Yeşil Havadis'le iklim-ekoloji gündemi ve U. Karabaş ile Bargalya Tuzlası Projesi üzerine söyleşi

-
Aa
+
a
a
a

22-29 Ekim haftasındaki programımıza ekoloji bülteni ile başladık. Geçtiğimiz hafta röportaj konumuz olan Çeşme turizm projesindeki gelişmelere değindik, bir yandan korunan öte yandan yok edilme tehlikesinde olan önemli alanlardan ve doğa için mücadele vererek hayatını tehlikeye atan çevre aktivistlerinden söz ettik.

Tuzlada uçuşan kuşlar
Umay Karabaş ile Bargilya Tuzlası Projesi üzerine söyleşi
 

Umay Karabaş ile Bargilya Tuzlası Projesi üzerine söyleşi

podcast servisi: iTunes / RSS

İklim açısından kritik bir sürece giriyoruz. Önümüzdeki hafta iklim krizi açısından önemli gelişmelere gebe. COP26 - yani İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin 26. Taraflar Konferansı - nihayet geldi çattı. Programımızın iklim bülteninde COP’la ilişkili gündem maddelerine değineceğiz ve Türkiye’nin karbonsuzlaşma yolculuğundan bahsettik. 

Bu haftaki röportajımızda Muğla’da Bargilya Tuzlası’nda yapılmak istenen en az 30 bin nüfuslu turizm kentine karşı mücadele veren, MUÇEP - Mandalya Çevre Platformu Ortak Tuzla Çalışma Grubu’ndan Umay Karabaş’ı konuk ettik. 

Son olarak hak ve özgürlükler bültenimizde ise kadın hakları, mülteci hakları ve hayvan hakları başlıkları altında birkaç önemli gelişmeyi ele aldık.

İKLİM BÜLTENİ

  • Haftalardır bahsettiğimiz, iklim gündeminin epeyce hareketlenmesine neden olan COP26, 31 Ekim Pazar günü, yani yarın başlayacak ve 12 Kasım Cuma gününe kadar devam edecek. 

Pandemi nedeniyle günümüze kadar ertelenen konferans, İskoçya’nın Glasgow şehrinde, Birleşik Krallık Başbakanı Boris Johnson’ın ev sahipliğinde gerçekleşiyor. Konferansın her günü, iklim finansmanı, enerji dönüşümü, adaptasyon ve ulaşım gibi farklı farklı konu başlıkları tartışılacak. 

Tabii konferansa giden yol aynı zamanda yeni açıklanan endişe verici raporlar ve liderleri ciddiyetle harekete geçmeye çağıran eylemlerle dolu, zira ısınmayı 1,5 derece ile sınırlandırmak ve iklim krizinin en kötü sonuçlarından kaçınmak için çok kısa bir zamanımız var. Buna karşın hükümetlerin ve çok uluslu şirketlerin konuya gereken aciliyetle yaklaştıklarını söylemek güç.

  • Geçtiğimiz hafta genç iklim aktivistleri küresel olarak eş zamanlı eylemler düzenlediler. Gençler İstanbul’da da Maçka Demokrasi Parkında eylemdeydiler. 

Eylemde Fridays for Future adına konuşan Zelal Canpolat, “Önümüzdeki günlerde İskoçya’nın Glasgow kentinde başlayacak COP26 zirvesinde karar alıcıların birbirlerini değil, bilim insanlarını ve biz gençleri dinlemelerini istiyoruz!” çağrısını yaptı. COP26’nın ilk haftasının ardından ise 6 Kasım Küresel Eylem Günü gelecek. COP26 Türkiye Koalisyonu, 6 Kasım’da tüm vatandaşlara bulundukları yerdeki yerel kampanyalara ve tabanda örgütlenen gruplara katılma çağrısında bulundu. 6 Kasım Küresel Eylem Günü’nün amacı, COP26 sırasında iklim hareketinin taleplerini yükseltmek ve sesini daha duyulur kılmak. Koalisyonun açıklamasında, “Adalet, bize dünya liderleri veya şirketler tarafından sunulmayacak. Sadece ve sadece biz, tüm dünya halkları için adil bir geleceği tasarlayıp inşa edebiliriz” ifadesi kullanıldı. 

