Açık Gazete şakşakçı mı?

-
Aa
+
a
a
a

Sayın Ömer MadraSayın Şerif Erol

Her sabah, evden işe gelirken kıtalararası seyahat ettiğim için uzun bir zaman diliminde Açık Gazete’yi keyifle izliyorum. Benim için ulaşamadığım gazete ve dergilere ulaşarak dünyaya açılan bir pencere gibisiniz. Zaman zaman sıkışık köprü trafiğinde somurtmakta olan insanlara aldırmaksızın yüksek perdeden gülüyorum. Ben de Saatli Maarif Takvimi kullanıcısıyım, ama sabah günü sizden dinlemek çok hoşuma gidiyor. Özetle yaptığınız programı, değindiğiniz konuları, üslubunuzu beğeniyle izliyordum.

Taa ki 4 Kasım sabahına kadar. O sabah günlük gazetelerden manşetleri ve altyazıları okuyordunuz. Sıra Cumhuriyet’e geldiğinde, manşetinden ötürü “bu sabah iki gazeteyi geçiyorum, gerçekçi bulmuyorum” diyerek atladınız. Sanırım diğeri Özgür Gündem’di. Diğer bir deyişle sansürlediniz, ciddi bulmadınız, kendinizi bir anlamda RTÜK yerine koydunuz. Mikrofonda olmanın iktidarından yararlanarak, sizinle aynı görüşte olmayanı, sizin düşündüklerinize aykırı olan düşünceyi mahkum ettiniz.

Biliniz ki bu tavrınızı yadırgadım. Ben Açık Radyo’yu kâinatın tüm seslerine açık bir radyo olduğu için dinliyorum. Demokrasi tanımının “çoğunluğun idaresi” olduğu günlerin altından çok sular aktı. Artık azınlıkların da temsil edildiği bir sistem olduğunu düşünüyorum ve sizin radyonuzun da bu çerçevede kurulduğunu sanıyorum.

Cumhuriyet gazetesinin o günkü manşeti, demokrasinin baraja takıldığı konusundaydı. Siz bu manşeti ve ardındaki saptamayı önemli bulmadınız, değerlendirmeye alınamayacak kadar yanlış buldunuz ve sansürlediniz. Oysa ki bu seçimlerden elde edilen belki de en önemli ve çarpıcı bir sonuçtu ve Cumhuriyet tarihi boyunca hiçbir dönemde çoğunluk bu denli azınlığa düşmemişti.

Sizde eleştirdiğim, bu saptamayı yapamamış olmanız değil, bu saptamayı yapabilmiş bir gazeteyi sizinle aynı görüşte olmadığı için mahkum etmenizdir. Bu tavrını nedeniyle, Açık Radyo ve Açık Gazete ile ilgili görüşlerim sarsıntı geçirdi. Belki de bir refleks olarak o günden bu yana sizi dinlemiyorum. Bilmiyorum sizin için ne kadar önemliyim, ama bilgilerinize sunmak istedim.

Nilüfer – Uğur Dalay

..........

Sayın Nilüfer Uğur – Dalay,

Gönderdiğiniz faks mesajı için çok teşekkür ederiz. “Dünyaya açılan pencere” benzetmesine de ayrıca bir teşekkür borcumuz var; yedi yılı aşkın bir süredir içinde bulunduğumuz ağır yayın sürecinin başlıca amaçlarından biri buydu çünkü: Kolayca edinmenin mümkün olmadığını gördüğümüz ya da hissettiğimiz bilgileri elden geldiğince “içselleştirmek” ve bundan sonra da onları, yine elden geldiğince geniş halkalarla paylaşmak ve böylece “dışsallaştırmak”. Bu bilgi çerçevesini, mağaza vitrinleri gibi değil, aksine, tam da sizin dediğiniz gibi, bir “pencere” pervazı haline getirebilmek. “Dünyanın karanlık yüzüne tutulmuş bir küçük el fenerinin ‘camı’ da diyebiliriz.

