No. 245 - Bulanma doğaldır...

-
Aa
+
a
a
a

Merhaba kâinat!..

Adalet ve Kalkınma Partisi ileri gelenlerinin; Recep Tayyip Erdoğan’ın, Abdullah Gül’ün, Bülent Arınç’ın ısrarla korudukları sakin tavırlarını hazmetmekte fena halde zorlanıyoruz, itiraf edelim. Belki de bunun sahiden ‘korunan’ bir tavır olduğunu ve neye benzeyeceğini bildiğimize inandığımız ‘asıl’ tavrın daha sonra ortaya çıkacağını düşünüp tedirgin oluyoruz. Kafalarımızın arkasında sorularımız var ve bu soruların artık geçerli olmadıkları sabırla anlatılınca daha da çok taşıyor sabrımız.

Bu sabırsızlık içinde, akşamlardan gecelere uzayan uzun saatlerde televizyon kanalları arasında dolaşıyor; politikacıların, gazetecilerin yüzlerinde, ses tonlarında, vurgularında haklı (ya da haksız) olduğumuza dair işaretler arıyoruz. NTV’de Yavuz Donat, Emin Çölaşan, Mustafa Balbay konuşuyorlar. Emin Çölaşan o kadar emin ki gidişatın fecaatinden, “Bunlar,” diyor, insanlardan işaret zamiriyle bahsederek, “Çok yakında birbirlerini yemeye başlarlar, hiç merak etmeyin.” Mustafa Balbay da, Erdoğan ile Gül arasındaki çatlamanın yakın olduğunu vurgulamak için Başkan Bush’un Gül’ü (Erdoğan’ı değil) ABD’ye davet ettiğini hatırlatıyor. Hatta, Başbakan’ın isminin ilk üç harfinin ABD olduğunu söyleyerek mezkur davete ilişkin mistik bir okuma da yapıyor latife kabilinden, ama ne Donat, ne de Çölaşan gülüyorlar. Anlamıyorlar belki ya da gülüp esprinin altını çizmek istemiyorlar. Yavuz Donat ise seçim beyannamesinde bulunan ‘dokunulmazlık’ konusunun hükumet programında bulunmamasını eleştiriyor ki haksız da sayılmaz. TV8’de Pınar Türenç ile Fatih Güllapoğlu’nun konukları, Fehmi Koru, Sedat Ergin ve Altemur Kılıç. Ne konuşulduğuna dikkat etmek ciddi bir gayret gerektiriyor, çünkü kurşun gibi ağır hava. Konukların yüzlerinden düşen bin parça, hatta büyük bir ekşime de hissediliyor. Koru, sorulan her soruya, ‘ben size şimdi neyin cevabını vereyim, ne söylesem kendi kafanızdaki cevabı anlayacaksınız’ tonunda, çok isteksiz karşılıklar veriyor. Hatta, ‘yüklü sorular’ı gördüğünü belli etmek istercesine, zaman zaman azarlar bir edayla da giriyor söze. Sedat Ergin’in cevapları, dudaklarından dökülüp çenesine değip kendi ayak ucuna düşüyor sanki. Zorla gelinmiş gibi, tuhaf, seyredeni de geren bir manzara. Bu arada, Altemur Kılıç’ın Türkiye gazetesinden ay(ı)rılış öyküsünü de kendi ağzından dinlemek bahtiyarlığına eriyoruz. Show TV’de, Tuncay Özkan, Nazlı Ilıcak, Altan Öymen ve Mehmet Barlas ile konuşuyor. Aslında, daha ziyade Nazlı Ilıcak konuşuyor. Kendine ait ve diğer konuklara ait sürelerde de Ilıcak konuşuyor. ‘Dokunulmazlık’ konusunun hükumet programında yer almamasıyla ilgili ilginç bir yaklaşımının bulunduğunu bu arada öğreniyoruz. “Yargının siyasallaşmayacağına ilişkin itimat henüz tesis edilmiş değil,” diyor Ilıcak. Yani, yargının siyasallaşmayacağının garanti olduğu gün, kimsenin dokunulmazlığa ihtiyacı kalmayacak; o anlaşılıyor buradan. Ayrıca, diyor Ilıcak, dokunulmazlıktan kastedilen eğer birkaç milletvekilinin dokunulmazlığı ise fezlekeleri Meclis’e getirilsin ve kaldırılsın. Öymen, bunun mümkün olamayacağını, hiç olmadığını söylüyor, ama biz daha ziyade Öymen’in üslubunun genel siyaset üslubunun ne kadar üstünde olduğunu düşünmeye dalıyoruz. Sonra, Mehmet Barlas sözü alıyor ve şunu söylüyor:

"Ben bir gazeteciyim. Görevim doğru bulduklarımı ve yanlış bulduklarımı ifade etmek. Erdoğan’ın dış gezilerinin çok önemli olduğunu düşünüyorum, Ankara Hilton’daki toplu namaz görüntülerini beğenmiyorum, dokunulmazlık konusunun unutulmuş olmasını eleştiriyorum, Baykal’ın bunlara ilişkin eleştirilerini haklı buluyorum, ama bunları bir rejim sorunu ya da ‘Kasımpaşalıysan yaparsın’ üslubu üzerinden ifade etmesini abartılı buluyorum.”

Uzun televizyon seyrinden geriye aklımızda kalan, Barlas’ın bu söyledikleridir doğrusunu isterseniz. Barlas’ın sakin, soğukkkanlı üslubunun, tefrikamızın başında andığımız ve hazmetmekte zorlandığımızı düşündüğümüz sükuneti hatırlatması da cabası.

Sakin sakin, serinkanlılıkla, çağımızda artık siyah ile beyaz kadar kesin ayrımlar kalmadığını; Kemalist değilsen islamcısın, türbanlıysan laiklik düşmanısın, bizden değilsen onlardansın, Irak’ta savaş istemiyorsan teröristsin, Avrupa Birliği’ne zaman zaman içerliyorsan köylüsün, Avrupa Birliği’ne üyeliği çok istiyorsan Batı şakşakçısısın vs... sınıflandırmaların sunî ve gerçekdışı olduklarını kabul etmek mecburiyetindeyiz.

Doğru, daima, hepsinin arasında bulanık bir alanda ve o alan da sürekli değişiyor, değişecek.

Bugün itibariyle, bir değişim arzusunun ısrarla dile getirildiğini ve bu amaçla projeler hazırlandığını görüyoruz. Bunun hepimizin lehine bir değişim olması için, hesap sorabilmek için dikkatle izlememiz lazım.

Hepsi bu.

Devamı yarın...