Buğday Derneği'nden Leyla Aslan'la pestisitler üzerine söyleşi

-
Aa
+
a
a
a

Yeşil Havadis’in bu bölümünde, okyanuslardaki ve kutuplardaki ısınmanın etkilerinden, Türkiye tarımının kuraklıkla imtihanından ve ormanlık alanlarının statülerinin değiştirilmesinden söz ettik. Bu haftaki röportajımızı ise Buğday Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Leyla Aslan ile pestisitlerin zararları üzerine yaptık.

Pestisitler
Buğday Derneği'nden Leyla Aslan'la pestisitler üzerine söyleşi
 

Buğday Derneği'nden Leyla Aslan'la pestisitler üzerine söyleşi

podcast servisi: iTunes / RSS

İklim Bülteni

Okyanuslar ısınıyor 

Bilimsel bir araştırmaya göre geçtiğimiz yıl, tarihteki en yüksek okyanus sıcaklıkları kaydedildi. Böylelikle üst üste altıncı yıl sıcaklık rekoru kırılmış oldu. Bu rekorun, suları soğutma özelliği olan La Nina yılı olmasına rağmen gerçekleştiğine özellikle dikkat çekilmiş.

Bu araştırmayla ilgili Guardian’da John Abraham imzalı bir yazı yayınlandı. Yazının alt başlığında, okyanuslarımızın bu sene emdiği ısının, 365 günün 24 saati boyunca her saniye 7 tane atom bombasının patlatılmasına eş değer olduğu ifade ediliyordu. 

Daha sıcak okyanus suları, daha fazla fırtına, kasırga ve aşırı yağış anlamına geliyor. Aynı zamanda kutuplardaki buzulların erimelerine ve dolayısıyla deniz seviyelerinin yükselmesine neden oluyorlar. 

Okyanus

Okyanuslar, karbondioksit için de çok büyük bir yutak. Ancak bu karbondioksit, denizlerde çözünüp karbonik aside dönüşüyor ve okyanusun asitlenmesine yol açıyor. Bu asitlenmeyse buradaki balıklara, mercan resiflerine ve özellikle kabuklu canlılara büyük zarar veriyor. Bu canlılar kalsiyum kullanarak kabuk oluşturabiliyorlar ancak artan asit miktarı, kabuk oluşturmalarını engelliyor.

Sidney Teknoloji Üniversitesinde yapılan yeni bir araştırma ise, asitlenmenin fitoplanktonlar üzerindeki etkisini araştırmış ve asitlenmeye maruz kalan fitoplanktonların enerji depolama biçimlerinin değiştiği sonucuna ulaşmış. Bunun, okyanuslardaki besin zincirini etkileyeceği söylenmiş.

Kuzey Kutbu’na daha çok yıldırım düşüyor, permafrost hızla eriyor

Geçtiğimiz yıl kuzey Kutbuna 7,278 yıldırım düştüğü tespit edildi. Bu sayı, geçtiğimiz dokuz yılın toplamının neredeyse iki katına denk geliyor. 

Bu tespiti yapan çevre izleme şirketinin yöneticisi Chris Vagasky, CNN’e konuşarak, yıldırımlardaki bu artışı iklim krizinin bir göstergesi olarak değerlendirdi. 

Vagasky, yıldırım düşmesinin, nispeten sıcak ve nemli hava gerektirdiğine, dengesiz bir atmosferle ilişkili enerjik fırtınalarda meydana geldiğine dikkat çekti. 

“İklimin, kutup bölgesi açısından dünyanın geri kalanından daha hızlı değiştiğini biliyoruz. Bütün kıtalardan gelen sıcak ve nemli hava şimdi Arktik Okyanusu üzerine çıkıyor ve burada kalıyor, böylece fırtınalar oluşuyor,” dedi.

Permafrost

Kuzey Kutbu için daha da ciddi bir diğer sorun, artan sıcaklıklar nedeniyle permafrostun - yani donmuş zeminin - erimesi. Yeni bir araştırmada, bu erimeden ne ölçüde etkilenileceğine dair bulgular var. 

Arktik permafrostta Kanada, Rusya, ABD, Iskandinav ülkeleri gibi birçok farklı yerden beş milyon insan yaşıyor. Ancak yaşamlarını sürdürmelerini sağlayan altyapının yüzde 70’inin 2050 yılına kadar yüksek risk altında olduğu söylenmiş. 

