"Önümüzde uzun bir yol var"

-
Aa
+
a
a
a

Doğal kozmetik ürünler üreten Esra İzgi’yle Hatay'da gerçekleştirdiği gönüllü çalışmayı, çocuklar için organize ettikleri etkinlikleri ve önümüzdeki dönemde gerçekleştireceği programları konuşuyoruz.

Fotoğraf: Esra İzgi
Fotoğraf: Esra İzgi
"Önümüzde uzun bir yol var"
 

"Önümüzde uzun bir yol var"

podcast servisi: iTunes / RSS

Aylin Örnek: Merhabalar. 95.0 Açık Radyo’da Dayanışma Kuşağı programındayız. Konuğumuz Esra İzgi. Esra Hanım doğal kozmetik ürünler üreticisi. Fakat biz onunla bugün Hatay'da gerçekleştirdiği gönüllü çalışma üzerine ve sonrasındaki planları üzerine konuşacağız. Esra Hanım, hoş geldiniz.

Esra İzgi: Merhabalar. Hoş bulduk.

A.Ö.: Esra Hanım siz Hatay'a gittiniz. Orada gönüllü bir çalışmada bulundunuz. Nasıl karar verdiniz gitmeye? En başından onu dinleyebilir miyiz sizden?

E.İ.: Tabii ki. Deprem anından itibaren ben hep şunu hissettim: Bütün ülke, hatta Anadolu'yla bağı olan herkes, hepimiz depremzede olduk ve bunun travması ilk günden itibaren bizim hayatımıza yansıdı. Ben baştan beri bir şeyler yapmak dışında bir şey düşünemez olmuştum.  Fakat bölgeye nasıl gideceğimi bilemiyordum. Yani hep uzaktan ayni, maddi yardım yapmak ve birebir duyduğum ihtiyaçları toparlayıp yetiştirmeye çalışmak peşinde koşarken bir platform bulamamaktan dolayı oraya gidiş planlayamıyordum. Ama hep WhatsApp gruplarımızda bir şekilde duyduğum çağrılara kulağım açıktı. Bir gün Beyoğlu'nda bir sanat galerisinin kurucularından biri ortak WhatsApp grubunda “arkadaşımın sabun ihtiyacı var, bebek losyonu ihtiyacı var, meme çatlak kremi ihtiyacı var” çağrısına, ihtiyacına cevap vermek üzere ürünü galeriye götürmemle beraber orada bir dayanışmanın başladığını, var olduğunu gördüm ve aradığım platform oradaydı. Zaten oraya adımımı atmamla, orada gönüllü gidişlerin organize edildiğini, belli bölgelerin sahiplenildiğini duymamla beraber hemen bir parçası olmak istedim. Zaten arayışım buydu. Bu ortamı görmemle beraber karar verdim diyebilirim.

A.Ö.: Peki nereye gittiniz?

E.İ.: Hatay'ın Antakya ilçesinin bir yayla köyüne gittim. Bu yayla köyünde bir imam hatip ortaokulunun bahçesinde herhangi bir sivil toplum veya devlet tarafından değil, bireylerin kendi çabalarıyla yerleştirilmiş çadırlar vardı. Köylülerin kendilerini taşıdıkları yerdi. Oraya yine bireysel, bağımsız bir oluşumun kendi çabalarıyla kurdukları bir çocuk çadırına,  çocuklara oyun ablalığı yapmaya gittim.

A.Ö.: Orada yaptıklarınızdan biraz bahsedebilir miyiz? Neler yaptınız? Kaç kişi gittiniz?

E.İ.: Biz iki kişi gittik. Hatta yol arkadaşım Özge Ertem de Açık Radyo’da Hikâyenin Her Hâli programında bu konuyu tekrar konuşuyor olacağız. Özge Ertem'le birlikte oraya gittik biz. Ve gittiğimizde ortamın aslında çok da ince dengeler üzerinde durduğunu, çünkü oradaki kurulu düzendeki (bir firmanın kurmuş olduğu bir yemek konteynırı ve arkasından kurulmuş ona bağlı gibi görünen ama aslında olmayan bağımsız bir çocuk çadırının) hassas dengelerini gözeterek bir tecrübenin içine düştük diyebilirim.

