“Artık bütün Türkiye deprem alanı”

-
Aa
+
a
a
a

Van depreminde de aktif olarak çalışmış, KAMER'den Nebahat Akkoç'la deprem sonrası gözlemlerini, yardımlaşma ve dayanışmayı konuşuyoruz.

REUTERS/Benoit Tessier
REUTERS/Benoit Tessier
Depremin açtığı yaralar ve dayanışmanın iyileştiren gücü
 

Depremin açtığı yaralar ve dayanışmanın iyileştiren gücü

podcast servisi: iTunes / RSS

(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.)

Ayşe Gül Altınay: Herkese merhaba. Depremin bu ağır gündeminde Hikâyenin Her Hâli’nde yıllardır çok sayıda travma yaşayan insana destek vermiş, Van depreminde çok aktif olarak çalışmış KAMER'den sevgili Nebahat Akkoç'la birlikteyiz. KAMER depremin merkezindeydi. Her yerindeydi. Osmaniye ve Antakya'da doğrudan merkezi yok ama diğer bütün illerde zaten çalışan KAMER’liler var. KAMER merkezleri var. Adıyaman'da, Maraş'ta, Diyarbakır'da, bütün bölgede. Öncelikle çok çok geçmiş olsun demek istiyorum sevgili Nebahat sana ve bütün KAMER’den arkadaşlara ve bölgedeki herkese. Siz nasıl yaşadınız depremi? Ve şimdi biliyorum çok yoğun bir yardımlaşma, dayanışma çabası içerisindesiniz. Onları da dinlemek istiyoruz. Ama öncelikle siz nasıl yaşadınız?

Nebahat Akkoç: Tabii saat 04:17 olunca herkes öncelikle evinde yaşadı. Ama saat 05:30’da hepimiz KAMER'deydik. Zaten herkes kendini sokağa attı ve aracı olanlar, aracı olmayanları toplayarak KAMER’e geldi ve önce ne olup bittiğini anlamaya çalıştık. Çünkü böyle bir şey yaşanmadı şimdiye kadar. Ben evimde tek başımaydım, ayakta duramadım. Bir duvardan öbür duvara doğru gidip geliyorsun. Ben bu evin yıkılmadığına, bir sürü evin yıkılmadığına hayret ettim. Bir de önce 30 saniye, 40 saniye filan dediler ya, öyle değildi. Sonra çıktı ortaya. Resmen neredeyse hiç durmayan büyük bir sarsıntı oldu. Ama ertesi gün hep KAMER'deydik. Önce bir yürüyüş turu yaptık. Her birimiz bir tarafa doğru dağıldık. Önce Diyarbakır KAMER'deki herkes iyi olduğunu. Sonra iş bölümü yaptık. Bazıları sahaya çıktı. Yürüyerek, arabayla ne kadar oluyorsa. Ben telefonun başına oturdum ve saat 7.00 olduğu zaman KAMER ekibinden herkesin hayatta olduğunu ve en azından ağır bir yaraları olmadığını anladım. Bir arkadaşımız şu anda Ankara'da vücudundaki kırıklar nedeniyle tedavi oluyor. Onun dışında herkes sağdı. Ama çok büyük kayıplar oldu. Malatya'daki arkadaşımız 16 yakınını kaybetti. Şu anda bizim yanımızda. Diyarbakır'a getirdik. Şu anda Adıyaman'da inanılmaz bir hızla çalışan Songül adlı bir arkadaşımız var. Ablasını, eniştesini ve bütün çocuklarını kaybetti. 9 kayıp. Adıyaman'dan iki psikoloğumuz annelerini, babalarını ve kardeşlerini kaybettiler.

