Deprem ve feminist dayanışma

-
Aa
+
a
a
a

Depremin ardından kadın hareketinin yürüttüğü çalışmaları konuşmak üzere Dr. Özlem Aslan, Fatmagül Altındağ ve Selime Büyükgöze’yi konuk ediyoruz.

Fotoğraf: AP
Fotoğraf: AP
Deprem ve feminist dayanışma
 

Deprem ve feminist dayanışma

podcast servisi: iTunes / RSS

(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.)

Gürhan Ertür: Altın Saatler deprem özel yayında bugün konuk bir programcımız var, Yağmur Yıldırım da bize destek olmak amacıyla geldi. Bugünkü konuklarımız Fatmagül Altındağ ve Selime Büyükgöze, feminist hareketten aktivistler. Deprem ile ilgili kadın hareketinin yürüttüğü çalışmaları merak ediyorduk, çünkü yazışmalardan izlediğimiz kadarıyla oldukça hızlı tepki verdi kadın hareketi. Konuklarımızla depremzede kadınların ihtiyaçlarını ve uzun vadeli önlemleri konuşmak istiyoruz. İlk günden itibaren neler yaptınız ve şu anda da yapmaya devam ettikleriniz nelerdir? İhtiyaçlar nelerdir kadınlar için? Ve tabii ki afetlerde kadınların etkilenmesinin farklılıkları üzerine ben çok konuşacak değilim ama sizin söyleyecekleriniz mutlaka olacaktır. 

Selime Büyükgöze: Belki bizim yaptıklarımızdan önce afetlerde kadınlar neler yaşıyorlar, onunla başlayabiliriz. Afetlerde kadınların yaşadıkları tabii ki kadınların zaten daha normal dediğimiz zamanlarda maruz kaldıkları ayrımcılıktan bağımsız değil. Fakat afet, kriz, savaş durumları, bütün bu eşitsizliği derinleştiriyor ve bu nedenle bütün insanların, toplumun maruz kaldığı sorunları kadınların deneyimleme biçimi daha farklı, daha başka ayrımcılık biçimleriyle iç içe geçerek oluyor. Türkiye'de hem 99 depreminde hem Van depreminde feministler bu deprem alanlarında çalıştılar ve dayanışma kurdular. Bunu yaparken de çok yakın bir şekilde kadınların nasıl oralarda ayrımcılığa maruz kaldığına, afetlerin özellikli olarak kadınları nasıl etkilediğine de tanıklık ettiler. Bu aslında tabii ki afetin yaşandığı andan itibaren başlıyor. Kadınların özellikle deprem anlarında ev içlerinde bakmakla yükümlü oldukları çocukları, hastaları, varsa evde engelli ya da yaşlı kişileri de evden çıkarken yanlarına alma, onların güvenliklerini de düşünme içgüdüleri, ya daha doğrusu o sorumluluğun bir içgüdüyle dönüşmüş haliyle kendi güvenliklerini ikinci plana atmaları ile başlıyor. Ardından bir diğer sık paylaşılan, kadınların deprem anında yaşadıklarından bir tanesi de özellikle yaz günlerinde üstlerine başlarına düzgün bir şey alıp çıkmaya çalışma. Toplumda kadınların ne giyinip ne yaptığına dair var olan kurallar o anlarda dahi kadınların böyle davranışlar sergilemesine neden oluyor. Sonrasında ise çok aşamalı; biz şu anda baktığımızda daha çok temel ihtiyaçları karşılama odaklı olarak düşünüyoruz ve hareket ediyoruz, çünkü şu an çok temel, hijyen gibi, barınma, soğuktan korunma, gıdaya erişim gibi sorunlarla karşı karşıyayız. Ama genel olarak felaketlerde, bunlar sağlandıktan sonra, özellikle cinsel şiddet, cinsel taciz, kadınların sıklıkla karşılaştığı şiddet biçimleri oluyor. Keza ilerleyen zamanlarda ev içi şiddetin burada toplu yaşama alanlarında da devam edeceğini, tabii ki buna depremin neden olmayacağını fakat kendi normal sürdürdükleri yaşamda sahip oldukları desteklerden ve alternatiflerden artık yoksun kalacakları için bir alternatifsizlik ve maruz kaldıkları şiddet ve ayrımcılıktan uzaklaşma imkanlarının daha kısıtlı olduğu durumlarla karşılaşacağız. Ben bu girişten sonra sözü Fatmagül'e vermek için şöyle bir yerden bağlayayım, biraz önce de söyledim, biz hem aslında feministler olarak hem 99 depreminde hem de Van depreminde gidip orada kadınlarla dayanışma kurduk. Bugün bu kadar hızlı bir şekilde tekrar bir araya gelmiş olmamızın nedeni hem böyle bir deneyimimizin olması, hem de Türkiye'de kadın hareketinin, feminist hareketinin zaten var olan ağları. Böyle çok hızlı bir şekilde bir araya gelip çalışma refleksi var, bu sayede biz de çok hızlı bir şekilde bir araya gelebildik. Onun hikayesini de Fatmagül'e bırakıyorum.