Çünkü, dünyada neler olup bittiği, nereye gittiğimiz, belli başlı kuvvet ve para merkezleri tarafından nereye doğru sürüklenmek istediğimiz hakkında yeterince bilgi sahibi olamazsak, ABD’nin en “kıdemli” gazeteci ve televizyon yorumcusu Walter Cronkite’ın geçenlerde Teksas Üniversitesi’nde verdiği son konferansta kaygı içinde vurguladığı gibi, kendi kaderine hükmedebilecek “özgür vatandaşlar” olabilmemiz ve demokratik toplumun birer bireyi olabilmemiz imkânsızdır, diye düşünüyoruz. Özgür ve bağımsız medyanın günümüz demokrasileri için yaşamsal öneminin de işte tam bu noktada ortaya çıktığı düşüncesindeyiz.

Hayatî önem taşıyan bir nokta var: Bildiğiniz gibi, basına ve medyaya, çok uzun yıllardan beri bütün demokrasi dünyasında muazzam bir sorumluluk yüklenmiş durumdadır. Basın ve yayın organları kamuoyuna dürüst, objektif haber vermenin, onu bilgilendirmenin yanı sıra -- ve onun uzantısı olarak -- bir başka görevi de yerine getirmekle yükümlüdürler: Sivil vatandaşların kaderlerini özgürce tayin edebilmeleri için, toplumdaki ekonomik ve siyasal gücü elinde tutanları her an, her saniye sürekli denetlemek zorundadırlar. Kudret ve servet odaklarının bu denetimi, sağlıklı demokrasiler için “olmazsa olmaz” niteliğindedir. Yasama, yargı ve yürütme erklerine ilâveten basının bu denetim “erki”ne sahip olması şarttır. Basına -- o çok bilinen klişe ile -- “4.Kuvvet” denmesinin sebeb-i hikmeti de işte budur. Açık Radyo, 7 yıllık yayın serüveni içinde bütün programları ile 4. kuvvet’in bir parçası olarak topluma hizmet vermeye çalışmıştır ve böyle çalışmaya da da devam edecektir.

Bizler, Açık Radyo’nun kurucuları, programcıları ve iyi-kötü yöneticileri olarak, yıllar yılı bu çok basit ve fakat uygulanması o derece güç ilkelere sıkı sıkıya bağlı kalmaya çalıştık. Başta gazeteler olmak üzere, belli başlı medya organlarının kuvvet merkezleri güdümündeki yanıltıcı-yönlendirici, hatta düpedüz “dezenformasyon” diye adlandırılabilecek nitelikteki yayınlarına karşı durmaya, satır-aralarını okumaya ve yalnızca – “gerçeklere” dememek için -- olgulara yönelik “okumalar” yaparak, “hâl ve gidiş” konusunda bilgi paylaşımı yapmayı amaçladık. Şahsen, Ömer Madra olarak 5 bin saati aşkın bir süre mikrofon önünde gırtlak patlatmış olmamın tek amacı da – belki önü alınmaz gevezelik hastalığımın dışında -- buydu.

Açık Gazete programında her gün, Türkiye’de yayımlanmakta olan gazetelerden 9 ya da 10 tanesi, belli başlı haber ajansları ile birçok ulusal ve uluslararası gazetenin web mekânları ile bizim seçtiğimiz 7 – 8 uluslararası internet sitesi muntazaman büyük bir emekle taranmakta, dünya gündemi açısından bizce –elbette öznel, ama yukarıda belirtmeye çalıştığımız ilkelere uygun olarak -- önemlerine göre sıralanmakta ve sonra da bunların bir “özet olarak” sunulmasına çalışılmaktadır. Bunlara ilâveten, AG’nin Dünya ve Türkiye gündemi ile ilgili olarak “söz”ü bulunduğuna inandığımız saygın “sabit” konukları her hafta kendi “köşe”leri içinde yorumlarını dile getirmektedirler. Ayrıca, gene sübjektif olarak “dünyanın geleceğini birinci derecede ilgilendiren gündem konuları” olarak seçtiğimiz konularda – savaş, deprem, küresel iklim değişikliği, AB, küreselleşme, kıyımlar, yolsuzluklar, vb...-- Türkiye’den ve dünyadan saygın konuklara daima yer verilmektedir. (Sadece AG içinde bugüne kadar 800’e yakın sayıda böyle “uzman”-yorumcunun yayınlarımıza önemli katkılarda bulunmuş olduğunu düşünmek bile, işin büyüklüğünü ve tuhaflığını göstermek açısından önemlidir, diye düşünmekteyiz. Elbette, Açık Radyo’nun diğer 110 programına her hafta katılan yüzlerce konuğun görüş ve yorumlarını da işin içine katarsak, “kâinatın tüm seslerine açık” olma düsturumuza uygun düşen bir faaliyet içinde bulunduğumuz kabul edilebilir herhalde. Totaliter ve baskıcı ideolojiler dışında tüm seslere açık olmak, sizin de isabetle ifade ettiğiniz gibi, demokrasinin “azınlığı” korumak biçimindeki asıl tanımına tamamen uygundur ve bizim yapmak istediğimiz de tastamam budur.