Çalışmaya göre, kuzey yarımkürenin donmuş bölgelerinde en az 120.000 bina, 40.000 km yol ve 9.500 km boru hattı ve uçak pistleri bulunuyor.

Kuraklıkla mücadele devam ediyor

AB Copernicus İklim Değişikliği Servisi’ne göre 2021, küresel olarak kayıtlara geçen en sıcak beşinci yıldı. Ve geride bıraktığımız yedi sene de, açık farkla kayda geçen en sıcak yılları oluşturuyorlardı. Bu rekor sıcaklıklardan Türkiye de nasibini alıyor tabii ki. 2021 yılı Aralık ayı sıcaklıkları, uzun yıllar ortalamasının 1,4 derece üzerinde gerçekleşti. 

İklim krizinin etkilerini yakından hissettiğimiz sektörlerden biri, tarım. Aslında tarımla iklim krizinin iki taraflı bir etkisi olduğunu vurgulamak da önemli, çünkü tarım aynı zamanda karbon emisyonlarının önemli bir yüzdesinden de sorumlu. 

Türkiye Ziraat Odaları Birliği Genel Başkanı Şemsi Bayraktar da hem geride bıraktığımız yılı değerlendirmiş hem de 2022 için beklentilerini açıklamış. Pandemi ve döviz kurlarındaki artışla birlikte vurguladığı önemli olumsuzluk, kuraklık. 

Bayraktar 2022’nin zorlu geçeceğine dikkat çekmiş ve bazı konularda teşvik ve destek gerektiğini söylemiş. Bunlar arasında basınçlı sulama sistemlerine geçiş ve organik tarım ve iyi tarım uygulamalarının desteklenmesi gibi politikalar var. 

Uluslararası Tarım ve Gıda Konfederasyonu (TARIMKON) Başkanı Hakan Yüksel de tarımın iklim krizinden en çok etkilenen sektörlerin başında geldiğini söylemiş ve çiftçilerin iklim krizine adaptasyonu için politikalar üretilmesi gerektiğini vurgulamış. 

Yüksel’e göre yapılması gereken, üretim ve hasat tekniklerini gözden geçirmek, yeni bir üretim modeli oluşturmak ve çiftçileri de bu modele göre eğitip desteklemek. 

Kuraklı

Tarım politikaları iklim kriziyle uyumlu olmadığında neler yaşandığını en net görebileceğimiz yerlerden biri maalesef Konya Ovası. AA’nın haberine göre, bölgede obruk oluşumu hızlandı. Bugüne kadar 2,240 obruk tespit edildiği ifade edilmiş.

Bu obrukların oluşumunun önemli bir nedeni, yeraltı sularının büyük hızla tüketilmesi. Konya Ovası’nın ciddi bir su problemi var. Bölge kuraklıkla mücadele eden kapalı bir havza, buna karşın iptidai sulama yöntemleriyle sulu tarım yapılıyor. Bu sular ya yüzey sularından alınıyor ve göllerin kurumasına neden oluyor ya da yeraltından kaçak olarak çekiliyor.

Konya Teknik Üniversitesi (KTÜN) Obruk Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof. Dr. Fetullah Arık, geçmişte 20 yılda bir obruk oluştuğunu, ancak şimdi bu sayının yılda 30-40’a çıktığını söylemiş. Şu aşamada alabileceğimiz en önemli önlemin, yer altı suyunun kontrollü kullanılması olduğunu vurgulamış. 

Türkiye’nin iklim politikaları 

Ankara, 2053 için net sıfır emisyon hedefi açıklamıştı. Buna nasıl ulaşılacağı konusunda birçok paydaşın ve 500’den fazla konuşmacının katkı sunduğu İklim Şurası, gelecek ay bir sonuç bildirgesi açıklayacak. 

Yeşil Gazete de İstanbul Politikalar Merkezi (İPM) İklim Değişikliği Çalışmaları Koordinatörü Ümit Şahin’e, Kömürün Ötesinde Avrupa Kampanyacısı Duygu Kutluay’a ve Ember Elektrik ve İklim Veri Analisti Ufuk Alparslan’a ‘ne yapılmalı’ diye sormuş.

