Ömer Madra: Bugün iki konuğumuz var, İstanbul Eczacı Odası Başkanı Zafer Kaplan ve Çağdaş Eczacılar Derneği yönetim kurulu üyesi Nurdan Demirkan. Türkiye’de ilaçlar ve sağlık dünyasında yepyeni bir döneme geçildiğine dair ipuçları var elimizde. Eczacı odalarının bildirileri ve basın açıklamaları da vardı son günlerde. Bu basın açıklamaları basında, medyada pek yer bulamadı, biz de biraz daha deşmeye karar verdik. Hoşgeldiniz.
Zafer Kaplan: Hoşbulduk. Gerçekten Türkiye’deki toplumun sağlık yaşamında yepyeni bir dönem başlıyor sizin de ifade ettiğiniz gibi. Bu dönem ilaç kullanımı konusunda artık bireylerin kendi ilaçlarını tercih etme, seçme boyutu sağlık sistemine geliyor. Bildiğiniz gibi ilaç, ancak uzmanları tarafından önerilen, sunulan ve hastaların da bu doğrultuda kullandıkları bir ürün. Farmakolojinin ilk dersinde anlatılan temel bir şey vardır: her ilaç zehirdir aslında, çünkü vücuda yabancı bir ürünü veriyorsunuz. Böyle baktığınız zaman tüketilmesinde böyle bir serbestinin getirilmesinin sözkonusu olduğunu ve bunun özgürlük için yasakları kaldırmak adına yapıldığını da görünce doğrusu dehşete düşmemek mümkün değil.
ÖM: Nedir yapılmak istenen? İlaç tanıtım yönetmeliğinde bir değişiklik yapıldı. Türkiye’de bilindiği kadarıyla reçetesiz satılan ilaçlar da var, bunların reklamı mı yapılabilecek şimdi?
ZK: Evet. 23 Ekim’de, bundan yaklaşık 3.5 hafta önce bir yönetmelik değişikliği yapıldı, Türkiye’de 1928’de çıkan 1262 sayılı yasaya göre Türkiye’de ilaçlar reçeteli ve reçetesiz olarak satılabilir, ancak hiçbir ilacın tanıtımı halka yapılamaz. 23 Ekim’de çıkan yeni yönetmelik ilaçların halka radyo ve televizyonlardan reklamı yapılarak satılabilme dönemini başlatıyor. İşte bizi dehşete düşüren budur.
ÖM: Çok radikal bir değişiklik.
ZK: Öyle. Sonuçlarını gözönüne aldığınız zaman işte orada çok ciddi kaygılarımız vardır. Bir kere en başta bizim ülkemizde reklamla ilgili bir yasa, caydırıcı bir unsur yoktur; eğer o reklam yalansa, abartılıysa, sonuçları geri dönülemeyecek tahribat yaratıyorsa, bunu yapan kurum veya kişilere karşı caydırıcı bir ceza söz konusu değildir. Burada biraz sonra belki örneklerini konuşacağımız bu tür ilaç veya ilaç maddelerinin abartılı satışından ve tüketiminden dolayı ortaya çıkan, sonuçları caydırıcı engelleyici bir ceza söz konusu değildir. Bu ülkede reklamın denetimi yoktur, işin bir boyutu bu.
Aloe vera'cılara gün doğdu
İkinci bir boyutu, insanlarımızın ilaç kullanma alışkanlığı ve o noktadaki kültürü, eğitilmişlikleri, bilinç düzeyleri bu işe çok uygun değil. Bunun en yaygın olduğu ABD’de ilacın reklamı yapılarak satışına, pazarlanmasına baktığımız zaman orada büyük rakamlar var: 130 milyar dolar, yanlış ilaç kullanımından dolayı ortaya çıkan rahatsızlıkların tedavisine harcanan para olarak görüyoruz bunu. Çünkü --hemen şunu söylemek lazım -- birden fazla ilaç kullanan bir insanın bünyesinde o ilaçlar etkileşime girebilirler ve o etkileşim sonucu ortaya çıkan reaksiyonlar mevcut hastalık tablosunu çok daha kötü, olumsuz bir noktaya getirebilir. Bunun bir örneğini vereyim, ‘aloe vera’ veya sarısabır. Türkiye’de bilinen bir bitki bu ve kozmetik ürünü olarak ithal ediliyor, bu satış zinciri tamamen hekim ve eczacı denetimi dışında. Orman Bakanlığı’ndan izinli geliyor ve kişisel bir satış zinciri oluşturuluyor, kapılar çalınıyor, kozmetik ürün anlatılıyor, tanıtılıyor.