  • İlk olarak Salı günü Birleşmiş Milletler Çevre Programı, Danimarka Teknik Üniversitesi ile ortak çalışmasının ürünü olan Emisyon Farkı raporunu yayınladı. Rapora göre küresel sıcaklıklar yüzyılın sonuna kadar 2,7 derece artacak. Üstelik bu artış, yeni ulusal vaatlere ve tedbirlere rağmen gerçekleşecek. Isınmayı Paris Anlaşması’nın hedeflediği 1,5 derecede sınırlandırmak için 2030 yılına kadar karbon emisyonlarında yüzde 45lik bir azalma gerekiyor. Oysa mevcut taahhütler yalnızca yüzde 7,5’lik bir azalma yaratabilecek seviyede.

Çorak toprak ve çim ayrım

The Guardian’ın aktardığına göre Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres, ihtiyaç duyulan liderlikten yoksun olduğumuzu söyledi ve eyleme geçmek için bunun gibi daha kaç rapora gerek duyulduğunu sorguladı. Raporu hazırlayan BM Çevre Programı’nın (UNEP) yönetici direktörü Inger Andersen ise “İklim değişikliği artık geleceğin sorunu değil. Bu artık şu anın bir sorunu. Küresel ısınmayı 1.5C ile sınırlama şansına sahip olmak için, sera gazı emisyonlarını neredeyse yarıya indirmek için sekiz yılımız var. Planları yapmak, politikaları uygulamak ve nihayetinde kesintileri gerçekleştirmek için sekiz yıl” dedi.

  • COP26’nın iklim krizi için en önemli yönlerinden biri, ülkelerin Paris Anlaşması’nda sundukları Ulusal Katkı Beyanları’nı (NDC) güncelleyecek olmalarıydı. Fakat rapora göre ülkelerin ancak yarısı bunu yaptı. Hükümetler, belirsiz ve yeterince hırslı olmayan taahhütlerde bulunmakla eleştiriliyorlar. 

Hükümetlerin yetersiz kaldığı bir diğer konu ise iklim finansmanı. 2009 yılında gelişmiş ülkeler, iklim krizinden daha az sorumlu olduğu halde etkilerini daha sert yaşayan gelişmekte olan ülkelere destek olmak için 100 milyar dolar finansman sağlama taahhüdünde bulunmuşlardı. Bu finansmanın 2020 yılı itibarıyla hazır olması sözü verilmişti ancak bu tarihte de bir sarkma oldu. Bu gecikmenin 2023’e kadar devam edeceği tahmin ediliyor. 

Dünya Kaynakları Enstitüsü’nün analizine göre 23 gelişmiş ülke iklim finansmanına adil şekilde katkıda bulundu. Ancak bazı ülkeler, taahhüt ettiklerinin ancak yarısını sağladılar. Bunlar arasında ABD ve Avusturalya gibi ülkeler yer alıyor. Birleşik Krallık, Kanada ve Almanya gibi ülkeler COP26 öncesinde finansman taahhütlerini artırsalar da 100 milyar dolara ancak 2023 yılında ulaşılabilecek. 

  • Birleşmiş Milletler COP 26 akabinde bir de ‘Asya’da İklimin Durumu’ raporu yayınladı ve 2020 yılının Asya kıtası için kaydedilen en sıcak yıl olduğunu duyurdu. Rapora göre iklim krizi kaynaklı felaketler, kıta ekonomilerine büyük zararlar verdi. Bu zarar Çin’de 238 milyar dolar, Hindistan ve Japonya’da 80 milyar doların üzerinde tespit edildi. Sel, fırtına, kuraklık gibi tehlikelerin hem sürdürülebilir kalkınmayı etkilediği, hem de gıda ve su güvensizliğini artırdığı vurgulandı. 

Bir başka rapor ise İtalya merkezli Avrupa-Akdeniz İklim Değişikliği Merkezi tarafından yayınlandı. G20 İklim Etkileri Atlası, iklim krizinin dünyanın en zengin ülkelerini nasıl etkileyeceğine dair bilimsel projeksiyonları derleyen bir çalışma. Raporda, G20 ülkesi olan Türkiye hakkında da bazı projeksiyonlar var. Örneğin sıcak hava dalgaları bugüne kadar en az üç kat, en fazla da kırk iki kat daha uzun sürecek. Bu iyi ve kötü senaryolar, ısınmanın kaç derece olduğuna bağlı. Yani ısınma 1,5 dereceyle sınırlandırılabilirse üç kat daha uzun, dört dereceye kadar çıkarsa 42 kat daha uzun sürecek, gibi. 

