Doğanın ve doğruluğun düşünürü Jean-Jacques Rousseau

Botanitopya
-
Aa
+
a
a
a

"Doğanın ve doğruluğun düşünürü" Jean-Jacques Rousseau'yu, onun doğayla nasıl iletişim kurduğunu, sürgünde olduğu yıllarda çalkantılı iç dünyasını dindiren botanik merakını konuştuk.

Rousseau, eseri ve kitap arası kuruttuğu çiçekler
"Doğanın ve doğruluğun düşünürü" J.J. Rousseau
 

"Doğanın ve doğruluğun düşünürü" J.J. Rousseau

podcast servisi: iTunes / RSS

Romantizmin fikir babası Rousseau, Yalnız Gezerin Düşleri adlı otobiyografik yapıtında akıl çağında doğaya hükmeden “kendini beğenmiş” insan tipinin eleştirisini yapıyordu. Ömrünün son yıllarında doğa içindeki gezintilerini anlatırken iç dünyasına, geçmişine doğru bir yolculuğa çıkıyor; tarihe kendi “aklı” ile yön veren burjuvaziyi eleştiriyor ve “doğaya dönüş” çağrısı yapıyordu. Bu eserini yaşamının son yıllarında Paris çevrelerinden dışlandığı dönemde yazmıştı...

Üç yıl önce yayımlanmış olan Emile ya da Eğitim Üzerine adlı eseri hem Roma Katolik hem de Protestan kiliselerince kınanmış, sansürle karşılanmıştı. Suçu, dini inanışa ters düşen ilk günah ve vahiye inançsızlık gibi fikirleri Katolik bir rahibin ağzından söyletmesi ve eseri kendi adına imzalamasıydı. Kitapları yakılmış, ölüm tehdidiyle karşı karşıya kalmıştı. Hakkında tutuklama kararı çıkınca Fransa'dan İsviçre'deki Motiers'ye oradan da gecenin bir vakti evi taşlanınca da İsviçre'nin Bienne Gölü'ndeki bir ada olan Saint-Pierre'e kaçmıştı.

Rousseau elinde çiçek demeti tutuyor. İllüstrasyon

O keşmekeşten uzaklaşıp biraz kendi iç dünyasıyla yüzleşirken, Saint-Pierre adasının bitki çeşitliliğini incelemek gibi bir uğraş edinmişti. Uğraştan öte, botanik onun için çok değer verdiği doğayı algılama, fark etme ve iyileştirme yöntemiydi. Doğa onu Paris çevresinden ve kendi iç huzursuzluğundan  kurtarırken içindeki iyiyi de yeniden keşfetmesini sağlıyordu. Küçük adada saatler geçiriyor, çizimler yapıyor, notlar alıyor ve genellikle eve dönerken de yanında kesit alacağı ve kurutacağı numuneler oluyordu. Bitkilerin yapısı ve üremeleriyle ilgili titiz  gözlemler yaparken bir yandan da adadaki bitki yaşamı üzerine bir inceleme olan Flora Peninsularis üzerine çalışıyordu.

Doğa kötülük, zalimlik ve aldatmanın ne olduğunu bilmezdi. "Doğa asla yalan söylemez" diye yazmıştı, "doğadan gelen her şey doğrudur, onda yanlış bir şey bulamazsınız" diyordu. Varoluşçu bir inzivaydı onunki... İnsanlar ilkel doğalarına bağlı kalarak “İlahi Varlık” tarafından kendilerine bahşedilen basit iyilik ilkelerine uymalıydılar. Botanik de akıl ve gözlem yeteneğiyle bu ilkeleri yeniden keşfetmenin yoluydu. Önemli olan bitkilerin Latince isimlerini ezberlemek değil, gözlem ve analiz önemliydi.

Rousseau'nun kendisiyle ilgili temel kavrayışlarından biri, onun için ruhunu beslemenin en iyi yolunun ne olduğunu keşfetmekti - bu, "içe dönmek" eylemiydi. Yani insanı, doğayı, evreni, yaratılışı düşünürken kendi içine bakma, en yalnız halinde kalbini ve ruhunu inceleme eylemiydi. Botanik felsefi bir uğraştı; Yalnız Gezerin Düşleri’nde şöyle ifade eder bunu:

Bitkiden bitkiye, çiçekten çiçeğe pervasızca dolaşmak, onları incelemek, farklı özelliklerini birbirleriyle kıyaslamak, benzer ve farklı yönlerini not etmek ve son olarak da bu canlı mekanizmaların hassas işleyişini anlayabilmek için bitkilerin düzenini incelemenin  bana hiçbir maliyeti yok, ama ara sıra da olsa onların genel kurallarını, yapılarındaki farklılaşmanın nedenini ve amacını keşfetmeyi başardığımda, tüm bunların tadını çıkarmamı sağlayan şeye minnettarlık ve hayranlık duymaktan büyük zevk alıyorum.