Bu arada da bunun, örneğin diabete iyi geldiği söylenebiliyor, meme kanserine iyi geldiği söylenebiliyor. Böyle bir hasta örneğini bizim Çapa’da bir eczacı arkadaşımız yakalamış: hasta diabet, bu sarısabırı, ‘aloe vera’yı kullanıyor, kontrol altındaki diabetli hastanın kan seviyesi bir anda 500’e fırlıyor. Yine kardiyovasküler hastalıklarda reaksiyonlarla çok kötü tablolar ortaya çıkabiliyor, meme kanseri olan bir kişide de yine bu aloe veranın kullanılması sonucunda hastalık bir anda çok olumsuz bir noktaya gidiyor ve sonuçta zaten o hasta da kaybediliyor.
Türkiye demek ki denetimsiz bir ülke, Sağlık Bakanlığı hem eleman olarak, hem ilk defa böyle bir yönetmelik değişikliğinden önce gerekli kuralları, gerekli eğitimi oturtmamış bir kurum; tıpkı bir dönem yasası olmadan banker uygulamaları nasıl Türkiye’de büyük bir travma yarattıysa, sağlıkta da öyle bir travma olacaktır diye kaygılıyım.
ÖM: Yani bu durumda aloe vera ya da pek çok diğer ilacın artık televizyonlarda, radyolarda, gazetelerde ve dergilerde, vs. ilanlarını, reklamlarını görme imkânımız olacak. Peki neden daha önce yasaktı ve neden şimdi bu yasak kaldırılmış oluyor? Nurdan hanım, bu konuda siz bize biraz bilgi verebilir misiniz?
Nurdan Demirkan: Öncelikle bize bu imkânı tanıdığınız için teşekkür etmek istiyorum, çünkü kamuoyunu çok yakından ilgilendiren bu kadar önemli, hayati, ölümcül bir konunun basın ve yayın organlarında yeterince yer almamış olması çağdaş eczacılar olarak bizi çok kaygılandırmaktaydı.
Zafer beyin de bahsettiği gibi 1262 sayılı yasada, ilacın halka tanıtımının yapılamayacağı açık bir şekilde ifade edilmiştir. Ancak bu yasanın delinmesi için daha önceden, 1996 yılında da bir teşebbüste bulunulmuş ve RTÜK yönetmeliğine dayandırılarak reçetesiz ilaçların reklamı yapılabileceği konusunda bir hamle yapılmış, fakat bu, mahkeme kararı ile iptal edilmişti.
Şu anda AB uyum yasaları çerçevesinde bu yönetmelik getiriliyor, AB direktiflerine uygun olarak hazırlandığı söylenen bu maddede, (AB direktifleri bildiğiniz gibi ulusal otoritelerin denetim hakkını sonuna kadar saklı bulunduruyor), çıkan bu yönetmelikte Sağlık Bakanlığı’ndan bir izin alma zorunluğu yok, Zafer arkadaşımın da dediği gibi bu konudaki denetimlerin çok yetersiz olacağından kaygılanıyoruz. Reçetesiz ilaçların satılması masum bir tablo gibi görünüyorsa da her ilacın bir zehir olduğunu hatırlarsak bu ilaçların kullanımında doktor denetimi olmadığı zaman çok büyük sakıncalar ortaya çıkacağını düşünüyoruz. İlacın halka tanıtımının kime ne yararı var?
ÖM: Evet, esas soru bu zaten.
ND: Bunu irdeleyecek olursak, biz eczacılar halka tanıtımını istemiyoruz, doktorlar istemiyor, halkın böyle bir talebi yok, burada bu talep nereden ortaya çıkmıştır? Uluslararası ilaç tekellerinin ilaçlarının satışını daha fazla arttırmak için devletlere yaptığı zorlamalar sonucunda çıkmıştır. Bunun en çarpıcı örneklerini Amerika’da görüyoruz, Amerika’da ilaç tanıtımının televizyonlarla halka yapılmasıyla ilaç satışları çok fazla artıyor ve AB ülkelerinde de ulusal otoriteler denetimlerini kullanmalarına rağmen, örneğin antidepresan ilaçların satışlarında çok büyük artışlar ortaya çıkıyor. İlaç tanıtımının halka doğrudan tanıtımını neden istemiyoruz? Reklam özellikle bir talep yaratmak için yapılır ve reklamı yapılan ürünün satışları artar, zaten eğer satışları arttırmıyorsa bu reklamların devamı da yapılmaz.