“Kadınların kendilerini tehlikede hissetmesi afet durumunda ortaya spesifik ihtiyaçları işaret ediyor”

Fatmagül Altındağ: Selime'nin dediği gibi biz zaten sesimizi bir arada daha güçlü duyurabildiğimizi düşündüğümüz için çabuk bir araya gelebiliyoruz. İlk toplantıyı depremin ilk günü yaptık aslında, o gün o ağ kuruldu, bir çağrıyla çıktık. Hızla bir araya geldikten sonra da iletişim kanallarımızı kurduk ve ne yapabiliriz diye düşünmeye başladık. İlk 24 saatte hemen bir şey yapamayacağımızı ya da yapmaya çalışırsak da yük olacağımızı tahmin ediyorduk. Bu yüzden ikinci gün sabah hemen tüm olanakların acilen harekete geçirilmesi için bir çağrıda bulunduk, bu metinle uğraştık. Daha sonra da zaten depremin ilk gününden itibaren de hangi depoda, nerede, ne kadar ihtiyaç varsa - biliyorsunuz bir çok kadın örgütü de var ve oradan da çok feminist var aramızda - nerede, hangisinde çağrı varsa orada fiziksel olarak tasniflere destek olmaya başladık. Afet bölgesindeki durumu değerlendirdikten sonra, sizin de bildiğiniz gibi zaten pek çok yere AFAD henüz ulaşmamıştı, onlardan önce kadın örgütlerinden ulaştıkları yerler de vardı; onlarla iletişim kurarak ikinci gün ekipler halinde deprem bölgesine gitmeye başladık. Şu anda hala orada olan arkadaşlarımız var, arama kurtarma çalışmalarına dahil olduk. Şu anda feminist dayanışma ağımızda Türkiye'nin neredeyse her yerinden ve yurt dışından bağımsız feministler ya da kadın örgütlerinden, STK’lardan feministler bir arada. Biz de bu kadar tahmin etmiyorduk, şu an 330’un üzerinde kişiyiz. Yurtdışındaki feministlerden de çok fazla haber, destek ve talep aldık. Çalışma grupları oluşturduk, çok sayıda çalışma grubumuz var ve herkes bir yere koşturuyor. Bunların arasında tabii ki hep birlikte kadınların LGBTİ+’ların, çocukların, hasta ve yaşlıların ihtiyaçlarına yönelik sahadan bilgi alıp, onları nasıl koordine edebileceğimizi, nereye yönlendirebileceğimizi tartışıyoruz. Yardımların ulaşmadığı bölgeleri öncelemeye çalışıyoruz, oradan gelen bilgiyle hareket etmeye çalışıyoruz. Çalışma gruplarımızda da mesela saha ve koordinasyon çalışma grubumuz var. Bir de bu zamanda afette devletten beklediğimiz sorumlulukların karşılanmaması bir tarafa, zorluklarla da karşılaşıldı ve bir kriz yönetimi olmadığı için devletin çıkardığı zorluklara, burada yaşananlara dair politika üretmek zorundayız. Bu politikaları da kalıcı hale çevirip, devam edip, takip etmek zorundayız. Bu yüzden de örneğin bir sosyal medya ve içerik grubumuz var, sürekli orada feminist sözü söylemeye çalışan bir ekip. Örneğin biz ilk bildiriyle başladıktan sonra ped konusunu gündeme getirdik. Kadınların ped ve tampon gibi ihtiyaçları ilk günden beri ihtiyaç listelerinde yer aldı. Normalde bunu devlet kurumlarının sağlaması gerekiyordu. Biz de burada hem ilgili devlet kurumlarına hem de bunu üreten özel şirketlere çağrıda bulunduk. Onlardan cevap da aldık, özellikle özel şirketlerden, ama bu bir seferlik değil. Çünkü biliyoruz, depremin başında herkes bir araya gelip belki yardımlar topluyor ama sonrasında bunu sürdürülebilirliği önemli. Onların uzun süreli politikalarını talep ettik. Delillerin karartılmasıyla ilgili bir söz söyledik, biliyorsunuz Hatay'daki tek katlı yapı Denetim ve Yapı Malzeme Şube Müdürlüğü binası yıkıldı. Burada yine meslek odalarını ve muhalefeti harekete geçmeye çağırdık. Üniversiteli öğrencilerin eğitim hakkından hemen ilk vazgeçildi, depremzedelere yer bulmak için zaten hiçbir hazırlık olmadığından, devlet ilk yurtlardan vazgeçti ve yurtlar hemen o karar sonrasında zorla boşaltılmaya başlandı. Özellikle genç kadınlar için aile evinin daha güvenli bir yer olup olmadığını bilmiyoruz; o öğrencilerin ekonomik durumları el veriyor mu, vermiyor mu bundan bağımsız düşünülmeden, sanki ülkede başka yer yokmuş gibi, hemen o yurtlar boşaltılmaya başlandı. Bununla ilgili bir kamuoyu baskısı yaratmaya çalıştık, OHAL'le ilgili yine birkaç söz söyledik. Yani zaten biliyorsunuz, biz o ilk günkü bildiriyi yayınladığımızda tüm devlet olanaklarının hemen harekete geçilmesi gerektiğini söylemiştik ama örneğin ordunun 72 saat sonra gittiği söyleniyor. Buna rağmen hemen OHAL ilan edildi ve biz AKP iktidarının OHAL’le ilgili sicilini biliyoruz. Bunu hatırlattık herkese ve bundan derhal vazgeçilmesi gerektiğine dair taleplerimizi ilettik. En son, depremden hemen sonra bir göçmen düşmanlığı başladı. Zaten olan göçmen düşmanlığı görünür bir şiddete dönüştü. Adına denetimsiz topluluk denilen, tanımlanamayan bir şekilde, tanımlanamazmış gibi, sanki bütün oradaki ihtiyaçlardan, sanki depremde başımıza gelen her şeyden göçmenler sorumluymuş gibi hem muhalefetin hem iktidarının desteklediği bir politika var biliyorsunuz. Onları bu politikanın bir malzemesi yapıyorlar. Buna dair göçmen dayanışma gruplarıyla birlikte bir söz söyledik. Biz bölgeye gitmeye, ihtiyaçları takip etmeye devam ediyoruz. Orada çadırları nerede kurabiliriz, ne yapabiliriz, kadın örgütlerinin olduğu yerler nereler, daha çok nerede ihtiyaç olabilir diye takip ettikten sonra orada olmayı sürdürmeye çalışıyoruz. Bu yüzden hepimiz ilk elden zaten hemen sahaya inmedik ama bunu planlayarak orada olmaya ve hepsini takip etmeye devam edeceğiz.

