Bisikletçilerin İtibar Savaşı

-
Aa
+
a
a
a

7 Temmuz 2007Radikal Cumartesi

Tüm Bisikletçiler 'Olağan Şüpheli' Fransa Bisiklet Turu (Tour de France) bugün Londra'da, Trafalgar meydanından verilen startla başlayacak. Britanyalılar şimdiye kadar bünyelerinden çok sayıda büyük bisikletçi çıkardılar ama 'Güneş batmayan imparatorluk'larından geriye kalan puslu adada, bu sporu tam anlamıyla oturttukları söylenemez. Dolayısıyla açılış seremonisi de dahil olmak üzere, üç gün sürecek olan bu organizyonu ziyadesiyle önemsiyorlar.

Dünyanın en önemli turları üç Akdeniz ülkesinde yapılıyor. Tour de France, bunların en ünlüsü. Giro'd İtaila ve Vuelta Espana onu takip ediyor. Her biri üç hafta sürüyor ve Akdeniz'e yakışır bir karnaval çoşkusuyla

İllustrasyon: Aydan Çelik

geçiyor. Bugün 7.9 km'lik prologdan sonra bisikletçiler, yarın Londra'dan Canterbury'ye uzanan 203 kilometreyi kat edecekler. Pazartesi şöyle bir Belçika'ya uğradıktan sonra, salı Fransa topraklarına girecekler. Saat yönünde ilerleyerek, 29 Temmuz'da Paris'te, Champs Elysees'de bitiş noktasına ulaşacaklar. Londra ve Paris deyince akla önce Charles Dickens'ın ünlü yapıtı 'İki Şehrin Hikâyesi' geliyor. Biz de bu vesileyle Dickens'a bir selam gönderip, derdimize tercüman olacak başka bir yazara, Julian Barnes'a kulak verelim. Barnes, Fransız kültürüne derin hayranlık besleyen bir İngiliz yazar. Dilimize de çevrilen ve Ayrıntı Yayınları'ndan çıkan 'Bir Çift Söz' adını taşıyan kitabında Fransız kültüründen uzun uzun bahseder. Kitaptaki denemelerden biri de, Fransa Bisiklet Turu'na ayrılmıştır. Ama dilerseniz, Barnes'ın söylediklerine geçmeden önce, bir dizi sayıyı peş peşe sıralayalım. Bu yıl 21 takıma mensup 189 bisikletçi, üç hafta boyunca toplam 3 bin 570 km. yol kat edecek. Bu mesafe boyunca bisikletçileri 2 bin 895 kayıtlı gazeteci, 92 televizyon kanalı, 260 motosikletli kameraman, 185 ülkede 2 milyar civarında TV izleyicisi takip edecek. Bazı günler 250 km. civarında mesafeler kat edilirken, bazı günler 1000 metreye yakın yüksekliklere çıkılacak.

Artık Sportif Değil kriminal Tek haneli rakamlardan başlayıp, 10 haneli rakamlara kadar uzanan bu sayı silsilesi tabiri caizse Fransa Turu'nun resmi tarihini yansıtır. Oysa turun bir de gayriresmi tarihi var ki, orada rakamlar o kadar net değil: Kaç litre EPO tüketildiği, kaç birim testosteron uygulandığı, ne kadar kan transferi yapıldığı, kaç kilo daha bilmediğimiz doping maddesinin zulalandığı meçhul. Son yıllarda, yol bisikleti denen alanın bir numaralı konusu ne yazık ki doping. Bisiklet artık sportiften çok kriminal bir hadise olarak addediliyor. Doğrusunu söylemek gerekirse doping, bu sporun yeni tanıştığı bir şey değil. Uzun yıllardır çok çeşitli performans artırıcı/uyarıcı maddenin kullanıldığı biliniyor. Ama günümüzde gelinen durum öncekilerine benzemiyor. Konu o kadar tuhaf yerlere vardı ki, üçüncü sayfa editörlerinin avuçlarını ovuşturacakları cinsten... Eskiden 'Bisikletçiler doping yapanlar ve yapmayanlar diye ikiye ayrılır' diye latife edilirken, bugün bu cümle 'Bisikletçiler, doping yapıp yakalananlar ve doping yapıp yakalanmayanlar olarak ikiye ayrılır' diye yeniden kuruluyor. Turu yedi kez kazanan Lance Armstrong için birçok yerde 'Demek ki çekirge yedi kez sıçrayabiliyormuş' diye yorumlar yapılıyor. Bütün bisiklet camiası töhmet altında, neredeyse bütün bisikletçiler 'Olağan Şüpheli'.