ÖM: O zaman reklamcılığın mantığına aykırı olurdu zaten.
Medya hatırı sayılır reklam geliri bekliyor
ND: Evet. Özellikle Amerika’dan örnek veriyorum, çünkü ABD’de reçeteli ilaçların da halka tanıtımı serbest. Dünyadaki iki ülkede serbest, bir de Yeni Zelanda’da serbest. Bu ülkelerde ilaç tanıtımına çok büyük paralar harcanıyor ve tanıtımı yapılan ilaçların satışları çok fazla artıyor. Kabaca bir örnek vermek istersek, ABD’de bir antiromatizmal ilacın tanıtımı için bir yılda 160 milyon dolar harcanabiliyor. Ki bu rakam Pepsi Cola reklamları için harcanan rakamdan daha büyüktür.
ÖM: Sadece bir ilaç için?
ND: Evet. Burada tabii ki bu reklamın yapılmasından yararlanacak olan ilaç tekellerinin yanında, medya çok büyük pay alacaktır, özellikle televizyon reklamları, bu harcamaların% 57 civarında olduğunu gösteriyor. Reklamcılara pastadan büyük bir pay düşecektir, dolayısıyla medya da bu konuda çok hevesle bu konunun karşısında olmamaktadır.
ÖM: Özellikle son zamanlarda yaptığınız basın duyurularının basında çok fazla yer bulamamasını acaba buna bağlayabilir miyiz?
ND: Hiç yer bulmadı, ki insanı, herkesi çok fazla ilgilendiren bir konu. AB uyum yasalarının her basamağı herkes tarafından tartışılıyor, ben eczacı olmama rağmen tekstille ilgili problemleri görüyorum; bunlar kamuoyunda o kadar çok tartışılıyor ki neredeyse ben bile öğrendim ama ilaç gibi halkı doğrudan ilgilendiren bir konuda bu kadar duyarsız olunmasına ben hiçbir anlam veremiyorum.
ÖM: Herhangi bir tartışma yok bu konuda, öyle mi?
ZK: Evet. 23 Ekim’de bu yönetmelik yayınlandıktan sonra biz bir dizi eylem kararı aldık, afiş yapıp eczane vitrinlerine astık, el ilanı dağıttık eczanelerde ve Galatasaray’dan Taksim’e kadar önlüklerimizi giyerek 40-50 kişilik bir oda kadrosu olarak yürüdük, insanlara ilacın reklamla satılmasının sakıncalarını anlatan broşürler dağıttık. Orada çok sayıda televizyon vardı, gazeteci vardı, ertesi gün incelediğimizde hiçbir gazetede veya televizyonda böyle bir haber görmedik, Türkiye’deki en büyük medya grubunun haber olarak verdiği yorumu ise çok ilginçti; “bir grup eczacı, ilacı tanıtım yönetmeliğine karşı çıktı” diye bir haber vardı. Oysa bir grup eczacı diye tanımlanan kişiler 5000 eczanenin olduğu İstanbul’da, bunların temsilcisi olan yöneticileriydi ve göğsümüzde İstanbul Ezacı Odası yazıyordu. Şunu esirgediler bizden, ‘İstanbul Ezacı Odası’ndaki eczacılar ilaçta reklama karşı çıkan bildiri dağıttılar’, bu haberi esirgediler ve halkın da doğru haber alma hakkına saygısızlık gösterdiler.