Kuraklıktan su stresine, yangınlardan deniz seviyesinin yükselmesine, Türkiye için birçok olumsuz sonuç, raporda detaylandırılmış. 

  • Türkiye’nin Paris Anlaşması’nı ilk imzalayanlardan olmasına karşın onaylamamasının gerekçelerinden biri, iklim fonlarına erişme meselesiydi. Türkiye’nin iddiası gelişmiş ülkelere denk gelen Ek-1 listesinde yer aldığı için iklim fonlarına erişemediğiydi. Bu nedenle Ankara’nın Ek-1’den çıkıp gelişmekte olan ülkeler kategorisinde yer almak gibi bir talebi vardı. Şimdi Paris Anlaşması Meclis tarafından da onaylandıktan sonra, Ankara bu talebini geri çekti. Peki bundan sonra bizleri ne bekliyor? Nasıl adımlar atılmalı? 

Bu konuda önemli bir araştırma, İstanbul Politikalar Merkezi tarafından yapıldı. Bu hafta lansmanı yapılan rapor, Türkiye ekonomisinin iklim değişikliğiyle mücadelesi ve net sıfır hedefine ulaşması için bir yol haritası sunuyor. 8 kişilik bir ekibin 1,5 yıllık çalışmasının ürünü olan raporun tamamı, yakın zamanda yayınlanacak. Şimdilik açıklanan belli başlı konulara hızlıca değineceğiz. 

Raporun sunumunu, İstanbul Politikalar Merkezi İklim Değişikliği Çalışmaları Koordinatörü Ümit Şahin gerçekleştirdi. Şahin, Türkiye’nin Ulusal Katkı Beyanı’nın 2053’te net sıfıra ulaşma hedefiyle uyumlu olmadığını vurguladı. Şahin’e göre Ankara’nın hem orta ve uzun vadeli bir yol haritası benimsemesi hem de yeni bir ulusal katkı beyanı hazırlaması gerekiyor. Raporda, Türkiye ekonomisinin 30 yılda karbonsuzlaşabileceği ve 2050lerin başında da net sıfır hedefine ulaşabileceğinden bahsediliyor.

Çalışmaya göre en hızlı karbon azaltımı yapabilecek sektör olarak elektrik öne çıkıyor. Elektrik üretimi kaynalıklı emisyonların 10 yılda yarı yarıya azaltılabileceği öngörülüyor. Enerji üretiminde kömürün 2035’te tamamen terk edilmesinin hedeflenebileceği söyleniyor.

Raporda aynı zamanda ulaşımda elektrikli araçlara ve raylı sistemlere, binalarda ise elektrikli ısı pompalarıyla ısınmaya geçişin önemine değiniliyor. Sanayide ise daha fazla yenilenebilir enerji kullanımı, döngüsel ekonomi yaklaşımları, enerji ve hammadde tüketimi verimliliği gibi meseleler vurgulanıyor. 

  • İklim gündeminin son haberi olumlu bir rapora dair. Divest Invest, yatırım fonlarını fosil yakıtlardan uzaklaştırmak ve bunlar yerine iklime duyarlı alanlara yönlendirmek amacıyla kurulmuş bir küresel ağ. Bu ağ tarafından yayınlanan Yatırım ve Elden Çıkarma isimli rapora göre, multi trilyon dolar değerinde fosil yakıt varlıkları elden çıkarılmış durumda. En az bir fosil yakıt türünü elinden çıkaracağı taahhüdünde bulunmuş 1485 kurum var ve yönettikleri varlıklar 39,2 trilyon dolar değerinde. 

Uzmanlara göre bu rapor, fosil yakıtı elden çıkarma hareketinin kayda değer bir ivmeye sahip olduğunu ve bir eşik noktasına ulaştığını gösteriyor. Aynı zamanda fosil yakıtlara yatırım yapmaya devam etmenin etik ve finansal olarak kabul edilemez hale geldiğine dair genel bir kabul olduğu da belirtiliyor.