Yağmur Yıldırım: Teşekkürler Fatmagül Altındağ, ben hızlıca söylediklerinizden birkaç soru yöneltmek istiyorum. Bir, bu doğal afet dediğimiz durumun nasıl aslında herkes aynı şekilde etkilemediğini, bazı grupların, bazı bireylerin bundan nasıl daha farklı etkilendiğine dikkat çektiniz. Bunu tekrar vurgulamayı önemli görüyorum. Aynı zamanda hem afette daha kırılgan olan bu grupların, bu kişilerin de afet anında daha farklı, bu bireylere, bu gruplara özel spesifik ihtiyaçları olduğundan ya da sorunları olduğundan bahsettiniz. Sahada bunları gördüğünüzden söz ettiniz ki, özellikle pedler, tamponlar gibi ihtiyaçlar ilk günlerden beri ihtiyaç listelerinde. Yine örneğin bu güvenlik meselesi aynı şekilde, son dönemde bu güvenlik durumuyla ilgili haberleri görüyoruz. Kadınların kendilerini tehlikede hissetmesi güvensiz bir ortamda hissetmesi, bunlar da örneğin yine afet durumunda ortaya çıkan başka spesifik ihtiyaçları işaret ediyor ve bu özel ihtiyaçlara yönelik de nasıl hareket edilebileceği yine afet durumundaki bir feminist dayanışmanın tam göbeğinde yer alıyor. Bunu tekrar vurgulamak önemli. Bir konuyu daha vurgulamak ve bununla ilgili fikirlerinizi özellikle sormak istiyorum, mesela göçmen örneğini verdiniz. Burada kesişimsel bir yaklaşımın da önemi ortaya çıkıyor; çocuklar, yaşlılar, engelliler, göçmenler, kadın+’lar, LGBTİ+’lar gibi grupların da her birinin spesifik ihtiyaçlarını gözetecek bir yaklaşım. Sahada her şey bu kadar hızlı değişirken, bu kadar yakıcı bir ortam varken böyle bir anlayış da çok temelde bir ihtiyaç, biraz bu yaklaşımınızdan söz edebilir misiniz? Örneğin göçmenlerle ilgili de ön planda ihtiyaçları ele aldığınızdan söz ettiniz.

S.B.: Aramızda göçmenlerle, göçmen kadınlarla çalışan örgütler de var. Onlardan aldığımız bir bilgi akışı var ama tabii ki her şeyi şu an görecek durumda değiliz, bazılarını biz de medyadan da takip ediyoruz. Özellikle göçmenlerin şu anda maruz kaldıkları ayrımcılık, nefret söylemi, ve hatta nefret suçlarının yanı sıra barınma ve yardımlara erişememek gibi sorunları var. Ve başta çok temel birtakım ihtiyaçlar karşılanmaya çalışılıyor dedim, fakat insanlar bu temel ihtiyaçlara erişemiyorlar. Çok temel bir sorun var. Biz de bunu takip edip yine gündemleştirmeye çalışıyoruz. Çünkü biliyoruz ki göçmenler o yardımlar ya da barınma imkanı sunulurken ayrımcılığa maruz kalıyorlar, veya zaten ayrımcılığa maruz kalacaklarını düşünerek, ya da bu yağmacı vesaire etiketlemeleri yüzünden bir gerginlik çıkacağını düşünerek zaten gidip bunlardan faydalanamıyorlar da. Eminim sizler de takip etmişsinizdir bununla ilgili pek çok içeriği, biz de benzer bir şekilde bunun takipçisi olmaya çalışıyoruz. Ama özellikli olarak temas ettiğimiz, alanda bir imkanımız henüz olmadı, muhtemelen daha ilerleyen zamanlarda böyle bir destek ağını kurmak mümkün olacak. Bu arada mesela bizim dışımızda aslında çocuk koordinasyonu var, LGBTİ+ koordinasyon ağı var, buralardan arkadaşlarımız var ve bize sürekli bilgi aktarıyorlar. Özellikle refakatsiz çocuklar meselesini biliyorsunuz gündemleştirdiler ve biz de mümkün olduğu kadar bununla ilgili sözü yaygınlaştırmaya gayret ediyoruz. Gördük ki LGBTİ+ ağı da çok benzer bir ayrımcılığa maruz, yardımlardan, barınma imkanından mahrum; bu imkanları ulaştırma ayrımcılığı, LGBTİ+ için de söz konusu. Bununla ilgili hem o bilgiyi ediniyoruz, hem de kendi ağlarımıza bunu yaygınlaştırarak bu desteklere erişimlerini mümkün kılmaya gayret ediyoruz biz de elimizden geldiğince.

Y.Y.: Burada kesişimsel bir feminist yaklaşımın böyle durumlarda ne kadar önemli olduğunu da görmüş oluyoruz, tabandan örgütlenen, yerelden bilgisini alan ve birbiriyle diyalogda olan tüm bu gruplar aracılığıyla. Bunun yanı sıra şu an mesela sahada gördüğünüz, özellikle kadınlar, kadın+’lar özelindeki ihtiyaçlar ya da durum nedir? Örneğin bu hijyen sorununun hayati olduğu çok söyleniyor. Özellikle kadınlar özelinde daha da can alıcı bir acil hijyen sorunu var. Örneğin tuvalet eksikliğinden bahsediliyor. Tuvalete giden bir kadının kendisini güvende hissetmemesi de bir o kadar konuşulması gereken bir konu mesela, ama medyaya baktığımızda bunun çok konuşulmadığını görüyoruz. Feminist bir yerden bunun çok fazla veçhesi var. Ya da örneğin hamile kadınlar, emziren kadınlar, yeni doğum yapmış kadınlar, ki özellikle yanlış hatırlamıyorsam 28 binin üzerinde erken doğum beklenebileceğinden söz etmişlerdi benim dün gördüğüm bir haberde. Bölgede çok fazla hamile kadın var. Nedir bu durum? Sizin aldığınız bilgiler nasıl sahadan? 

