Medikal Arama ve Kurtarma Derneği'nin faaliyetleri

-
Aa
+
a
a
a

2013 yılında kurulan Medikal Arama ve Kurtarma Derneği'nin kurucu ortağı ve Yönetim Kurulu Başkanı, Doktor Aral Sürmeli'yle MEDAK’ın faaliyetlerini konuştuk.

AFP/Elvis Barukcic
AFP/Elvis Barukcic
Medikal Arama ve Kurtarma Derneği'nin faaliyetleri
 

Medikal Arama ve Kurtarma Derneği'nin faaliyetleri

podcast servisi: iTunes / RSS

(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.)

Gürhan Ertürk:Bugünkü konuğumuz tıp doktoru Aral Sürmeli. Aral Bey programımıza hoşgeldiniz.


Aral Sürmeli: Hoşbuldum, teşekkür ederim.

G.E.: Aral Sürmeli, 2013 yılından bu yana Medikal Arama Kurtarma Derneği (MEDAK) kurucu ortağı ve yönetim kurulu başkanı. Ağırlıklı olarak tıbbi kurtarma, afet müdahalesi ve göçmen nüfusların sağlığı konularında çalışıyor. Bize biraz MEDAK'tan bahseder misiniz? Hangi amaçla kuruldu? Şu anda ne yapıyor?

A.S.: Biz Medikal Arama Kurtarma Derneği’ni 2013 yılında kurduk. Ben o zamanlar tıp öğrencisiydim. Bizim kuruluş amacımız ise şu; Türkiye bir afet bölgesi ve bu konuda 99 Depreminden sonra belli bir hassasiyet oluştu. Bu konuda çalışan çok güzel arama kurtarma dernekleri de var. Fakat sahada şöyle bir gerçek de var. Siz insanları bir enkazın altından çıkardığınızda o kişilerin acil bir şekilde sağlık hizmetlerine ulaşması gerekiyor. MEDAK bunun için kuruldu. Yani sahada, enkazda, afet bölgesindeki kişilerin sağlık ihtiyaçlarını gidermek için kurulduk. Bu amaçla kurulan yani ‘medikal kurtarma misyonu’ olan Türkiye'deki ilk ve tek sivil toplum örgütüyüz. Önümüzdeki ay tam on yılımızı kutlayacağız. Türkiye'de ve dünyadaki bazı afetlerde tıbbi destek sunma, arama kurtarma ekipleriyle çalışma ve daha uzun soluklu kırılgan grupların sağlığa erişimi için projeler yönetiyoruz. Son depremle birlikte çalışmalarımızın çoğunluğunu afet bölgesine çevirdik.

G.E.: Aral Bey, internet sitenizden inceleyebildiğimiz kadarıyla eğitimler veriyorsunuz. Bunu hangi alanlarda ve nasıl veriyorsunuz, bilgi verebilir misiniz lütfen?

A.S.: Eğitim, bizim yaptıklarımızın önemli bir parçası ve bunun iki yönü var. Bir yandan afetlerde sağlık hizmeti ve arama kurtarma eğitimleri, yani kendi timlerimizi, gönüllülerimizi yetiştirdiğimiz eğitimler var. Bir yandan kırılgan grupların sağlık bilinç seviyelerini arttırmak için yani sağlık okuryazarlığını arttırmak için geliştirdiğimiz, farklı dillerde sunduğumuz basit ilk yardım eğitimleri, çocuk bakımı, kadın sağlığı eğitimlerimiz var. Bunları zaten açık ve ücretsiz bir şekilde internette sunuyoruz. Bununla beraber şu an maalesef kapatmış olduğumuz, kişilerin eğitim alabildiği bir ilk yardım eğitim merkezimiz vardı. Burası zamanında Türkiye'nin en başarılı ilk yardım evi eğitim merkeziydi. Bizden eğitim alıp Sağlık Bakanlığı'nın sınavına giren kişiler, %99.2 oranında sertifika almaya hak kazanıyorlardı. Sağlık eğitimleri bizim yaptığımız çalışmaların önemli bir kısmını oluşturuyor.

Elvan Cantekin: Aral Bey, enkaza giriyor, enkaz altında yani dar alanda medikal müdahaleler yapıyor musunuz? Ampütasyon ve benzeri uygulamalarınız var mı yoksa sadece enkazdan çıkanlara ilk müdahale mi yapıyorsunuz?

A.S.: Aslında bu afetin doğasına ve birlikte çalıştığımız ekiplere göre değişiyor. Bizim ekiplerimiz normal, yani ağır arama kurtarma eğitimleri de alıyor. O yüzden enkaz altına girebiliyorlar. Ama orada bizim yerimize girebilecek kişiler varsa bazen biz ekiplerimizi parçalara bölüp, sahadaki arama kurtarma timlerinin yanına veriyoruz. Mesela, sekiz kişilik bir ekipleri varsa bir de bizden sağlıkçı oluyor. Bazen sahra hastanesi kurmak daha mantıklı oluyor. O zaman o şekilde destek veriyoruz. Bazen bölgedeki sağlık merkezleri operasyoneldi ama personel ihtiyaçları vardı. Bizden çıkan karar da o ekiplere dahil olup hastanelerde hizmet sunmaktı. Biraz durumun yapısına göre değişebiliyor. Mesela Nepal depreminde biz hemen yöre halkının depremle mücadelesini güçlendirmek için eğitimlere odaklandık. Bir yandan da yerel sağlık merkezleriyle birlikte sahada kırsal bölgelerde çalışmalar yürüttük. Hepsini yapabiliyoruz ama dediğim gibi doğasına göre değişiyor.


