Kritik Eşik: Biyoçeşitliliğin korunması ve gelecek nesiller

-
Aa
+
a
a
a

Antroposen Sohbetler'de Utku Perktaş, 22 Mayıs Dünya Biyoçeşitlilik Günü vesilesiyle biyoçeşitliliğin korunması ve gelecek nesiller üzerine konuşuyor.

""
Kritik Eşik: Biyoçeşitliliğin korunması ve gelecek nesiller
 

Kritik Eşik: Biyoçeşitliliğin korunması ve gelecek nesiller

podcast servisi: iTunes / RSS

Biyoçeşitlilik, gezegenimizin 3,8 milyar yıllık geçmişinden gelen, çeşitli yaşam biçimlerinin bir araya gelerek oluşturduğu benzersiz bir koleksiyondur. Her bir canlı türü, bu geniş koleksiyonun bir üyesidir. Yani her biri sıra dışı metinlere sahip bir kitap gibi hayal edilebilir. Genetik çeşitlilik ise her bir kitabın içindeki benzersiz kelime kombinasyonları gibidir. Ekosistemler, bu kitapların birlikte oluşturduğu rafları, bölümleri ve bu koleksiyonun bulunduğu kütüphanenin genel düzenini oluşturur.

Biyoçeşitlilik, gezegenimizin sağlığını ve istikrarını koruma, ekosistem hizmetleri sağlama ve tüm canlılar için refahı destekleme açısından hayati öneme sahiptir. Tıpkı bir kütüphane nasıl bilgi ve kültür mirasımızı muhafaza ediyor ise bugünkü biyoçeşitlilik de canlılığın ortaya çıkışından bu yana gezegenimizin elinde kalan biyolojik miras olarak düşünülebilir. Bugün, ne yazık ki, biyoçeşitlilik koleksiyonundaki kitaplar yani türler, insan eliyle birer birer yok oluyor. Oysa bu türler, evrimin zorlu süreçlerinden geçerek bugünlere kadar ulaşmış biyoçeşitliliğin eşsiz bileşenleridir.

Uluslararası Doğayı Koruma Birliği’ne göre biyoçeşitliliğin basamakları:

IUCN (Uluslararası Doğayı Koruma Birliği) tarafından tanımlanan biyoçeşitliliğin üç temel basamağı şunlardır; genetik çeşitlilik, tür çeşitliliği ve ekosistem çeşitliliği. Bu üç basamak, biyoçeşitliliğin kapsamlı ve bütüncül bir şekilde anlaşılmasını sağlar.

Genetik Çeşitlilik: Bu basamak, aynı tür içindeki bireyler arasında bulunan genetik farklılıkları ifade eder. Genetik çeşitlilik, bir türün popülasyonlarının çevresel değişikliklere uyum sağlama kapasitesini artırır. Yüksek genetik çeşitliliğe sahip popülasyonlar, tehditlere karşı daha dirençli olma eğilimindedir. Genetik çeşitlilik, türlerin evrimsel süreçler boyunca hayatta kalabilmesi için kritik öneme sahiptir.

Tür Çeşitliliği: Tür çeşitliliği, belirli bir ekosistem veya coğrafi bölgede bulunan farklı türlerin sayısını ve çeşitliliğini ifade eder. Bu, biyolojik zenginliğin en yaygın ölçülen ve tanınan formudur. Tür çeşitliliği, ekosistemlerin işleyişi ve dengesi için temel bir bileşendir. Yüksek tür çeşitliliği, ekosistemlerin daha sağlıklı ve dirençli olmasını sağlar.

Ekosistem Çeşitliliği: Bu basamak, farklı ekosistemlerin çeşitliliğini ve bu ekosistemlerin içerisinde barındırdığı biyolojik toplulukları ifade eder. Ekosistem çeşitliliği, çeşitli habitatlar, biyomlar ve manzaraların çeşitliliğini içerir. Farklı ekosistemler, çeşitli ekosistem hizmetleri sağlar, örneğin su arıtma, karbon depolama, iklim düzenleme ve besin üretimi gibi. Ekosistem çeşitliliği, doğal süreçlerin sürdürülmesi ve biyoçeşitliliğin korunması için hayati öneme sahiptir.

Bu üç temel basamak, biyoçeşitliliğin korunması ve sürdürülebilir yönetimi için kritik unsurlar olarak kabul edilir. Biyoçeşitliliğin bu geniş kapsamlı tanımı, doğanın karmaşık ve birbirine bağlı yapısını anlamamıza yardımcı olur ve biyoçeşitliliği koruma çabalarının kapsamını genişletir.

Bir Milyon Tür Risk Altında

Birleşmiş Milletler'e göre, insanlık tarihi boyunca eşi benzeri görülmemiş bir hızda türler yok olmakta ve bu yok oluşun başlıca nedeni insan faaliyetleri. Bugün dünya üzerindeki türlerin yaklaşık onda biri yani bir milyon civarında bitki ve hayvan türü yok olma tehdidi altında. Özellikle bazı türler var ki, mesela kuzey beyaz gergedanı gibi türler, son derece kritik bir durumdalar. Bu tür, silahlı çatışmalar ve kaçak avcılık yüzünden Orta Afrika savanlarında neredeyse tamamen yok olmuş durumda. Bugün dünyada bu türden sadece iki dişi birey kalmış ve artık türün fonksiyonel olarak nesli tükenmiş sayılıyor. Bilim insanları, bu türü kurtarmak için yenilikçi yöntemler denemekte; dişi gergedanlardan alınan yumurtalar, artık hayatta olmayan erkeklerden elde edilmiş spermlerle laboratuvar koşullarında döllendiriliyor ve oluşan embriyolar, daha az tehdit altındaki güney beyaz gergedanına aktarılıyor.