Ümit Şahin, aşamalı bir yaklaşım benimsenmesinin doğru olacağını ve ilk adımın da yeni kömürlü termik santrallerin lisanslarının iptali olması gerektiğini söylüyor. İkinci bir adım olarak ise yaş ve kirleticilik gibi kriterler göz önüne alınarak 2030’a kadar hangi termik santrallerin hangi sırayla kapatılabileceğinin açıklanması gerektiğini eklemiş.

Vurguladığı diğer önemli konular, ulaşımda karbon emisyonunu azaltmak, COP27 için yeni katkı beyanı hazırlamak, ayrıca iklim kanunu ve yeşil mutabakat kanunu için gerekli hazırlıkları yapmak. 

fabrika

Duygu Kutluay da ilk adımın kömürden vazgeçme hedefi koymak olması gerektiği konusunda hemfikir. Kutluay, yaptıkları modellemeye göre, kömürden çıkışların karbon emisyonlarını 2035’te yüzde 82,8 azaltacağını ve elektrik üretiminde tamamı yerli ve yenilenebilir kaynakların payının iki katına çıkacağını anlatmış. Türkiye’nin zengin yenilenebilir kaynakları sayesinde hem enerji bağımsızlığını sağlayabileceğini hem de bu alanda lider konuma geçebileceğini söylemiş. 

Ufuk Alparslan ise, Türkiye’nin Emisyon Ticaret Sistemi’ne ilişkin çalışmalarını hızlandırmasını beklediklerinden bahsetmiş.

Bu sırada Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum da yaptığı bir konuşmada, 3 milyar 157 milyon euroluk finansmanı çevre için kullanmaya başladıklarını söyledi.

Dünyadan iklim politikalarına dair haberler 

2021 yılında ABD’nin emisyonları, pandemi öncesi seviyelere doğru hızla yükseldi. Çevre Koruma Ajansı, 2005 ve 2019 yılları arasında ABD emisyonlarının yılda ortalama yüzde bir düştüğünü açıklamıştı. Geçen yıl iste bu emisyonlar yüzde 6,2 oranında arttı.

Avrupa’da ise Çekya, kömürden çıkacağı tarihi 2033 olarak açıkladı. Böylelikle kömürden çıkış tarihi veren 22. Avrupa ülkesi oldu.

Birleşik Krallık hükümeti ise, emisyonlarda vaat edilen kesintileri sağlamak için gerekli yasal adımları atmadığı için dava ediliyor.

Ayrıca Cumartesi günü, bu ülkede ulusal eylem günü ilan edildi. Bunun nedeni, ‘polis, suç ve ceza’ yasa tasarısı. Bu yasa tasarısının, gezegen için kritik bir dönemde, protesto hakkının altını oyacağından endişe ediliyor. Dolayısıyla aralarında Greenpeace ve Extinction Rebellion’ın da bulunduğu iklim aktivistleri, bu yasa tasarısına karşı birçok kentte eylemler yapacaklar. 

Çarelerden biri, bitkisel beslenme

Hayvansal gıdaların sebep olduğu karbon emisyonları, bitkisel gıdalara göre çok yüksek: çalışmalar, farkın 10 ila 50 kat olabileceği görüşünde. Ve tabii bu hayvansal gıdalar daha çok yüksek gelirli ülkelerde tüketiliyorlar.  

Nature Food’da yayınlalan bir çalışmaya göre, eğer yüksek gelirli 54 ülke bitkisel gıda odaklı beslenmeye başladığı takdirde, tarımsal emisyonların üçte iki oranında azalması mümkün. 

Yazarlar, bu seviyedeki karbon eritiminin “yüksek gelirli ülkelerin küresel ısınmayla eşit mücadele ilkeleri uyarınca 1.5C ile sınırlamak için ihtiyaç duydukları CO2 yükümlülüklerini yerine getirebileceğini” ekliyorlar.

Ekoloji Bülteni

Bazı orman alanları, orman vasfından çıkarılıyor

Daha önce Cumhurbaşkanı kararıyla bazı bölgelerde orman alanlarının “orman vasfından” çıkarıldığını öğrenmiştik. Buna dört ilde yeni alanlar eklendi. 