E.C.: Bu son depremde özellikle depremden günler geçtikten sonra da kurtarmalar oldu. Ve kurtarılanlardan bazıları ne yazık ki enkazın hemen yanında ya da hastaneye kaldırıldıktan sonra vefat etti. Burada crush sendromu[ezilme, çarpışma, göçük altında kalma, darbe alma ve uzun süre hareketsiz kalma gibi durumların sonucu] gibi nedenlerden söz ediliyordu. O anlamda enkazdan çıkarmadan hastayı stabil hale getirmek, enkaz altındaki afetzedeyi stabil hale getirmek çok önemli bir çalışma. Bu anlamda sizin değerlendirmeniz nedir? Bu konuda dikkatli bir çalışma yapıldı mı? Deprem çalışmaları sürecinde bir takım aksaklıkları tespit ettiniz mi?

A.S.: Dedikleriniz çok doğru. Bunu bize ilk anlatan Türkiye'de belki de bu konuda en önemli çalışmaları yapanlardan biri Prof. Dr. Mehmet Şükrü Sever’dir. Kendisi bir nefrologtur. 99 Depreminde de böyle binlerce diyaliz aletinin bölgeye gelmesine yardımcı olan çok sevdiğimiz bir afet tıbbı hocamızdır. Bu sorunları yaşadık ve her zaman da yaşamaya devam ediyoruz. Çünkü arama kurtarmada ne kadar bilinçlenirsek bilinçlenelim işin medikal kısmı daha zor. Bununla birlikte afetlerde şunu da görüyoruz. Belki iyi hissetmek için, belki biraz daha ruh halimizi düzeltmek için mucizelere çok bağlanıyoruz. Mesela altıncı günde, yedinci günde çıkanlar. Ve maalesef bir kısmı hayatını kaybediyor. Crush sendromundan yani su kaybından veya bir uzuv kaybından olabiliyor. Belli bölgelerde iyi çalışmalar yürütüldü. Fakat toplamına baktığımızda gerçekten büyük boyutlu bir afette bunu tamamıyla gerçekleştirdiğimizi söylemek çok doğru olmaz. Ayrıca birçok sağlık merkezi de zarar almıştı. Daha önemlisi, insanların bazen unutabildiği bir şey de bölgedeki sağlıkçıların da afetzede olduğuydu. Onların bir anda gidip hemen afet bölgesinde çalışması kolay bir şey değil. O yüzden biz de sahada ciddi sorunlar çıktığını gördük.

E.C.: On bir tane büyükşehri ve çevrelerini etkileyen bir müdahale durumunda nasıl organize oldunuz? Siz her tarafa eleman ayırabildiniz mi?

A.S.: Maalesef o kadar büyük bir altyapımız yoktu. Ayrıca afetin belli bölgeleri etkileme oranları ilk günden belli değildi. Mesela Hatay'ın bu kadar kötü olduğu, ilk yirmi dört saatte, kırk sekiz saatte gözükmüyordu. Bizim şöyle bir durumumuz oldu. Afetten bir gece önce bizim dört kişilik bir ekibimiz göçmen topluluklarla ilgili bir çalışma yapmak için Adana'ya gittiler. Bir arkadaşımız sırf o gece Hatay'dan Adana'ya geçtiği için hayatta kaldı. Çünkü evi tamamen yıkıldı. Ben New York'taydım, gece telefonumun çalmasıyla uyandım. “Aral burada çok büyük bir deprem oldu,” diye haber verdiler. Biz hızlı bir şekilde ön grubumuzu yani o ekibi ve üç - dört kişiyi daha sahaya gönderip, neler oluyor, neler bitiyor görmeye başladık. Çok büyük bir kaostu. Bir anda on şehirde ne olduğunu görmek mümkün değildi. Bu bizden çok daha büyük örgütlerin ya da AFAD'ın (Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı), UMKE'nin (Ulusal Medikal Kurtarma Ekibi Birimi) de görmekte zorlandığı bir çalışmaydı. Biz sonrasında kendimize güvenli bölge olarak Adana’yı belirledik. Adana nispeten daha az etkilenmişti ve çalışmalarımızı buradan yürütmeye başladık. Öncelikli olarak ilk şey beş şehir üzerinden yani Adana, Hatay, Adıyaman Maraş ve Mersin'e gitmek zorunda kalan topluluklarla çalışmaya başladık.

Muzzafer Tunca: Koordinasyonu kiminle sağladınız? Yani siz AFAD'la mı çalıştınız, yoksa başka kuruluşlarla mı? Sizin nereye yönleneceğinize kim tayin etti?

A.S.: Afetlerde Türkiye Afet Müdahale Planı’na (TAMP) göre bunun sorumlusu AFAD'dır. Sağlık ekipleriyle daha çok UMKE ilgilenir ve UMKE karar verir. Fakat ciddi bir koordinasyon eksikliği vardı. Birleşmiş Milletler İnsani Yardım Koordinasyon Ofisi’nin (OCHA) toplanması, Türkiye'ye gelmesi, aktive edilmesi vs. saha karışıktı. Biz en çok UMKE'yle görüştük. Birçok eski gönüllümüz, diğer ekiplere katıldılar. AKUT'a (Arama Kurtarma Derneği), Vodafone'un ekibine destek olmaya gittiler. Acıbadem'in sağlık tırıyla çalıştılar. Biz burada genellikle UMKE ile koordine olduk. Ama dediğim gibi ciddi bir koordinasyon sıkıntısı vardı.