F.A.: Bizim sahadan aldığımız ilk bilgilere göre, zaten medya bunu gündem yapmazken bu toplumsal baskı nedeniyle kadınların kendileri de o bölgede aslında bunu pek gündem yapmıyorlar. Dolayısıyla biz örneğin kadınların ped isterken çekindiklerine dair bilgiler almıştık ilk başta. Aslında pedler oraya ulaşmış olsa bile bazen bu orada bir mesele, veya tuvaletteki hijyen sorunları nedeniyle, ya da tuvaletin zaten olmaması nedeniyle mesela pedi  değiştirecekleri zaman böyle bir ortam onlara aslında sağlanmamış oluyor. Birkaç tane doktor arkadaşımızın da desteğiyle orada örneğin hijyen için neler yapabileceklerine dair bir doküman hazırlayıp oradaki sahadaki arkadaşlarımızla paylaştık. Şimdi devamında bilgi almaya devam ediyoruz. Yeni doğum yapanlarla ilgili henüz karşılaştığımız ilk ağızdan bir bilgi yok elimizde bildiğim kadarıyla. Ama biz de yıllardan beri yalnızca kadınların dayanışmasıyla bir şeyler yapabildiğimiz için ve birlikte güçlü olduğumuz için, ilk amacımız oradaki kadınlarla daha çok temas edebilmek, onlara bir alan belki açabilmek. Çünkü şu an orada çok akut bir durum olduğu için bizim arkadaşlarımız da gittikleri zaman enkazlarda çalışıyorlar. Orada birinin sesi duyulduysa, onu çıkarmak için onlar da uğraşıyorlar. Bize tabii ki enkazdan bu kadar zaman sonra kurtulan bir kadınsa örneğin, onların iyi haberlerini veriyorlar, ama onun haricinde aslında birebir bir kadın paylaşımı yapabilmek için, alanları oluşturmak için zemin yaratmaya çalışıyoruz şu anda. Bununla ilgili nerede, neyi, nasıl yapmak daha güvenli, daha mantıklı diye. Çünkü biliyorsunuz pek çok engel de oluyor, el koymaydı, çadırların kurulamaması, vesaire, şu anda bunlar üzerine çalışıyoruz onlardan aldığımız bilgilerle.

Y.Y.: Bu arada Özlem Aslan da aramıza katıldı. Dr. Özlem Aslan siyaset bilimci, Kadir Has Üniversitesi öğretim üyesi. Ekoloji ve toplumsal hareketler ve feminizm kesişimindeki çalışmaları var, Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar dergisinin de kurucu editörlerinden kendisi, ki Özlem’in özellikle Karadeniz’deki HES direnişinde kadınların yeriyle ilgili çalışmaları literatürde çok geçer. Bizim Özlem’i şu anda bu yayına konuk etmemizin vesilesi olan “Deprem ve cinsiyet eşitliği” başlıklı yazısı çok taze olarak, dün Feminisite dergisinde yayımlandı. Biraz daha detaylı olarak da bu afetler, depremler, toplumsal cinsiyet ve toplumsal cinsiyet adaletsizliği üzerinde konuşalım istemiştik. 

G.E.: Aramıza katıldığınız için teşekkür ederiz. Sizinle de ikinci bölümde özellikle uzun vadede neler yapılması gerektiğine ilişkin konuşmak istiyoruz. Sorularımız var, ama ondan önce ben hemen Fatmagül ve Selime arkadaşlarımıza şu anda bölgelere dinleyicilerimiz destek olmak istedikleri takdirde ne yapabilirler, nasıl sizinle temas kurabilirler sorayım. Birçok kadın arkadaşımızın sizin haberleşme ağınızda olduklarını biliyoruz ama onun dışında dinleyicilerimize de belki özellikle söylemek istediğiniz, tavsiye etmek istediğiniz bazı hususlar olacaktır diye düşünerek bu soruyu soruyorum.

S.B.: Ben bunun öncesinde çok küçük bir şey de eklemek istiyorum. Burada özellikle göçmenlerin, LGBTİ+’ların nasıl katmanlı ayrımcılığa maruz kaldığından da bahsettik. Kadınlar arasında da özellikle biz zaten daha afetler dışındaki zamanlarda da sosyal yardımların dağıtılmasında nasıl aile temelli bir yaklaşımın olduğunu biliyoruz. Şimdi bu durumun kendisi özellikle yalnız kadınların, yalnız ebeveyn kadınların daha katmanlı başka bir ayrımcılığa maruz kalacağının da bizim için bir habercisi. Bizim duyduğumuz örnekler, mesela yalnız kadınlara çadır vermemek, “ailen yok mu?” demek, bütün bunlar tabii ki aslında kadınları tekrar aileye doğru itekleyen ve onların tek başlarına o alanda dahi hayat kurmalarını engelleyen bir politikanın ürünü. İlerleyen zamanda bunu da yine bolca duyacağız ve özellikle bu yalnız kadınların, yalnız ebeveyn kadınların güçlendirilmesi çok önemli odaklardan bir tanesi olmalı. Bize ulaşmak için ise, biz tek bir iletişim kanalı olan ya da bir tüzel kimliği olan bir yer değiliz ama içimizde bir sürü örgüt ya da bağımsız feminist var. O yüzden zaten bizim içeriklerimizi paylaştığını gördüğünüz pek çok kurum sayfasına yazarak sizler de ulaşabilirsiniz bize. Destek olmak için ise özellikle bölgedeki kadın örgütlerine destek olmaya çağırıyorum.

G.E.: Evet, Fatmagül Hanım'ın bu konuda ekleyeceği herhangi bir şey var mı acaba?

F.A.: Bize bilgi ulaştırmak isterlerse de Selime’nin dediği gibi paylaşım yaptığımız pek çok sayfa var, onlardan herhangi birine yazabilirler bir aktarım yapılmak istenirse deprem bölgesinden.

