Gezegen ve nostalji

-
Aa
+
a
a
a

Ben, Gezegen ve Aramızdakiler’de bu hafta ev, yer ve mekân olarak gezegen ve nostalji konuşuyoruz.

Fotoğraf: Sergio Souza
Antroposen psişesine ait bir duygu: Solastalji
 

Antroposen psişesine ait bir duygu: Solastalji

podcast servisi: iTunes / RSS

Bu oldukça romantize edilebilecek bir konu. (En azından benim için öyle.) Söz konusu nostalji olduğunda çok şey söylemek istiyorum. İtiraf etmek gerekirse, neredeyse her gün 90’ların Türkçe pop şarkılarından birini dinliyorum. Bugün de literatüre bir çeşit nostalji duygusu olarak geçen solastaljiden bahsedeceğiz.

Solastalji fenomeni, 21. yüzyılda konuşulmaya başlamış ve duygularımızın evrimleşmesiyle yeni bir dünya duygusunu tanımlamak için ortaya atılmış. Jill ve Glen Albrecht, antroposen psişesi için bu yeni kelimeyi üretti. Solastalj, bireyin ait olduğu çevrenin bozulmasıyla ortaya çıkan bir teselli kaybını anlatıyor. [Albrecht ve diğerleri, 2007] Kişi yaşadığı çevreyle bir bağ kurar ve bu çevre onun teselli bulmasında önemli bir role sahiptir. Bu çevrenin bozulması da kişinin melankoliye benzer bir hisse kapılmasına sebep olur. Bu his de bir çeşit göç gibidir. Solastalji, göç etmek zorunda kalan insanların yaşadıklarına benzer bir ıssızlık ve kayıp duygusuyla ifade ediliyor. [Clayton, Manning, Krygsman ve Speiser, 2017] Ama buradaki göç kişinin değil yerin göç etmesidir. Çünkü kişi hâlâ aynı yerde, evindedir. Ama evi artık orda değil. Kişi yaşadığı kayıpla yer değiştirmeden bir göç durumu deneyimlemektedir. Yani insan olduğu yerdedir ama doğa göç etmiştir. Bunun için solastaljiye doğa göçüne bağlı nostalji hissi de diyebiliriz.

Dışarıya baktığınızda gördüğünüz manzara aynı değil. Belki ağaçlar sökülmüştür, belki tam karşınıza bir alışveriş merkezi yapılmıştır. Belki sevgilinizle ilk öpüştüğünüz park artık bir oteldir. Hikâyeniz kaybolmak üzeredir. Evdeyken evde olmama hissi… Bu his hayatın içinde, mekândan bağımsız yabancılaşma, kendine bir yer bulamama, boşluk duygusu gibi değildir. Solastalji, mekândan köklenen, yerdeki değişime ve kayba bağlı bir duygudur. Kısaca özetlemek gerekirse, insanlar yaşadıkları yerle güçlü bir bağ kurarlar, güvenlik ve kişisel kimlik inşasını da bu bağ üzerinden gerçekleştirirler. Yaşanan yerdeki değişiklikler bu güvenlik ve kişisel kimlik temelini sarsarak yoğun psikolojik sıkıntı yaratır. [Clayton, Manning, Krygsman ve Speiser, 2017]

Solastaljiye neden olan faktörler hem doğal hem yapay olabilir. Kuraklık, yangın, sel, savaş, terör, madencilik, şehrin bir kısmının soyutlaştırılması ya da kentsel dönüşüm bunun kaynağı olabilir. Solastaljide bahsedilen değişim bir bozulmadır. Taşınmak, büyümek, başka bir şehre yerleşmek ve oraya özlem duymaktan farklıdır. O anıyı taşıyan, bağ kurduğun mekânın tahrip olması durumudur. Bu programda solastaljinin mekânsal yönüne odaklanacağız. Çünkü o anıyı, kimliği ve kişisel hikâyeyi taşıyan mekân bozuluyor. Saran, çerçeveleyen, taşıyan güç kalkanı bozuluyor. Mekânın, yerin koruyan ve kapsayan bir tarafı var. Bir arada tutan bir güç, imkân var ve bu bozuluyor. Aslında rüya gibi… Rüyada da olaylar, karakterler vardır ama rüya onun taşıyıcı yapısıdır. Mekân da zihindeki anıyı, dolayısıyla duyguyu taşır. Duygu ve anı da mekânla birlikte tahrip olur.