A.Ö.: Peki siz iki kişi gittiniz ama orada kurulu bir düzen ve insanlar vardı. Nasıl bir ekipti mesela o? Biraz ondan bahsedebilir miyiz?

E.İ.: Tabii. Devreden gönüllü arkadaşımız bir sosyolog. Onun bir devraldığı arkadaşlardan yine kimi Bayramiç'ten kimi İstanbul'dan bir grup şef. İlk başta yemek yapmak üzere gidip, oradaki çadırı oluşturmuşlar. Ve bireysel çabalarla kendi gönüllü ağlarını kurarak sosyolog arkadaşımızın Beyoğlu Afet Dayanışması’ndaki kontaklarına ulaşarak bizim “burada bir gönüllü rotasyonuna ihtiyacımız var” demesiyle biz bu bölgeden haberdar olduk ve oraya gittik.

A.Ö.: Peki ne tür faaliyetler yaptınız?

E.İ.: Gitmeden önce Beyoğlu Afet Dayanışması’yla biz “çocuklarla nasıl çalışılır” konusunda hazırlandık. Bir tiyatro oyuncusu arkadaşımız bize drama önerileri, çocukları eğlendirici aktiviteler önerileri verdi. Pedagojik bir formasyonumuz olmadığı için bir miktar kaygılıydık. Kaygımız buydu. Ama gittiğimizde çocukların ihtiyaçları o kadar büyüktü ki. Yani bu çocuklar, bu bölgenin çocukları ilgiye de aç, bilgiye ve bilinçli insana da eğitimli insana da gerçekten çok aç. Ve bizim oraya adımızı atmamızla birlikte kaygımızdan hemen sıyrılıp anında bir fayda yaratmaya başladığımıza şahit olduk. Belki kendi terapotik süreçlerimizden de geçmiş olmanın, kendi çocukluğumuzla da temas kurmuş olmanın verdiği, doğru iletişim yöntemleri otomatik bizde gelişmiş olduğunu fark etmemizde de yaradı. Ve çok güzel ilişkilerle, o çocukları da çok güzel kapsayarak ve kavrayarak çalıştık. Brası kız ve erkek çocuklarının çok bir araya gelmeye alışık olmadığı bir köyken bu çocuk çadırı sayesinde gitgide beraber olmaya da alışıp kaynaştıkları ve birlikte oyunda oynadıklarını bir hafta gibi kısa bir sürede bile gözlemleyerek geri döndük. Daha çok yaptığımız çocuklarla oyun aktiviteleri oldu.

A.Ö.: Anladım. Peki, gitmeden önce bir tedirginliğiniz vardı ya da nasıl gideceğinizi bilmiyordunuz, ama bunun bir şekilde yolunu buldunuz, gittiniz. Gittikten sonra sizin hissettikleriniz neler oldu?

E.İ.: O kısım çok enteresan. Yani öncelikle ben kendimin çocuklarla ilişki kurabileceğini bilmediğimi keşfettim. Ya da aslında kendimi çok titiz bilirken, en büyük kaygım oradaki hijyen koşullarıyken, kafamda pek çok, dizanteriden koleraya kadar senaryoyla korkuyla giderken yarım günde oradaki, aslında insanlık dışı şartlara bir insanın yarım gün gibi kısa bir sürede nasıl adapte olduğunu deneyimledim. Oradaki insanlarla ilişkide aslında benim insanlarla bağ kurarken gerçek, sahici ve samimi olmanın ne kadar yeterli olduğunu, gerçek bir pedagojik formasyona çok da ihtiyaç olmadığını, sadece samimiyetle bile, acılı bir insanın acısını sarılarak veya elini tutarak paylaştığımızda bile yeterince bir fayda yarattığımızı, en çok da bir hayat deneyimi olarak gördüm. Orada bölgede şu anda tarihi bir olay yaşanıyor. Yani Anadolu tarihinin kilit taşı bir olay yaşanıyor. Buna şahitlik etmenin ve bir parçası olmanın, sadece uzaktan izlememenin kendi travmamı da iyileştirdiğini ve bunun adının yardım etmek değil, destek olmak değil, gerçekten bir dayanışma olduğunu ve acıyı paylaşarak azaltmak olduğunu öğrenerek döndüm.