“Kadınlar ve erkeklerin, kız ve erkek çocuklarının doğal afetlerden aynı şekilde etkilendiğini söyleyemiyoruz”

Y.Y.: Özlem Aslan, ilk yarıda afetlere karşı feminist dayanışma grubu adına Selime Büyükgöze ve Fatmagül Altındağ ile birlikteydik. Özellikle bu depremin de içinde bulunduğu doğal afetlerin nasıl farklı kişileri, farklı grupları farklı biçimde etkilediğinden söz etmiştik, ki Açık Radyo’da bu Covid döneminde çok konuşuldu. Hepimiz aynı gemideyiz, herkes aynı şekilde etkileniyor gibi bir söylem vardı, fakat hepimiz aynı gemide, aynı biçimde değildik. Depremde de bunu aynı şekilde görebiliyoruz. Farklı kişiler, farklı gruplar farklı biçimlerde etkileniyor ya da deprem karşısında maruz kaldıkları riskler, tehlikeler, sorunlar çok daha farklı oluyor bu kişilerin. Dolayısıyla özellikle kadınların neler yaşadıkları, neden deprem durumunda ya da deprem öncesinde bu risklere, sorunlara daha fazla ve farklı şekilde maruz kaldıklarını konuştuk. Aynı zamanda da afet durumunda afetin etkileri farklı gruplar farklı kişiler için farklı oluyor. Sahadaki izlenimleri ve gördükleri üzerinden de afetlere karşı feminist dayanışma grubunun değerli izlenimlerini paylaştık. Bahsettiğimiz gibi, Özlem Aslan’ın deprem ve toplumsal cinsiyet eşitliği üzerine Feminisite dergisinde dün bir yazısı yayımlandı. Kendisi zaten özellikle feminizm, ekoloji, toplumsal hareketler kesişiminde pek çok farklı çalışma yaptığı için de kendisiyle bunu daha geniş kuramsal bir çerçeveden konuşmak, şu anda haberlerde gördüklerimizi, Selime ve Fatmagül Hanımların aktarmış oldukları bu izlenimleri kendisinin nasıl gördüğünü, nasıl yorumladığını dinleyicilerimize paylaşmak istedik. Burada özellikle doğal afetler dediğimiz durumların nasıl farklı kişileri, farklı grupları farklı etkilediği ve nasıl toplumsal cinsiyet anlamında bir eşitsizlik, adaletsizlik olduğunu sana sorarak hemen başlayalım.

Özlem Aslan: Çok teşekkürler Yağmur, senin de dediğin gibi aslında siz temel meseleyi çok güzel bir şekilde ortaya koymuşsunuz. Yani doğal afetler tüm toplumu etkiliyor, herkes bundan etkileniyor ama, cinsiyet meselesine baktığımızda bu etkilerin şiddeti o toplumun cinsiyet rejimine göre değişiyor, farklı cinsiyetler o rejime göre farklı bir şekilde etkileniyor. Dolayısıyla biz aynı evin içindeki kadınlar ve erkeklerin, kız ve erkek çocuklarının doğal afetlerden aynı şekilde etkilendiğini söyleyemiyoruz. Özellikle de cinsiyet eşitliğinin olmadığı bir toplumda yaşıyorsak. Ama afet istatistiklerine baktığımızda bu konularda çok fazla veri bulmamız söz konusu olmuyor çünkü alana gidildiğinde daha homojenleştirilmiş bilgiler aktarılıyor bize, o yüzden de kadın dayanışmasının, LGBTİ+ örgütlerinin dayanışmasının çok önemli olduğunu görüyoruz. Çünkü o bilgileri onlar sayesinde duyabiliyoruz. Cinsiyet temelli farklılıkları anlamamız, daha iyi politikalar geliştirmek, insanların ihtiyaçlarını doğru anlamak ve onlara doğru hizmetler götürebilmek için önemli. Ve biliyoruz ki afetler var olan cinsiyet eşitsizliklerini perçinliyor, kriz durumları var olan cinsiyet eşitsizliklerini perçinliyor. Özellikle de bu kadar büyük bir afeti yaşadığımızı da düşünürsek, bütün toplumsal dayanışma mekanizmalarının kırıldığı ve yeniden kurulması gereken bir dönemden geçiyoruz. Baktığımızda kadınların sosyoekonomik statünün daha düşük olduğu toplumlarda hem afetlerde kadın ölümleri daha fazla oluyor hem de afet sonrasında kadınların iyileşme süreçleri daha zor oluyor. Tabii bunu söylerken sadece kadınlar ölüyor ya da kadınlar acı çekiyor demek istemiyorum. Yani erkek olmanın da farklı zorlukları var afet bölgelerinde, çünkü arama kurtarma faaliyetlerinde mesela daha çok erkekleri görüyoruz ve onlar da farklı riskler yaşıyorlar. Fakat genelde kadınların yaşadığı, LGBTİ+’ların yaşadığı eşitsizlikler, onların sorunları çok fazla dile getirilmiyor, düşünülmüyor. O yüzden de bizim bu toplumsal cinsiyet perspektifini mutlaka doğal afetlere uygulamamız lazım. Afetin etkileriyle cinsiyet eşitsizliğinin birbirini nasıl beslediğini, maruz kalma riskini nasıl etkilediğini, kırılganlığı nasıl etkilediğini, hazırlık süreçlerine kimin nasıl dahil olabildiğini, sonraki iyileştirme süreçlerinde baş etme kapasitesinin nasıl belirlendiğini, hepsini belirliyor var olan cinsiyet eşitsizlikleri. Kadınlar ve toplumsal cinsiyet dediğimizde çok önemli bir kavram olarak bakım emeğini de düşünmemiz lazım. Afetler genel olarak hem bakım yükünü arttırıyor - su yok, hijyenik malzemeler yok, yemek yapacak temiz bir kap yok - hem de bakım işiyle ilgili erişimin daha da zorlaşmasına neden oluyor. Gıda yoksunluğu çekiyorsunuz, sağlık problemleri artıyor, bakmanız gereken insan sayısı artıyor, yerinizden ediliyorsunuz, artık o toplumsal destek mekanizmalarından uzaksınız, altyapı eksiklikleri, salgın hastalıklar, stres çok fazla, su yoksunluğu, derken bakım emeği gösterenlerin yükü katmerleniyor ve bizim yaşadığımız toplumda bakım emeği daha çok kadınlar tarafından gösteriliyor.

