Okurun damak tadı

-
Aa
+
a
a
a

Eleştiriye tahammülsüzlük, her meslekten insanın yakalanabileceği bir hastalık ama sanırım yazarlar arasında biraz daha yaygın. Belki de bu edebiyat camiasına sınırsız dehalık kontenjanı tanınmasındandır. Hasta dehacık, gelen eleştiriyi sanatsal iyileşme yolunda bir veri olarak değerlendirmek yerine ukalaca geçiştirmeyi tercih eder. Okur da, bu tavrı marifet zannederek onun batağa saplanmasını hızlandırır. Örneğin karanlık metinlerini “benim yazdıklarımı herkes anlayamaz zaten” diyerek yücelten yazara inanır. Oysa bu anlamsız bir laf ebeliğidir ve aynı ukala ebelikle yanıtlanabilir: Herkesin anlayamadığı edebi metinler, termodinamik yasalarını bilmeyen hiç kimsenin kullanamadığı bir araba kadar komiktir. Saatlerce kıvranıp arabayı yarım metre götürmeyi başaramayan insanlar mucidin termodinamik yasalarına hakimiyetini överler. Okur son sayfasını çevirdiği kitabı tek cümleyle özetliyor: Yazar çok zeki. Doğru söylüyordur belki de ama bir kitap bunun için okunmaz. Fermat’ın teoremi matematikçilere üç yüz elli yıl direndi. Sonunda bir İngiliz yıllar süren çalışmanın ardından elinde bir kanıtla çıktı. İncelendi, tam olmamış dendi. Adam tam olsun diye bir yıl daha uğraştı ve eksikleri giderdi. Büyük olasılıkla bu adam o karanlık metinlerin yazarlarından daha az zeki değildir. Öyleyse meşhur teoremin kanıtına giden çalışmasını kitaplaştırıp edebi eser diye okuyalım mı? Zeka, kültür, kuramsal yetkinlik... Bunlar edebi eseri yaratırken kullanılan vazgeçilmez araçlardır ama hiçbiri edebiyatın amacı değildir.

 

Aslında bulanık metinlerden başka bir yere gelmeye çalışıyorum. Yanlış olduğunu düşündüğüm bir tavrı, okurun en fazla bu metinler karşısında sergilediğini düşündüğüm için onları seçtim. Okur neden anlaşılması güç hatta bazen anlamsız metinleri, ne dediği açık olanlardan üstün tutar? Çünkü özgür değerlendirme yapmaz. Kültürümüzde bol bol bulunan aşağılık kompleksinin şekillendirdiği okurun, otoritelerce işaret edilen bir kitabı okuduktan sonra “ben bunu sevmedim” demekten ödü kopar. Hele bu kitabın anlaşılması güçse... Bence sanatın her dalında olduğu gibi edebiyatta da kişisel zevkin dokunulmazlığı vardır. Kendine güvensiz birey gönüllü terk eder bu hakkını ve içi çivi dolu bir çuval gibi sırtlar edebiyatı. Oysa roman ya da öykü beyninize satır satır akan bir keyif olmalı.

 

Atanmış Dostoyevskilerin miktarı azalır

 

Derdimi doğru anlattığımdan emin olmak için bulanık dediğim metinlere dönüyorum. Onlar hakkında yukarıda söylediklerim sadece benim bu metinlerden zevk almadığımı anlatır. Yazarın ukalalığıyla laf yarıştırdım ama yazdıklarının edebi olarak değersizliğini asla ispat etmedim. Çok daha keskin ve tutarlı cümlelerden oluşan yüzlerce sayfa da yazsam yapamamalıyım bunu. On yedi yaşında bir okurun tek cümlesi benim o metinlerle edebiyat arasına süslü cümlelerle ördüğüm duvarı yıkmaya yetmeli: “Ben bu metinleri okumaktan zevk alıyorum.”

 

Kişinin sevmediği bir esere ıstırapla katlanması, hoşuna gitmeyen bir yemeği adı havalı diye yemesinden daha akıllıca değildir. İnsan akıllı görünmek uğruna bile böyle bir akılsızlık yapmamalı. Eğitimin ilk evrelerinde beyinlerimize çakılmaya çalışılan bir cümle vardır: “Her Türk asker doğar.” Ne yazık ki ciddi sayıda Türk buna inanır ve kışla dışında da emir komuta zinciri içinde yaşamaktan rahatsızlık duymaz. Takım komutanın, “Tüfek çatılacak! Çat!” komutuna nasıl itaat ediyorsa otoritelerin “Bu kitap okunacak! Oku!” komutuna da öyle boyun eğer. Oysa Karamazov Kardeşler’i bitirdikten sonra, “Ben bunu beğenmedim” demeniz içtimaya boyasız postallarla çıkmanız kadar bile tehlikeli değildir. Kendinizi küçük düşürmediğiniz gibi usta yazarı da harcamış olmazsınız. Sadece okurun bireysel değerlendirmeleri de dikkate alınsa Dostoyevski’yi, Dostoyevski yapacak sayıda insan bulunur ama atanmış Dostoyevskilerin miktarı epey azalır.

 

Okurun bağımsızlığını ilan etmesi edebiyatı besleyecek bir devrimdir ve bu asla yazarların okurların dalkavukları olmalarını gerektirmez. Edebiyat uzmanlarının  görüşlerini tamamen hükümsüz de kılmaz. Sadece insan ruhu için yemek pişirirken, damak tadının da dikkate alınmasını sağlar. Ve zevklerdeki farklılık kültürel mutfağımızın zenginleşmesine hizmet eder.