A.Ö.: Peki gittiğiniz yerdeki bu sistem rotasyonla devam ediyor mu, yoksa bitti mi?

E.İ.: Zaten adaptasyon iki gün sürüyor. Bir hafta, on günden uzun kalmak da artık sizi gerçekten depremzede gibi yaşatıyor. Dolayısıyla bir hafta olması ideal. Okullar açılacak. Bir gün o çadırlar o okulun bahçesinden çıkacak. Ama şu anda eğitimin hâlâ başlamadığı bir bölgeden bahsediyoruz. Gittiğimiz yerde altmış çadırın mahalledekilerle beraber altmış ila yüz çocuğun başıboşluğundan bahsediyoruz. Onların tam da bu ihtiyaç dönemlerinde (yani sabah iki saat öğleden sonra iki saat oyun saatlerinde) bizler gibi insanlarla temas etmeleri onlar için de bizim için de bir fırsat. Biz o çadırları o okuldan kaldırılana kadar yürütmek üzerinden şu anda hala daha gönüllü arayışıyla devam ediyoruz.

Fotoğraf: Esra İzgi

A.Ö.: Peki bu kaynağınız var mı? Yoksa bir arayışta mısınız? Yani bu okullar açılana kadar sürebilecek mi?

E.İ.: Şu anda görünen 17 Nisan itibarıyla çadırların kaldırılacağı. Çocuk çadırının yerinin değişeceği, başka bir yerin ayarlanmaya çalışıldığı. Evet okullar açılana kadar, Eylül’e kadar sürdürmeye niyetliyiz. Gönüllü ihtiyacımız var ama önümüzdeki birkaç hafta zaten şu an organize edilmiş durumda.

A.Ö.: Peki, gönüllü olmak isteyenler Açık Radyo aracılığıyla belki size ulaşabilirler. Oraya gittiniz döndükten sonra ne hissettiniz?

E.İ.: Döndükten sonrası çok enteresandı. Ben orada kendimi iyi hissettim. Döndüğümde, İstanbul'a girmemle beraber bütün şehrin yüksek binaların üzerime bastı. Orada, aslında bir çadır kamp alanında ve çam ormanı gibi bir bölgede bütün günü açık havada geçirirken dört duvarın arasına girmenin hiç iyi hissettirmediği gördüm. Aklımın ve kalbimin gerçekten orada kaldığı, bir hafta içinde koca bir köyle aile olup döndüğüm, birkaç gece boyunca geceleri uykudan uyanıp tavanda çadır yanımda çadır arkadaşımı görmeyi aradığım, hissettiğim bir hafta daha geçirdim. Yani gitmek bir hafta döndüğünde tekrar buraya geri adapte olmaya çalışmak bir hafta. İlk fırsatta tekrar gitmek istiyorum. Böyle de bir bağ oluştu. Orada bulunmak insana iyi geliyor. O yüzden tekrar bir an önce gitmeyi dört gözle bekliyorum.

A.Ö.: Anladım. Öyle bir plan var o zaman.

E.İ.: Evet.

A.Ö.: Peki biz sizle bu program üzerine konuşma yaparken profesyonel işiniz bağlamında da oraya destek olabileceğinizi anladım. Öyle planlarınız da var mı? Onlardan biraz bahsedebilir miyiz?