Fakat ben eminim, gezerken de bunu görüyorum, hâlâ herkes çok şaşkın. Bu neyin nesiydi? Biz ne yaşadık? O kadar az ağlayan insan var ki, böyle herkes donmuş bir vaziyette birbirine bakıyor. Ne oldu? Bu neyin nesiydi filan diye. Şu anda Diyarbakır dahil olmak üzere bir sürü ilde hasarlı binalar yıkılmaya başlandı. Sanki hayat normale dönmüş gibi görünüyor. Sonra birden semtlerin birinden ikisinden bir toz bulutu yükseliyor. Artçılar nedeniyle arka arkaya zaten kendiliğinden yıkılan binalar oluyor. Dolayısıyla o korku ve panik hiç geçmiyor. Durum bu. Mesela 15 psikoloğumuz vardı bizim zaten. Çok dilli bir danışmanlık yürütüyorlardı. Pandemiden sonra ve ekonomik krizden sonra işsiz kalan ve dolayısıyla daha çok şiddete maruz kalan kadınlar için çalışıyordu. Şimdi o psikologlar kendileri de zarar gördü zaten ama toparlandılar. Başlayalım artık çalışmaya dediler. Ama şu anda o kadar anlamsız geliyor ki. Ne? Ne diyorsun? ‘Bir telefon görüşmesi yapalım, sana destek olalım’ dediğin zaman yani yaşamak, yemek, içmek her şey anlamsızlaştı.  İkinci günden,  8 Şubat'ta, 31 kişinin aynı anda duş alabileceği bir yeri sadece depremzedelere açtık. Getirin araçlara doldurup. Bir kişi götüremedik. Ne yıkanıyorlar, ne su. Yani bir su içsinler o kadar. Yani çok büyük bir felaket. Ben anlatamıyorum.

Ben Van depremini gördüm. Bingöl depremi olduğu zaman sabahın ilk ışıklarıyla Bingöl'e ekmek ve su götürdüm. Elazığ depreminde bizzat gittim çalıştım. Böyle bir felaket yok. Yani bugün 6 Şubat’tan itibaren bu bölgede başka bir hayat başlıyor. Ne başlıyor? Biz de bilmiyoruz.

Artık bütün Türkiye deprem alanı bence. Çünkü depremzedelerin büyük bir kısmı çeşitli illere nakledildiler. Biz mesela 23 iliz, birbirimizle dayanışarak çalışırız. Şimdi artık dedik ki deprem bölgesi dışındaki iller, kendi illerinize yerleşen depremzedelerle uğraşın. Yurtlara yerleştirildiler. Boş evlere yerleştirildiler. Yakınlarının yanına gittiler. Bir odada 20-30 kişi kalıyor. Durum bu.

Yani ben kendim bizzat bir sürü deprem yaşamış biriyim, ‘Bu deprem miydi? Bu neyin nesidir?’ diye düşündüm. Evimden de çıkmadım ilk bir saat. Önce herkesi bir arayayım istedim. Ondan sonra çıktım ama bizim binada çok şükür hasar yok. Tabii ki biz ne şartlarda çalışıyoruz, onu da bir iki cümle bahsedeyim. KAMER'in iki ayrı binada dört tane dairesi var. Normal kontrole gelenlere göre herhangi bir sorun yok ama kim bunlar? Oradan buradan memurlar geliyor. Biz mimarlar, mühendisler çağırdık dostlarımızdan. Dediler ki ‘Burada çalışmayın.’ Dolayısıyla yeni bir yer tutmaya çalıştık. Bir yer bulduk. Sadece kolay kaçılabilecek, camlı ve dışa bakan bir yerimiz var. 15-20 kişi bir salonu depo alanı olarak kullanıyoruz. Bir salonda da kendimiz organizasyonu yürütüyoruz. Küçük bir sallantı oluyor. Hep birlikte dışarı kaçıyoruz. 5 dakika sonra içeri giriyoruz. Durum budur yani.

Ayşe Gül: Öncelikle büyük geçmiş olsun ve herkesin başı sağ olsun. Deprem bölgesinde en az herhalde 13-15 milyon arasında insan var. Tam olarak da sayı bilinmiyor. Çok sayıda Suriyeli mülteci de var. Siz onlarla da yıllardır çalışıyorsunuz çok dilli olarak. Ne kadar çok travmaya aslında yanıt veren çalışmalar yarattınız şimdiye kadar. Ve ne çok felaketin karşısında feminist bir örgütlenmeyi, dayanışmayı, hayata geçirdiniz. Öncelikle her birinizin yüreğine sağlık demek istiyorum ve sizden öğreneceğimiz ve bence Türkiye'nin de öğreneceği çok şey var. İlk günlerde ben sizinle iletişime geçtiğimde zaten alışverişler yapmaya başlamıştınız. Mesela o alışverişlerin içerisinde iç çamaşırı vardı. Bu, o sırada pek çok insanın farkında olmadığı bir şeydi. Ama siz biliyordunuz. 2 gün sonra herkesin buna çok ihtiyacı olacak deprem bölgesinde. Yani aslında ne kadar hazırlıksızız bu tür felaketlere. Sivil toplum olarak da planlama veya farkındalığımız çok düşük diyelim. Hiç yok değil ama çok düşük. Onun için hani KAMER'den de öğreneceğimiz çok şey var bu konuda. Nasıl örgütlendiniz ilk günden itibaren ve neler yapıyorsunuz dayanışma anlamında?