Sayın Nilüfer - Uğur Dalay,

Bu istatistik ve faaliyetleri siz (eski) dinleyicimize “reklâm yapmak” amacıyla anlatmadığımız açıktır sanırız. Bu anlamda bir tanıtım faaliyetine sizin de bizim de ihtiyacımız yok elbette. Bununla birlikte, bütün özenimize rağmen, sizin gibi dikkatli bir dinleyiciye dahi, yayınlarımızın yönünü tam olarak yansıtamadığı, “geçiremediği”, mesajınızın ikinci bölümünde anlaşılıyor maalesef: Biz, AG programında, üstlerine düşen görevi – isteyerek ya da gayri iradi olarak – yap(a)mayan mecraları, elimizden geldiği ölçüde eleştirdik, yerdik ya da bunlarla gene kendimize göre dalga geçmeyi denedik. Bu tavrın herhangi bir istisnası olmamıştır. İsim vermeye burada gerek yok tabii, ama dünyanın en saygın kabul edilen medya organları ve haber ajansları dahi bu eleştirel bakışımızdan “nasibini aldı.” Bu yayınlarımız sırasında birçok kere hataya düşmüş olmamız da olağan kabul edilmeli şüphesiz.

Yalnız, sizin sözünü ettiğiniz konunun bu hatalar içinde yer aldığı kanısında değiliz ne yazık ki.

Bir kere, 3 Kasım seçimi günü, olağan program formatının dışına çıkarak, seçimi neredeyse an be an takip etmeyi hedefleyen “extra haber” programları yaptık. Katılım ve baraj konuları da elbette bu programlarda ânında yansıtıldı.

İkincisi, 3 Kasım’ı 4 Kasım’a bağlayan gece, sonuçları aşağı yukarı kesin belli olmuş seçimin neredeyse tüm yönleri ile erkenden ele alınması amacıyla bir “extra program” yaptık. 24:00 – 1:00 arasında, deneyimli programcı arkadaşlarımızdan Hilmi Güvenal ve Metin Aktay ile bendenizin katıldığı bu “değerlendirme” programında , şüphesiz “barajın yüksek olmasının” yarattığı temsil ve meşruiyet sorunu üzerinde de duruldu. Bu program, ertesi sabah, AG’nin ardından, saat 11:00 ile 12:00 arasında tekrarlandı.

Üçüncüsü, 4 Kasım sabahında, radyoya normal saatten önce intikal edilerek, erken bir saatte “siyaset yorumcumuz” Şahin Alpay ile yarım saatlik bir değerlendirme programı kayda alındı ve bu kayıt, az sonra, AG’nin hemen başlarında yayınlandı. Elbette baraj, temsil sorunlarına burada da değinilmekteydi.

AG’nin açılış dakikalarında okuduğumuz gazete manşetlerinde ve uluslararası haber başlıklarında baraj sorununa da değinmekle birlikte, sizin sözünü ettiğiniz gibi Cumhuriyet ve Özgür Gündem gazetelerinin manşetlerine - siz dinleyicilere açıkça bildirerek! – yer vermedik.

Özetle, baraj yüksekliği sorununa, konunun çerçevesi içinde alması gerektiğini düşündüğümüz ölçüde yer verdik.

Ancak, bu sorunu “demokrasinin baraja takılması” ya da “çoğunluğun azınlığa düşmesi” gibi tarihi ve dramatik bir olay olarak değerlendirmiyor, seçim öncesindeki iktidar koalisyonu ve Meclis’teki muhalefet tarafından zamanında düzeltilmesi gereken bir sistem hatası olarak görüyorduk: Seçim ve siyasi partiler yasalarının çağdaş demokratik anlayış doğrultusunda düzeltilmesinin gerekliliği ve sistemin reforme edilmesi konusunun radyomuzda yıllar yılı sayısız programda ele alındığını size hatırlatmakla yetineyim... Yalnız seçim değil, demokrasi ve hukukun üstünlüğü, demokratik reformlar ve buna bağlı hayati önemdeki konuları ele alan programlar, ilk günden beri, yani 7 senedir yapılmaktadır ve Açık Radyo’da rekor herhalde buradadır! (Bütün kayıtlar bizde mevcut, elbette). O yayınlar sırasında sizden herhangi bir mesaj aldığımızı anımsamıyoruz ne yazık ki.