E.İ.: Bahsedeyim. Gitmeden önce hep o bölgenin kadınlarını kalkındırmak üzerinden bir proje hayal ediyordum. Belki kadınların el işiyle yapabileceği birtakım ürünler olabilir ve onlardan alabilirim, bunun bir satış ağı, organizasyonunu yapabilirim gibi kafamda projeler geçiyordu. Fakat gittiğim zaman orada gördüğüm ortam, bizim gittiğimiz köy, bu köyün iç dengeleri, Sünni bir kültürden gelen bir köy olması yanında oradaki kadınların depremden önceki birtakım sorunlarını da görüyorsunuz. Tek sıkıntı depremle hayat şartlarının değişmiş olması değil. Gittiğimizde yüzleştiğimiz deprem öncesinden gelen sıkıntılarla oradaki kadınlarla bir şey organize etmenin kolay bir yolunu bulamadım. Ama esas işim olan doğal kozmetik üreticiliği üzerinden bizim beraber gittiğimiz arkadaşlarımızdan yine Nuh Samandağ'da oradaki yerel bir kolektifin bir dayanışması ağında çalışırken toparladığı tarımsal üreticiler ağı listesi üzerinden şu anda bir proje gerçekleştirmeye çalışıyoruz ve Hatay zeytinyağlarını kullanarak. Normalde zeytinyağı kozmetik olarak kullanmaya çok uygun değil ama onun içerisine belli başlı başka ham maddeler de ekleyerek onun niteliğini güzelleştirip bir masaj yağı, vücut bakım yağı gibi bir ürün üretip bu ürünü de (tabii ki tek başıma da ben bunu yapabilirim ama gücüm olmaz, yayma ve satma ağı olarak bir yere kadar ben bir fayda sağlayabilirim) satarak burada bir birliktelik ağı oluşturmak istiyoruz. Bölge ürünlerinin İstanbul'da ve hatta Anadolu'nun diğer bölgelerinde belki otel spalarına girecek kadar bir düzende ve profesyonelce (yani onların belki kendi eğitimleriyle ya da malzemeyle yapamayacakları ama bizim onlara sunabileceğimiz katkıyı da buna ekleyerek) bir ürün haline getirmek ve bu ürünle beraber satılabilir bir ağ oluşturmak amacımız. Düzenli siparişler yoluyla bölgedeki Hatay zeytinyağı üreticilerinin bölgeyi terk etmek, göç etmek yerine topraklarında kalıp o zeytini üretmeye devam etmelerini sağlamayı umarız başarabiliriz. Ama bunu hedefliyoruz şu anda ve bunun üzerine çalışıyorum.

A.Ö.: Anladım. Bu konuda nasıl bir desteğe ihtiyacınız olabilir?

E.İ.: Bu konuda olabilecek en güzel destek bu bilginin yayılması, böyle bir ürünü kullanmak isteyebilecek insanlara daha fazla ulaşmak olabilir. Bunun satışına katkı sağlamak. Sadece destek olmak için alınması üzerinden değil, gerçekten insanların severek kullanacağı kalitede bir ürün hazırlamaya bu nedenle özeniyoruz. Çünkü destek olmak bir yere kadar. Bir süre sürebilir ama düzenli kullanım sağlanabilecek bir ürün olduğu zaman bunu insanların hayatına gerçekten sokmasını, otellerin spasına gerçekten sokmasını sağlarsak büyük bir sipariş ağı oluşturulabilir. Bu konuda en büyük destek duyuru olabilir.

A.Ö.: Anladım. Peki siz bununla ilgili bir adım attınız mı yoksa bu sadece şu anda proje olarak mı gündemde?

E.İ.: Attık. Yani şu anda ürünün ARGE'si çalışıldı, hazır. Birtakım testleri, analizleri başladı, yapılıyor, bitmek üzere. Sağlık Bakanlığı izinleri onayları da tamamlanmak üzere. Yakında biz aslında ürünü duyuracağız.

A.Ö.: Peki oradaki üreticiyle iletişiminiz nasıl?

