Bilimin Koşan Adamı Aykut Barka'nın Ardından

-
Aa
+
a
a
a

Mum, çevresini aydınlatırken kendini yer bitirir. Verdiği ışık, kendi dibine de düşmez. Dibine düşen yalnızca kızgın yağdır. Damlalar halinde, ince ve narin mumun dibinde birbiri üzerine yığılan ve saçılan ışığın karşılığı olan şekilsiz, vücutsuz, düzensiz, döküntüler. Mum işini bitirince, bu döküntüler kazınıp atılır. Yeni bir mum şamdana dikilir. Tâ ki o da eriyip kendini yok edene kadar. Sonra bir üçüncü, derken bir dördüncü, beşinci...

Günün birinde birisi gelip, mumun ışığında çalışarak bir elektrik ampulü icad eder. O ampul, sayısız mum nesillerinin asla aydınlatamadıkları köşelere kadar sızan güçlü bir ışık yaratır; ortalık pırıl pırıl olur. Ampulün ışığında yaşayanlar, mumun ışığını küçümserler. Mumlar, dolapların dibinde saklanır. Mumun nimeti, elektrikler kesilene kadar hatırlanmaz bile. Bir elektrik kesintisi esnasında mumun ışığı çevresinde oturanlar, ampulün olmadığı zamanlarda insanların nasıl yaşadığına şaşar dururlar. Ampulün mum ışığında keşfedildiğini ekserisi düşünmez bile. Elektrikler gelir, mumlar söndürülüp tekrar dolaplarına kaldırılır.

Uygar çevrelerde mumlara bir onur yeri verilmiştir. Mutlu âşıkların sofralarını mumlar süsler, hoş kokular saçan mumlar şömine üstlerinde soğuk kış gecelerine ayrı bir keyif katar, mum heykeltraşlarının elinde envai çeşit şekiller alan mumlar zevkle döşenmiş evlere ayrı bir güzellik ekler. Mum ampulün ışğında da unutulmaz, onurlu yerini korur.

Fedakar bir insan

Anabilim Dalımız ve Enstitümüz öğretim üyesi Prof. Dr. Aykut Barka, doğa bilimlerinde henüz ampulü icad edememiş bir toplumu aydınlatan narin ve fedakâr mumlardan biriydi. Üzerine oturtulduğu kırık dökük mumluktan (Aykut'un çalıştığı Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü ve muhtelif Türk üniversitelerini genellikle üstün bir uygarlık düzeyi sergileyen san'at eserleri olan şamdanlarla karşılaştırmağa insanın dili varmıyor!) durup dinlenmeden ışık saçtı etrafına. İstanbul Üniversitesi'nde jeoloji okuduğu yetmişli yılların başında burada öğretilen jeoloji dünya düzeyinin yarım yüzyıl gerisindeydi.

Aykut yılmadı. Bir bursla İngiltere'de Bristol Üniversitesine gitti, kırıklı yapılarda uzman olan merhum Paul Hancock'un yanında doktora yaptı. Ona nereye gitmesi gerektiğini, kimin yanında en iyi doktorayı yapabileceğini, hangi konunun kendisine seçtiği alanda en iyi tahsili vereceğini söyleyebilecek Türk hocaları yoktu. Atatürk ve Hasan-Âli Yücel'in aydınlanma rüzgârları çoktan dinmişti ülkesinde. Türkiye'de o zaman kendisine ilgilendiği konuda yol gösterebilecek iki büyük yerbilimciyle, İhsan Ketin ve Sırrı Erinç'le görüşmesini tavsiye eden bile çıkmamıştı.

Konusu KAF

Aykut el yordamıyla Hancock'u buldu. Büyük bir azimle İngilizce öğrendi ve Kuzey Anadolu Fay'ının üzerindeki çatlak boyutlu kırıklı yapılar üzerinde bir doktora yaptı. Doktorasının sonuçlarını "Nature" ve "Journal of Structural Geology" gibi uluslararası saygın dergilerde yayımladı. 1980 yılında İstanbul'da yapılan uluslararası bir toplantıda, doktorasının sonuçlarını sunduğu tebliği, sert bazı eleştiriler aldı. Aykut üzüldü, ama yılmadı. Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü'ne girmişti. Orada aradığını bulamadı.

