Taş Plak Sesli Kadın

-
Aa
+
a
a
a

Zeynep Özkartal

Tangolar, nefesler, getto şarkıları, Klasik Türk Müziği, Safo, Şeyh Bedrettin Destanı, Noel şarkıları... Bunların hepsi, Sema’nın repertuarının parçaları. O, çok yönlü bir şarkıcı. Disiplinler arası çalışacak kadar cesur; yaşam onu nereye sürüklerse sürüklesin, günebakan misali yüzünü hep müziğe dönecek kadar tutkulu; ilahiden caza her türlü müzikle uğraşacak kadar iddialı ve yaptığı işe “Ben ses çıkarıyorum” diyecek kadar da alçakgönüllü...

“Taş plak sesli kadın” Sema, 12 Mart akşamı Babylon’da bir konser verecek.

Çok geniş bir repertuarınız var. Tangoların, Brecht’lerin dışında bir de dini müzikler...

Evet, “İlahiler ve Nefesler”, benim çok uzun yıllardır çalıştığım bir proje. 1996’da Almanya’da “Kudüs 3000 İçin Hoşgörünün Anısına” diye bir konser verildi. Orada ben Yunus Emre seslendirdim. Bana sordular, “Ne güzel müzikleriniz var, biz hiç tanımıyoruz. Bunları yalnız erkekler mi söylüyor?” diye. Bir düşündüm, hakikaten erkekler söylüyor. Ben de araştırdım, ilahilere merak sardım. Bir de nefesler var, Alevi nefesleri. Onları da toplamaya başladım. İlahiler çok mistik şeyler, içsel, dini şeyler. Nefesler daha dünyaya yakın, ritm olarak da. “İlahiler ve Nefesler”i İstanbul Müzik Festivali’nde söyleyeceğim, Eylül’de de Almanya’da bir konserim olacak. Ayrıca her yıl geleneksel olarak Noel şarkıları yapıyorum. Yiddish Getto şarkıları da repertuarımın bir parçası.

“Şeyh Bedrettin Destanı”yla birlikte tiyatro çalışmalarınız başlıyor. “Dumrul ile Azrail”, “Seven Kalp Böyle Yanar”, “Nazım’a Armağan”...

Tiyatro, Tuncel’le (Kurtiz) başladı. Ben istedim. Şeyh Bedrettin Destanı’nı beraber seslendirelim, dedim. Hâlâ da en çok sevdiğim işlerimden bir tanesi, bayılıyorum. Çünkü orada hakikaten çok serbestim. Ama o serbestlik içinde o birbirini yakalama, birbirinden hiç kopmama, aynı zamanda çok yalnız olma bir büyüye dönüşüyor. Sesimin bütün oktavlarını sunuyorum, bütün malzememi kullanıyorum.

Assos Festivali’nde de Hüseyin Katırcıoğlu ile “Safo”yu yaptık. O zaman Safo beni çok çekti, şiirlerini besteledim ve seslendirdim. Teatral oldu o iş. Benim sesimden öte, vücut hareketlerimi kullanabileceğim bir şey oldu. Çok hoşuma gitti. 

"Dumrul ile Azrail” teklifi Mustafa’dan(Avkıran) geldi. Ben de “Ben şarkı

 
söyleyen Sema’yım, siz beni tiyatrocu Sema ile karıştırıyorsunuz herhalde” dedim. Kabul etmek istemedim. Mustafa’nın inadıyla oldu. Benim tiyatrocu yanım yok, birisi elini kaldır derse kaldırırım. Sonradan tiyatroya daha yakınlaşmaya başladım. Ama o zaman düşündüm ki, bir şarkıcı kimliğim var ve birdenbire haydi gel tiyatronun içine, diyorlar. İlk başta çok şüpheliydim, sonra çok güzel bir şey oldu. Dünyada dolaştığımız her yerde çok olumlu eleştiriler alıyoruz.

Sonra da “Seven Kalp”i yaptık. Aslında olay Seyyan hanımla başladı. Ben tangoları zaten söylüyordum. Kadın birken üçe çıktı, Deniz Kızı Eftelya girdi, sonra da Suzan Lütfullah ve bütün olaya damgasını vurdu.

Kazıp çıkarıyorsunuz bazı şarkıları.

Evet, çok keyif veriyor. Bir şarkıyı kazıp çıkarttığımda on gün aynı şarkıyı söylüyorum, bıkmadan usanmadan aynı şarkıyı dinliyorum.

Bunu mu tercih ediyorsunuz?

Evet, bunu tercih ediyorum. Bir yandan da Hilmi Yavuzlarla uğraşıyorum, bir yandan Küçük İskender’le. Çok çekiyor beni. Eminem’deki nefretin farklı bir yansımasını Küçük İskender’de görüyorum. Hilmi Yavuz’u ise Avrupai, modern, yenilikçi tarzda görüyorum. Hüznün ağır basmasına rağmen klasik değil.

Çalışmalarınızda bir konsept arayışı mı var? Farklı alanları kullanmanızın nedeni bu mu?

Öyle bir hale geldi ki dünya, disiplinler hep iç içe geçiyor. Tiyatronun, modern dansın, balenin, popun ya da heykelin iç içe geçmesi, sanatların karşılıklı bir şeyler araması benim çok hoşuma gidiyor.

Peki, Babylon’daki konserde nasıl bir konsept görecek seyirci?

Ben hep heyecanlar arıyorum. Güzel bir ses, güzel bir müzik, evet dinlesinler; ama belki görmedikleri, belki fark etmedikleri, bilmedikleri bir takım şeyler de çıksın ortaya. Mesela teatral şarkılar var, çok komik şarkılar var, çok dramatik olanlar var. Sürprizler var ayrıca.

Hangi şarkılar var bu konserde?

İstanbul şarkıları var. Yalnızca İstanbul değil, Türkiye mozaiği var. Türkiye coğrafyasından inanılmaz bir repertuarım var ve o repertuardan gözümü kapayıp, bu, bu, bu diye rüya görerek bazı şarkıları seçtim. Özellikle çok severek söylediğim şeyleri seçtim. CD’lerimde olan şarkılar da var, şimdiye kadar kimsenin benden duymadığı şarkılar da. Yelpaze çok geniş, ama hepsi Türkiye.

Bilinen formatta tabii hiç söylemiyorum. Çünkü öyle bir eğitim almadım. Ama mesela, “İstanbul’u sevmezse gönül, aşkı ne anlar...", buradaki iddia beni çekiyor.

Bu konserde Halil Karaduman var, Necati Çelik var. Türkiye’nin çok iyi müzisyenleri. Ayrıca Sam Schlemminger, Lari Dilmen ve Cem Çetinkaya var. Cem çok genç bir viyolonselci, çok yetenekli. Onu ilk dinlediğim an, “Bu çocuk benim hayatıma girdi” dedim.