Bir örnek üstünden gidelim: Ortaokul ve lise zamanlarımda evimizin çok yakınında bir viyadük vardı ve orada yürüyüşe çıkardık. O yaşlarımı hatırladığımda çoğunlukla oradaki anılarım gözümde canlanır. Arkadaşlarınla buluştuğun, yürüyüş yaptığın gizli gizli bir şeyler karıştırdığım bir yer… Ev dediğimde o mekân hikâyemin önemli bir parçasıdır. Zamanla orası bir mesire alanına dönüştürüldü ve çehresi tamamen bozuldu. Şimdi eve gitmek, orayı görmek, o anıyı yeniden oluşturmak o kadar garip geliyor ki... Sahiden içim sızlıyor. Ya da müsilaj geliyor aklıma. Moda İskelesi’nin ikonik bir fotoğrafı vardı. Orayı görmenin yarattığı duyguyu hatırlıyorum. Ya da zaman içinde değişen Taksim’i düşünelim. Ortak anlatıdan yola çıkalım. İstiklal’in, Taksim’in çok daha politik bir süreçte değişimi var. Bu süreç içindeki mücadele ve bu mücadelenin bıraktığı başka hisler de var. Ama anılarımızda, hikâyelerimizdeki o bulunamayan silüetin yarattığı bir sızı da var. Ortak anlatı derken şundan bahsediyorum: “Taksim’in Taksim olduğu zamanlar…” ifadesinde mesela. 13 Kasım’da yaşanan bombalı saldırıdan sonra İstiklal’le olan ilişkisine dair bir şeyler yazan, oradaki anılarını söylemek isteyen çok insan gördüm. O tahribat, geride giderek ıssızlaşan bir his bırakıyor. Teselli kaybı derken bundan bahsediyorum.

Mekân, ev yani bağ kurulan yapı bir geri dönüş imkânı da sağlar. Solastaljide bu imkân kaybolur. Nostalji aslında bir geriye dönüştür. Mekân da bu dönüşün imkânıdır. Hareket edebilmek için, ileriye ve geriye gidebilmek için hareketsiz bir noktadır mekân. Semazenlerin dönerken gözlerini bir noktaya kitlemesi ya da denge gerektiren aktivitelerde gözümüzü bir hareketsiz noktaya kitlemek gibi evle kurulan ilişki de bize geri dönebilme imkânı sağlar. Teselli kaybı derken bu imkânsızlıktan bahsediyorum. Bu, hatıralara dönmek de, fiziksel olarak ziyaret etmek de olabilir. İşte teselli budur. Bu dönüş imkânının bozulması, insanın yolunu şaşırması, bir ıssızlık duygusu… Çünkü nostalji zaman ve mekânı birbirine bağlar ve bir dönüş imkânı sunar.

Kelimenin köküne baktığımızda da nostalji şu iki kök kelimeden oluşur: nostos ve algos. Nostos dönüş, algos acı anlamına gelmektedir. Nostalji, geri dönüş acısıdır. İnsanın hem uzakta olduğunda çektiği eziyet hem de geri dönmek için çektiği sıkıntıdır. Söz konusu solastalji olduğunda bunu tersten de okumak gerekir. Çünkü burada giden insan değil mekândır. Nostalji eve dönüştür. Ev neresidir? İnsan evinde olduğunu ne zaman anlar? Odysseus, İthaka'ya döndüğünü nasıl anlamıştır? Bütün bir Odysseia destanı nostalji üzerine kuruludur. Bu konu da Barbara Cassin’in Nostalji isimli çok güzel bir kitabı var, zaman zaman ondan da alıntı yapacağım. Odysseia destanının konusu, Odysseus’un geri dönüp dönemeyeceğidir. Ve tüm hikâye Odysseus’un İthaka’ya dönüş gününe ve o yolculuğa odaklanır. Ama Odysseus döndüğünde İthaka’yı tanıyamaz.

