Devletin merkezindeki hastalık...

-
Aa
+
a
a
a

15 Kasım 2005Ali Bayramoğlu

Anımsayan var mı; Yargıtay Susurluk Çetesi davasına ilişkin "gerekçeli kararı"nda neler diyordu:

"Terörle mücadele adı altında da olsa, bir hukuk dışı örgütlenmeyle, devletin meşru güçleri gibi güç kullanarak yürürlükteki yasalar yerine, kendi güç ve kuralları ile sözde yasalar oluşturmak, devleti hukuk devleti olmaktan çıkarır..."

" (Gelişmeler)... olayın derinliğine, devlet içini de kapsayacak şekilde çok yönlü araştırılmasını gerekli kılmıştır. Bu bağlamda yapılan soruşturmalar, ulaşılan bilgi ve belgeler, olayın arkasındaki bilgilerin çözülmesinin güç, karmaşık ve duyarlı makamları ve görevlileri de kapsayacak ölçüde olduğunu ortaya çıkarmıştır. Mahkumiyet verilen sanıklar dışındaki kimi görevliler ile bunlara yardım edenlerin yargı önüne çıkarılmaları görevi, devletin yetkili organlarınındır..."

Korkut Eken bu suçlardan mahkum olduğunda üç general çıkıp şöyle demişti:

"Korkut Eken bir kahramandır, herşeyi bizim bilgimiz dahilinde yaptı..."

Buna karşılık Korkut Eken şöyle diyordu:

"Çatlı'yla irtibat kurdum. Çünkü Avrupa'da çok gücü ve potansiyeli vardı. Görev teklif ettim, kabul etti. Özellikle Avrupa'daki PKK'lı liderlerin yerleri, faaliyetleri konusunda faydalı raporlar getirdi. Bugün çoğu siyasi Çatlı'yı tanımadığını söylüyor. Oysa Çatlı bakanların odasından çıkmazdı. Ben ise Çatlı'yı tanıdığımı söylediğim için cezaevine giriyorum..."

Bir de, mahkeme kayıtlarında yer alan diğer hususlar vardı. Haluk Kırcı'nın söyledikleri ve Korkut Eken'in kabul ettikleri var. Eken, İsrail'in Hospro firmasınca hibe edilen Uzi marka suikast silahlarını, Mehmet Ağar'ın emriyle Çatlı'ya verdim diyor. Çatlı'nın görevinin rapor yazmakla sınırlı olmadığını itiraf ediyor. Ağar ise, bu emri verdiğini kabul ediyor, ancak bu iş devlet sırrı kapsamında olduğu için yargıya bilgi veremeyeceğini söylüyordu...

Ya Çatlı kimdi?

"Bahçelievler katliamı"ndan aranan bir sanık...

Bu, "Susurluk'un çuvalı"ndaki "yüzlerce pislik"ten sadece bir örnektir...

Peki, itiraf edenler kimdi?

Dönemin MGK üyesi Genelkurmay Başkanı (Doğan Güreş), dönemin MİT Müsteşarı ve yine MGK üyesi Jandarma Genel Komutanı (Teoman Koman), dönemin Güneydoğu'daki Asayiş Bölge Komutanı (Necati Özgen) ve 14 orgeneralden oluşan komuta kademesinin kendi dönemlerinde parçası iki diğer orgeneral daha (Hasan Kondakçı ve Adnan Doğu)... Ayrıca, dönemin iki farklı Emniyet Genel Müdürü (Mehmet Ağar ve Saffet Arıkan Bedük) ve iki farklı Olağanüstü Hal Bölge Valisi (Hayri Kozakçıoğlu ve Ünal Erkan)...

Bu durumda ortaya çıkan ürpertici tabloyu nasıl yorumlamak gerekir?

Susurluk skandalının ana gövdesi, bu sütunda defalarca yazdığımız gibi, devletin bizzat kendi raporlarında itiraf edildiği gibi, "Susurluk istenmeyen unsurları bertaraf etmek için yasaların ve yasallığın ötesine taşma politikasının, bu çerçevede sistemleşmiş, devletleşmiş gayrimeşru ilişkiler ve eylemler şebekesinin kanlı öyküsüdür."

Hatırlayın, Susurluk davasında hüküm veren mahkeme heyeti ne diyordu raporunda:

"Silahlı teşekkülün ancak bir bölümü yargılanmıştır; devletin koruma kalkanı bazılarını korumakta ve bu hukukun üstünlüğü ilkesine zarar vermektedir, bu çerçevede yasa dışı uygulamalar, keyfilik vardır. Suç işleyen yüksek bürokrat ve siyasetçiler de yargı önüne çıkarılmalıdır. Ama bunu engellemek için siyasi ve yasal düzenleme ve manevralar yapılmaktadır..."

Evet, aslında hastalık belliydi, açıktı.

Bakalım bu kez üzerine gerçekten gidilecek mi?

http://www.yenisafak.com.tr/abayramoglu.html