Nebahat: İlk gün ağırlığı Diyarbakır'a verdik ve diğer illerde durumun ne olduğunu anlamaya çalıştık. Yani felaketin boyutunu tahmin etmeye çalıştık. ‘Ne yapabiliriz?’ Allah'tan yakınlarını kaybetseler de arkadaşlar iletişimi hiç koparmadılar. Dolayısıyla hızlıca örgütlendik. 4 tane aracımız var. Her biri bir ile doğru hareket eden. Mesela biz depremin üçüncü gününden sonra Diyarbakır'a yardım istememek gerektiğini anladık. Diyarbakır kendi yağıyla kavrulabilecek bir duruma geldi. Herkes dışarıda kalıyor. Çünkü evi hasarlı olduğu için. Ama binası yıkılmış, yakınını kaybetmiş insanlar çok kısa sürede kalacakları yerleri ayarladılar. Dolayısıyla Malatya'ya gittik ve orada yaşayan arkadaşımız da yakınlarını defnettikten sonra bizimle hemen irtibata geçti.

Mesela Malatya'yla ilgili size şunu söyleyebilirim. Malatya'da en ufak bir bağlantısı olan, yakını olan, kapısını açacak bir dostu olan, Malatya'yı terk etmiş durumda. Şu anda bütün şehirlerde gerçekten yoksullar kaldı. Malatya'da biz Roman mahallesine bir de Suriyelilere destek olduk. Ve o kadar güzel bir dağıtım yapmışlar ki arkadaşlar. ‘Zaten bizi engellemeye çalışıyorlar. Burada bir izdiham görüntüsü yaratmayalım. Eşyamız çok. Hepinize vereceğiz.’ diyorlar. Sonra bunu söylediğimize utandık.’ O kadar güzel sıra oldular ve o kadar sessizce aldılar. Çok duygulanmışlar ve bazıları torbanın içinden bir şey çıkarmış. ‘Bu bana fazla, başka birine götürün’ diye. Ya o kadar duygulandım ki… Malatya'da böyle dağıtım. Şimdi onlara 2-3 günde bir erzak gidecek. Yemek düzgün çıkıyor.

Şehir merkezlerinde yemek düzgün çıkıyor. Üç öğün yemek verilmeye başlandı ama üçüncü günden sonra… olsun. Sabah, öğlen, akşam dağıtılıyor. Fakat yani size Adıyaman'ı anlatamam. Adıyaman yüzde doksan oranında yok artık. Yok yani. O şehir yok. Yeniden kurulur mu? Bunu bilmiyorum. Ama Adıyaman zaten en yoksul illerden biri. Malatya'yla Adıyaman'ı karşılaştırdığımız zaman Malatya'da kişi başına düşen gelir yılda 6000 dolarsa Adıyaman'da 2000 dolar. Öyle yoksul bir kesim var. Aracı olan, yakını olan gitti ama yine de Malatya'da çok destek olunabilecek yer var.

Çok güzel çalışmalar da yapılıyor. Mesela Malatya'da bir hastanenin önüne Bartın Üniversitesi'nden gelmiş hocalar, bir aş evi kurmuşlar. Günde 10 bin kişiye yemek veriyorlar. Ondan sonra bana ulaştılar. Dediler ki ‘Biz sadece bakliyat istiyoruz. Bize fasulye, nohut gönder.’ Dün onlara 25 çuval fasulye 25 çuval nohut gönderdim. Canla başla çalışıyorlar. Deprem desteğine gelmiş doktorlara, hemşirelere, ekiplere yemek verdikleri gibi hastaneye sığınan depremzedelere filan veriyorlar. Günde 10 bin kişilik yemek dağıtıyorlar. Dolayısıyla biz böyle ihtiyacın en yüksek olduğu yerleri bulmaya çalışıyoruz. Adıyaman'ın köyleri geziliyor bugün.