ÖM: Burada bir de doğrudan doğruya sizin teknik alanınıza girmemekle beraber iyi bildiğinizi de bildiğim bir konu daha var; ister reçeteli ister reçetesiz ilaçların reklamının yapılmasını engelleyen bir yasa mevcut, cumhuriyet döneminin hemen başlarında çıkarılmış yanılmıyorsam. Şimdi hükumet bunu ‘sakıncalı’ buluyor, bu yasaya aykırı olarak ‘bazı ilaçların artık reklamı yapılabilir’ diye bir yönetmelik çıkıyor. Şimdi, kanuna aykırı bir yönetmelik olamayacağını biliyoruz, idare hukukunun en temel prensiplerinden biri bu çünkü. İkinci olarak da AB uyum yasalarında da böyle bir uygulamayı kolaylaştırıcı bir şey olabileceğini düşünemiyorum, yani kanun uyum yasaları çerçevesinde değişse bile, herhalde bunun eski kanunun lafzına da ruhuna da tamamen aykırı bir şekle dönüştürüleceğini düşünmek mümkün değil. Neden oluyor, nasıl oluyor bu iş?
ZK: Sözünü ettiğiniz gibi, 1262 sayılı yasa Cumhuriyet döneminde Sağlık Bakanı Refik Saydam tarafından ve Türkiye’de sağlıkla ilgili karşılaşılabilecek sorunları ve sağlığın insanlara eşit ve yaygın bir şekilde ulaşmasını sağlayacak kurallar bütününü içeren çok doğru ve kapsamlı bir yasadır. 1262 sayılı yasa, ilaç anlamında temel sağlık güvencelerini bize sağlayan yasadır. Bu yasanın bir özelliği daha var: Uzmanlar tarafından AB uyum sürecinde incelendiği zaman o müktesebata en uygun yasa olarak seçilmiştir. Bu yasada ilaç tanıtımının direkt halka yapılmasını engelleyen kural şimdi bu şekilde, yeni yönetmelikle bozulmuş oluyor. Elbette ki o dönemde bu yasa hazırlanırken, toplum sağlığını korumak amacıyla hazırlanmıştı, bu yönetmelik bu yasaya aykırıdır, 13. maddesine çok açık bir şekilde aykırıdır. Sizin de altını çizdiğiniz gibi, bu yönetmelik yasaya aykırı olduğu için de iptali gerekiyor. Ancak bir olay var, yönetmeliğin çıktığı günün ertesi günü ilaç işverenleri sendikası, yani Türkiye’deki ilaç üreticilerinin örgütü, sermayenin temsilcileri bir açıklama yaptılar: “Yıllardır beklediğimiz gerçekleşmiştir, ilacın halka tanıtımı serbest kalmıştır, sıra 1262 sayılı yasada” dediler. Bu bir planın parçası, bu bir yürüyüşün ilk adımıydı. Bundan sonraki ilk iş, yine AB’ye uyum gerekçesiyle o 1262’yi de ya yok edecekler veya bozacaklardır.
Uluslararası ilaç tekellerinin baskısıyla
ÖM: Ve ilaç reklamını mümkün kılacaklar, diyorsunuz.
ZK: Evet. Reklamın bir mantığını anlatmak istiyorum, iktisat fakültelerinde bu mulaka okutuluyordur, reklamın etik bir boyutu olmalı bir toplumda; eğer o tüketici kendisine tanıtımı yapılan, reklamı yapılan ürünle ilgili bir bilgi birikimi varsa orada doğru bir tartışma yaşanıyor demektir. Yani bir insana seçme özgürlüğünü gerektirecek bilgi birikimi varsa, örneğin ben bir televizyon alıyorsam, buzdolabı ya da gömlek alıyorsam orada seçme özgürlüğüm vardır, çünkü o ürünlerle ilgili bir birikimim vardır, deneyimim vardır, bilgiye ulaşma şansım vardır ama ilaçta böyle bir olay yok. İlaç farklı bir ürün, ilacın tüketici bu ürün karşısında tamamen savunmasız. Burada gördüğümüz şu, hem bir ürünü üreteceksiniz, hem de o ürünü tüketiciye yönelik talep yaratmaya çalışacaksınız, işte ahlâksızlık burada başlıyor, yani üreteceksiniz, onu satmak amacıyla üreteceksiniz, ne kadar çok tüketilirse o kadar çok para kazanacaksınız ve talebi yaratmak için de size “buyurun reklam yapın!” denilecek. Bu ülkede de bir reklam yasası yok, işin dehşet verici tarafı bu.
ÖM: Peki bazı ilaçları reçetesiz satılabilir hale getirmek konusuna da biraz girmek gerekiyor herhalde: yani, hangi ilaçların reklamı yapılabilecek, hangilerininki yapılamayacak bu durumda?