Prof. Dr. Nafi Toksöz'ün desteği ile dünyaca meşhur Massachusetts Institute of Technology'e (MIT) gitti. Oradaki araştırmaları esnasında tezinde tecrübesi çok da geniş olmayan merhum hocasıyla vardığı sonuçlarını gözden geçirdi, değiştirdi, geliştirdi. Yanlışına âşık olmak bilim dışı toplumların ve bu arada doğunun en zararlı özelliklerinden biridir. Aykut zekâsı ve öğrenme yeteneği ile bu özelliğin kurbanı olmadığını dünyaya gösterdi.

İngiltere Aykut'a doktoranın yanında bir nimet daha bahşetmişti: Eşi Sheree ile orada tanıştı ve evlendi. Sheree, eşinin bilim aşkına Aykut'un tüm yaşamı boyunca büyük, zaman zaman normal ölümlülerin boyutlarını aşan ihtişamda bir destek verdi. Örnek bir bilim adamı eşi ve anne oldu. Türkiye'de yaşamak zorunda kaldıkları zor şartlarda kocasına en küçük bir yük olmadan çocuklarını büyüttü, Aykut'a sıcak ve emin bir yuva verdi.

Öğrenmeye devam

MIT'de Aykut fay incelemelerinin doğal bir devamı olan deprem jeolojisiyle ilgilenmeğe başladı. Bu alanın jeofizik, bilhassa sismoloji bilgisi gerektirdiğini bildiğinden bu alanda bilgisini genişletti. Bu arada uzaydan yer tesbiti çalışmaları hızla ilerlemekteydi. Bu tekniğin hassasiyetinin birkaç yıl içerisinde santimetre düzeyine ineceği belliydi. Aykut bunun faal jeolojik yapıların incelenmesinde oynayacağı büyük rolü gördü. Bu teknikleri de öğrendi.

MIT'de çalışırken, tezi için topladığı verilerine yeni çalışmalar kattı, MIT'de doktora yapmakta olan Türk öğrenci Levent Gülen ile birlikte Kuzey Anadolu Fayı üzerindeki Erzincan havzasını inceledi. 1983'de MIT'den Kadinsky-Kade ile birlikte Kuzey Anadolu Fayını olduğu gibi ele alan geniş bir sentez denemesi yayımladı.

Aykut bu çalışmaları esnasında Amerika'da geniş de bir dost çevresi edinmişti. Bir müddet de batı sahilindeki Amerikan Jeoloji Servisi'nin (US Geological Survey) meşhur Menlo Park bürosunda misafir oldu. Kaliforniya'nın oynak tektoniğini ve bu arada Kuzey Anadolu' Fayına çok benzeyen meşhur San Andreas Fayı'nı inceleme imkânını buldu.

1990 da California Institute of Technology’de 6 ay ziyaretçi bilimadamı olarak bulundu. Kaliforniya'da Aykut'un tanıştığı en önemli kişi hiç kuşkusuz modern deprem jeolojisinin kurucusu olan Prof. Kerry Sieh olmuştur. Büyük bir jeolog, büyük bir öğretmen, aynı zamanda hassas ve iyiliksever bir insan olan Prof. Sieh, Aykut'a kendi geliştirdiği teknikleri, bu arada fayların enine hendekler kazarak ortaya çıkarılan genç stratigrafiyi kullanıp fayın son beş-on bin yıl içindeki deprem tarihinin nasıl incelenebileceğini ve buradan da deprem tehlikesinin nasıl bilinebileceğini gösterdi.

Bütün bunlar Aykut'u fevkalâde heyecanlandırmıştı. Kafasında ülkesine dönüp her tarafı kıpır kıpır oynayan Türkiye'nin detaylı bir deprem jeolojisini yapma planları oluşmaya başladı.

Bilim tutkunu

Aykut'un önemli bir özelliği bilime olan tutkusu kadar, insanlara da olan sevgisiydi. Ciddî bir deprem jeolojisinin Türkiye'de binlerce canı kurtaracağını, zaten fakir olan ülkesinin mallarını koruyacağını biliyordu. Kaliforniya'da Kerry Sieh, Aykut'a bir fay boyunca atım tarihinin ortaya konmasının faydalarını göstermişti. Aykut bunun Kuzey Anadolu Fayı gibi muntazam davranan bir fay için ne demek olduğunu derhal kavradı. 1990 yılında Türkiye'ye döndü ve Boğaziçi Üniversitesi, Kandilli Rasathanesi Jeofizik Anabilim Dalı'nda çalışmaya koyuldu.