Yani, gerek konuk ve yorumcu programcılarımız, gerekse bizzat biz, bu konuda kesinlikle sizinle aynı düşüncede değiliz. Bizim görüşümüze göre, temsili demokrasilerde çoğunluk ve azınlık, serbest seçimlerde ifadesini bulur ve bunun başka bir belirlenme yolu da yoktur. Bunu, seçimde verilen oylara bakarak değil de, herhangi bir vatandaş olan sizin sübjektif görüşlerinize ya da bir gazetenin “haberi vermek” yerine öne sürdüğü yorumlara göre değerlendiremeyiz. Özgür basının önündeki en büyük tehlike belki de budur: Haber ile yorumun karışması; birbirinden ayrılmaz hale gelmesi.

Çünkü: Bizce, Cumhuriyet gazetesi, baraj sorununu gerekçe yaparak, seçim sonuçlarının objektif bir değerlendirmesini yapmıyor, konuyu kendi arzuladığı bir başka noktaya kaydırarak objektif gazetecilik görevini – hani o özgür vatandaşların demokrasisi için elzem olan hür basın görevini – yapmıyordu. Aynı gazetede o gün “baraj yüksek olmasaydı CHP-DYP-MHP iktidarını görürdük” şeklinde bir ifadeye yer veren ve böyle bir koalisyonu tercih ettiğini açıkça gösteren bir başyazı vardı. Böyle bir siyasi tercihi ve sübjektivizmin “propagandası”nı yapan bir gazeteyi o birkaç dakikalık “özet”in dışında bırakmanın en doğal hakkımız olduğunu düşündüğümüz gibi, bunu yapmanın yedi yıllık AR ve AG yayın ilkeleri ile tamamen tutarlı olduğu dşüncesindeyiz. (Bir sonraki gün aynı gazete “Batı Çalışma Grubu”nun AKP’nin faaliyetlerini 5 koldan ‘takibe aldığı’nı manşetten yazmaktaydı. Bırakın anayasa ve yasaları, tümüyle demokrasi-dışı bir kurum, gizli faaliyette bulunan bir “gizli örgüt” olan BÇG’yi, hukukun üstünlüğü ilkesini hiçe sayarak ön plana süren bu “yorum”u da ertesi günkü AG okumalarımızın dışında bıraktık elbette.)

4 Kasım tarihli Özgür Gündem gazetesi ise, seçim sonuçlarını tıpkı Cumhuriyet gazetesi gibi – fakat herhalde bambaşka kaygı ve amaçlarla – beğenmiyor ve seçimin sonuçlarını objektif bir haber olarak vermek yerine, “erken seçim” gibi akıl almaz anti-demokratiklikte (ve bizce saçmalıkta) bir arzusunu gündeme ve manşete taşıyordu. Yani – bu seçim sonuçlarını haber vermek, analize etmek yerine – kurallara tamamen uygun yapılmış ve sonuçları alınmış bir genel seçimin üzerinden 24 saat geçmeden yeni bir seçimi öneriyordu! Anlaşılır olduğunu umduğumuz sebeplerle bu gazeteyi de o gün okuma dışı bıraktık ve bunu dinleyiciye bildirdik. Bizim herhangi bir parti ile ne organik ne de taraftarlık diye nitelendirilebilecek bir ilişkimiz elbette yok; partiler ve politikaları hakkında elbette fikirlerimiz var, ama bunları yorumlarımıza katmama basiretini her zaman gösterdiğimizi sanıyoruz.