Hatay'a erzak gönderdik. Çünkü oradan erzak ihtiyacı… mesela şehirden birini aradığınız zaman ‘Yiyecek gıda ihtiyacımız yok, göndermeyin’ diyorlar. Ama köylerden imdat çağrısı geliyor. Çünkü henüz hiç gidilmemiş köyler ve ilçeler var. 500 koli erzak gönderdik. Köylülere ulaştı, teslim edildi. Fakat en ilginci deprem cinsiyet ayırmıyor, kadını da öldürüyor, erkeği de öldürüyor. Ama ikinci günden itibaren kadın ve çocukların yaşadığı bütün o zorluklar erkeklerinkinden tamamen farklı olmaya başlıyor. İkinci günden itibaren. Ped isteyen, kolonyalı mendil isteyen, sabun isteyen, ondan sonra iç çamaşır isteyen çok insan oldu. Dolayısıyla sayamadım ben bugüne kadar 5 bin kişiye… adına hijyen paketi diyoruz. İçine bir anne ve iki çocuk için iç çamaşır koyuyoruz. Ve tabii bizim de sonradan fark edebildiğimiz, çorap. Çorap koyuyoruz. Kaç tane çorap bilmiyorum. O kadar mutlu ediyor ki herkesi çünkü yalın ayak kaçmışlar. Yani ne bileyim bir milyon tane çorap olsa zayi olmayacak. Çünkü ıslanıyor çoraplar. Onu değiştiriyor. Yenisini giyiyor.

Ayşe Gül: E şu anda uygun hava koşulları yok tabii ki.

Nebahat: Evet. Ya da o kadar titreyen insanlar var ki. Bir çorabı varsa ikinciyi de veriyorsun. Biz çorap ve ayakkabıyı yalan söylemeyeyim, ilk iki gün düşünmedik. Yani gidip gözünle görmeden anlamıyorsun. Ama iki günden sonra çorap ve ayakkabıya yüklendik. Çocuk ayakkabıları aldık. Kadınlara ayakkabılar aldık. Çorap ayakları üşüyorsa iki tane verdik. Yani ısıtacak bir şey. Kadınları ısıtacak bir şey. Polar şallar çok işe yarıyordu. Fakat maalesef tükenmişti. Kendimiz toplarla polar aldık. Artık döşemelik olsun, ne olursa olsun, desenine, rengine bakmaksızın. Bizim kadınlar oturdu, çok beceriklidirler. Onu güzelce şal şeklinde kestiler. Onları dağıtmaya başladık. Büyük bir sevinç yaratıyor. Çünkü üşümek diye bir sorun var. Yani çadırın içinde de üşüyorsun. Beş battaniyen olsa da üşüyorsun. Bir elektrik sobası yanıyorsa da üşüyorsun. Titriyorsun. Bakın bizim evlerde doğalgaz sınırlı yanıyor. Kısıtlı. Çünkü doğal gaz hatları zarar gördü. Evin içinde titriyoruz. Düşünün onlar gece -7, -8 derecede oradalar.

Kısa vadede yapılması gereken bunlardı. Yeniden erzak ve bu bahsettiğim hijyen paketleri gidecek. Hijyen paketinin içinde kadınlar ve çocuklar için iç çamaşırı - biz siyah bulmaya çalıştık. Siyah iç çamaşırları ve çoraplar, yün çoraplar yani kalın çoraplar... yün nereden bulunacak da… onun içine kolonyalı mendil. Çünkü kendileri de çocukları da kolonyalı mendille siliniyorlar. Götürdüğümüz iç çamaşırlarını giyiyorlar. Herkese iki çorap üç çorap bile verilebilir. Onun içinde ped var ve onun içinde çocuk bezi var. Ve sabun var. Bunlar herkese dağılıyor. Böyle bir paket halinde. Kaç tane dağıttığınızı bilmiyorum. Bu ihtiyaç bitmeyecek. Onun için herkese şunu söylemek istiyorum ben. AFAD'a da bugün sosyal medya yoluyla ulaştım. Kaç tane iç çamaşırı dağıtacağız? Bu ihtiyaç üç günde bir var. Allah aşkına siz kuramıyorsanız bırakın biz kuralım. Ben Van'a hemen gittim, haftasına bir çamaşırhane kurdum. Bir de duşluk kurdum. O kadar düzenli bir çalışma yürüdü ki aileleri sıraya koyduk. Herkes gününü, saatini biliyordu banyosunun duşunun. Biz de çalışıyorduk orada. Gelen ailenin iki makinada çamaşırını yıkayıp, bir makinada kurutuyorduk. Biz yıkıyorduk. Katlayıp sepete koyuyorduk. Onlar yan tarafta duşlarını alıyorlardı, sepetlerini alıp gidiyorlardı. Diğer aile geliyordu. Makinalar çamaşırlar biraz uzun sürebilir ama duş çok önemli. Ve buna rağmen Van'da acayip bir bitlenme yaşandı. Uyuz hastalığı başladı. Bunlar çıkacak ortaya. Bir de kaç tane çamaşır dağıtacaksın? Biz dağıtım yaptığımız bütün kadınlara poşet veriyoruz. ‘Kirlenen çoraplarımız ve iç çamaşırlarınızı atmayın. Elbet bir yolunu bulup çamaşırhane kuracağız’ diyoruz ama şu ana kadar yolu bulunamadı. Bakın bir duş fizibilitesini yaptık. Beş kişilik kabinleri olan bir duş konteyneri yanına bir tane çamaşırhane konteyneri, içindeki bütün malzemelerle birlikte 275-300,000 liraya mal oluyor.