Resmi Gazete’de bu hafta yayımlanan yeni Cumhurbaşkanı Kararı’yla, Mersin ve Ankara’da yaklaşık 375 bin m2 orman alanı daha orman sınırı dışına çıkarıldı. Resmi yazıda gerekçe olarak, alanların bilim ve fen bakımından orman olarak muhafazasında hiçbir yarar görülmeyen ve tarım alanına dönüştürülmesi de mümkün olmayan yerler olması gösteriliyor. Ya da ilgili yasaya göre alan üzerinde 28/04/2018 tarihinden önce yerleşim yeri varsa orman vasfından çıkarılabiliyor. 

Orman

Konuyla ilgili yeşil gazeteye konuşan İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Cihan Erdönmez, ‘Bu şekilde devam ederse 10 binlerce hektar orman alanın orman sınırları dışına çıkarılacağını düşünüyorum,’ dedi. 

Cihan Erdönmez, benzer bir örneğin daha önce de yaşandığını aktarıyor. Bir defada en fazla ormanlık alanın ormanlık vasfından çıkarılması, İzmir Bayraklı’da yapılmıştı. 365 hektarlık ormanlık alan bir seferde orman dışına çıkarıldı. Bu alanı orman mühendisleri incelemiş. Alanın taşlık veya kayalık değil, orman olduğu görülmüş.

Atık sorunu devam ediyor

Almanya‘nın yeni Çevre Bakanı Yeşiller Partisi’nden Steffi Lemke, plastik atıkların başka ülkelere gönderilmesini yasaklayacak kapsamlı bir düzenleme hedeflediklerini duyurdu.

Bakan Lemke, Avrupa çapında plastik çöpün ihracatının yasaklanması için de çalışacağını belirterek, yasa dışı çöp ihracatının son bulmasının en iyi yolunun, Avrupa Birliği (AB) iç pazarına ilişkin düzenlemeler olduğunu söyledi ve ancak o şekilde çöplerin başka ülkelere gönderilmesinin önüne geçilebileceğini ifade etti.

Tabii Avrupa çöplerinin ciddi bir yüzdesi Türkiye’ye geliyordu. Yakın zamanda Türkiye’de kalan çöplerin bir kısmı, Vietnam’a gönderilmişti. Hala da Türkiye’de bekleyen atıklar var. CHP Milletvekili Murat Bakan da bunların akıbetini tekrar sordu: 

“Neredeyse bir yıldır limanlarımızda bekleyen çöpleri Almanya geri alacak, ama çöplerin bir kısmı üçüncü ülkelere gönderilmek üzere başka limanlarda. Türkiye, 141 konteyner çöpten nasıl kurtulacak? Bu sorunun yanıtını tüm detaylarıyla Türk yetkili makamlarından istiyoruz.”

TÜİK de 2020 yılı atık istatistiklerini yeni açıkladı. Yeşil Gazete’den Eylem Yılmaz, konuyu Doç. Dr. Sedat Gündoğdu’yla konuştu. Gündoğdu, verilerin Türkiye’nin çok ciddi bir atık üretimi ve atık yönetimi sorunu olduğunu ortaya koyduğunu belirtti. 

plastik atık

Bu haberde, termik santral atıklarına ve depolama alanlarına özellikle değinilmiş. 2020’de 24,4 milyon ton termik santral atığı oluşmuş. Bu sayı 2018’e göre azalmış durumda. Ancak bu miktarın 10 bin tonunu tehlikeli atıkların oluşturmasına karşın, kül, tehlikeli atık kapsamı dışında bırakılmış. Gündoğdu’nun belirttiğine göre kül son derece tehlikeli atık statüsünde ve tehlikesiz hale getirilmesi için yüksek teknoloji gerekiyor. Bunların yapılıp yapılmadığını bilmiyoruz. 

Termik santral atıkları haricinde gelişmiş ülkelerin artık uygulamadığı depolama politikası da istatistiklerde göze çarpıyor. Çöplerin %87’si düzenli veya düzensiz atık depolama tesislerine gönderilmiş. Depolama alanlarının çevre ve insan sağlığı açısından kontrollerinin düşük olduğunu ne yazık ki biliyoruz.

Çevre mücadeleleri ve kazanımlar

Edirne’nin Uzunköprü ilçesine bağlı Kavacık Köyü merasına yapılmak istenen Karma Organize Sanayi Bölgesi’ne (OSB) karşı Edirne İdare Mahkemesi‘ne açılan davadan iptal kararı çıktı. 

