Savaş & medya

-
Aa
+
a
a
a

Zeynep Özlem Özbek

 

21’inci yüzyılın “iletişim çağı” olduğu ibarelerine bakılırsa hayatımızda “medya”nın yeri azımsanamayacak boyutlarda. Hatta medyanın kendisi bile en çok “medya”dan bahsediyor, en çok “medya”yı tartışıyor. Kavramsal açıdan incelendiğinde; medya, siyasi otorite yani Devlet ve yurttaşlar arasında iletişimi sağlayan bir köprü, özellikle de halkın taleplerinin “tepedekiler”e duyurulduğu en etkili organ olarak karşımıza çıkıyor. Fakat medyanın bu iki taraflı ilişkide, objektif bir haber iletme kaynağı olduğunu düşünmek pek de akıl kârı gözükmüyor. Özellikle de medya ve iktidar ilişkileri incelendiğinde karşımıza pek de temiz bir tablonun çıkmadığını itiraf etmeliyiz. İşin içine bir de ülke çıkarları, kamuoyu gibi muğlak kavramlar girince kimin, neye dayanarak, hangi amaca yönelik haber yaptığını tesbit etmek bir hayli zorlaşıyor. “Teröre Karşı Savaş” gibi büyük, ihtişamlı başlıklar ne yazık ki alttan sırıtan minik (!) lekeleri kapamaya yetmiyor. Teröre Karşı Savaş gibi kutsal bir ideale sarılıp kendi çiftliğinde at koştururcasına rahat bir şekilde dünyanın altını üstüne getirmeye hazırlanan Süper Gücün tüm dünyada izlenen yayın organları ise ikiyüzlülüğün bu boyutuna eklenecek fazlaca bir yorum kalmıyor. Ne de olsa “Onlar” hepimiz için teröre karşı mücadele ediyorlar. Acaba terörün ne olduğu, kimin terörist olduğu sorularına meşru cevaplar bulunamazken, nasıl oluyor da böyle bir savaş meşru olabiliyor?

 

NTV Londra muhabiri Zafer Arapkirli’nin bir yazısında belirttiği gibi; BBC Televizyonu’nu izlerken, bir ülkeye (Irak’a) “Vahşi Batı”daki linç mantığı ile saldırı hazırlığındaki bir süper devleti “Ne yapsın Amerika, teröre karşı mücadele etmek zorunda...” diye sürekli mazur göstermeye çalıştığını ibretle görüyoruz. Aynı BBC’nin, Irak Devlet Başkanı’nın “Saldırı olursa kendimi savunurum” diyen konuşmasını, “Saddam yine meydan okudu” diye aşağılayıcı ve karalayıcı tavırla, adeta bir “suç”muş gibi sunmasını da, ibretle ve iğrenerek seyrediyoruz.

 

İdeolojik Kuvvetler

 

Bir kısım düşünüre göre, savaşlar açısından medyanın en büyük yararı artık savaş esnasında yaşananları olduğu gibi görebilmemiz. Bir dokunuşta savaşın içindeyiz. Buna verilen en kanıksanmış örnek televizyonlardan yayınlanan ilk savaş olan Vietnam Savaşı. Kimine göre Amerika’nın savaşı kaybetmesindeki en önemli etken, yaşanan tüm vahşetin televizyonlardan Amerikan halkına ulaştırılması ve böylece kamuoyunun savaş karşıtı bir tutum sergilemesiydi. Başka bir düşünceye göre ise, şiddetin ve savaşların bu derece medyada yer alması savaşı başka bir boyuta sokuyor.

Bu açıdan savaş görüntüleri tüm dünyanın akşam yemeği sofralarında meze haline geliyor. Bir uyum harikası olan insan metabolizması, kısa bir süre sonra her gün seyrettiği vahşet görüntülerini kanıksamaya, olağanlaştırmaya başlıyor. Böylece televizyonlardan yansıyan seçilmiş görüntülerle gerçeklik arasına bir tül perde çekiliyor. Bunun en canlı örneğini milletçe bir bilgisayar oyunu heyecanı ile takip ettiğimiz Körfez Savaşı’nda yaşadık. Ne yazık ki savaşın insani boyutu, yaşanan sefalet, öldürülen çocuklar “seçilen” görüntüler arasına hiç giremediler. Televizyon ekranından sofralarımıza rengarenk ışıklı, teknoloji harikası bombalar yağıp durdu. Bu sırada teknoloji hiç boş durmadı, hepimiz için gece gündüz demeden çalıştı, çalışıyor. Daha renkli, daha etkili... daha vahşi ve acımasız...

Vietnam'da Amerikalılar çocuklara da napalm bombaları atıyordu.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ABD’nin ünlü dilbilimci ve düşünürü Noam Chomsky’nin “Amerikan Müdahaleciliği” isimli kitabın yayıncısı Fatih Taş’ın, İstanbul 3 No’lu DGM'deki ilk davasını izlemeye gelmesi, ardından da Bahçeşehir Üniversitesi ve Çağdaş Gazeteciler Derneği’nce The Marmara Oteli’nde düzenlenen “Medya, Savaş, Demokrasi” konulu konferansa katılması ülkemizde büyük bir yankı uyandırmış, hatta günlerce konuşulmuştu. Bu konferansta Chomsky, geçmişte kitlelerin, “baskı”yla kontrol altında tutulmaya çalışıldığını, ancak bunda yeterince başarılı olunamadığını, daha sonra “propaganda” yoluyla kitleleri baskı altında tutma yolunun denendiğini ve medyanın da buna alet edildiğini ifade etmişti. Özellikle de savaş dönemlerinde, medyanın toplum üzerindeki etkisinin büyük olduğunu anlatan Chomsky, ortasınıf ve eğitimsiz insanların medya propagandasının etkisine kolaylıkla girebildiğini, ancak eğitimli insanların bundan etkilenmediklerini ve bu nedenle dönem dönem yalnız kalarak, fikirlerini dahi anlatmakta güçlük çektiklerini dile getirmişti. Chomsky’e göre medya 20’inci yüzyılın sonundan bu yana artık en az silahlı kuvvetler kadar önem ve değer kazandı. Hatta medyanın bir diğer adı ‘İdeolojik Kuvvetler’. Esasen, bir toplumda demokrasinin yerleşebilmesi için özgür bir medyaya ihtiyaç olduğu aşikâr, fakat dünyanın birçok yerinde “özgür medya” iktidarlar, iktidar ilişkileri ve onların koymuş olduğu yasalar tarafından engellenmekte. Neticede bize düşen de medyanın çarpık ilişkilerini ve çarpıtma haberlerini yorumlamak oluyor.

 

Medyada savaş, medyanın savaşı, medya ile savaş, medya savaşı, savaş medyası, medyatik savaş... Her bir kombinasyonda bambaşka anlamlar, bambaşka ayak oyunları çıkıyor karşımıza. Düşünmeye değer... Unutmamalı, savaşın ilk ve en büyük kurbanı gerçeklerdir.