Bir Yarışmanın Düşündürdükleri

-
Aa
+
a
a
a

Bir ülkede mutlaka her alanda yaşanan çok kötü örnekler vardır. Aynı şekilde çok olumlu örnekler de vardır. Ama bir ülkenin her alanda hem dünya sıralamasındaki yerini, hem de toplumunun yaşam kalitesini belirleyenler ne o çok kötü, ne de çok iyi örneklerdir. Genelde her alanda eriştiğimiz ortalamalardır. Sürekli vurgulamaya çalıştığım ve beni tamamen karamsar yapan, her alandaki genel ortalamalarımızın olağanüstü kötülüğüdür. Her alanda bu kadar kötü ortalamalara sahip olmamızın temel nedeni de bizim düşünebilme sistematiğimizdeki inanılmaz derecedeki hatalardır.

 

Ben klasik anlamda pek televizyon seyretmiyorum. Yerli kanallarda yetişebildiğim sürece “Evli ve Çocuklu” dizisini (eğer seyretmeyen varsa lütfen bir defa izlesin) zaman zamanda “Kim 500 Milyar İster?” yarışmasını izliyorum. Ama onu seyrederken de genelde yarışmacılara tahammül edemeyip yarıda bırakıp kalkıyorum. Sinirlenmemin nedeni asla “Adınız ne?” gibi sorular için Joker kullanılması değil. Topluluk önünde bir yarışmada genelde çoğumuzun heyecanlanması ve bildiğini unutması çok garip değil. Yeniden tartışmaya çalışacağım bu konuyu sanırım bir defa da Açık Radyo’da Sn. Ömer Madra ve Sn. Şerif Erol’la da konuşmuştuk. Geçtiğimiz yıl bir yarışmacıya “Kıbrıs Barış harekatında Ayşe tatile çıktı mesajındaki Ayşe kimin kızıdır?” sorusu, bir başka yarışmacıya “11 Oscar kazanan Ben Hur filmindeki aktör kimdi?” sorusu yöneltildi. Her iki yarışmacı da o tarihte henüz doğmamış olmaları nedeni ile bilmediklerini söylediler. Geçen haftaki yarışmada da bir çifte “TBMM’nin dil devrimin ilk zamanındaki ilk adı nedir?” olarak anımsadığım bir soru soruldu. Verilen seçenekler içerisinde doğru cevap bana göre aşırı belliydi ama bu önemli değil; yineliyorum, insan o heyecanla unutabilir. Ama yarışmacılar yine o tarihte daha doğmamış olmak da dahil birtakım gerekçelerle bilmediklerini söylediler. (Ben yarışmayı okurken izlediğim için tam emin değilim ama çiftlerden biri bankacı, biri de sanırım psikologmuş. Yani en azından teorik olarak okudukları kesin.) Gördüğünüz gibi farklı zamanlarda, farklı sayıda yarışmacının gerekçesi aynı.

 

Nasıl fikir üreteceğiz?

 

Sayın okurlar her şeyi bilme olanağımız yok, belki gerek de yok. Ama bir konudaki bilmeme gerekçeniz olayın gerçekleştiği tarihin sizin doğum tarihinizden önceliği olamaz, olmamalı. Çünkü gerekçeniz bu olduğu anda, örneğin İstanbul’un fethini (1453 çok eski), Fransız ihtilalini (1789 daha yakın sayılır ama yine de eski), 1923 Cumhuriyet ilanını, 1945 yılında Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarını da bilmeyin. Daha o tarihte doğmamıştınız. Sizin gerekçeniz eğer bu oluyorsa ve bu gerekçeyi okumuş olarak tanımlanan kesiminiz ileri sürüyorsa, Türkiye’nin gelecek umudu da olamaz. (Yineliyorum sorun bilmemek değil, üretilen gerekçe.) Bir yarışmada sadece bilmiyorum demek yerine bu gerekçeleri ileri süren bir ulusun, şimdi ortalama olarak hangi konuda mantıklı düşünmesini bekliyorsunuz. Bu kişiler mi bugün Filistin-İsrail, yarın bir başka uluslararası sorunda Türkiye’nin inisiyatif alabileceği bir fikri üretecekler veya bir projeyi ortaya koyacaklar? Veya aklınıza gelebilecek hangi konuda mantıklı bir çözüm önerecekler? Lütfen olayları birleşik düşünelim. Sorunun içeriği olay, doğum tarihimizden önce olduğu için bilememiz normal, trafik sorununun nedeni hızlı gitmek, krizin nedeni sadece anayasanın atılması, Ankara gölge etmesin yeter (çünkü toplum, yani biz masumuz) her şey çözümlenir... Bu yazdıklarım, azımsanmayacak, hatta ezici bir çoğunluğumuzun görüşü değil mi? O yarışmacılardan genelde hangimizin ne farkı var?

 

Türkiye’nin “en temel sorunu”

 

Sayın okurlar, bir insanın temel mantık yürütme sistematiğinin, ekonomik, siyasal ve toplumsal görüşlerinden, kültür birikiminden önce ve bağımsız olduğunu düşünüyorum. Bu sistematiği doğru kurabildiğimiz sürece zaten temel niteliklerde farklılık ve sorun kalacağına inanmıyorum. Bu nedenle bana göre Türkiye’nin sorunu ne geçmişte sağ-sol ayrımı ve gelir farklılaşmasıydı, ne de şimdi. Türkiye’nin sorunu yukarıdaki gerekçede yatıyor. Türkiye geçmişte de mantıklı herhangi bir düşünsel üretim yapamadı, şimdi de yapamıyor. Kısaca doğum tarihinden önceki olayları bilemeyeceği gibi bir gerekçeyi ifade eden bireyin, sağcıyım, solcuyum, kapitalistim, sosyal demokratım, muhafazakarım, komünistim, faşistim veya dini esaslara dayalı bir devlet istiyorum demesinin ne önemi var? Bunların her birinin doğrulukları, geçerlikleri bu yazı konusunun çok dışında, ama bir ortak özellikleri var ki, hepsi hiç kolay olmayan karmaşık sistemler. Şimdi lütfen inandığımız değer yargılarından soyutlayarak sorgulayalım kendimizi, biz hangi sistemi kurabilecek, organize edebilecek ve yürütebilecek kapasitede bir toplumuz. Aklınıza hiç bugünkü halimizden farklı bir yapı geliyor mu?