Kayıp Türler: Biyoçeşitlilik krizinin küresel yansımaları

Biyoçeşitlilik krizi, sadece kuzey beyaz gergedanı ile sınırlı değil. Güneydoğu Asya, Güney Brezilya ve Kuzeydoğu Hindistan gibi bölgelerde birçok canlı türü, tarım, kentleşme ve ulaşım gibi insan kaynaklı etkinlikler nedeniyle tehdit altında. Özellikle Kuzey Amerika'da, 1970'ten bu yana kuş popülasyonlarında yaklaşık %29'luk bir azalma gözlemlenmiş; bu, yaklaşık 3 milyar kuşun yok olduğu anlamına geliyor.

Ormanların yok olması, gezegenimizdeki biyoçeşitlilik bileşenlerinin kaybolmasının en önemli sebeplerinden biri olarak öne çıkıyor. Brezilya'daki yağmur ormanlarını koruma çabası içinde olan bilim insanları, toplumu bu yönde ikna etmek için uğraşıyorlar. Yağmur ormanları, tarım ve hayvancılık gibi risklerle karşı karşıya ve bu durum, başta yağmur ormanları olmak üzere dünya genelinde türlerin yok olma riskini artırıyor. Ne yazık ki, yok olan türleri geri getirmemiz mümkün değil çünkü Jurassic Park'ta yaşamıyoruz. Hawaii’deki endemik kuş türlerinden ülkemize özgü 4 bine yakın endemik bitkilere kadar birçok türü hızla kaybediyoruz. Belki de bu yazıyı yazdığım sırada bile bazı türler yok olmuş olabilir. Bu değişimleri gözlemlemek için uzaklara gitmeye gerek yok. Eğer bazı akşam yemeklerinizde büyük balık türlerini tercih ediyorsanız, bu, sizler için meşhur bir şarkıcının albümünü satın almaktan daha önemli bir tarihe işaret edebilir. Balıkçılık endüstrisi, balık popülasyonlarını büyük ölçüde azalttı.

Doğal Yok Oluşlar ve İnsan Etkisi: Türlerin kaderini değiştiren faktörler

Gerçekten de çoğu tür, eninde sonunda yok olur. Eğer yok oluşlar doğal bir hızda ilerleseydi, bu durum endişe yaratmazdı. Burada kocaman bir ‘ama’ olduğunu unutmayalım. Fosil kayıtlar ile türlerin evrimsel soy hatlarına ait zaman çizelgeleri gösteriyor ki türler milyonlarca yıl süren bir zaman diliminde doğar ve yok olur. Ancak, gezegenimizin deneyimlediği beş büyük kitlesel yok oluş olayını hariç tutarsak - bu olaylar dinozorları ve pek çok diğer türü yok etti, dünya bugün tahmin ettiğimizden çok daha boş - günümüzdeki durum çok daha farklı.

Bu durumu daha iyi anlamak için şöyle bir örnek verebiliriz; insanlar ortalama 75 yıl yaşar. Bu hesaba göre eğer 75 kişilik bir topluluktan rastgele örnek alırsak, yılda bir ölüm bekleriz. Benzer şekilde, yedi kişilik bir örneklemden de 10 yılda bir ölüm bekleriz. Eğer bir türün tüm soyları dahil bir milyon yıl yaşadığını varsayarsak, her yıl milyonda bir türün doğal olarak yok olmasını bekleriz. Buna eşdeğer olarak, gezegenin bugün sahip olduğu 10 bin kuş türünden her yüzyılda bir türün yok olması bekleriz. Ancak bugün gözlediğimiz oran, neredeyse her yıl bir türün yok olmasıdır ve bu oran, insanın olmadığı bir dünyadaki orandan yaklaşık 100 kat daha yüksek.

Doğal Olmayan Tehditler: Biyoçeşitliliğin karşı karşıya olduğu modern tehlikeler

Bilinen tüm hayvan ve bitki türlerinin günümüzdeki yok oluşları, doğal olmayan koşullar altında gerçekleşiyor. Bu yok oluşların nedenleri arasında avlanma, istilacı türlerin - örneğin sıçanlar ve yabani otlar gibi - kendi doğal habitatları dışındaki alanlara sokulması ya da iklim değişimine bağlı olarak girmesi ve özellikle türlerin yaşam alanlarının yok edilmesi bulunuyor. Bugün karşılaştığımız diğer tehditler arasında, küresel ısınma sonucu iklim değişikliği de var; bu da biyoçeşitlilik için habitat kaybı kadar ciddi bir tehlike oluşturuyor.

Biyoçeşitliliğin korunması, sadece gezegenimizin doğal mirasını korumakla kalmaz, aynı zamanda ekosistemler için, insanlık için de hayati önem taşır. Ekosistemlerin işleyişi, gıda güvenliği, sağlık ve iklim düzenlemesi gibi birçok alanda biyoçeşitlilik kritik bir rol oynar. Gelecek nesillerin bu zengin biyolojik mirası deneyimleyebilmesi ve ondan faydalanabilmesi için, şimdi harekete geçmemiz gerekmektedir. Bilim insanları, politikacılar, sivil toplum örgütleri ve bireyler olarak hepimiz, biyoçeşitliliği koruma konusunda üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmeliyiz çünkü doğanın kütüphanesinde kaybettiğimiz her kitap, geri dönüşü olmayan bir kayıptır ve bu kaybın sonuçları, yalnızca doğa için değil, insanlık için de yıkıcı olabilir.