EKOLOJİ GÜNDEMİ

  • Geçen hafta Dr. Ahmet Soysal ile Çeşme Turizm Projesi üzerine konuşmuştuk. Ahmet bey bize projenin hala tam olarak bilinmediğini ancak içinde marinalar, lüks residanslar ve golf sahalarının olduğu bir tesis kompleksi planlandığını aktarmıştı. Ayrıca planlanan alanda endemik bitki türlerinin, fok yuvalarının olduğunu, alanın hemen bitişiğinde ise alaçatı sulak alanında 160tan fazla kuş türünün gözlendiğini söylemişti. Proje kamuoyunda İzmir’in Kanal İstanbul projesi olarak da biliniyor. Bu projeye karşı meslek ve çevre örgütleri ile İzmirlilerin açtığı davanın bilirkişi incelemesi 27 Ekimde yapıldı. Keşfi izleyenler arasında İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin eski başkanı Aziz Kocaoğlu da vardı. Geçen hafta Ahmet Soysal, İzmir ve Çeşme belediyelerinin desteğini şimdiye kadar göremediklerinden bahsettiğini de hatırlatalım.
  • Bir başka proje ise İstanbul Kalamış’ta. Fenerbahçe-Kalamış Yat Limanı’nın işletme hakkı 40 yıllığına Koç Holding’in oldu. Liman için yapılan ihalede 2 milyar 531 milyon TL'yle en yüksek teklifi Tek-Art Kalamış ve Fenerbahçe Marmara Turizm Tesisleri A.Ş vermişti. Rekabet Kurulu, Fenerbahçe-Kalamış Yat Limanı’nın işletme hakkını 40 yıllığına Koç Holding’in bağlı ortaklığı Tek-Art Kalamış ve Fenerbahçe Marmara Turizm Tesisleri A.Ş tarafından devralınmasını onayladı. Liman 2013’ten beri özelleştirilmeye çalışılıyor ve o zamandan beri yerelde sürdürülen bir mücadele var. İlk önce Kadıköy Belediyesi, mahalle sakinleri ve Mimarlar Odası ve Şehir Plancıları Odası kararın iptali için Özelleştirme Yüksek Kurulu’na yaptığı itirazlar reddedilmişti. Danıştay da benzer yönde başvuruları reddederken, son dönemde Kadıköy belediyesi yat limanının özelleştirilmesi yerine kendilerine satılması yönünde kampanya başlatsa da sonuç değişmemişti. Kadıköy Belediyesi Başkanı Şerdil Dara Odabaşı, konuyu Anayasa Mahkemesi’ne götüreceklerini kaydetmişti.
  • Ekoloji aktivisti ve ressam Gökçe Erhan'ın evi, kültür balıkçılığı tesislerine karşı gerçekleştirileceği basın açıklamasına saatler kala yandı. Jandarma, yangınla ilgili 'kundaklama' şüphesiyle inceleme başlattı. Trabzon’un Sürmene ilçesinde yaşayan, çevre sorunlarına eserleriyle dikkat çekmeye çalışan ressam ve ekoloji aktivisti Gökçe Erhan’ın iki katlı ve yöresel mimarili evi kundaklama şüphesi taşıyan yangında kül oldu. Söz konusu yangın, deniz ekosistemine zarar verdiği iddiasıyla kültür balıkçılığı tesislerine karşı gerçekleştirilecek basın açıklamasına saatler kala çıktı. Erhan yangından hemen sonra katıldığı basın açıklamasında “Biz atalarımızdan kalan aile evimizi kaybetmiş olsak da bu geri getirilebilir bir şey. Ben bir ressam olarak oradaki her ayrıntıyı aynı şekilde resmedebilirim. Yanan evimi tekrar ayağa kaldırabilirim ama denizi kaybettiğimizde bu geri döndürülemez” diye konuştu.
  • AKP tarafından yeni bir torba yasa hazırlığı başlatıldı. Torba yasadaki maddeyle zeytinliklere ve zeytinlik sahalarına jeotermal sondaj kuyuları açılabilecek. Termal suyun tespitinin ardından da elektrik üretmek üzere jeotermal santraller kurulabilecek. Fakat, bunun yapılabilmesi için mevcut zeytin ağaçlarından taşınabilecek olanların uygun bir alana taşınması ve taşınamayacak olanların yerine de beş kat zeytin ağacı dikilmesi şartı olacak.