'Gerekli Gördüğüm Zaman!' Julian Barnes, 1967'de Alpler'in en zorlu zirvelerinden biri olan Mont Ventoux'da, kalp krizi geçirerek hayatını kaybeden İngiliz bisikletçi Tom Simpson'ın hikâyesini anlatırken, amfetaminin altını çizer. Amfetamin uzun uçuşlarda savaş pilotlarının uyanık kalmaları için geliştirilmiş bir uyarıcı. Bisikletçilerin vücutta yarattığı patlama etkisinden dolayı 'bomba' adını verdikleri bu maddeye yönelmeleri uzun sürmüyor. Kısa zamanda mönülerinin doğal bir parçası haline geliyor. Örneğin İtalyanların efsane bisikletçisi Fausto Coppi "Hiç amfetamin kullandınız mı?" diye soranlara "Gerekli gördüğüm zaman" diye cevap verirmiş. "Ne zaman gerek duyarsınız?" diye ısrar edilirse, "Hemen hemen her zaman" diye konuyu bağlarmış (Bu arada amfetaminin 60'lardan sonra yasaklandığını, Coppi'nin yarıştığı yıllarda serbest olduğunu belirtelim. Dolayısıyla Coppi için 'suçu övmek' gibi bir durum yoktu). Turu beş kez kazanan Jacques Anquetil ise Coppi kadar ironik cümleler kurmaz, kendisine yöneltilen bu tip sorulara "Yılda 235 gün bisiklete binen profesyonel bir bisikletçinin uyarıcı almadan ayakta kalabileceğini hayal etmek için ahmak ya da ikiyüzlü olmak gerekir" diye fırçayı basarmış. Kim ahmak olmak ister ki? O zaman bize düşen ikiyüzlülük ithamını kabullenip soralım: Peki ne oldu da, eniştemiz bizi öpmeyi şimdi akıl etti? Madem bugüne kadar bu maddelerin kullanımına bir şekilde göz yumuluyordu da, şimdi niye sporcuların ensesinde boza pişiriliyor? Madem bugüne kadar mızraklar sükut içinde çuvallara sığdı da, şimdi niye velveleden ikrar umuluyor? Bu sorulara organizatörler "Doping testleri istenen düzeye ancak ulaştı. Eskiden de çok sık kontroller yapıyorduk ama tespit edemiyorduk" diye yanıt veriyorlar. Bu tezin inandırıcılığını tartışacak durumda değiliz. Ama insanın aklına bazı bisikletçilerin 'Evet, yapmayı düşündüm ama yapmadım' derken gösterdikleri inandırıcılık performansı geliyor (Bu konuyu, 'Aldatmak kafada mı başlar, yatakta mı?' sorularına cevap arayan aşk yazarlarına havale edip, yürüyelim).

Erotik Yayınlar Gibi! Yukarıda verdiğimiz rakamlardan da anlamışsınızdır. Bisiklet, dünyanın en zor sporlarından biri olduğu kadar, olağanüstü yayın, reklam ve organizasyon olanağı sunan bir mecra. Dünyanın en uzun ve en geniş alana yayılan outdoor reklamları bu sporla yapılıyor. Bizim gibi faniler, bu biyonik adamları kasları cayır cayır yanarken şevkle izliyor, diğer taraftan büyük bir endüstrinin hedef kitlesi haline geliyoruz. Bu endüstrinin ana parçalarını oluşturan sponsorların, organizatörlerin, yayıncıların doping skandalları ortaya çıktığında gösterdikleri tepki insana Anquetil'in cümlesini hatırlatıyor. Sponsor firmalar 'Aaa öyle mi, demek benim sporcularım doping yapıyorlarmış ha? Ben çekiliyorum o zaman bu işten' deyip zeytinyağı gibi, kirlenmiş suyun üstüne çıkıyorlar. Şaşırtıcı değil, dedik ya, bu bir Akdeniz sporu ve zeytin de bir Akdeniz nebatı. Birçok Alman şirketi artık bisiklet sponsorluğu yapmayacaklarını, yine Alman ve İspanyol televizyonları bisiklet yayınlarına yer vermeyeceklerini açıklamışlar. Acaba bu kararı alanlar 'Allah korusun, çocuğumuz bisikletçi filan olur da elaleme rezil oluruz' diye mi düşünüyorlar? O zaman onlara bir tavsiyede bulunalım: Mesela bisiklet yarışlarını, aynı erotik yayınlar gibi gece yarısından sonra verebilirler.