M.T.: UMKE'yi açar mısınız dinleyicilerimize?

A.S.: UMKE, Cumhurbaşkanlığına bağlı olan, yine AFAD gibi bir devlet kurumu ve afetlerde sağlık hizmeti sunar. Bizim yaptığımız işin aslında devletteki karşılığı gibi diyebiliriz.

G.E.: Siz TAMP’ta akredite misiniz? İsminiz MEDAK kuruluşu olarak akreditasyon almış bir kuruluş mu?

A.S.: TAMP’ta ismiminiz geçiyor ama rutin UMKE'nin yaptığı Emergency Medical Team[Acil Medikal Ekipleri] diye bir akreditasyonu var. UMKE ile bunun üzerine çalışıyoruz. Bu bütün dünyada geçerlidir ve sağlık ekipleri bu şekilde çalışıyorlar.

G.E.: Siz bütün faaliyetlerinizde Kalkınma Atölyesi’ni ve her ay uygulamasını örnek olarak gösteriyorsunuz. Bu birlikteliği de kısaca anlatabilir misiniz? Sağlık Kayıtları Uygulaması anlamına gelen HERA nedir? Ne zaman başladı? Nasıl bir uygulamadır?

A.S.: Hera Vakfı, Amerika'da kurulu resmi bir vakıftır. Biz afetin ilk gününden beri MEDAK ve Kalkınma Atölyesi Kooperatifi, ortak çalışma kararı aldık. Bunun sebebi afet bölgesinde güçlerimizi, kaynaklarımızı birleştirmek, sağlık ve kalkınma eksenine bütünsel bir şekilde yaklaşan bir program uygulamak. Kısaca Kalkınma Atölyesi’nden bahsedeyim. Kalkınma Atölyesi, 20 yıl önce kurulmuş, Türkiye'de kalkınmayla ilgili çok büyük çalışmalar yapan, özellikle tarım işçileri ve çocuk işçiliği üzerine çalışmalar yürüten bir kurumdur. Benim de çok sevdiğim ve on yıldır birlikte çalıştığım, kurucusu çok yakın bir abim olan bir kuruluştur. HERA, Türkiye’de bir proje olarak başladı. MEDAKın 2017’de yurt dışından büyük bir fonla başlayan bir projesi oldu. Sonrasında benim Amerika'ya, halk sağlığı yüksek lisansı yapmaya gittiğim dönemde bu proje çok ilgi gördü ve dernekten ayırarak vakıflaşmaya karar verdik. Çünkü HERA sadece bir uygulama değil yerinden edilen toplulukların nereye giderlerse gitsinler yerel sağlık hizmetlerine ulaşmasını sağlayan bir dijital platforma döndü. Bir yandan sağlık kayıtlarını tutabildiğimiz, bir yandan yerel sağlık hizmetlerine yönlendirebildiğimiz ve gerektiğinde 112’yi arayabildikleri, gerektiğinde tercüman desteği alabildikleri bir platforma döndü. Bu şekilde HERA’yı açık kaynak kodlu ve ücretsiz bir uygulama haline getirdik. MEDAK, Türkiye'de bu uygulamanın proje yöneticisi. Fakat afetle birlikte HERA’nın da yaptığı sadece göçmen popülasyonlar için değil, bütün afet bölgesindeki sağlık ihtiyaçlarını ve sağlık hizmetlerini haritalandıran, bunu insanlarla paylaşan diğer sivil toplum kuruluşlarının (STK) da kullanabildiği bir sisteme döndürdük.

G.E.: Bu Amerika'da kurulmuş olan, vergiden muaf, kar amacı gütmeyen bir hayır kuruluşu ve HERA uygulaması da normal cep telefonlarında kullanılabilen bir uygulama değil mi efendim?

A.S.: Aynen öyle. Çok basit ve kullanıcı dostu olan, tamamen ücretsiz, tamamen açık kaynak kodlu, herhangi birinin alıp kullanabileceği, bizim üzerinde hiçbir hak iddia etmediğimiz bir dijital telefon uygulaması.

E.C.: Anladığım kadarıyla bu uygulamada harita üzerinde çevredeki sağlık kuruluşlarını belirliyorsunuz. İnsanlar bu haritaya girip bu çevrede hangi sağlık kuruluşu var, nereye gidebilirim sorusunun cevabını buluyor. Bunun güncellenmesi, mesela bir afet anından sonra hangi hastanenin faal olduğu, hizmet verebildiği konusundaki bilgiyi siz kendiniz mi topluyorsunuz yoksa Sağlık Bakanlığı’yla bir ortak çalışma söz konusu mu?

A.C.: Afetle birlikte biz HERA’nın haritalandırma çalışmasını uygulama indirmeye gerek kalmadan, kişilerin kullanabileceği, afetsağlıkharitası.org adlı bir platforma çevirdik. Hem sahadaki çalışanlarımız hem de diğer STK’lar haritalandırma yaptılar. Çünkü afet döneminde bir yerde bir sahra hastanesi açılıyor, bir gün kapatılıyor. Bir mobil ekip var, onlar hareket ediyor. Bizim genelde yaptığımız çoğu çalışma işbirliği üzerinedir. Biz bütün STK'larla görüşüp, “Bize haber verin, bunu ekleyelim, bitirdiğinizde haber verin,” şeklinde bir rutine oturtup güncel tuttuk. Bir hafta önce de şöyle bir platform geliştirdik; STK'lar özel bir WhatsApp numarası üzerinden bize konum gönderiyorlar ve bizim haritamızda otomatik olarak bu gözüküyor. Yani hiçbir programcıya ihtiyaç olmadan, bir yere bilgi girmeye gerek kalmadan otomatik olarak orayı güncelliyoruz ve güncel tutuyoruz.