“İnsan evini nasıl tanır?”

“Siz evinizi nasıl tanırsınız? Ev neresidir?” Ben de kendime bunu sordum: “Evim neresi?” Bir arkadaşımla beraber sabah kahvesi içerken ona da sordum: “Evin neresi?” Emircan, “Kendi kurduğum, tanıdık ve güvenli yer evimdir” dedi. Ama bundan bahsederken dışsal bir yapıyı kurmaktan, somut duvarlardan söz etmiyordu. Tanıdık olmak, güvende hissetmekten bahsediyordu. İçsel bir yapıdan söz ediyordu. Nomadland’de beni çok etkileyen bir replik var: “Ev, sadece bir kelime mi? Yoksa içinde taşıdığın bir şey mi?” Bu içsel yapı kulağa bir binadan daha sağlam geliyordu. Aradığım tanım sanırım buydu: Tanıdık olmak. O yüzden hâlâ bıkmadan usanmadan 90’lar Türkçe pop dinliyorum, çünkü tanıdık. Tanıdık olmak tüm bu ev, nostalji ve solastalji yapbozunun önemli bir parçası.

Odysseia destanına dönelim: Odysseus sonunda oradadır ama aslında hiç de değildir. Her şey başka bir biçimdedir. Onu ilk anda köpeğinden başka kimse tanımaz. Odysseus da geldiği yerin İthaka olduğunu anlamaz. Hiçbir şey evinden, yerinden, yurdundan daha korkutucu bir şekilde yabancı ve tedirgin edici olamaz. Odysseus'un kimlik arayışı İthaka’ya döndüğünde orayı tanıma sürecine dönüşür. Tanıdık olmak bizi çok önemli bir başka kavrama götürür: Freudyen psikanalizin “tekinsiz” kavramına. “Unheimlich”in kelime kökü de tam olarak “tanıdık” olmakla zıt anlamlıdır.

Öyleyse insan ne zaman evindedir? Odysseus ne zaman evindedir? Ne zaman yuvasındadır? “Talipleri ve nankör hizmetçileri öldürdüğü; Tilemahos, köpeği Argos, domuz çobanı Evmeos, süt nine Evrikliya, sadık hizmetçiler, Penelopeia, Leartis, tüm İthakalılar tarafından tanındığı üç gün boyunca mı? Gezginliğe oranla çok kısa bir süre, 20 yıl içinde sadece 3 gün evinde? Yeniden ayrıldığındaysa ne zamana kadar ayrılır? Odysseus'un sonunda evinde olduğuna dair o son derece sembolik işaret sadece karısıyla paylaştığı bir sırdır. Etrafına evini inşa ettiği zeytin ağacından kendi elleriyle oyduğu köklenmiş yatağıdır. Kök salmak ve kökünden sökülmek, işte nostalji budur.

[Cassin, B. (2018). Nostalji: İnsan ne zaman evindedir. Odysseus, Aeneas, Arendt.(S. Kaynak, Çev.), İstanbul: Kolektif]

Solastalji, nostalji ama daha çok yaşadığımız gezegene ev gözüyle bakmak üzerine konuştuk. Giderek bozulan bir gezegende yaşamak bize nasıl hissettiriyor? Bu çevresel duygular neler, onları nasıl tanırız? Bunlar 21. yüzyılın başında kendimize sorduğumuz acil sorular. Çünkü iklim krizi ve hızla değişen çevre, psikolojimizi zorladığı gibi sözcük dağarcığımızı da zorluyor. Bu yüzden Avusturalyalı ekofilozof Albrecht, solastalji terimini türetiyor.