Sıkıysa Çık İşin İçinden; Niye Hayattasın?

-
Aa
+
a
a
a

O gece hafif kafayı bulmuştum. Orada hep birlikte oturmuş, ta Fransa’dan gelen ve ülkesine, ordusuna ve de kadın askeri sosyal yardım görevlisi Tali’ye sadakatle hizmet etmek için aliyah yapan Daniel’in şerefine içiyorduk. Tali’nin kardeşinin ona verdiği bir Johnny Walker açtık, bir yandan Doors’u dinliyor, bir yandan esrarlı sigaralarımızı içiyorduk. Johnny Walker içmeden, Doors’u dinlemeden ya da haşhaş tüttürmeden gerçek bir Nahal Kolordu askeri olamazsın. Çok seçkin birkaç kişi ise üçünü birden yapar. Lübnan’dan daha yeni geri gelmiştik ve bir haftalık eğitimden sonra doğrudan doğruya topraklara, Gazze’ye gönderildik.

Gazze gibisi yoktur. Mavi deniziyle ve mükemmel humusuyla, yani bir ton pita ekmeği de, çizik zeytin de, kızarmış patates de eklesen, gene 10 şekel’den fazla etmez o humus, hatta belki üstüne para bile alırsın. Biraz anlatayım şu Gazze zeytinlerini. Her şeyden önce, dünyanın hiçbir yerinde daha acı bir zeytin bulamazsın. Gazzeliler zeytinlerin böylesine acı olmasını Gazze Şeridi’ndeki hayatın acılığına yorarlar. Bizim işgalimizin ve ondan önceki işgalin ve de bir öncekinin baskısındandır, derler. Bir de bu zeytinler sadece acı olsa, hadi neyse, zehir gibi de tuzludurlar, kafayı yersin tuzundan. Bunun sebebi de Gazzeli kadınların gözyaşları. Zeytinliklerde döktükleri gözyaşları toprağa karışıp zeytinlerin içine işler.

Gerçek kahramanlar Gazzeli kadınlardı. Erkekler hayatın dertleriyle uğraşır ve şu ya da bu işgalden kurtulmanın yollarını ararken kadınlar, çocuklara bakmak, yemek hazırlamak ve zeytinliklerde çalışmakla meşguldu. Zeytinliklerde kendilerine ayıracak bol zamanları vardı. Orada tek başlarına gençlikleri ve hayalleri için, öldürülen ya da hapse atılan oğulları için, ya da öldürülecek ve hapse atılacak oğulları için gözyaşı dökerlerdi.

Ve zeytinler

hepsini emip içine çekerdi

bu da herkesin düşündüğünün aksine,

onlara harika bir tat verirdi

ve Viski’nin yanında çok iyi giderdi.

Birdenbire, geceleri gözüne uyku girmeyen annem geldi aklıma.

Ona anlatmaya çalıştım, yaptığımız tek iş viski içip çizik zeytin yemek diye. Ama bana inanmadı ve ağlamaya başladı.

Korktuğunu söyledi annem. Kötü rüyalar görüyormuş. Annemin şu rüyaları yok mu. Merak etme dedim, ve de ağlama, çünkü ağlarsan İsrail göletlerindeki su tuzlanır, bunun kabahatlisi de sen olursun. İşte Gazze’de olan bu, ve ezilmeleri de işgal altında olmaları da bu yüzden. Ama bir faydası olmadı. Bir tanedir annem benim.

Tali, Jim Morrison’un Kral olduğunu söyledi ve dans etmeye başladı. O kadar güzeldi ki Tali! O teklifsiz haliyle ve dümdüz karnıyla ve bir ovada göze çarpan iki küçük tepecik gibi beliren meme uçlarıyla. Daniel ona katıldı ve öpüştüler. Ben tek başıma oturup Daniel’in nasıl hayatın kurbanı olduğunu düşündüm. Hayatı birden kayan bir insan ve kimse bunu iplemiyor.

Geçen hafta yeşil cami yakınındaki gösteri sırasında Daniel kaza eseri kalabalığın üzerine ateş açtı ve hamile bir Gazzeli kadın öldü. Yardım edeyim diye hemen yanına koştum ama can vermeye başlamıştı bile. Bana hüzünle baktı ve gözlerinde yaşlar belirdi. Beş aylık bir karnı vardı ve bebeği kaybettiğini biliyordum. Karnından oluk oluk kan geliyordu ve damarını bulup kan vermeye başlamam biraz zaman aldı. Sonra akşamın 6’sında öldü. Hekim Roni ve ben ağlamaya başladık. Şoför Manny, “Alt tarafı Arabın tekiydi” gibi bir şeyler mırıldandı. “Ne var yani öldüyse?” Ama o da olanlara üzülmüştü ve bunun kolay kolay altından kalkamadığını görüyordum. Onu alnından öptüm ve karargaha gitmesini söyledim. Kimse Daniel’e tek söz etmedi.

Bir soruşturma yapıldı ve bunun bir hata olduğuna karar verildi. Kaza kurşunu. Ama kimse Daniel’le konuşmuyordu. Roni’ye Daniel’in biraz izne çıkmaya ihtiyacı olduğunu söyledim, “onunla konuşmamız gerek" dedim, bir tuhafllık geldi üstüne. Ama Roni’nin işi vardı, hepimizin işi vardı. Gene gösteriler oluyordu ve gene insanlar ölüyordu ve bana sanki yavaş yavaş aklımı kaçırıyormuşum gibi geliyordu. Bize tüfeklerimizle ateş etmeyi, pusu kurmayı, uçaktan atlamayı, teçhizatımızı taşımayı, koşmayı, düşmeyi, kalkıp yeniden koşmayı öğrettiler. Konuşmayı, ağlamayı, kendi kendimizi bağışlamayı öğretmeyi unuttular. Daniel Tali’ye baktı, onu bir daha öptü ve “ben az ileride gidip bir su dökeyim" dedi.

Bir dakika sonra. Bir silah sesi duyduk.

Tal Belo147 No’lu Retçi, Yedek Çavuş / IDF Zırhlı Kolordusu

Çeviri: Nur Deriş Ottoman