Krizin faturası müşterekler üzerinden çıkarılmasın!

Su Müştereği
-
Aa
+
a
a
a

Bu hafta Dolar ve Euro’nun yükselmesinin yaratacağı ekonomik krizin su varlıklarını ve diğer müşterekleri nasıl etkileyeceğini ele almaya çalıştık. 2008 krizi sonrası ABD ve Avrupa ülkelerinde yaşanan kemer sıkma politikalarına karşı yükselen su hakkı hareketlerini hatırlattık.

Su Müştereği: 14 Ağustos 2018
 

Su Müştereği: 14 Ağustos 2018

podcast servisi: iTunes / RSS

Bu hafta Dolar ve Euro’nun yükselmesinin yaratacağı ekonomik krizin su varlıklarını ve diğer müşterekleri nasıl etkileyeceğini ele almaya çalıştık. 2008 krizi sonrası ABD ve Avrupa ülkelerinde yaşanan kemer sıkma politikalarına karşı yükselen su hakkı hareketlerini hatırlattık.

Hükümetin açıkladığı 100 günlük icraat programı aslında kurların yükselmesi öncesinde açıklanmıştı ama krizin geleceği beklentisi herkeste olduğu gibi hükümette de vardı. Hükümetin, paketi bu krize yönelik hazırladığını söylemek yanlış olmaz. Ayrıca hükümet hala paketin arkasında olduğunu söylüyor.

100 günlük icraat programı içinde sadece Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Enerji Bakanlığı gibi su ve çevre ile ilgili olan bakanlıkların 100 gün içinde ne yapmayı planladığına bakalım demiştik. Ama ilk sırada yer alan Adalet Bakanlığı’nın 17 maddelik sıralaması içinde suyun yer aldığını görünce şaşırmadık desek yalan olur. Adalet Bakanlığı’nın 100 günlük icraat içine yer alan 14. Madde’de şöyle deniyor:

-Elektrik, su, doğalgaz ve telefon gibi abonelik sözleşmelerinden kaynaklanan para alacaklarının daha az masrafla ve daha hızlı bir şekilde tahsil edilmesini sağlayacak hazırlıkların yapılması.

Bu maddeden de anlaşılacağı üzere krizin faturasının yoksullara ödetilmek istendiği çok açık. Kriz dönemlerinde en yaygın olan söylem “aynı gemideyiz”dir. Krize karşı hepimizin fedakârlık yapması gerektiği, ancak böyle düzlüğe çıkabileceğiz söylenir. Bunun gerçek anlamı kamu hizmetlerine yönelik yatırımlarda azalma, işten çıkartmalar ve orman, su gibi ekolojik müştereklerin yanı sıra eğitim, sağlık gibi artık müşterekler içerisinde değerlendirilen kamusal hizmetlerin de şirketler lehine saldırıya uğramasıdır. 2008 krizi sonrası Avrupa ve ABD’de yaşanan kemer sıkma politikaları ile hükümetin ilan ettiği 100 günlük icraat programı arasındaki benzerlikler bu nedenle önemli. Ancak bu benzerliklere işaret etmek yetmiyor. Bu ülkelerde yaşanan toplumsal hareketleri de hatırlamak gerekiyor.

Neden Adalet Bakanlığı kendine ilk 100 gün içerisinde elektrik ve su gibi alacaklarını daha az masrafla almak gibi bir hedef koyar? Burada alacakların daha hızlı alınması deniyor olsa da bizim için esas önemli olan kriz vurduğunda işsizlik ve ücret düşüşleri nedeniyle vatandaşlar faturalarını ödeyememeye başladığında ne olacağı? Biz, adaletli bir yönetim yerine alacakları daha hızlı tedarik etmeyi kendine hedef koyan bakanlığın, hanelerin suyunu kesmeye başlayacağı sonucuna varıyoruz. Bu sonuca varma nedenimiz sadece metinde yazanlar değil, aynı zamanda 2008 krizi sonrası Amerika ve Avrupa’da yaşanan deneyimler.

Bu programda 2008 krizi sonrası ekonomisi tamamen çöken İrlanda’nın İMF ile anlaşarak kredilerini geri ödeyebilmek için bütün hanelere su sayaçları takma girişimini, bu amaçla kurulan Irish Water şirketini ve buna karşı yükselen Su Hakkı (Right to Water) hareketini konuştuk. Ardından da yine 2008 krizi sonrası iflas eden ABD’nin Detroit şehrinde su faturalarını ödeyemeyen yoksulların suyunun kesilmesi sonrası ortaya çıkan hareketi konuştuk.

Krizlerden nasıl bir programla çıkılacağı toplumsal mücadelelerin gücünden bağımsız değildir. Kaynakların nasıl kullanılacağı ve faturanın kime çıkarılacağı her zaman sermaye ile çalışanlar arasındaki güç dengesinin sonucunda belirlenir. Biz de bu programda krizin faturasını yoksullara çıkarmaya çalışan İrlanda ve Detroit örneklerinde mücadelenin nasıl kazandığını ve krizden başka türlü bir çıkışın da mümkün olabileceğini konuştuk.