E.C.: Peki bu bilginin teyit edilmesi söz konusu mu?

A.C.: Tabii evet. Şu şekilde yapıyoruz. Birincisi kime ait olduğu bilgisi zaten veriliyor. Onlar yeniden aranıp teyit ediliyorlar. Belli periyotlarla aranıp hala açık olup olmadığı öğreniliyor. Bir yandan fotoğrafları çekiliyor. Bu şekilde teyit ediyoruz. Daha ciddi teyit süreçleri de var işin içinde ama afetin ilk ayında biz işin daha hızlı olması için sahadaki çalışanlarımızla teyit ettik.

Argun Yum: İlaç uygulamada bir takım kısıtlamalar var mı? İlaç uygulayabiliyor musunuz? Veya bir aşı yapmak gerekse ya da ağrı kesici yapmak için yetki almanız gerekti mi? Nasıl organize oluyorsunuz? İkincisi de deprem dışında ne tip çalışmalar yürüyor? O konuda biraz bahsettiniz ama onu da açarsanız sevinirim.

A.C.: Tabii aslında MEDAK yanlış bilmiyorsam Türkiye'de afetlerde tıbbi hizmet sunma izni olan tek dernek, yeni bir kurum izin almadıysa. Biz bu protokolümüz üzerinden normal sağlık hizmetleri sunabiliyoruz. Bunu diplomalı sağlıkçılar yapıyor. Aşı özelinde bir şey demem zor çünkü Türkiye'de aşılar Sağlık Bakanlığı kontrolündedir. Biz daha çok birincil müdahale, hayat kurtaran; ilk ve ileri yaşam desteği dediğimiz konular da çalışıyoruz. İkinci sorunuz için şöyle cevap verebilirim; bizim çalışma alanımız kırılgan gruplar. Yani dünyanın neresinde olursa olsun belli sebeplerden dolayı sağlığa erişimi kısıtlanmış ya da sağlığa ermekte zorluk yaşayan kişiler. Çünkü bu popülasyonlara baktığınızda aslında kronik bir şekilde afet yaşıyorlar. Bu yüzden de bizim konumuzun içine giriyorlar. Yani sadece acil bir durum olmasına gerek yok. Bir afete afet dememiz için yaşanan olayların belli bir ölüm ya da yaralanma oranında olması gerek ve bu popülasyonlara baktığınızda zaten bu durumda yaşıyorlar. Benim özel ilgi alanım da yerinden edilen ve göçmen topluluklardır. Bunların içinde geçici koruma altındaki Suriyeliler, ülkesinden kaçmak zorunda kalan insanlar var. Bununla birlikte mevsimlik gezici tarım işçileri ve onların çocukları da var. Benim de 15 yıldır üzerinde çalıştığım konu mevsimlik gezici tarım işçileridir. Kalkınma Atölyesi ile çocuk işçiliği üzerinden ilk sağlık riski raporunu da biz yazdık. Bizim bir kısıtlamamız yok ve elimizin ulaştığı her yere ulaşmaya çalışıyoruz. Zaten sağlıkçılar olarak ettiğimiz Hipokrat Yemini dahilinde görebildiğimiz, ulaşabildiğimiz herkesin sağlığa erişimi bizim sorumluluğumuz diye bakıyoruz.

G.E.: 2013 yılında, hem de öğrenciyken MEDAK’ın kuruluşunu herhalde bir grup arkadaşınızla birlikte gerçekleştiriyorsunuz. O dönemde motivasyonunuz neydi? Neden böyle bir girişimde bulundunuz? Neler sizi etkiledi?

A.S.: 14 yaşımdan beri sosyal sorumluluk projeleri yapıyorum. Hatta, “Aral, hayatının yarısını sahada geçirdin,” diye benimle hep dalga geçerler. Lisedeyken başladı. Robert Koleji mezunuyum ve bizim elli saat sosyal sorumluluk projesi yapmamız gerekiyordu. Ben mezun olduğumda 1000 saati geçmiştim yanlış hatırlamıyorsam. Sonra tıp fakültesine başlayınca gördüm ki sağlıkla ilgili yapılabilecek çok şey var ve sahada doktorlar, tıp öğrencileri birlikte çalışabilir. Tıp öğrencileri için de bu çok büyük bir kaynak ve öğrenme deneyimi. Sonrasında Van Depremi oldu ve orada çalışma fırsatım oldu. Van Depremi sonrasında da birkaç yıldır aklımızdaydı. 2013’te dağcı bir arama kurtarma ekibiyle tanıştım. Başlarında MEDAK’ın eski başkanı da olan Merter Yüksel ile tanıştım. Onlarla birlikte böyle bir kuruluşu resmileştirmeye ve ortak çalışmaya karar verdik. Bir süredir kafamızda olan, yapmak istediklerimizi aslında bir tesadüf eseri tanıştıktan sonra resmileştirmeye karar verdik.