E.İ.: Bu üreticilerle iletişimimizi bilhassa yerelden destek alarak sağlıyoruz. Yani oradaki bir okulun öğretmeni mesela şu anda bu database toplamamıza en büyük katkıyı sağlamış olan kişi. Ve iletişim en çok da onun üzerinden yürüyor. Ama doğrudan İstanbul'dan gidip gelen arkadaşların da temasıyla bu üreticilerle biz zaten temas halindeyiz ve ilişkiler içerisindeyiz. Onlar da hevesli. Tabii ki şu da mümkün; çok onların beklentilerini yükseltmeden ve kimsede bir hayal kırıklığına da sebep olmadan küçük başlayıp yapabildiğimiz kadar büyüterek… Ama biz bir ekip olduğumuzda herkes belli zamanını ayırarak sürdürülebilir bir formatta yürütmemiz, dolayısıyla zaman emek ve eforu koymamız mümkün. Ve hani o şunu da açıklıkla söylemek isterim ki bizim kâr amacı gütmediğimiz ama bölgeye onların elde edebileceği en büyük katma değeri sağlamayı hedeflediğimiz, o yüzden kısıtlı zamanlarımızdan koyduğumuz zaman emek katkısıyla bu projeye soyunduğumuz ama profesyonelce de ele aldığımız çok güzel bir ekip olduk. Ve bu ekip dayanışmadan doğdu. Ve bu çok kıymetli bir şey. Ve bunun örneklerini, 1999 depreminden bugüne kadar hâlâ devam bu tarz dernekler de olduğunu duyuyorum. Neler yaptılar çok izleme imkânım olmadı ama belki burada başlayan şey bölgenin kalkınması için belki beş yıl belki on yıl daha çok ciddi emek vermemiz gerek. Önümüzde uzun yıllar bizi bekliyor. Burada oluşan ekip şimdi bir ürün üretecek ama sonra belki kim bilir neler yapacak? Çünkü herkes çok motive ve istekli. Ve burada belki ama kötü bir vesileyle, deprem vesilesiyle oluşmuş bir enerji var ve bu sinerjinin enerjisini doğru kullanarak güzel bir şeyler üretmek mümkün. Bizim de şu anda odaklandığımız konu tam da bu.

A.Ö.: Gitmek isteyen, sizin gibi tereddütleri olan insanlara ne söylemek istersiniz? Yani ben de çevremde çok sayıda insan biliyorum, gerçekten gitmek istiyor ama çok fazla tereddüt duyuyor. İşte hijyen sıkıntısı ile ilgili sıkıntılar falan. Ama “gidilebilir olduğunu” da göstermek gerekiyor. Siz bu konuda ne söylemek istersiniz?

E.İ.: Gerçekten gidilebilir ama gidilebilir hissetmek için gidip gelmiş deneyimleri dinlemeye ihtiyaç duyuyor olabilirler. Ya da beraber gidecekleri, yola çıkacakları insanları tanımaya ihtiyaç duyuyor olabilirler. Bunları sağlayabilmek için en yakınlarındaki örgütleşmiş, kolay ulaşabilecekleri ve kendilerine yakın hissettikleri dayanışma ağlarının içine girerek bir yerinden başlarlarsa, zaten gitmek istedikten sonra o yolu kendilerine de açmış olurlar. Ve büyük bir deneyim onları bekliyor olacak. Bir hayat deneyimi bu. Ve oradan doğan çok güzel dostluklar. Bir belgesel yönetmeni yol arkadaşımız da var bu proje içerisinde, Enis Rıza Sakızlı. Onun çok güzel bir benzetmesini de ben anmak istiyorum. Dedi ki bu deprem öyle bir turnusol oldu ki, asidi bazdan ayırdı ve gerçekten ruh yoldaşlarının da bir araya getirdi. Ve biz yolda, o yola beraber çıktığımız insanlar belki dayanışma anında yeni tanışmış olabiliriz ama hep aynı şeyi isteyip, dileyip aynı kalbe sahibiz ve öyle dostluklar doğuyor ki sırf bunun için bile yani oradaki tabii ki yaptığınız fayda… Bir kere şunu da eklemek isterim. Gitmek isteyenler bize ulaşırlarsa, en azından biz Beyoğlu ve Teşvikiye ahalisi olarak her türlü ön hazırlık desteğini, yani nelere dikkat etmeleri gerektiği, onları orada ne beklediğini, nasıl bir tecrübe olacağı, nasıl tedbirler alınacağı konusunda önden bilgi veriyoruz. Seve seve hazırlıyoruz. Ama döndükleri zaman da gittikleri zaman da oradan beslendikleri hayat deneyimi… Ben eminim başka bir zaman ve zemin yok bunu tadabilecekleri. Şu anda bu ortam, bu zaman ve büyük de bir ihtiyaç olan bir bölgeden bahsediyoruz. Yaydıkları, oraya giderken dahi yaydıkları faydanın manevi tatminini de başka bir yerde bulamazlar. O yüzden o kaygıyı bir kenara bırakıp en yakın hissettikleri dayanışma ağına dahil olmalarını tavsiye ederim.

A.Ö.: Esra Hanım çok teşekkürler. Çok güzel bir sohbet oldu. Çok aydınlatıcı.