Y.Y.: Bu verdiğin örnek çok çarpıcı çünkü genel bir bakım krizinden bahsetmemiz olası, ki içinde yaşadığımız kapitalist sistemlerde de üretimin yeniden üretimle ayrıştırıldığı, yeniden üretim emeğinin değersizleştirildiği, cinsiyetlendirildiği, eve hapsedildiği bir ortamda, böyle bir kriz anında bunun iyice yakıcı bir krize dönüştüğünü ve etkilerini görüyoruz. O yüzden buna dediğin gibi bir perspektiften, daha geniş bir perspektiften bakmak çok çok önemli. Yazında çok ilginç bir örnekten bahsediyorsun, 2004 yılında Endonezya'da gerçekleşen tsunaminin nasıl farklı cinsiyetlendirilmiş bedenleri farklı etkilediğinden bahsediyorsun. Biraz bu örnek üzerinden aktarabilir misin?

Ö.A.: Endonezya'da tsunamide yetişkin kadınların ölme riskinin, yetişkin erkeklerin ölme riskinin iki katı olduğu belirlenmiş. Burada farklı farklı açıklamalar getiriliyor, erkeklerle kadınlar arasında fiziksel farklar var, sosyoekonomik durum farklılıkları var, hanenin durumu gibi farklı kategoriler öne sürülüyor fakat çok enteresan bir tespit de var. Mesela o toplumsal cinsiyet rolleri yüzünden kadınların tırmanma ve yüzme becerilerinin yeterince gelişmemiş olması nedeniyle sel anında, suyla karşılaşma anında, kadınların kendilerini koruyabilecek mekanizmalara sahip olmamasından bahsediliyor. Sonra kadınların orada giydikleri kıyafetlerin suyla birlikte ağırlaşması ve bacaklarının, kollarının hareket etmesini zorlaştırması da mesela etkenlerden biri. Yine kadınların evde oldukları için çocukları ve yaşlıları da kurtarmaya çalışırken, kendilerinin o sırada hayatlarını kaybetmesi söz konusu. Kamusal alana erişimleri kısıtlı olduğu için ve bu bilgiler onlara aktarılmadığı için barınaklara ulaşmakta çok zorlanıyorlar, böyle tespitler yapılıyor Endonezya'da.

Y.Y.: Benzer çalışmalar Gölcük depreminde de yapılmıştı, bu literatüre tekrar dikkat çekmek istiyorum. Yaz aylarında olması, deprem anında kadınların canını kurtarmalarından önce kıyafetlerini değiştirmek için düşünmesi, sonrasındaki güvenlik problemleri, ki ilk yarıda da konuştuk. Özellikle şu an sahada neler oluyor? Depresyonla, kaygı bozukluğuyla, stres kaynaklı başka bozukluklarla mücadele ediyorlar. Hijyen ürünlerine, temiz tuvalete, güvenli alanlara erişimle ilgili çok ciddi sorunlar var. Şunu belki sorabiliriz bununla ilgili Özlem Aslan: bu durum özellikle bu krizlerle birlikte perçinleyen bu cinsiyet rejimi, cinsiyetlendirilmiş rejime dair hem kısa vadede hem uzun vadede nasıl feminist politika yapma araçları geliştirmeliyiz?

Elvan Cantekin: Yağmur, şöyle bir şey yapabilir miyiz? Esasında senin sorun çok önemli bir soru ama ondan önce bu dönem akut dönem geçtikten sonraki karşılaşılacak sorunlar üzerinde biraz duralım. Çadır kentler oluşmaya başlayacak konteynır kentler oluşmaya çalışacak, orada bir günlük yaşam devam edecek ve o noktada esasında cinsel eşitsizlik ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğini getirdiği birtakım olumsuzlukları da yaşayacağız. Bu konuda düşüncelerini alabilir miyiz konuklarımızın?

Ö.A.: Selime ve Fatmagül kadın örgütlenmesinin içinde ve onlar daha somut şeyler söyleyeceklerdir. Ama şimdiden mesela onların örgütlenmesinin yanına Kadın Koalisyonu da bir afet koordinasyon ağı kurdu, Kadınlarla Dayanışma Vakfı bir deprem broşürü çıkardı mesela. Orada hem kadınlara afet eğitimlerinin ücretsiz verilmesinden, hem de AFAD, belediye ve emniyet gibi alanda çalışacak ekiplere toplumsal cinsiyet eğitimi verilmesinden bahsediyorlar. Benim toparladığım bilgilere göre mesela aydınlatma sorunundan herkes bahsediyor, burası çok karanlık diye, ama aydınlatma sorununun kadınlar için başka bir anlamı var. Onlar tuvalete gidecekler, sokakta dolaşacaklar, rahatlıkla dolaşabilmeleri için aydınlatma sorununun bir an önce halledilmesi gerekiyor. Kadınların sağlık sorunlarından konuşurken bu ayıpmış gibi bahsedilmemesi gerekiyor. Kadınlar ciddi anlamda enfeksiyon riskiyle, hem idrar yolları enfeksiyonu hem vajinal enfeksiyon tehdidiyle karşı karşıyalar. Bunlar konuşulması gereken şeyler. Kadınlardan bahsederken, LGBTİ+’ların durumu da çok önemli. Antep Queer LGBTİ+ mesela diyor ki, translar ve LGBTİ+’lar toplanma alanlarına bile gidemiyorlar çekindikleri için. Bunun olmaması gerekiyor. Twitter'da şimdi bir sosyal medya kampanyası başladı “açık açık ped” diye, bu ihtiyaçların böyle yüksek sesle dile getirilmesi gerekiyor ve kadınların bir araya gelebilecekleri, kendilerini güvende hissedebilecekleri ortamların sağlanması gerekiyor çadırkentler ve konteynır kentler kurulurken. Benim aklıma gelenler bunlar, eminim Fatmagül ve Selime'nin daha fazla söyleyecek şeyi vardır.