Kavacık köylüleri, daha önce üç ayrı dava daha açmış ve kazanmışlardı. Köylülerin en önemli talebi, mahkeme kararına uyularak projenin iptal edilmesi. Köylüler ayrıca 200 dönümlük mera alanlarının ve Karma OSB yönetimince Hazine’den çok ucuza satın alanın iki ayrı Hazine arazisinin de Kavacık köyüne derhal geri verilmesini talep ediyor. OSB iptal edildi; sırada, kararın hızlıca uygulanması var.

Hatay’da ise yeni açılmak istenen krom madenine karşı ÇED süreci başladı. Arsuz ilçesine bağlı Hüyük Mahallesi’nde planlanan maden için yapılmak istenen “ÇED Sürecine Halkın Katılım Toplantısı,” halkın itirazları nedeniyle yapılamadı.

Daha önce de aynı proje için Halkı Bilgilendirme Toplantısı yapılmak istenmiş, ancak bölge halkı izin vermemişti. Hüyük Kültür Sanat Doğa ve Dayanışma Derneği başkanı Hakan Dural, konuyla alakalı Yeşil Gazete’ye şunları söyledi:

‘Bu proje, bizim yerleşim birimimize yakın bir yerde. Her türlü kullandığımız derenin yakınında. Narenciyemize, tarıma zarar verecek bir şey istemiyoruz. Orası yaban hayatı koruma alanı. Artı tarımsal SİT alanları burası. Vazgeçmiyorlar, biz de vazgeçmeyeceğiz.”

Son olarak Rize Çamlıhemşin’de belediye tarafından yaptırılan Koruma Amaçlı Revizyon ve İlave İmar Planı, Trabzon Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından reddedildi. Koruma Kurulu tarafından kabul edilmeyen plan, merkez dahil altı mahalleyi kapsıyordu. 

Planın özellikle Fırtına Vadisi çevresini, dere yataklarını, ormanları ve tarımsal alanları imara açarak koruma altındaki vadiyi ranta açacağından endişe ediliyordu. Şimdi Çevre Şehircilik İl Müdürlüğü ve belediyenin hazırladığı plan tekrar gözden geçirilecek, red gerekçeleri giderilmeden uygulamaya konulamayacak. 

pestisit

Buğday Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Leyla Aslan ile pestisitler üzerine söyleşi

"Zehirsiz tarıma geçebilmek için çiftçi desteklenmeli"

Aslında dinleyicilerimizin çoğunun konuyla ilgili fikri olduğunu tahmin ediyorum fakat ne olur ne olmaz, pestisitlerin ne olduğuna, çevreye, insanlara ve diğer canlılar zararlarına ilişkin çok kısa bilgi vererek başlayalım istiyorum. Bize bunları açıklayan kısa bir giriş yapabilir misiniz?

Leyla Aslan: Pestisitler, tarımda kullanılan zehirlerdir. Aslında bazı çiftçiler, üreticiler, tüketiciler, buna ilaç diyorlar ama biz bu tabiri kullanmamaya gayret ediyoruz çünkü ilaç kelimesi, bir şeyin şifalandırılması için kullanılan şey, demektir. Pestisitler ise ilaç değil, zararlı diye tabir ettiğimiz canlılarla, otlarla mücadele etmek için, tamamen yok etmeye yönelik olarak kullanılan tarım zehirleridir. 

Pestisitler Türkiye’de yaygın olarak kullanılmaktadır. En çok tarım, hayvancılık, bitkisel üretim gibi birçok alanda kullanılırlar. Fakat insan sağlığına zararları bilimsel olarak kanıtlanmış olsa dahi, hala ülkemizde çok ciddi sayıda pestisit kullanımına izin veriliyor.

Aslında pestisitlerin dünyada ilk kullanımına dönmek, daha sağlıklı bir veri olabilir bizim için. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, dünya savaş ertesinde bir açlık sıkıntısına girmesin diye bir kaygıyla, savaştan kalan kimyasal maddelerin tarımda kullanımıyla başlanmıştır dünyada. 

Bu kullanımın ilk sonuçları olumlu olduysa da, sonrasında toprak ve ekosistemin sağlığında ciddi zararlara neden olmuştur. Aslında kullanılan pestisitlerin neredeyse binde biri, zararlılar üzerinde etkili olmuştur. Üstelik zamanla, kimyasallarla mücadele edilen zararlılar, pestisitlere karşı direncinin arttığı gözlemlenmiştir. Bu, her sene daha fazla pestisit kullanılmasına neden olmaktadır. Aslına bakarsanız, toprağa, havaya, suya, gezegene verdiği zararın yanı sıra, pestisitlerin kullanımının çok da akıl karı bir yanı yok. Her sene daha fazla pestisit, bizi çözümlenemeyen bir çıkmaza itmektedir. 