G.E.: Bir soruda akademiyi kapattığınızı belirttiniz. Bir fonlama sorunu olduğu için mi, başka bir nedenle mi?

A.C.: Dürüst olmam gerekirse bizim eğitmenlerimiz çok iyiydi, inanılmaz başarılıydılar. Fakat aramızda bir ticaret merkezini yönetmeyi becerebilen kimse yoktu. Herkes kendi zamanından verip çalışıyordu. Artık biz kar etmeyi bırakıp zarara uğramaya başlayınca dedik ki, “Bu işin bir de bir finansal yönü var ve bunu biz beceremiyoruz.” Bu şekilde kapattık. Orada çok güzel bilimsel araştırmalar da yapıyorduk ve hala da yapmaya devam ediyoruz. Ama ilk yardım eğitim merkezimizi maalesef dediğim sebeplerden dolayı kapatmak zorunda kaldık.

E.C.: İlk yardım eğitim merkezleriyle ilgili benim de bir tecrübem olduğu için söyleyebilirim ki zor bir piyasa. Gerçekten çok fazla rekabetin olduğu ve de bu işi doğru yapmak arzusundaysanız bayağı zorlandığınız bir alan haline gelmeye başladı. Bölgede birçok sağlık üzerine çalışan hem hükümet dışı kuruluş hem de bazı ülkelerin birtakım birimleri var. Onlarla bu çalışmalar içerisinde bir işbirliği yaptınız mı? Bu konuda biraz bilgi verebilir misiniz?

A.C.: Dediğim gibi bizim ilk yaptığımız şey diğer STK'larla ortaklaşmak oldu. Bu her zaman çalışma prensibi olarak sevdiğimiz ve uyguladığımız bir metottur. Sahadaki bütün sağlık hizmeti sunucularının, ulusal ve uluslararası, hepsiyle ortaklık yaptık, ortak çalıştık. Gerektiği zaman onların lojistik desteğini bile biz sağladık. Bizim lojistik sorumlumuz, Ilgın Sevinç, çok sevdiğim bir arkadaşım. Kendisi sağlıkçı değildir ama inanılmaz bir lojistikçidir. Dördüncü ya da beşinci gün beni aradı, “Aral, yani burada çok ciddi sıkıntı var. Ben bizim işleri bırakıyorum, onlara ilaç götürüp getireceğim,” dedi. Ben de, “Eğer buna ihtiyaç varsa bu şekilde yönlenelim,” dedim. Amerika'nın, Katar'ın, Mısır'ın, Hindistan'ın bütün ekipleriyle ortaklık yaptık ve ortak çalıştık. Onlar da HERA’yı bizim için çalıştıkları popülasyonlara duyurdular. Onların raporlarını toparladık, yayınladık. Şöyle güzel bir şey söyleyebilirim. Bu koca afette ben sahada çoğu örgütün çok iyi niyetle ortaklık yaparak ve elindekileri, kaynakları, gücünü paylaşarak çalıştığını gördüm. En azından sağlık ekipleri adına gördüğüm bu ve bu beni mutlu etti.

A.Y.: Televizyondan izlediğimiz kadarıyla sahada birçok ekip bir arada çalışıyor. Bu iş bölümü orada nasıl yürüyor? Herkesin ekipmanı, ilacı, yanındaki sedyesi farklı olabilir. Nasıl konuşuluyor? Nasıl ilerleniyor?

A.C.: Buna sağlık özelinde cevap vermem daha doğru olur. Kendimizi övmüş gibi olmayayım ama pratik çalışmayı bilen kişileriz. O yüzden ellerinde ne varsa onu çok iyi kullanırlar. Genelde benim gördüğüm budur ve o yüzden bir şekilde anlaşıldı. Herkes zaten aynı amaç için orada olduğu için... Mesela Amerika ekibi iki haftalık rotasyonla geliyordu. Hastanelerinden izin de alamamışlar. Kendi izinlerini kullanarak geldiler. Bu kişiyle çok rahat çalışabiliyorsunuz. Malzemeniz, aletiniz farklı oluyor. Dil sorunu oluyor. Ama aynı paydada toplandığınız zaman bir şekilde halloluyor. Bir yandan UMKE de bir çok yeri çok güzel bir şekilde koordine etmeye çalıştı. Ama dediğim gibi saha çok büyüktü ve bunu topluca koordine etmek gerçekten zor bir iş.

E.C.: Siz aynı zamanda halk sağlığı uzmanı olduğunuz için şu andaki mevcut tehditler nedir? Bulaşıcı hastalıklar ve benzeri konularda neler yapılması gerekiyor ve bunlar yapılabiliyor mu? Siz MEDAK olarak da bu alanda ne gibi faaliyetler yürütüyorsunuz?