G.E.: Benim eklemek istediğim 1-2 nokta var. Şu anda deprem bölgelerinden hem çok ciddi bir göç var ve aynı zamanda bazı kentlerin de boşaltıldığına şahit oluyoruz. Yani insanların kendi rızasıyla gitmeleri, ayrılmaları dışında boşaltılmasına şahit oluyoruz. Bu da çok önemli bir başka sorun olarak gündeme gelecek herhalde. Eğer buna ilişkin de bazı bilgilerimiz varsa onları da paylaşalım lütfen.

S.B.: Evet, ben bu göç alan illerle ilgili de bir ekleme yapmak istedim. Şu an tabii ki öncelikli olarak deprem bölgelerini, orada temel ihtiyaçlara erişimdeki sıkıntıları ve bunlara kadınların nasıl daha katmanlı zorluklarla ulaştıklarını konuşuyoruz. Bir taraftan da göç alan şehirlerde de çok aciliyetli ihtiyaçlar belirmeye başladı. Mesela yurt konusunu da böyle bir yerden düşünmek lazım. Şimdi insanları KYK yurduna yerleştirecekler, nasıl yerleşecek insanlar oraya? İnsanların şu anda daha ihtiyaç duydukları şey kendi özel alanlarına sahip olmaları ve hani bunun zaten kendi iyilik hallerine katkı sunacağına dair bir şüphe yok. Buna ihtiyaçları var ama bir yandan da başka türlü bir toplu yaşamın içine, ve kapalı bir binada toplu yaşam içine sokmuş oluyorsunuz onları; ne yaşanacak orada? Bunlar da çok aciliyetli, ve en önemlisi tabii ki şu an karşılaştığımız en temel sorun olan, hiç planlanmamış, hiç üzerine düşünülmemiş hiç uzmanlara danışılmamış başka noktalar olarak da karşımıza çıkıyor. Alanda bu sorunları söylemekte bir zorluk da var, zira bir uçurum söz konusu. Çünkü biz şimdi biliyoruz ki bazı yerlerde şu an zaten tuvalet diye bir şey yok, bırakın tuvalet güvenliğini. Ama bakıyorsunuz bir diğerinde tuvalet kurulmuş ve orada gerçekten aydınlatma gibi, oradaki güvenliği sağlamak gibi sorunlardan bahsedebiliyoruz. Bakıyoruz bir tanesi temiz suya hâlâ zor ulaşıyor, bir tanesinde de mesela muhtar yardımları dağıtırken kadınlara ayrımcılık yapıyor; bazılarına fazla veriyor, bazılarına az veriyor, bazılarına diyor ki “sen git senin abine verdim” mesela. O yüzden bunları tabii ki çok karmaşık konuşmak durumundayız. Bu yüzden de bunlar, bu çeşitli durumların, bu farklılıkların nasıl böyle katmanlı sorunlar yaratabileceğini düşünmemiz ve bizim bu durumda yapısal bir dönüşümü nasıl sağlayacağımıza yönelik çözüm önerileri geliştirmemiz gerektiğini tekrar hatırlatıyor bana. Çünkü bir taraftan da hepimiz bir şekilde elimizden geldiğince bunları tespit etmeye, temas ettiklerimizdeki sorunları gidermeye çabalıyoruz ama tabii ki bir yapısal değişime ihtiyacımız var bunları ortadan kaldırmak için. Uzun vadede bile değil, bence kısa vadede de en ısrarlı şekilde bu yapısal dönüşümü talep etmek gerekiyor. Burada yapısal dönüşümden kastettiğim şey 1) tabii ki kadınların, LGBTİ+’ların, çocukların, göçmenlerin maruz kaldıkları bu ayrımcılığı ve bütün aslında bu yardımlardan, bu çalışmalardan herhangi bir ayrımcılığa maruz kalmadan faydalanabilmeyi garanti edecek bir sistemi kurmak, 2) bunları bir uzmanlıkla, farklı ihtiyaçları gözeterek ve kaynakları eşit dağıtarak sağlayacak bir temel bir koordinasyonun olması konusunda, bütün bu gördüklerimize rağmen, ısrar etmeye devam etmek gerekiyor.

E.C.: Bu konuda bir şey sormak istiyorum, bunun önümüzdeki döneme bir şekilde sarkacak birtakım sonuçları da olacak değil mi? Mesela Covid-19’la ilgili Dünya Sağlık Teşkilatı ve Dünya Nüfus Fonu’nun öngörüleri vardı, erken evliliklerin artacağı, çocukların, özellikle kız çocuklarının eğitimden uzaklaşması nedeniyle ilerideki dönemlerde daha uzun süreli ve daha travmatik birtakım sorunların ortaya çıkacağı gibi. Biz bunları burada da ön görebiliyoruz, değil mi? Buna ne yapılabilir? Bu sorunun da cevabının bu noktada aranmasında fayda var diye düşünüyorum, siz ne dersiniz?

Ö.A.: Bu işin psikolojik tarafını, psikolojik etkilerini de düşünmek gerekiyor, mesela yapılan araştırmalara göre kadınların mesela afet sonrası daha çok depresyon, kaygı bozukluğu ve stres kaynaklı bozukluklar yaşadıkları gözlemlenirken, erkeklerde de intihar riski çok çok daha fazla. Yani burada insanların 1) psikolojik yardıma ihtiyaçları olacak, 2) ekonomik zorluklar nedeniyle, yaşanılan stres nedeniyle, aile içi şiddetin artması riski çok büyük bir mesele olacak. Aile bireylerini kaybeden insanlardan bahsediyoruz burada, bütün hayatları değişti, dediğiniz gibi onun sonuçları, etkileri, kız çocukları ve kadınlar üzerinde daha da ağır olacak. O yüzden bütün bunların tespitlerini yapıp önlemleri almak için de elimizden geleni yapmamız gerekiyor. Bu da hem toplumsal dayanışmayla, ama bir yandan da devletten talep ederek de olması gereken bir şey. Yani toplumsal dayanışma çok önemli ama bunların vatandaşlık hakları olduğunu, bu hizmetlere erişimin kesinlikle insanların devletten de talep edebilecekleri şeyler olduğunu hatırlatmamız ve bu kurumları çalışmaya zorlamamız gerekiyor bu anlamda.