Dopingde Yeni Sayfa Bugün herkesi hop oturup hop kaldıran skandallar kraliçesinin adı: EPO (Erythopoitein). Kemik iliğinin alyuvar üretmesini sağlayan EPO, esas olarak diyaliz hastalarında kullanılıyor. Kandaki alyuvar oranının artması, kanın oksijen taşıma kapasitesinin de artması demek. Birçok bisikletçinin aklını başından alan bu fettan, ampuller halinde vücuda enjekte ediliyor. Ki çoğu bisikletçinin bunu kendi kendine yaptığını öğreniyoruz. EPO'yla ilgili en büyük operasyon 1998 yılında Festina takımına yapıldı. Ve takım turdan ihraç edildi. Sonraki yıllarda hadiseler daha münferit cereyan etti. Ara sıra EPO kullandığı belirlenen sporcular yakalandı ve çeşitli cezalar verildi. Esas bombaysa 2006'da patladı. 2006 Fransa Turu'na birkaç gün kala İspanya'da yapılan 'Operacion Puerto', bütün dengeleri altüst etti. Operasyon sonucu tutuklanan Dr. Eufemiano Fuentes, doping tarihinde yeni bir sayfa açmıştı. Sporculardan aldığı kandaki alyuvarları santrifüj yoluyla ayıklıyor, isteğe bağlı olarak EPO ekliyor, sonra kanı aynı sporcuya zerk ediyordu. Fuentes'in takma isimlerle yazılmış müşteri listesi hayli kalabalıktı. Turun en büyük favorisi İvan Basso ve onun en güçlü rakibi Jan Ullrich de bu listenin gediklisi ithamıyla turda yarışmaktan men edildiler. Bütün favorilerin devre dışı kaldığı 2006 Fransa Turu'nu Amerikalı Floyd Landis kazandı. Ama çok geçmeden onun da başı yapay testosteron hormonu kullandığı iddiasıyla derde girdi. Landis'in mahkemesi bir yıl geçmesine karşın halen sürüyor ve akıbeti belli değil. Ama Landis'in menajerinin aleyhte konuşanları tehdit ettiği, eski şampiyonlardan Greq Lemond'u arayarak 'Çocukken uğradığın cinsel tacizi herkese anlatırım ha!' dediği bir efsane. 2007'nin bahar aylarında piyasaya çıkan bir kitap ise her şeyin tuzu biberi oldu. T-Mobile takımının masörü Jef D'Hont'un anılarında akıl almaz şeyler anlatılıyordu. Buna göre 96'da turu kazanan Bjarne Riis ile 97'de turu kazanan Jan Ullrich bu başarılarını EPO'ya borçluydular. Türkiye'nin en ciddi bisiklet sitesi olan mtbtr.com'da Cüneyt Kazokoğlu kitabın bazı bölümlerini Türkçe'ye çevirmiş. Öğreniyoruz ki takımların doping testleri için geliştirdikleri hileler akıl alır gibi değil. İdrar kesesini boşaltıp, yerine başkasının idrarını doldurmak bu hilelerin başında geliyor. 60'lı yıllarda yarışan Noel Fore karısının idrarını verdiği için temiz çıkmış. Ama beş aylık hamileymiş! Sonuç: Bisikletle ilgili doping hikâyeleri bir 'soap opera' gibi; bitmez. Oysa dünyada milyarlarca insan, bu nesneyi ve sporunu seviyoruz. Sevgimizin gölgelenmesini istemiyoruz. Reklamcı Sequela ünlü kitabının adını 'Anneme reklamcı olduğumu söylemeyin, o beni genelevde piyanist sanıyor' koymuştu. Bisikletin itibar savaşından galip çıkmasını diliyor, annelerimizin ellerinden öpüyoruz. Bisiklet meraklıları, BBC Radio 4'un dinleyicileri arasında yapılan ilginç bir anketin sonuçlarını görnek ve bu konudaki haberi okumak için tıklayın.