A.C.: Basitçe söylersek, afetlerde akut dönemde çok büyük bir ölüm olur, enkaz altında kalan kişiler gibi. Fakat sonrasındaki altı ay, bir yıl içindeki ölümlerin çoğu önlenebilir hastalıklarla ilgilidir. Hijyen, aşılama gibi programlarla engelleyebildiğimiz hastalıklar. Bunların tehlikesi her afetde olduğu gibi burada da var. Biz oradayken mesela ciddi bir uyuz salgını vardı. Aşıyla önlenebilir hastalıklarla ilgili, bulaşıcı hastalıklarla ilgili şu an elimde direkt söyleyebileceğim veri yok. Şansımız şu; Türkiye'de normalde aşılama oranları yüksektir. Ama eğer bu karmaşa devam ederse ciddi bir bulaşıcı hastalık riski var. Mesela şu anda bunlardan en önemlisi koleradır. Selle yani suyla, kanalizasyonla bulaşan bir hastalık olduğu için söylüyorum. Kolera riski var. Suriye'de, afetten etkilenen bölgede bu sık bir şekilde gözüküyor. Türkiye'de belki saptansa bile çok dışarıyla paylaşılmıyor olabilir. Ondan da çok emin değilim. Bizim en en büyük korkumuz bulaşıcı hastalıklar. Bir başka konu ve bizim de şu an çalışmalarımıza ağırlık verdiğimiz konu, cinsel ve üreme sağlığıyla ilgili sorunlar, anne çocuk sağlığıyla ilgili sorunlar. Bunlar istenmeyen gebelikler, sıkıntıya uğrayan gebeliklerden tutun, HIV/AIDS yaygınlaşması veya anne sağlığıyla ilgili sorunlar olabilir. Biz de bu yüzden şu an çalışmalarımızı cinsel üreme sağlığı ve anne - çocuk sağlığı üzerine yönlendirilmeye başladık. Hem bilgilendirme kampanyaları, hem hijyen ve üreme sağlığı kitleri dağıtılması, odak grup görüşmelerinin yapılması ve bu bilgilerin diğer sağlık sunucularıyla paylaşılması üzerine çalışıyoruz. Şunu da belirteyim, biz akut dönemde çalışmaya başladık ama MEDAK ve Kalkınma Atölyesi, bölgede uzun soluklu bir program planlıyor. Zaten şu an Adana'da bir kampüs yaratmaya başladık. Amacımız önümüzdeki aylarda ve hatta yıllarda burada toplumun sağlığıyla ilgili, özellikle önlenebilir hastalıklarla ilgili ciddi çalışmalar yürütmek.

E.C.: Bu konuda finansal kaynak bulmakta zorluk çekiyor musunuz? Yoksa bu konuda bir sorun yok mu?

A.C.: Biz ulusal ve uluslararası belirli fonlar alıyoruz. Genelde bizim projelerimiz bağışçılar değil de fonlar üzerinden yürür. Ama her afette gördüğümüz şöyle bir sıkıntı da var; ilk ay, iki ay ciddi bir şekilde destekler gelir. Ve hatta olmaması gereken yerlere gider destekler. Afet çalışmayı bilmeyen ekipler alır gibi bir sürü sorun olur. Fakat bir iki ay sonra sanki hiçbir şey olmamış gibi buradaki ilgi azalır ve fon kaynakları tükenir. Bu çok riskli bir durum ve biz bunun ufak ufak etkilerini yaşamaya başladık. Sahadaki diğer örgütler de bunu yaşamaya başladılar. Sanki bir iki ay sonra her şey unutulacak gibi bir hava var ve bu bizi korkutuyor. Biz her zaman hem ulusal, hem uluslararası bağışçılarla, donörlerle çalışmaya devam ediyoruz ve amacımız, benim de kişisel olarak da yurt dışında yaptığım çalışmalar, olabildiğince bu konuya ve Türkiye'deki bu afete dikkat çekip donörleri buraya çekmek. Sadece bizim için değil bütün çalışan örgütler için, kooperatifler için bu desteğin devam etmesi gerekiyor. Çünkü bu bir ayda çözülecek bir durum değil. Önümüzdeki aylar durumun nasıl gelişeceğini gösterecek.

E:C.: Bir medikal personel olarak bu konularda çalışan bir kuruluşun temsilcisi olarak, bölgedeki sığınmacıların, Suriyelilerin medikal hizmetlere ulaşımı konusunda bir sorun yaşanıyor mu? O konuda sınır ötesinden size bilgi ulaştı mı? Yahut da sizin sınır ötesinde birtakım faaliyetleriniz oldu mu?

A.C.: Afet özelinde Suriye içinde bir çalışma yapmadık. Yapan örgütlerle kontağımız var ve yardımlaşmaya çalışıyoruz ama bizim gücümüz, kaynaklarımız ancak şu an Türkiye topraklarındaki çalışmalarımıza yetebiliyor. Tabii ki göçmenler ciddi sorunlar yaşıyor. Burada haberleri görmüşsünüzdür. Kendi ailesinden vefat edenleri enkazdan çıkarmaya çalışırken, bir şey çalıyor diye tutuklanan, dövülen, işkence gören kişiler oldu. Şunu unutmamak gerekiyor. Aynı şekilde o insanların da burada bir hayatı vardı ve ciddi şekilde etkilendiler. Bu bölgeden ciddi bir şekilde yeniden göç olacak. Çünkü artık orada bir finans kaynağı, hayat kaynağı yok. Bir kısım da zaten Suriye'ye geri döndü. Bu tarz olaylarda ilk gözden çıkarılanlar her zaman göçmenlerdir. Bu her zaman böyle olmuştur. Zenofobik[yabancı korkusu-nefreti] yaklaşımla, öncelikli olmadıkları tarzında söylemler gelişir. Ama sağlıkta, Hipokrat Yemini etmiş kişilerin kimseyi ayırma lüksü olamaz. Bu bir tartışma konusu değildir. Hizmet tamamen ihtiyaç temelinde sunulmalıdır. Biz de bunu yapmaya çalışıyoruz. Ama sahada ciddi sıkıntılar yaşandığını, tercüman sıkıntısı olduğunu çok iyi biliyoruz.