Daha önceki yıllarda pek çok kez Zeytinlik Kanunu için yasa değişikliği teklifi hazırlanmıştı. Teklifler zeytinliklerde yada yakın çevresinde yatırımların önünü açıyordu. Zeytinlik Kanunu’nu diye bilinen 3573 sayılı “Zeytinliklerin Korunması ve Yabanilerin Aşılattırılması Hakkında Kanun”a göre zeytinliklere 3 kilometre mesafede kimyasal atık üretecek tesis kurulamıyor ve zeytin ağaçları izinsiz kesilemiyor. Anlaşılan yeni torba yasayla zeytinliklerin hukuki koruması bir kez daha by-pass edilmek isteniyor.

  • Türkiye’nin iç bölgelerinde kuraklık daha da şiddetleniyor. Karaman’da yer altı su seviyesinin azalması sonucu yolda yarıklar oluştu. Kentte daha önce de yer altı su seviyesinin azalması sonucu yüzey yarıklarının oluştuğu görülmüştü.

Sadece kuraklık değil, yanlış sulama politikaları ve tahribatlar da yer altı su seviyelerinin düşmesine sebep oluyor.

aslan balığı

  • Şimdi bir de istilacı tür haberimiz var. İklim değişikliğinin yol açtığı sulardaki sıcaklık artışıyla birlikte özellikle 2012'den sonra Akdeniz'de kısa sürede yayılan aslan balığı, İzmir kıyılarına kadar çıktı. Balık, Karaburun'da toplu halde görülmeye başlandı.

Hint Okyanusu ve Büyük Okyanus‘un batı kısımlarında ile Kızıldeniz‘deki mercan kayalıklarında yaşayan aslan balığı, Süveyş Kanalı üzerinden 1990’lı yıllarda giriş yaptığı Akdeniz’den Ege’ye geçti. Özellikle 2012’den sonra Ege Denizi’nde kısa sürede yayılan aslan balığı, İzmir kıyılarına kadar çıktı. Karaburun’da toplu halde görülmeye başlanan aslan balığının yayılmasını uzmanlar da yakından izliyor. Karaburun’da dalış merkezi işleten eğitmen Hamdullah Aras, bölgede yaklaşık 30 yıldır profesyonel dalış yaptığını, geçen yılın sonunda ilk kez aslan balığına rastladığını, diğer dalgıçların da karşılaştığı aslan balıklarının sayılarının hızla arttığını ifade etti.

Adnan Menderes Üniversitesi (ADÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü Hidrobiyoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Murat Bilecenoğlu “Özellikle kıyısal balıkları çok ciddi miktarlarda tüketiyor. Aslan balığını tehlikeli yapan hem obur olması ve dikenlerinin zehirli olması ama diken dışında bir sıkıntı yok ve eti tüketiliyor. 

Son günlerde aslan balığının mide içeriğine yönelik çalışmalar var. Hangi balıklarla daha çok beslendiğini görebileceğiz. Bizim en büyük korkumuz ise kıyı balıklarını obur bir şekilde tüketiyor olması.”

İklim değişikliği sebepli suların ısınması ve Süveyş Kanalı’nın genişletilmesi projesiyle aslan balığı gibi yabancı türler Akdeniz’de artıyor. Akdeniz Aslan balığı için rekabetsiz bir ortam. Bu sebeple sayısı hızla artıyor. Zehirli bir balık ancak doğru temizlendiğinde insan tüketimi için uygun. Akdeniz Koruma Derneği’nin bu konudaki farkındalığı arttırmak için başlattığı Yeni Balıklar projesi de istilacı türlerin tüketimini arttırmayı hedefliyor.

  • Şimdi biraz daha iyi haberlere göz atalım. Antalya’da faydalı böcek yetiştiriciliği için ekilen patateslerin hasatı başladı. Antalya Büyükşehir Belediyesi‘nden yapılan açıklamaya göre, Korkuteli Osmankalfalar Tarımsal Kalkınma Kooperatifi’ne sözleşmeli üretim modeliyle yetiştirmek üzere verilen tohumluk patateslerin hasatına başlandı. Kooperatif üyeleri tarafından yetiştirilen patatesler, Büyükşehir Belediyesince satın alınarak biyolojik mücadele için faydalı böcek üretiminde kullanılacak.