Aynı zamanda insan sağlığına çok ciddi zararları var. Hormonal bozukluklar, anne karnındaki bebeğin sinir sistemine etkileri, erken ergenliğe girişte çocuklar üzerinde çok ciddi etkisinin olduğu, kanser vakalarında çok ciddi etkisinin olduğu, kanıtlanmıştır. Uzun yıllardır birçok ülkede birçok pestisit yasaklanmıştır.

Fakat Türkiye’de hala çok ciddi anlamda pestisit kullanımına izin veriliyor. Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin bundan yaklaşık üç sene önce başlattığı ‘Zehirsiz Sofralar’ projesi kapsamında, Türkiye’de kullanılan pestisitlerin yasaklanması ve bu geçiş sürecinin bir an önce tamamlanmasını bir kampanyayla duyurduk. Başlattığımız imza kampanyasıyla 25 tane tarım zehrinin 2030 yılına kadar yasaklanmasıyla ilgili bir başarı da elde ettik. Şu anda da bu geçiş sürecindeyiz.

Zehirsiz Sofralar projesinin ikinci ayağında da Zehirsiz Kentler projesini yürütüyoruz. Bu projede de, yaşadığımız yerel yönetimlerin birçok alanda mantık çerçevesi dışında pestisit kullandığına dair veriler var elimizde. Ot ilaçları, etraftaki yeşilliklere atılan ilaçlar, sinek ilaçlaması, aslında bunlar, bir amaca hizmet etmeyen ama yerel yönetimlerin kullandığı pestisit alanları. Fakat Zehirsiz Kentler de mümkün. Pestisit kullanmadan da bu durumlarla mücadele eden, bunu hayata geçiren bir sürü yerel yönetim var. Biz şimdi bu projede, bu projeye katılmak isteyen birçok yerel yönetime davette bulunduk. Katılmak isteyenlerle zehirsiz kentlerle ilgili sohbetler yapıp bunun örneklerini hayata geçirebilmiş yerel yönetimlerle onları bir araya getirerek, pestisit kullanmadan yaşanabilir bir noktaya nasıl ulaşacağımızla ilgili bir proje yürütüyoruz. 

Zehirsiz Sofralar projesinin en önemli başarılarından biri de şu oldu: Biz, Türkiye’de birbiriyle bağlantısı olmayan, çeşitli çalışma alanlarında proje yürüten sivil toplum kuruluşlarını (STK) bir araya getirerek bir sivil toplum ağı da kurduk. Şu anda 100’ü aşkın STK, Zehirsiz Sofralar platformunun altında birleşiyor ve bununla ilgili kampanyalarda hep birlikte hareket ediyoruz. 

Sağlığımıza, toprağa, dünyaya zararlı olan bu pestisitler peki neden hala kullanılıyor?

Çiftçilerin aslında ezelden beri pestisitsiz üretim yapabildiğine dair çok güzel veriler var elimizde. Biz Zehirsiz Sofralar projesi kapsamında bir belgesel çekmiştik, birçok bölümlü. Her bölümde - tüketici, çiftçi, akademisyen gözünden vs - bu konunun başka bir boyutu anlatılıyordu. Youtube’dan izleyebilir dinleyicilerimiz. Orada çiftçiler şunu söylüyor: Biz, çaresisiz. Çünkü, eskiden atalarımızın yaptığı, kimyasal girdi olmaksızın üretim modelini unuttuk. Fakat şunun da farkındayız, attığımız pestisitler artık bir işe yaramıyor. Ve biz, her sene daha fazlasını atmak zorunda kalıyoruz. Ama ne yapacağımızla ilgili en ufak bir fikrimiz de yok. 

İşte bu noktada, karar alma mekanizmalarının bir şekilde devreye girip bu geçiş sürecinde çiftçiye destek olması gerekiyor. Biz, ‘bir anda herkes pestisiti bırakabilir ve pestisitsiz tarıma geçebilir,’ diyor muyuz? Her dönüşüm, bir sürece tabidir. Bir anda tamamının ortadan kalkması, çiftçinin ve toprağın buna uyum sağlaması mümkün değildir. Fakat artık bu dönüşüm doğrultusunda ilerlemek gerekiyor çünkü bu, hem insan sağlığı, hem hayvan sağlığı açısından, hem toprak ve biyoçeşitlilik açısından, hem de iklim krizi açısından çok önemli bir mesele. 