G.E.: Bu arada sizin HERA uygulamanızın dört dilde olduğunu hemen belirtmek yararlı olur sanıyorum. Arapça, Türkçe, İngilizce ve Darice dillerinde uygulama mümkün. Bunu da sanıyorum Türkiye'deki göçmenleri de göz önünde bulundurarak geliştirdiniz. Türkiye'de anlaşıldığı kadarıyla oldukça geniş bir operasyon yürütüyorsunuz. Bu operasyonun profesyonel kadrosu ve gönüllü kadrosu hakkında da bize biraz bilgi verebilir misiniz?

A.C.: Şu an sahadaki ekibimiz on beş kişi ve bunlar tam zamanlı çalışanlar. Bir de tabii Hera'nın yurt dışındaki ekibi de artık buraya kanalize oldu. Bir de Kalkınma Atölye ekibi var. Aslında bu üç grupluk yani üç organizasyonluk grup şu an elli kişiye yakın bir profesyonel ekiple çalışıyor. Bunun dışında gönüllülerimiz gün gün değişiyor. Bazı günler mesela dijital geliştirmeyle ilgili ihtiyaçlarımız oluyor ve o zaman katılanlar oluyor. Ama şu ana kadar tam sayıyı bilmemekle birlikte 100-150 kişi bu afet çalışmalarına kanalize oldu.

G.E.: Sizin ne tür gönüllülere ihtiyacınız var?

A.C.: Bizim için şu anda en önemli gönüllüler, uzaktan bilgisayar programlayıcıolanlar

ve bizim için tasarlama yapabilecek kişiler oluyor. Çünkü biz çalışmalarımızın çoğunu dijital ortamda geliştirebiliyoruz ve devam edebiliyoruz. Mesela hiç, böyle garip gelebilir ama WhatsApp bizim için inanılmaz bir platform. Kişilerle tek tek görüşmek yerine bir gruptan bir mesaj yayıyorsunuz ve çok hızlı iletişime geçebiliyoruz. Bu tarz konularda bilgisayar programcıları inanılmaz yardımcı oldular ve oluyorlar. Size bahsettiğim Afet Sağlık Haritasını üç günde çıkardılar. Normalde bu çok uzun sürecek bir iştir ama kendilerini adayıp inanılmaz bir iş çıkardılar. Bu konudaki gönüllüler bizim için inanılmaz değerli oluyor. Onun dışında tabii ki sahada afet eğitimi almış, afette çalışmayı bilen gönüllüler her zaman bizim çalışmayı sevdiğimiz kişiler. Ama şunu da söylemeliyim ki eğer afette çalışma eğitimini almamışlarsa onlar da afet bölgesine geldiğinde bir afetzede oluyorlar. Çünkü orada nasıl giyileceğinin bile eğitimini alıyoruz. Biz kişilere hangi kumaştan polar kullanmanın gerektiğini bile öğretiyoruz. Yoksa orada çok büyük bir kaosa sebep oluyor.

G.E.: Siz saha tecrübesine sahip, sertifika, lisans ve diplomaya sahip doktorlar, dağcı, acil tıp teknikerleri, cerrahi teknikerler, ameliyathane ve acil servis hemşireleri, veteriner hekim, ilk yardım eğiticisi ve eğitici eğitmeni hatta telsiz operatörü, sivil savunma uzmanı, gönüllü itfaiyeci ve sosyal sorumluluk projelerinde deneyimli tıp öğrencilerinin eğitmenliğinde geniş bir eğitim programı yürütmüşsünüz. Şunu çok merak ediyorum. Bu yürüttüğünüz eğitim çalışmalarından yararlanan bireyler daha sonra sizin gönüllünüz olarak da devam ediyor mu? Ve bunun katılanla devam edenlerin oranı konusunda da bir bilgi almak mümkün mü sizden?

A.C.: Tabii, bizim sahadaki eğitimlerimize ya da arama kurtarma medikal kurtarma eğitimlerimize, bilinçlendirme eğitimlerimiz sonrası aramıza katılan çok kişi oluyor. Zaten bu iş ne kadar eğitim verirseniz verin gönüllü olmadan yapılacak bir iş değil. Bu bizim sahada da hep konuştuğumuz bir şeydir. Biz istersek normal piyasanın on katı ücret ödeyelim çalışanlarımıza, eğer onlar orada olmayı istemiyorlarsa, gönüllü değillerse imkanı yok. Şu an mesela bizim saha direktörümüz olan Nurdan’a biz, “Nurdan, artık birazcık evine git,” diyoruz, “Yok, ben buradan gitmem,” diyor. Bu yüzden gönüllüler çok önemli ve bu eğitimlerle gelişiyorlar. Oran olarak şu an toplam bir oran söyleyemem ama %10-20 oranında kişi, sonrasında gelip, “Biz daha fazla çalışmak istiyoruz,” diyor. Bu bazen kişiler değil, örgütler ya da şirketler, bazen belediyeler oluyor. Daha birkaç gün önce bir belediyeyle görüşme yaptık, “Bize tim yetiştirir misiniz,” dediler. Dün bir şirketle görüşmemiz vardı. Bu şekilde büyüyoruz.