Üretimi gerçekleştirilen faydalı böcekler ise turunçgil ve nar bahçelerine bırakılarak unlu bit zararlısıyla mücadele edilecek. Bu sayede pestisit kalıntısının önüne geçilmesi, tüketicinin sağlığı korunması, üreticinin üretim aşamasındaki işçilik ve pestisit maliyetlerinin azaltılması amaçlanıyor.

  • İki bölgenin koruma statüsü yükseltildi, bir de yeni milli park alanı belirlendi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla Resmi Gazete‘de yayımlanan karara göre, Mersin ve İzmir‘de bulunan iki doğal sit alanı kesin korunacak hassas alan ilan edildi. Ankara’nın Nallıhan ilçesi sınırları içerisinde bulunan bölge de Sarıçalı Dağı Milli Parkı olarak belirlendi. Mersin’in Erdemli ilçesi sınırları içerisinde bulunan Alata Bahçe Kültürleri Araştırma Enstitüsü Arazisi Doğal Sit Alanı ile İzmir’in Foça ilçesi sınırları içerisinde bulunan 19. Grup (Foça-Adalar Etabı) Doğal Sit Alanı‘nın koruma statüsü yeniden değerlendirildi. Değerlendirme sonucunda, sınır ve koordinatları belirlenen alanların kesin korunacak hassas alan olarak tescil ve ilan edildiği açıklandı.

Mersin-Erdemli

  • Bir başka güzel haber de İstanbul Kurbağalıdere’den geldi. Uzun süredir kirliğiyle bilinen kurbağalı derede su samuru görüldü. Su samurunun görüntülerini sosyal medya hesabı üzerinden paylaşan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, 'Kurbağalıdere’deki bu sevimli su samuru da İstanbul'un sakinlerinden biri artık' dedi. 
  • Serbest dalışçı Şahika Ercümen, paletsiz değişken ağırlık kategorisinde tek nefeste 100 metre derinliğe inerek dünya rekoru kırdı. Ercümen, 100 metre derinliğe 2 dakika 53 saniyede indi. Paletsiz ve tüpsüz 100 metre derinliğe inen Şahika Ercümen, 'Bu dünya rekoruyla aynı zamanda iklim krizi, küresel ısınma ve toplumsal cinsiyet eşitliği gibi konulara dikkat çekmek istedik' dedi.
  • HAK İHLALLERİ 

  • Önümüzdeki yılın Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı‘nda yer alan bilgiye göre sadece kadın öğrencilerin kabul edildiği kadın üniversiteleri kurulacak. Resmi Gazete’de yayımlanan “2022 Yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı”nın “eğitim” başlığı altında yükseköğretim sistemindeki yeni hedeflere yer verildi. Belirlenen hedefler arasında, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın ilk olarak Japonya’da duyurduğu ve daha sonra 2019-2023 dönemini kapsayan 11. Kalkınma Planı‘nda yer alan kadın üniversitelerine ilişkin yeni hedefler yer aldı.
  • Konya’nın Sarayönü ilçesinde cep telefonu kamerasına yansıyan görüntülerde onlarca köpeğin Sarayönü İlçe Belediyesi personeli olduğu iddia edilen kişilerce açılan bir çukura canlı canlı gömdüğü görüntülendi. Çukura atılan köpeklerden birisinin de uyuşturucunu etkisinden kurtularak, çukurdan çıkıp hızla uzaklaştığı da kameralara yansıdı. Olayla ilgili Sarayönü Kaymakamlığı adli ve idari soruşturma başlattı.
  • İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, muz yeme videosu paylaşan yedi kişinin sınır dışı edileceğini duyurdu. Sokak röportajı sırasında bir vatandaşın Suriyeli şahsa yönelik olarak yaptığı “Ben muz yiyemiyorum, siz kilolarca muz alıyorsunuz” ırkçı yoruma tepki göstermek için muz yeme akımı başlatan Suriyeliler hakkında yasal işlem gerçekleştirildi. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü muz yeme videosu paylaşan yedi kişinin sınır dışı edileceğini duyurdu.