Biz aslında ‘pestisitsiz gıda üretilmelidir,’ derken, sadece kendi sağlığımızı değil, bütüncül olarak bütün evreni düşünerek bu projeyi başlattık. Onun için pestisitlerle ilgili temelde farkındalık yaratmak ve o doğrultuda bir yaşam biçimini kendimize ilke edinmek, en önemli adım. 

Bu hafta basına şöyle bir haber yansıdı: AB’nin sağlığa, çevreye ve biyoçeşitliliğe zararlı olduğu gerekçesiyle yasakladığı pestisitlerin kullanım sürelerinin Türkiye’de ikinci defa uzatıldığını öğrendik. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın kararıyla. Bu kararın gerekçesi, bu zehirlerin bir alternatifi olmadığı iddiasına dayandırılmış. Sizin anlattıklarınız çok kıymetli, sivil toplum olarak yaptıklarınız. Peki devlet tarafında bir inkar mı var? Pestisitsiz tarım yapılamaz, gibi bir düşünce mi var?

LA: Aslında böyle bir inkar yok, fakat bir şeye hayır diyorsanız bir alternatifiniz olması gerekiyor. Koşulsuz şartsız hayır dediğinizde yerine bir şey koyamıyorsanız eğer, orada çözümsüzlük meydana geliyor.

Pestisitlerin tekrar uzatılması konusunda toplum olarak bunun üzerine gitmek bu konuda bir çözüm aslında. Çünkü artık pestisitler konusunda herkes her şeyi biliyor ve kandırılabilecek seviyede değiliz. Fakat şöyle de bir şey var, bu konuda hep birlikte hareket etmek, çiftçiyi/üreticiyi/tüketiciyi/devleti tek bir yoldan ilerletmek çok daha sağlıklı bir çözüm olacaktır. 

Şu anda Türkiye’de yasaklanan fakat buna rağmen hala kullanılan bir sürü pestisit var. Ben size şunu söylersem, doğruyu söylemiş olmam: ‘Evet, uzatıldı, çünkü devlet çaresiz.’ Bu değil mesele. Burada mesele, olaya bütünsel bakmak. Pestisitler yasaklandı. Yerine bir alternatif konuldu mu? Çiftçiye bununla ilgili bir eğitim verildi mi, bir destek sağlanacak mı? Bu yasaktan sonra satış sürecindeki denetimler yapılıyor mu? Aslında süreçte o kadar boşluk var ki, ne kadarını düzelteceğimizle ilgili kaygılarımız olmalı.

Onun için bu konuda karar alma mekanizmalarıyla daha net konuşmamız, ertelenemeyecek bir şey olduğunu, toplum sağlığı ve iklim için ne kadar mühim olduğunu bastıra bastıra söylemek gerekiyor. 

Bununla ilgili bireysel çabaları da çok kıymetli buluyorum çünkü toplumları, devletleri, şirketleri oluşturanlar, bireyler. O nedenle bir bireyin çabası bile bir sürü topluluğu ayağa kaldırabilir. 

Biz artık pestisitin ne olduğunu, neden kullanılmaması gerektiğini biliyoruz. Bu konuda eski politikalarla ilerleyip bir yol katedemeyeceğiz. Yeni politikalara ve yollara ihtiyacımız var. Yarın değil, bugün. 

Doğru gördüğünüz politikalar üzerine biraz konuşabilir miyiz, şu an atılması gereken adım nedir?

LA: Normal zamanlardan geçmiyoruz. Tüm fiyatların, mazot fiyatlarının arttığı, çiftçinin ve beraberinde ülkede hemen herkesin belinin büküldüğü bir dönemden geçiyoruz. Fakat normal dönem üzerinden konuşacak olursak, öncelikle çiftçinin bu konuyla ilgili bilgilendirilmesi ve desteklenmesi gerekiyor. Çünkü çiftçi, temelde şuna bakıyor: Ben ürünü satıp geçinebilecek miyim? Çünkü çiftçinin bekleyecek, ürün kaybedecek ya da ürününü üretip ziyan verecek, para kazanamayacak durumu yok. Çünkü temel geçim kaynağı bu. Bu sebepten, çiftçinin desteklenmesi gerekiyor. 

