÖM: Platform değil mi P24?

 

SÖ: Evet P24. Orada şöyle bir şey var, hakikaten ben baktığım zaman mesela 149’da bırakmıştım en son, sonra işte 170’e çıkmış, ondan sonra da en son gördüğüm benim 184’tü.

 

ÖM: Evet 200’e doğru yaklaşıyor, dünya rekoruna gidiyor.

 

SÖ: Arada çok da boş bırakmıyorum, mesela aradan 1 hafta geçtiğinde ben bu rakamlara baktığımda böyle değişiklikler görüyorum, aylar sonra falan değil yani. Bu da dehşet verici yani, zaten Sınır Tanımayan Gazeteciler’in de raporu çıktı malum.

 

ÖM: Evet 157. sıradayız, artık Türkiye’nin dünyanın sonuna mesele hemen üzerinde Ruanda, Belarus, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Brunei gibi ülkelerin de bulunması doğrusu düşündürücü ve tüyler ürpertici, gerçekten öyle. Türkiye’nin 1 sıra gerisinde de Kazakistan, 2 sıra gerisinde de ‘çok kötü’ diliminde bulunan Brundi bulunuyor mesela.

 

SÖ: Bu işte bir yandan hakikaten önümüze gelen fırsatı ülke olarak hangi siyasi görüşteyseniz, siyasete inanıyorsanız, destekliyorsanız bilemiyorum ama hakikaten sarılmak lazım galiba bu demokrasiye. Bu demokrasiyi de köklendirmek lazım, o yüzden tüm bu aday tartışmalarında söyleyenlere, adayları telaffuz edenlere bir kızgınlık ve öfke duymak yerine yeni fikirler sunmaya çalışarak veya aday tartışmasında zaten adaylar önümüzdeki günlerde artık herhalde umarım belirlenir de bir şey olur çünkü zaman da çok azalıyor. Onun ötesinde sıfır baraj ittifakı işliyor gözüktüğü kadarıyla, partiler meclis konusunda birbirleriyle dayanışabiliyorlar, bu da çok önemli. Onun muhakkak sürmesi ve tabandan da gelen bir destek oluyor olması lazım. Sandıklara da çok sahip çıkılıyor olması lazım.

 

ÖM: Baskın Oran orada da mesela şeyden bahsediyor ölmüş olan kişilerin nüfus kayıtlarında hala canlı gözüküyor olması ve onlara oy kullandırtılmasının mümkün olabileceğinden de bahsediyor. O da tabii dikkatle üzerinde durulması gereken ama bu konu üzerinde çalışan çeşitli kuruluşlar da daha önceki seçimlerde de görmüş olduğumuz kuruluşlara da görev düşüyor bu arada. Yani kendisinin 1964 yılında vefat etmiş olan ninesinin babası da 102 yaşında mı ne, üstelik babası avukat olduğu için bunu atlamasına imkan yok, bildirmemesine diyor, olanaksız bunu bildirmemesi, ona rağmen o canlı gözüküyor diyor. Ölmüş ama nüfusta hala yaşıyor görünen kişiler de var. Gogol’un 1842’de yazdığı Ölü Canlar romanıyla ilgili bir gönderme de yapmış. Bütün bunlara rağmen de bir şey var, yani şunu da belki eklemek gerekiyor, Türkiye’nin böyle Azerbaycan baş tacı ettiği başka da herhangi bir ülke dostu da kalmamış gibi gözüküyor, Azerbaycan var ama onun hem iki bakımdan çok önemli farklı olduğunu düşünüyorum şahsen. Bir tanesi petrol geliri var tabii, doğalgaz filan, Hazer petrolleri, ikincisi demokrasi kültürü hiç yok Azerbaycan’ın, yani hiçbir zaman demokrasiyi tatmamış olan Rusya’dan kopmuş bir ülke, bağımsız olmuş. Dolayısıyla büyük farklar var yani ikisi arasında.

 

SÖ: Bu arada demokrasi de bizi hizalayamadı Ermenistan’a kaydı.

 

ÖM: Evet o da çok ilginç, takip etmeye çalışıyorum.

 

SÖ: Biraz kaydırılsaydı yani yukarıdan gelen adalet fena olmayabilirdi ama neyse bunlarınki daha birkaç hafta önce söylemenin, bu lafları etmenin, mesajlar, vs. ne olur korkusunun, endişesinin yaşandığı bir ortamdan şey yapalım, biliyorsunuz diziler filan herşey şey görülüyordu mesaj falan gibi.

 

CT: Ama bakarsınız komşuda pişer…

 

ÖM: Komşuda pişen bize de düşer mi diyorsun?