Ardından 1992 yılında kendisiyle yakın konuları çalışan araştırıcıların bulunduğu İhsan Ketin'in okulu, İTÜ Maden Fakültesi Genel Jeoloji Anabilim Dalına katıldı. 1939'dan bu yana olan depremlerin jeolojisini yerinde tekrar inceleyerek, bugün klâsik olan "atım bilançosu" makalesini yayımladı. Bu makale dünyanın en saygın deprembilim dergilerinden biri olan "Bulletin of the Seismological Society of America'da" (Amerikan Deprembilim Cemiyeti Dergisi) yayımlanmıştı. Çalışmasında Aykut, 1939'dan beri fayın adım adım nasıl hareket ettiğini, doğuda başlayan hareketin zamanla batıya nasıl kaydığını, hangi bölümlerde hareketin tamamının batıya nakledildiğini, hangi bölümlerde "atım eksiklikleri" olduğunu ve dolayısıyla güncel deprem riskinin bulunduğunu gösterdi.

Bu makale Kuzey Anadolu Fayı hakkında yazılmış en önemli eserlerden biridir. Bu çalışmaları esnasında Aykut arkadaşları tarafından TÜBİTAK Teşvik ödülüne aday gösterilmişti. Başvuru tarihinde 40 yaşından yalnızca iki gün almış olduğu için, adaylığı kurallara göre geçersiz sayıldı, TÜBiTAK Aykut'a bir ödül verebilmiş olmak şerefinden mahrum kaldı.

Giyinmeden dışarı fırlayan adam

Aykut'un çalışması Menlo Park'taki arkadaşlarından Ross Stein'in dikkatini çekmişti. Stein Aykut'a, onun verisi ile fay boyunca gerilme-kırılma ilişkilerini bir kanuna bağlayan Coulomb ilişkisine dayanarak gerilme birikme alanlarını tesbit edebileceklerini söyledi.

Aykut her zamanki sınırsız enerjisi ile bu işin üzerine atıldı ve Stein ile Kuzey Anadolu Fayı boyunca gerilme birikmesini gösteren bir makaleyi 1997'de yayımladı. Bu makalenin sonuçlarından biri fay üzerindeki en tehlikeli alanlardan birinin Kocaeli ilimiz çevresi olduğu idi. Aykut, bunu bir de Türkçe olarak Cumhuriyet Bilim Teknik'te ingilizce bilmeyen veya teknik dili izleyemeyecek, ama depremle ilgili olmaları gereken vatandaşları için özetledi.

1999 Kocaeli depremi vurduğu zaman, eşi Sheree Aykut'un evden giyinmeyi unutarak çırılçıplak fırladığını anlatmıştı. Eşinin ikazı üzerine Aykut geri dönüp giyindi ve işinin başına koştu.

İlk gelen haberler öngörüleri aynen doğru çıkmış olan bilim adamını tatmin eden, insan ve vatandaş Aykut'u ise perişan eden nitelikteydi. Kuzey Anadolu Fayı sözünü tutmuş, Kocaeli'nin şirin kazası Gölcük yerlebir olmuştu.

Aykut öğrencilerini toplayarak kanayan yaranın üzerine koştu. İlk gözlemler yapıldı, ölçümler alındı, kayıtlar tutuldu. Bu arada Aykut Türkiye'deki ve dünyadaki meslekdaşları ile temasa geçerek bir deprembilimci ordusunun Türkiye'ye akmasına yardımcı oldu.

Koşan adam

Ancak yapılması gereken işin cesameti bir insanın yapabileceği veya organize edebileceğinin çok üzerindeydi. Burada merhum arkadaşımızın tüm bilim hayatında belini bükmüş zayıf bir tarafı, belki de onun ölümünü hazırlayan faktörlerden biri olarak karşımıza dikildi.

Aykut her işe koşmayı kendi vazifesi addediyordu. Arazideki bir hendeğin kazılması, gidecek ekibin vasıtalarının ayarlanması, bununla ilgili televizyon ve gazetelere haber yetiştirilmesi ve her isteyene anında ve yerinde cevap verilmesi hep Aykut'un işiydi. Her soru soran gazeteciye cevap vermenin, her çağıran televizyon kanalına koşmanın gerekmediği, depremin sunduğu muazzam bilimsel ve lojistik sorunların bir ekip içerisinde çözülmesi gerektiği gerçeği Aykut'un sabır sınırlarının ne yazık ki dışındaydı.