MUÇEP - Mandalya Çevre Platformu Ortak Tuzla Çalışma Grubu’ndan Umay Karabaş ile Söyleşi

Bu hafta Muğla’da yüzlerce kuş türüne ev sahipliği yapan, kıymetli bir sulak alan olan Bargilya Tuzlası’nda yapılmak istenen turizm kenti ve buna karşı verilen mücadeleyi konuştuk. Proje, iki holdingin işbirliğiyle yapılmak isteniyor ve 3 binden fazla konuta ek olarak alışveriş merkezleri, oteller ve golf sahası inşa edilmesi öngörülüyor. 

Söz konusu alanın ulusal ve uluslararası mevzuat ile koruma altında olması da maalesef projeye ÇED olumlu kararı verilmesine engel olamadı. 

Konuyla ilgili detaylı bilgi almak ve son gelişmeleri öğrenmek üzere, MUÇEP - Mandalya Çevre Platformu Ortak Tuzla Çalışma Grubu’ndan Umay Karabaş ile birlikteyiz. 

Bargilya Tuzla Sulak Alanı’ndan ve ekolojik öneminden bahsedelim istiyorum. Bölge 2001 yılında Önemli Kuş Alanı ilan edilmiş, pelikanlar ve flamingolar gibi birçok kuş türüne ve diğer canlılara yaşam alanı sunuyor. Bize biraz hayatta tuttuğu biyoçeşitlilikten bahsedebilir misiniz?

Burası bir lagün ekosistemi, bir sulak alan. Lagün ekosistemi dediğimizde acı, tatlı ve tuzlu suyun beraber varolduğu bir ekosistemden bahsediyoruz. Sulak alan tabii aynı zamanda çevresindeki karasal ekosistemlerle, akiferlerle, yer üstündeki sularla ortak. Bu sulak alanın korunabilmesi için karada da çok hassas dengelerin gözetilmesi gerekiyor. Bu hem bitki örtüsü hem de sulak alana ulaşan yüzey suyunun, su havzası bağlamında korunması demek.

Bargilya’ya baktığımızda, ülkemizdeki diğer sulak alanlara göre küçük gözükse de, 1990lardan bu yana yapılan gözlemlerde 200’ün üzerinde kuş türünün burayı beslenme, barınma, üreme, dinlenme için kullandığını görüyoruz. Bu çok ciddi bir çeşitlilik. Kıyı kuşları, su kuşları, yırtıcılar, ötücüler, göçmenler, sürekli barınanlar - ki bu sadece kuşlar için. Burası aynı zamanda sığ bir sulak alan olduğu için balıkların da büyüyebilmesi anlamında önemli. Flamingoların besin kaynaklarını bulabilmesi için önemli. Bunun gibi daha pek çok şey sayılabilir. 

Bargalya

Bu lagün ekosisteminin Milas ve Bodrum’un kullandığı suyun tuzlanmasını önlemek gibi bir işlevi olduğundan da bahsediyorsunuz. Kısaca açıklayabilir misiniz?

Lagün dediğimizde kara ile deniz arasında bir bariyer gibi. Tuzlu suyun toprağa daha fazla nüfuz etmesini engelleyen, onun bariyeri gibi düşünebiliriz. Lagün ekosisteminin kıyıdaki bitki örtüsüne baktığımızda, tuzlanmayı tolere eden - örneğin deniz börülcesi gibi - bitkiler olduklarını görüyoruz.

Artık iklim krizi de kimsenin inkar edemeyeceği bir noktaya geldi. Sonuçlarından bir tanesi de deniz seviyelerinin yükselmesi olacak bildiğiniz gibi. Örneğin Tuzla etrafında bir ila üç metre yükselebileceği öngörülüyor. Dolayısıyla bu lagün ekosistemini olduğu gibi korumanın da böyle bir önemi var. Hem lagünün kendisi hem tuzluluğa adapte olmuş kara tarafı, iklim krizinde hem akiferi, yani su kaynaklarını, hem de toprakta canlılığı koruyacak bir ekosistem. Çok hassasiyetle korunması gerekiyor.