E.C.: Bu yardım çalışmalarında ve belli bir politika izleyerek, politikalarımızı değiştirerek bu konuda kadınların güçlenmesi ve onların bu dönemi daha sağlıklı geçirmelerini sağlamak mümkün mü? Örneğin gene okuduğum bir şeyden hareketle soruyorum, bu nakit programlarının, ayni yardımlara oranla kadınların ve kırılgan grupların güçlenmesi açısından, en azından daha az ezilmeleri açısından çok daha önemli olduğu söyleniyor. Bu konuda sizlerin değerlendirmesi ne?

S.B.: Nakit programında kime nakit yardımının yapıldığı önemli. Yani orada mesela kadının banka hesabına erişimi var mı, kadının o paraya erişiminin olduğundan nasıl emin olacağız, bunlardan emin olarak nakit programlarını değerlendirmek lazım. Eğer o şekilde, kadınların incelendiği bir şekilde organize edilebilirse tabii ki güçlendirir onları.

E.C.: Kuponlar da aynı şekilde değerlendirilebilir, değil mi?

S.B.: Evet ama gidip aile reisi diye erkeğin hesabına yatırırsa ve kadının bu hesaba hiçbir erişimi yoksa, o artık tamamen o evdeki erkeğin inisiyatifinde olan bir harcama oluyor.

Kadının görünmez emeği

E.C.: Peki sahadaki aldığınız bilgiler çerçevesinde, sivil toplum kuruluşlarının, özellikle bu alanda çalışan sivil toplum kuruluşlarının birebir bu tür yardımları götürme olanağı var mı, yoksa AFAD bir şekilde kendi üzerinden bu yardımların dağıtılması konusunda bir uygulama mı yapıyor?

F.A.: Başlangıçta AFAD'ın giremediği yerlerde zaten oradaki örgütler sahada oldukları için aslında pek engelleyemedi kendi orada olmadığı için, ama sonrasında bu engellemeler başladı. Biz de o yüzden bir şekilde onlarla koordine olarak, onlarla koordine olan yerler üzerinden ulaştırmaya çalışıyoruz. Yapılabilecekler ile ilgili bir şey eklemek istiyorum, hem olumlu hem olumsuz bir yorumum olacak. Bu bir anda çözebileceğimiz ve bir anda bugünden hemen yarına düzeltebilecek bir şey değil, çünkü bu erkek egemen ikili cinsiyet sisteminin kurduğu eşitsizliklerin bir sonucu aslında. Dolayısıyla feminist hareket yıllardır Türkiye'de pek çok şeyi yavaş ya da hızlı şekilde hareket ettirmeye ve birtakım şeylerde söz söylemeye ya da onları değiştirmeye çalışıyor, örneğin dayağa karşı kampanyalardan aslında bugünlere geldik. O yüzden bunları hatırlayıp, bunların temelinde toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ve ikili cinsiyet sisteminin yattığını unutmamamız lazım. İklim krizinde de böyle - siz de Açık Radyo olarak mesela bununla ilgili çok program yapıyorsunuz - bütün bu sistem bunun üzerine kurulu olduğu için, bir kadın örgütünün yaptığı yardımın metodunu değiştirerek bir anda çözebileceği bir şey değil elbette. Ama bizim Türkiye’deki feministler olarak her zaman yaptığımız gibi, özel olan politiktir diyerek, evlerimizdeki şiddeti duyurmaya çalışıyoruz yıllardan beri; kadınların kendi evlerinde uğradığı şiddeti bile açık açık konuşmak çok önemli o yüzden Özlem’in de söylediği gibi. Zaten o dayanışma ağları kadınların sesini durabilmesi için kuruluyor. Kadının görünmez emeğini ve ihtiyaçlarını de konuştuk örneğin, bunu bilerek, bir taraftan politika yaparak, bunu değiştirerek, bir taraftan da akut sorunları çözmeye çalışarak, kadın dernekleriyle birlikte, konuştuğumuz gibi sahadaki arkadaşlarımızla çözmeye çalışıyoruz diyebilirim.

S.B.: Fatmagül'ün dediklerine ek olarak, tüm bu siyasi partilerin, toplumsal örgütlenmelerin, AFAD, emniyet, yani devlet kurumlarının içerisinde – çok sürreel gelebilir devlet kurumlarından bahsettiğimizde - ama kadınların, LGBTİ+’larin sesini duyulabilecek şekilde değişimler yapmamız gerekiyor. Karar alma mekanizmalarında daha çok feminist sesin, daha çok LGBTİ+ sesin olması lazım ki bu perspektif yayılabilsin, bu perspektifle politikalar üretebilelim. Dediği gibi, bir tane kadın örgütünün yüklenebileceği bir şey değil. Tabii ki ağlar örerek ve birbirimizle dayanışarak bunu güçlendireceğiz. Ama ciddi politika değişimlerine ihtiyaç var, bu da şu anda en çok belki muhalefet partilerinden, muhalif örgütlerden, sendikalardan bekleyebileceğimiz çalışmalarla olabilecek. Daha çok bu meseleleri tartışmamız, bunları tali bir mesele olarak görmememiz gerekiyor, çok temel meseleler çünkü.

G.E.: Çok teşekkürler Fatmagül Altındağ, Selime Büyükgöze ve Dr. Özlem Aslan.