Sayın Uğur-Dalay: Gazetelerin haber veren sayfaları ile ve yorum köşelerinin birbirinden tamamen ayrı olmasının gazeteciliğin olmazsa olmaz koşulu olduğu düşüncesindeyiz. Biz de AG’de haberleri ayrı, yorumları da ayrı veriyoruz zaten. Beğendiğimiz yorumları tercih etmemiz de doğaldır. Ama yorumları haber diye okursak, yıllar yılı eleştirdiğimiz, kimi zaman “sarakaya aldığımız” diğer pek çok medya organından hiçbir farkımız kalmaz. O zaman da, sizin sözünüzle “dünyaya açılan pencere”, kapanmış olur. Bu durumdaysa, AR’yi ya da AG’yi sürdürmenin bir anlamı kalmaz...

* * *

Lûtfen yukarıda yazmaya çalıştığımız şeyleri bu açılardan bir kez daha değerlendirin ve müsterih olun.

Öte yandan, bizim müsterih olmadığımız bir durum var; şimdi de onu belirtmemize izin verin lûtfen:

Mesajınızda, muhtemelen amacınızı aşan, ama gene de -- hassasiyetle üstünde durduğumuz konuları içerdiği için -- bizi yaralayan ifadeler yer alıyor: İktidar, sansürleme, devlet gibi davranma, mahkûm etme, ayrımcılık vb... Affınıza sığınarak, bunların bir tekini bile kabul etmediğimizi, bunları kuvvetle reddetttiğimizi söylemek zorundayız.

Bakınız, mikrofon iktidarımız yok ve hiç olmadı. Hiçbir şeyi sansürlemiş, RTÜK falan gibi davranmış değiliz. Ama, dünyaya pencere açan, ufkunuzu genişlettiğini ifade ettiğiniz bir radyoyu, sırf kendi düşüncelerinize uygun düşmedi diye böyle ağır ifadeleriyle suçlayınca (suçlamanın ötesinde mahkûm edince!) bizce ciddi bir çelişki içine düşmektesiniz.

Çelişki meselesini bir yana bıraksak bile: Kullanmayı seçtiğiniz ifadeler neden bu kadar haşin, acımasız ve hoyratça olabiliyor? Neden bu kadar siyah ve beyaz bir yaklaşım? Niçin ilk “refleks”iniz “öteki”ni derhal “cezalandırmak” oluyor? Hem bizi, hem de – önemsediğinizi söylediğiniz bir yayından mahrum bırakmakla – kendinizi?

Sözünü ettiğimiz yayınlarımızda herhangi bir hata görmediğimizi özenle tekrarlayalım. Ama, diyelim ki vahim bir hata yapmış olsaydık; ne olurdu ki? Bunu eleştirmek ve düzeltmeye kapı açmak yerine, neden “idam etmek”? Neden “yargısız infaz”a pek benzeyen bu “hınç” refleksi? Kimbilir kaç zamandır tamamen pasif bir dinleyici olarak sürdürdüğünüz rolü, AR çevresindeki insanların uzun ve ağır bir uğraşla geliştirmeye gayret gösterdikleri bir kollektif vicdan olgusuna birşey katmayı düşünmek, elinizi bir yerinden taşın altına sokmayı düşünmek yerine neden böylesi bir cezacı “katılım”a dönüştürüyorsunuz ki? Bu kadar “üstten bakan” bir tavra nasıl düşebiliyorsunuz?

İşte size, üzerinde düşünmeye değeceğini düşündüğümüz birkaç soru.

Son olarak, şunu söylelim, programımızı ya da radyomuzu dinlememekle (“kapatmakla”) bizi elbette çok üzmüş oluyorsunuz. Ama bu, “tiraj” ya da “rating” kaygısından kaynaklanan bir üzüntü değil şüphesiz...

Lâfımızı sizin son cümlenizden bir alıntı yaparak tamamlayalım isterseniz: Siz elbette bizim için önemlisiniz; çünkü bizim tek amacımız, karizmatik – star programcılarla vs. “rating” alan -- bir radyo yayını yapmak değil.

Amacımız, insanlara “doğru”ları anlatmak ya da bu “doğrular” konusunda onları ikna etmek de değil.

Bir tek amacımız var bizim, o da, çağımızın en önemli düşünürlerinden Profesör Chomsky’nin dediği gibi, “insanların kendilerini ikna etmeleri konusunda yardımcı olmak.”

Bilmiyorum, ikna oldunuz mu?

Saygılarımızla,Açık RadyoadınaÖmer Madra

 

Açık Radyo mürteci mi? (Açık Radyo'da Zaman gazetesi reklamlarının yayınlanmasının nedenleri)