 

18. yüzyılda yapılan keşiflerle, sınıflandırma yöntemi ve farklı türlerin yetiştirilmesiyle botanik bilimi de yükselişle geçer, sömürgeci güçler yayıldıkça bitki koleksiyonları ve seralar da genişler... Rousseau'ya göre bitkileri insan ihtiyacına uygun bir araç haline dönüştürmek botaniği yok ediyordu. O aslında bitkilere çağdaşlarından "daha az uygarca yaklaşıp" onlara bakınca fark ettiği varoluşun büyük düzeninden heyecan duyuyordu. İnsanların çoğu, kendilerinden daha büyük bir şeyin parçası olmaya veya onunla bağlantılı olmaya güçlü bir ihtiyaç duyuyor.  Rousseau içinse o daha büyük “bir şey” genellikle doğanın ta kendisidir. Yedinci gezisinde  o bağlantıyı nasıl kurduğunu da anlayabiliyoruz:

Ağaçlar, çalılar, bitkiler yeryüzünün süsü ve giysisidirler. Hiçbir şey üzerinde taştan, balçıktan ve kumdan başka bir şeyin göze çarpmadığı, çıplak ve soyulmuş bir araziden daha üzücü olamaz. Ancak doğa ile canlanmış ve çağlayan suların, şakıyan kuşların ortasında gelinliğini kuşanmış toprak, üç krallıkla uyum içinde insana yaşam, ilgi ve cazibe dolu, bu dünyada gözleri ve kalbi yormayacak tek gösteriyi sunar.

Rousseau doğada, illüstrasyon

Rousseau, kitabında yalnız yürüyüşleri sırasında botanik çalışmasının, talihsizlikleri hakkındaki düşüncelerden uzaklaşmasına nasıl yardımcı olduğunu da açıklıyor. Kokuları, yoğun renkleri ve "zarif şekilleri ile dikkatini  çekmek için birbirleriyle yarışıyor gibi görünen botanik nesneler" en çok ona çekici geliyordu. Doğadan her zaman çokça haz almış, en keyifli ve huzurlu dönemlerinin çoğunu doğada geçirmiş biri olarak, yürüdüğü yerler Rousseau'nun daha mutlu zamanlara dair anılarını da tetikler. Şöyle yazar yedinci gezisinde:

Bir gün Yargıç Clerc'in dağı olan Robalia'nın yakınında yaptığım bitki sınıflandırmasını hayatım boyunca daima hatırlayacağım. Tek başınaydım, dağlardaki girintilere girip çıkıyordum. Korudan koruya, kayadan kayaya giderken gizli bir açıklığa rastladım. Öylesine gizlenmişti ki hayatımda böylesine vahşi bir görüntüyle karşılaşmamıştım. Birçoğu yaşlılıktan düşmüş ve birbirine dolaşmış kocaman kayınlara karışmış karaçamlar, bu alanı alınması güç engellerle kapatmışlardı. Bu karanlık avlunun bıraktığı birkaç açıklık, tepeleri kesik kayalar ve yüzükoyun yattığımda bakmaktan çekineceğim korkunç uçurumlardan başka şey sunmuyordu. Puhu kuşunun, kukumavın ve balık kartalının çığlıkları dağın çatlaklarında yankılanıyordu, birkaç küçük ender ama alışıldık kuş, bu yalnızlığın yarattığı korkuyla titriyordu. Orada ‘Dentaria Heptaphyllos’, siklamen, kuş yuvası köklü orkide,’ Grand Laserpitisum’ ve beni etkileyen ve uzun süre eğlendiren birkaç bitki daha buldum. Ancak belli belirsiz nesnelerin güçlü etkisi altına girerek bitki bilimi ve bitkileri unuttum, hibritotları ve karayosunları üzerine oturdum ve orada, bütün evrenden soyutlanmış, cellatlarımın beni çekip çıkarmadığı bir sığınakta olduğumu düşünerek mutluluğumu düşlemeye başladım. Çok geçmeden bu düşü bir gururlanma böldü. Kendimi, şu ıssız adalardan birini keşfeden büyük gezginlerden biriyle karşılaştırıyordum ve nazikçe kendi kendime 'hiç şüphesiz buraya kadar girmeyi başaran ilk ölümlü benimdir' diyordum. Kendimi neredeyse başka bir Kolomb gibi görüyordum.