ZD: Türkiye’de reçeteli ve reçetesiz satılan ilaçların kesin bir ayrımı yapılmamıştır, yine AB uyum yasaları çerçevesinde aynı direktifte ilaçların sınıflandırılması ulusal otoritelere bırakılmıştır. Burada yan etki riskine, zarar riskine göre ülkeler kendi pazarlarındaki ilaçları reçeteli ve reçetesiz olarak sınıflandıracaklardır. Ancak, ilaç alındığı anda bir zehirdir ama alınıdığı anda etkilemeyebilir, zehir etkisi yıllar sonra da ortaya çıkabilir, mutojen, kanserojen dediğimiz etkiler yıllar sonra, nesiller boyu iz bırakan etkiler olabilir. Doktor kontrolünde kullanıldığı takdirde bu yan etkilere rağmen, ilaçtan elde edilecek yarar (çünkü ilaçta bir yarar/risk oranı söz konusudur) riskten daha fazla ise böyle bir tercih yapılabilir. Örneğin, bir kanser hastasının ölüm tehlikesi karşısında saçının dökülmesi gözardı edilebilir, burada hayati bir durum vardır, fakat bu tercih hastanın kendisine bırakıldığı zaman hasta burada bu ayrımı yapamayacaktır.
Ben ülkemizin uluslararası ilaç tekellerinin baskısıyla kabul etmiş olduğunu düşündüğüm bu reklam yönetmeliğinden sonra ilaçların sınıflandırılması konusunda da yine aynı tekellerin söz sahibi olacağından korkuyorum. Çünkü, satmak istedikleri ilacın, daha fazla kâr getirecek ilaçların reklamını yapacaklardır, burada bazı ilaçları reçetesiz bölümüne geçirerek daha fazla satış yapacaklardır. Devlet bu konuda çok duyarlı olmalıdır, reklamı yapılacak ilaçların devlet tarafından geri ödemesi yapılmayacaktır, burada hükümet, devlet üstünden bir yük kalkacağını düşünerek birçok ilacı reçetesiz satılır konumuna düşürdüğü takdirde bütün toplum olarak çok büyük bir zarar göreceğiz. Çünkü –yine Amerika’dan örnek veriyorum-- televizyon reklamları ile ilgili olarak ABD’deki denetim kurumu FDA bu firmaları defalarca uyarıyor, yaptığı zararlı ve yanlış reklamlardan dolayı uyarıyor ve reklamları yasaklıyor.
ÖM: Bu denetlemekle sorumlu kuruluş değil mi? Food and Drug Administration (FDA).
ZD: Evet. FDA’nın verdiği raporlarda ilaç firmalarının yan etkileri sakladığı ve etkileri abarttığı konusunda çok çeşitli uyarılar var, bir ABD firmasına 14 kez uyarı yapılıyor ama bu reklam o anda etkisini yapmış bulunuyor ya da reklamı durdurabiliyor. Mesela bir senatörün 17 yaşındaki oğlu bir sivilce ilacını kullandıktan sonra, ilacın psikiyatrik yan etkileri nedeniyle intihara teşebbüs ediyor, ondan sonra bu ilacın reklamı durduruluyor. Bu etki ortaya çıktıktan sonra, halk sağlığını bu kadar yaraladıktan sonra reklamın durdurulmasının ne gibi bir geri dönüşümü olduğu çok tartışmalıdır. Yine Amerika’dan örnek vereceğim, zehirlenme ve intihar riski giderek artıyor çünkü antidepresan ilaçların satışı çok fazla artıyor ve ABD’de ilaçlara bağlı olarak yılda 106 bin ölüm vakası olduğu saptanmış. İlacın televizyonda reklamının yapılmasından sonra hastalar doktorlara o ilacın reçeteye yazılması için baskı yapıyorlar, yine yapılan bir istatistikte %42 oranında hastaların televizyondan öğrendikleri yarım, eksik ve yanıltıcı bilgilerle doktorları bu ilaçları yazma konusunda zorladıkları ortaya çıkıyor. İlaçların sınıflandırılması önümüzdeki dönemde çok büyük önem kazanacak.
ÖM: Bu yönetmelik 1 Aralık’ta mı yürürlüğe giriyor?
ZD: Evet.