 

CT: Diyecektim ama olmadı, olmaz mı?

 

SÖ: Ben gene dedirtmedim yani!

 

CT: Yok estafurullah Sezin hanım ama yani bir şekilde etkilenmeler olabilir, sadece Ermenistan’la kalacaktır diye söz konusu olamaz, dünyanın dört bir tarafında da farklı gelişmeler de görülüyor. Demokrasi adına insanlar da sokağa çıkıyorlar, o kadar pesimist bir durumda olmaya gerek yok.

 

ÖM: Yok yok, değil, bugünkü programımız genellikle oldukça demokrasiden yana iyimser bir şeyle geçti.

 

SÖ: Evet, heyecanla geçti diyelim, biz de heyecanlıyız. Ben seçimlerle ilgili yazı yazmaya çalışıyorum ama bir türlü çıkmıyor yazı yani. Bu aralar hakikaten siyasetle ilgili, Türkiye siyasetiyle ilgili yazmakta çok zorlanıyorum sırf aynı yerlerde dönendiğimiz için ama herhalde bana da bir heves gelir. Yani adaylar üzerine konuşmak bize zor geliyor, vs. ama hakikaten daha da dediğim gibi yani her şeyden önce bu sıfır baraj ittifakı önemlidir, yepyeni durumlar da doğabilir. Mesela birdenbire Selahattin Demirtaş’la ilgili doğan heyecan var ki çok büyük haksızlık yaşıyor, hakikaten seçilmiş bir parti lideri olarak, bir milletvekili olarak diğer seçilmişler gibi hapisteki, bütün bunlar hakikaten Türkiye’nin kara lekeleri ve olmaması gereken haller. Hangi görüşten olursanız olun, kimi desteklerseniz destekleyin, vs. ama bunlar işte olmaması gereken haller.

 

ÖM: Evet, evinin binlerce kilometre uzağında, en uzak noktasında yani Diyarbakır’la Edirne arasında hep o coğrafya derslerinde filan da söylenir ya Edirne’den Ardahan’a gibi bir durum da var yani. Kendi evi Diyarbakır’da olduğu halde eşinin ve çocuklarının da ancak binlerce kilometre seyahat ederek görüşmeye gitmesi zorunda kalması bunca 1,5 seneyi aşkın bir süre içinde. Öyle durumlar da var evet.

 

SÖ: Tabii hapishanedeki sadece seçilmişler değil, anneler, bebekler ve aşağı yukarı 700 anne ve bebekten bahsediliyor ve Ayşe öğretmen 1 haftadır hapiste bebeğiyle beraber ki adli mahkumların tutulduğu koğuştaymış. Yani nedir siyasi genel düşünceden dolayı kendi “çocuklar ölmesin!” demişti malum, o şekilde bir yerde değil, herhangi kriminal hırsızlıktı, gasp vs. yapanlarla beraber aynı koğuşta. Bu yapılmaz uygulama olarak ama demek ki gene bir intikam zihniyetiyle ne intikamıysa bu kendisi işte bebeğiyle birlikte böyle bir tutukluluk yaşamak zorunda kalıyor.

 

ÖM: 6 aylık bebeği Deran’la birlikte Diyarbakır E tipi kapalı cezaevine girdi. Denetimli serbestlikle tahliye talebi de gelmiş bu arada onu da söyleyelim, bilmiyorum tabii ne olur sonuç.

 

SÖ: Evet, zamanımızın da sonuna geldik, gene de bir dediğim gibi biz ne yapabiliyorsak yapalım, yazılarımızı yazalım, konuşmalarımızı yapalım, sandık için koruma yapan, vs. görev alan olsun, dinleyicilerimiz de onlar da yapabileceklerini yapsınlar, ümitlerini kaybetmesinler. Evet demokrasi mücadelesi dünyanın hiçbir yerinde maalesef bedava bir şekilde gelmiyor.

 

ÖM: Kolay olmuyor evet.

 

SÖ: Mücadele etmek gerekiyor ki o rahatlıklara ulaşılabilsin. Bu arada ben geçen hafta Almanya’da Ulm’daydım ve orada Açık Radyo dinleyicilerinin selamlarını getirdim. Herkes pırıl pırıl çok hoş insanlardı hakikaten, dolayısıyla biz de çok güzel aslında bir şeyin içindeyiz, dinleyiciler, Açık Radyo, vs. elimizdekinin de kıymetini bilelim hakikaten Açık Radyomuz var, ona göre! İyi ki var bu vesileyle.

 

ÖM: Tamam çok teşekkürler.

 

CT: Görüşmek üzere.

 

ÖM: Görüşmek üzere Sezin.

 

SÖ: Görüşmek üzere.