Bir yandan da bu tip şeyler 3-4 tane uluslararası aile şirketinin elinde. Bunların küresel boyutta bazı çözümlenmelere ihtiyacı var. Yani biz tohumları, ilaçları, bu şirketler üzerinden satın alıyoruz. Orada çok ciddi bir piyasa var. Bu sebepten dolayı, bu sürecin çiftçinin desteklenmesi, tüketicinin bilgilendirilmesi, gelecek dönemin adım adım planlanması gerekiyor.

Biz sadece tüketici ayağına bakıyoruz ama çiftçileri bu zehirleri atarken zehirlenip hastane oluyorlar, hayatlarını kaybediyorlar. 


Gürültü yönetmeliğinde değişiklik yapıldı

Gürültü yönetmeliğindeki değişiklikler Resmi Gazete’de yayımlanarak  yürürlüğe girdi. “Hassas” ve “az hassas” alanlarda konser, gösteri, miting, tören, festival ve benzeri açık hava faaliyetlerinin 00.00-07.00 saatleri arasında yapılması yasaklandı.

Bu alanlarda açık hava faaliyetlerine, çevresel gürültüye maruz kalan kişilerin ve yaşanan şikayetlerin yoğunluğu göz önünde bulundurularak, İl Mahalli Çevre Kurul Kararı ile hem alan sınırlaması getirilebilecek hem de yasağın süresi uzatılabilecek. 

“Çok hassas” olarak tanımlanan alanlar, konut, hastane, çocuk ve yaşlı bakımevleri, yatılı eğitim kurumları ve öğrenci yurtlarını ifade ediyor. “Hassas” kullanımlar otel, okul ve dini tesislerini, “az hassas” kullanımlar ise idari ve ticaret binaları, çocuk bahçeleri, oyun alanları ve spor tesislerini kapsıyor. Az hassas alanlarda bile açık hava gece etkinlikleri yasaklanmış durumda.

sokak hayvanları

Hayvanseverler, sokak hayvanlarına ses oldu

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Belediyeleri sahipsiz hayvanları sokaktan alacak adımları atmaya çağırıyorum” demesinin ardından birçok ilde belediyeler, sokak hayvanlarını toplamaya başlamıştı.

Pazar günü İstanbul, İzmir, Zonguldak, Eskişehir, Hatay, Keşan, Antalya, Afyonkarahisar ve Ankara‘da belediyelerin sokak köpeklerini toplamasına karşı hayvanseverler bir araya gelerek uygulamanın durdurulmasını talep etti.

Dokuz ilde ortak gerçekleştirilen mitinglerde “Sokak hayvanlarına özgürlük”, “Barınaklar ölüm kamplarıdır” sloganları atıldı, 1200 belediyenin barınağı olmadığına da dikkat çekildi. 

Anayasa Mahkemesi’ne yeni üye seçilecek

Anayasa Mahkemesi üyesi Celal Mümtaz Akıncı’nın yaş haddinden emekliye ayrılacak olması nedeniyle baro başkanları, TBMM’nin aralarından seçim yapması için üç aday belirleyecek. Kadın ve LGBTİ+ avukatlar, Meclis’e önerilecek adayların üçünün de kadınlar veya LGBTİQ+’lar arasından olmasını talep ediyor.

Her baro başkanının bir oy hakkına sahip olduğu bu kritik seçim öncesinde, kadın ve LGBTİ+avukatlar bir basın açıklaması yayımladı. Açıklamada, 'Demokratik hukuk devletlerinin olmazsa olmazı, tarafsız ve bağımsız yargıda eşitliğin tesis edilemiyor olması bir meşruiyet sorunudur. Tek bir kadın ve LGBTİQ+ üyenin yer almadığı bir yargının meşruiyetinden söz edilemez' denildi.

Yenilenen İstanbul Arkeoloji Müzesi ziyarete açıldı

İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin yenilenmiş bölümleri ziyarete açıldı. yenilenen bölümler, yaklaşık sekiz yıldır sürdürülen kapsamlı bir güçlendirme, restorasyon ve teşhir-tanzim çalışmasının ardından gezilebilir hale geldi.