Bizim bu projeye karşı çıkma nedenlerimizden biri de bu. ÇED raporu zaten neresinden tutsanız elinizde kalıyor ama proje aynı zamanda Bargilya Tuzlası ile Güllük Deltası arasında kalan ekolojik koridora yapılmak isteniyor. 4 milyon küsur metrekarelik, binlerce konut, golf sahaları, oteller, AVMler vs. Ve araziye bakıldığında, örneğin golf sahasının yapılmak istendiği yer, taşkın düzlüğü - sulak alanın, tatlı su-tuzlu su dengesini korumasını sağlayan, tatlı su girişinin gerçekleştiği alanlardan bir tanesi. Siz oraya golf sahası yaptığınızda, arkasına da usulsüz bir baraj yaptığınızda, sulak alanın su dengesini bozuyorsunuz.

Zaten iklim krizi gündemdeyken bir de karada, insan eliyle böyle çok ciddi müdahaleler yaptığınızda, bizim ‘sulak alanın ölüm fermanı’ dediğimiz durum ortaya çıkıyor.

Bölgenin ne kadar nadir ve kıymetli bir alan olduğundan bahsettikten sonra biraz da burayı tehdit eden projeyi tanıyalım. Yaratacağı nüfus baskısı, inşaatlar, araçlarla bu doğayı tamamen yutacak bir proje gibi anlaşılıyor. Okuduğum kadarıyla bu projenin planlama aşaması ise epey uzun yıllara dayanıyor. Biraz karşı karşıya olduğumuz projeyi anlatabilir misiniz?

Aslında 1990lardan bu yana burada arazi toplanmaya başlanmış, nihayetinde de önümüze bu ‘turizm kenti’ projesi geliyor.

Bu projenin ÇED raporunu incelediğimizde, karada oluşacak betonlaşmanın yanı sıra ters ozmos yöntemiyle kıyıda bir takım kuyular açılarak tatlı su elde edeceklerini söylemişler. Ama bu bahsettikleri projenin bile başlı başına bir ÇED’e tabi tutulması gerekiyor. O boyutta bir turizm kentine, su talebine, ne kadar ters ozmos sondajı yapılacak, nasıl kullanılacak, nasıl bertaraf edilecek gibi sorular var.

Ters ozmos sondajlarının kıyıda yapılması da doğrudan kıyıya ve sulak alana müdahale.

Ters ozmos nedir? Etkisi nedir?

Deniz suyundan tatlı su elde etmek aslında. Çok pahalı bir işlem ama maddi yönü bir yana, geriye bıraktığınız daha tuzlu su, lagünün tuzluluğunu artıracak.

Suya bu kadar müdahale ettiğinizde, ona bağlı yaşamın tamamına çok ciddi ve geri dönüşü olmayan bir müdahale ediyorsunuz demektir.

ÇED raporunun bilimsel ve hukuki olarak hatalı olduğu gerekçesiyle kararı Türkiye Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Muğla şubesi ile birlikte yargıya taşıdınız. Yakın zamanda bilirkişi incelemesi de gerçekleştirildi. Hem itirazınızın içeriğinden hem de bugün vardığımız son durumdan kısaca bahsedebilir misiniz?

ÇED raporu 2 Haziran’da onaylanmıştı, biz de yasal süresi içerisinde hem MUÇEP ve TMMOB Muğla olarak birer dava açtık. MUÇEP davasında geçen Çarşamba günü bir bilirkişi incelemesi oldu; oldukça kalabalık bir bilirkişi heyeti geldi, bunu sevindirici bir gelişme olarak yorumluyoruz. Çok usulüne uygun, sakin, bilirkişileri, götürmek istediğimiz her noktaya götürebildiğimiz bir inceleme oldu. Yürütmeyi durdurma almayı umut ediyoruz. 

Dinleyenler nasıl destek olabilir?

En kolayı, change.org'daki Tuzla Sulak Alanı imza kampanyasına destek olmak. #BargilyaTuzlasiYasasin hashtagimize de sosyal medyada sesimizi yükseltebilirler.

Bu arada proje alanındaki arkeolojik SİTlere de değinmekte fayda var. Çok ciddi bir doğal ve kültürel miras söz konusu. Bu ortak, doğayla barışık yaşamın sürmesini istiyoruz.