ÖM: Bu tarihten sonra yeni bir dönem açıldığını, televizyonlarda ve diğer bütün mecralarda artık, mesela antidepresan ilaçların da reklamlarının yapılabileceği bir döneme geçilmekte olduğunu söyleyebilir miyiz?
ZD: Antidepresan ilaçlar reçeteli kapsamında tutulduğu takdirde böyle bir şey olmayacaktır, ancak bazı firmaların yine ilaçta pazarlama taktiği olarak çok küçük dozları reçetesiz pazara verip marka reklamını yapma yolunu seçtiklerini görüyoruz. Marka ismiyle ilaçta bir talep yaratıldığı takdirde reçeteli bile satılsa bu ilaçların satışı artacaktır. ‘Life-style’ denilen ilaçlar ki bunlar saç dökülmesi, obezite dediğimiz şişmanlık türlerinde, seksüel fonksiyonları artırmada kullanılan ilaçlar hayat tarzı ilaçları olarak sınıflandırılıyor ve bunların zararsız olduğu düşünülüyor; dolayısıyla genelde bu ilaçlar reçetesiz satılabilen ilaçlar sınıfına sokuluyor, sokulmak isteniyor ki bu ilaçlar çok ciddi yan etkilere neden olduğu gibi insanların kendi kendilerini hasta hissetmelerine de neden oluyor. Olmayan bir olgu...
ÖM: Hem hastalık, hem de onun ilacı yaratılmış oluyor yani... Son bir şey soracağım, bununla ilgili mücadeleyi eczacı odaları ve dernekleri olarak nasıl yapmayı düşünüyorsunuz?
ZK: Türkiye’deki 41 eczacı odasının hemen tamamı bu yönetmeliğe karşı ve bu uygulmadan çok kaygılı. Neler yapılacaktır? Önce büyük bir gazeteye -- madem haber olamıyor -- paramızla ilan vereceğiz. Madem ki para çok kıymetli o zaman biz de o parayı toplayıp bu adamlara vereceğiz, halka ulaşmak için. Meydanlarda masalar kuracağız, önlüklerimizi giyeceğiz, olanı biteni anlatıp insanlardan imza toplayacağız. Bunun dışında afişlerimizi eczanelerimizin vitrinlerine asacağız, astık zaten, belki sokaklara da bunları asacağız. Halka ulaşmak için elimizden gelen herşeyi yapacağız. Bu çarpıklığı insanlara anlatmak zorundayız.
ÖM: Yönetmeliğin iptali için dava açma yolu da düşünülüyor mu?
ZK: Elbette, dava açma hazırlığı dosyamızı hazırlamış durumdayız ve açıyoruz. Sözde uygarlaşma adına -- Türkiye’de yapılan işin adını koymak lazım -- girmeyi amaçladığımız AB ülkelerinde halkın reçetesiz alacağı ilaçların listesi hazırlanırken eczacılara danışılıyor, çünkü eczacılar o toplumun ilaç tüketim alışkanlıklarını en iyi bilen insanlar ve en zararsız bir şekilde o ilaçların hangileri olacağını en iyi bilen insanlar. O ülkelerde eczacılar çağrılıyor, onların örgütleri çağrılıyor, bu tür bilgiler alınıyor ve o listeler hazırlanıyor. Türkiye’de eczacıların çağrıldığı böyle bir tartışma ortamı kesinlikle yok, bize hiçbir şey danışmıyorlar; bir sabah kalkıyoruz yönetmelik çıkmış ve hayatımız değişmiş.
ÖM: Bunu Sağlık Bakanlığı mı yapıyor doğrudan doğruya, yoksa o da mı devrede yok?
ZK: Sağlık Bakanlığı bir çalışma grubu marifetiyle yapıyor ama o çalışma grubunda ilaç sanayicileri var, Maliye Bakanlığı uzmanları var, devlet planlamacıları var ve ne yazık ki bizim Türk Eczacılar Birliği’nden bir kişi var, o da “ne yapayım ben, azınlıkta kalıyorum orada” diye, o tartışmada azınlıkta kalışını kamuoyu ile paylaşmaya bile gerek duymadan böyle bir politika izliyor. Bu da bizim şanssızlığımız...
(20 Kasım 2003'te Açık Radyo’da Açık Gazete programında yayınlanmıştır.)