Bu arada 1999 depremleriyle birçoğunun aklına “benim evim, fabrikam gelecek bir depremde ne olacak?” sorusu takılmıştı. Bu soruların da muhatabı olarak toplum önünde kendini sorumlu hisseden ve baskı altında kalan Aykut, tüm iyi niyetiyle yardım etmeye çalıştı. O âna kadar hiçbir yan geliri olmayan ve güncel kalabilmek için yabancı dergilere para yatırmak zorunda olan her Türk öğretim üyesinin pek iyi bildiği gibi, Aykut, fedakâr eşi ve iki evlâdı sefâlet sınırında bir hayat sürmüşlerdi. Aykut bu fırsatların ailesini bu acıklı durumdan kurtaracağını düşündü onları da koşturmacasına dahil etti.

Ağır yük Aykut’u tüketiyor

Depremle beraber Aykut'un saçtığı ışık da artmıştı. Ama mumun daha hızlı yanmaya başladığını Aykut farkedemedi. Pek çoğumuz onu ikaz etmeyi denedik.

Nafile! Deprem çalışmalarının getirdiği ağır yük onu iyice İTÜ'deki masasına ve araziye bağladı, evinin sıcak ortamından daha da uzaklaştı. Sürekli çalışma, zaman zaman Aykut'u ağır bir yorgunluğun içine itti. Sonunda yağı tükenen fitil, kendini birikmiş yağ yığınlarının arasında buldu ve giderek titremeye başlamış olan ışık 1 Şubat günü ebediyen söndü gitti.

Kuzey Anadolu Fayı 16 Aralık 1995'ten sonra bir kez daha öksüz kaldı. Aykut, büyük bir şevkle ekibine katıldığı ve çok sevdiği İhsan Ketin'in yanına gitti. İTÜ'nün kubbesinde modern deprembilimi ve faal yapılar tektoniğini ülkemize getiren Aykut Barka'nın hoş sadâsı İTÜ'nün diğer aziz ölülerininkine karıştı. Geriye eşi, çocukları, öğrencileri, meslekdaşları ve durup dinlenmeden ürettiği eserleri kaldı.

Katkıları çok geniş

Aykut'un Türkiye Jeolojisine olan katkıları Kuzey Anadolu Fayı ile sınırlı değildir. Batı Türkiye'nin büyük çöküntü alanları üzerinde arkadaşları ve öğrencileriyle birlikte çalıştı, Naci Görür'ün başlatıp yönettiği deniz çalışmalarına geniş faal tektonik ve deprembilim bilgisiyle katkıda bulundu. Güney Türkiye'nin genç ve faal tektoniği ile ilgilendi ve bu alanda çalışmalar başlattı. Ancak 1999 depremlerinden sonra Aykut'un hemen tüm çalışması bu depremlerin incelenmesine yöneldi.

İstanbul Teknik Üniversitesi 1773'deki kuruluşundan bu yana modern bilimin Türkiye'deki en önemli penceresi olmuştur. Aykut Türkiye'ye yalnız modern deprembilimini ve faal yapılar tektoniğini getirerek İTÜ'nün bu işlevini sürdürmesine yardımcı olmakla kalmadı, modern jeolojide sayısal verilerin ne denli önemli olduğunu, modern yerbiliminin ne kadar modern teknolojiye bağlı olduğunu vurguladı ve yerbilimleri eğitimde bu yönler de düşünülerek ciddî bazı değişiklikler yapmamız gerektiğini savundu. Ne üzücüdür ki bu yönde tartışmalar ve çalışmalar sürerken, kurum ve ülke olarak Aykut'a en çok ihtiyaç duyduğumuz bir anda, kader onu aramızdan çekti aldı.

Sana çok teşekkürler!

Sevgili Aykut! Ülken ve milletin sana müteşekkirdir. Üniversiten, öğrencilerin ve arkadaşların senin arzu ettiğin yolda çalışmaları sürdürecektir. Yeni mumlar yakılacaktır. Bu açıdan zamansız girdiğin mezarında rahat uyu. Sana bu dünyada veremediğimiz huzuru, orada, İhsan Hocamızın yanında bul! Anıların bize güç versin. Sana , fedakâr ailene, çoluğuna çocuğuna sağlayamadığımızı, bari senin öğrencilerine, onların nesillerine ve yetiştirdiklerine sağlayabilelim. Senin eriyip giden mumun ne olur artık bir ampulün keşfine yardımcı olsun. Yaktığımız mumların hepsinin titrek ışıklarla tükenip gittiğini seyre mahkûm olmayalım! Ulusumuzu saran bu gece artık bitsin!

İstanbul Teknik ÜniversitesiMaden Fakültesi Genel Jeoloji Anabilim Dalı ve Avrasya Yerbilimleri Enstitüsü Mensupları

(Bilim Teknik Dergisi'nde 9 Şubat 2002 tarihinde yayınlanmıştır)