G.E.: Siz daha öncesinde göçmenlerle ilgili olarak çalıştığınızı belirtmiştiniz. Aynı zamanda tarım işçileri dediniz ama tarım işçileri bahardan itibaren devreye giriyor. Bu tür faaliyetler içindeyken depremle mi karşılaştınız? Ve o anlamda böyle bir ikiye bölünme söz konusu oldu mu? Bahsettiğiniz göçmenlere ilişkin çalışma aynı zamanda Suriye'de de çalışmakta olan bir sivil toplum kuruluşuyla da devam ediyor; S.O.Syria. Syria, yani Suriye. O konuda da bir kısa bilgi alabilir miyiz.

A.C.: Tabii ki. Aslında S.O.Syria Projesi de yine MEDAK’ın başlattığı bir online eğitim platformu. O geliştikçe artık, ‘S.O.S. Akademi’ diye geliştirdik. Çünkü sadece Suriye'den değil, birçok ülkeden kişilerin bu eğitimi aldığını, almak istediğini gördük. Aslında dünyanın birçok ülkesinde, birçok kişi o eğitimleri alıyor ve şu anda da çalışmalar devam ediyor. Hatta arkadaşlar yeni eğitim materyalleri ekliyorlar. Bir yandan şöyle tabii ki. Biz sahada çalışıyorduk ve dediğim gibi bir gece öncesinde Adana'da bir pilot proje için ekibimiz oraya gitmişti. Olay olunca tabii odağımız afet oldu. Bu bizim üç organizasyon çalışıyor olmamızın bir sebebi. Olabildiği kadar kapsayıcı bir şekilde çalışıyoruz. Mesela Kalkınma Atölyesi geçen hafta yine mevsimlik işçilerin durumuyla ilgili UNICEF'le (Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu) bir çalışma yürüttü. Ve aslında bu kırılgan grupların, kronik afette yaşadığını düşündüğümüz zaman, ayrı bir bölünme gibi değil de daha kapsayıcı ve toplu bir şekilde çalışmaya çalışıyoruz. Mesela mevsimlik işçiler de depremden ciddi bir şekilde etkilendiler. Şu an tarla sahipleri, afet bölgesindeki paralarını alamadıkları için işçilere ödeme yapamıyorlar. İşçiler ödeme alamadığı için başka yerlere gitmek zorunda kalıyorlar. Bu şekilde ailelerini bırakmak zorunda kalıyorlar. Kendi evleri yıkıldı. Aslında hepsi bir bütünün parçası diye tarif edebilirim.

M.T.: Son depremde Suriye'deki depremzedelerle ilgili bilginiz var mı?

A.C.: Biz direkt çalışmamakla birlikte ben, birçok örgütle görüşme içindeyim. Aynı zamanda benim Johns Hopkins Üniversitesindedoktorama devam ederken birlikte çalıştığım hocam ve birkaç arkadaş da bölgede çalışıyorlar. Orada durum çok kötü. Şöyle düşünün, zaten yıkılmış bir sistemin üzerine gelen bir sorun var. Çok ciddi çalışmalar yapılıyor ve yapılması gerekiyor ama altyapı gerçekten çok kötü durumda ve oradaki yıkımın boyutunu karşılaştırmak doğru olmaz. Ama en azından Türkiye şu konuda şanslıydı. Birçok uluslararası ekip hızlı bir şekilde gelebildi. Kendi altyapımız vardı. Suriye'de bunların çoğu yok. O yüzden ben ciddi sorunlar yaşadıklarını ve yaşamaya devam edeceklerini düşünüyorum.

A.Y.: Aral Bey, on beş kişiyiz dediniz. Bu on beş kişi kaç yerde bölünmüş durumda? İkincisi de bu teşkilatlanmanız giderek bir uluslararası çalışmaya mı dönüşecek? Başka ülkelerin ihtiyaçlarına da cevap verebilecek hazırlığı düşünüyor musunuz?

A.C.: Bütün ekibimizi yani afet bölgesinde çalışan ekibimizi Adana'da güvenli bir çalışma ve yaşam ortamı kurarak bir kampüse topladık. Her gün oradan sahaya gidiyorlar. Şu an beş ili önceledik ve her gün bir ekip oraya gidiyor. Bir ekip Hatay'a geçiyor, bir ekip Adıyaman'a geçiyor. Bu şekilde çalışıyoruz. Ben de oraya hafta sonu dönüyor olacağım. Uluslararası işler yapıyoruz, yapmaya devam ediyoruz. Bizim şu an ekibimizde, yanlış bilmiyorsam, dokuz farklı ülkeden çalışan var. Singapur'da Hera'nın teknik müdürü var. Amerika'da mütevelli heyetimiz var. Ve biz Amerika da bile çalışıyoruz. Afganistan olaylarından sonra Nebraska'nın bir bölgesine on beş bin kişilik bir Afgan mülteci grubu geldi ve oradaki STK'lar bizden HERA’yı orada uygulamamızı istediler. Bu şekilde devam ediyoruz ve umudumuz, amacımız insanların zorunlu olarak yerinden edildiği, ülkelerinin içinde ya da dışında her yerde çalışmak.

G.E.: Ben on beş kişiyi zaten profesyonel kadro gibi algıladım. Onun dışında da gönüllülerinizle birlikte şimdiye kadar 100-150 kişiyi seferber ettiğiniz anlaşılıyor. Çok teşekkür ederiz Aral Bey. Önümüzdeki dönemde de çalışmalarınızın başarıyla devamını diliyoruz.

A.C.: Ben çok teşekkür ederim. Bizi ağırladığınız ve yaptıklarımızı anlatma fırsatı sunduğunuz için, ilginiz için çok teşekkürler.