Yani bunu 5 tane çamaşırhane kuracak desteği iki günde sağlarız biz. Çünkü o kadar hayırsever insan var ki, makineyi bağışlamak istiyor. Ama bu sene garip bir şekilde sivil toplum kuruluşlarıyla çalışmama kararı verdiler. Yani giremiyoruz bile, bırakın yer almayı. Durum bu. Orta vadede bunu yapmamak bir felaket olur. En büyük sorun bu. Diyarbakır problem değil. Ne bileyim Mardin filan varsa onlar problem değil. Hatta Malatya bile baş edebilir. Urfa da problem değil. Urfa'da yıkılmayan hasarsız bina çok. Deprem bölgesinden alıp evlerine götüren insanlar var. Yurtlara gidip duş alabiliyorlar. Ama Adıyaman'da, Maraş'ta, Hatay'da ve ilçelerinde bütün çadır alanlarında ya da konteyner kentlerde derhal birer duş kabini ve çamaşırhane kabini açılmalı. Ve onun başına orayı organize edecek, düzene sokacak personel, yoksa sivil toplum kuruluşları. Bir sürü gönüllü genç insan.

Bakın benim Hatay'a gönderdiğim kamyona 2 tane erkek öğretmen arkadaş eşlik etti. Yani gönüllümüz oldular. Bundan sonra sizin gönülünüzüz diye. Gençler o kadar enerjik o kadar iyi niyetli, o kadar fedakar çalışıyorlar ki oraları yönetiriz. Nedir bu yani? Sanki devletin gücünden bizim şüphemiz var. Biz devletin gücünü her şekilde hissedenleriz zaten. Güçlü olduğunuzu biliyoruz. ‘Biz çözeriz. Bu sorunu sivil toplum karışmasın.’ E tamam karışmasın. Sen becer. Eğer beceremiyorsan bizi susturamazsın. Yani insanlar hasta olacaklar yarın. Böyle durumlar var. Sen o adamın gıdasına niye el koyuyorsun? Belki o senden daha fazla ihtiyacı olan birine destek olacak. Ben kardeşime gönderiyor olabilirim. Ne demek yoldaki her şeye el koymak, engellemek? Herkes birbirinin imdadına yetişiyor. Bunu kimse anlamıyor. Toplanan, el konulan malzemeler götürüp ortak depolara konuyor. ‘Biz sırayla dağıtırız.’ Senin bir şey götüreceğin insana sıra gelecek mi? Gelmeyecek mi? İsim listesi de kabul etmiyorlar. Tamam veriyoruz size. ‘Ama bunlar benim yakınlarım paramla aldım. Bunlara dağıt.’ Böyle bir şey de yok. El konuyor o kadar.

Van'da filan böyle bir şey yaşamadık biz. Bu bunu ilk defa yaşıyorum ben deprem bölgelerinde. Tam tersine biz Van'dan ayrıldığımız zaman bir sürü kamu kurumu çok teşekkür etti. Özellikle ‘Bu çamaşırhane örneğiniz, modeliniz çok güzel oldu’ dedi.

Neyse ben hiç virgül filan koymadım. Siz buyurun sorun. Dert çok.

Esin: Öncelikle ben de hepinize çok teşekkür etmek istiyorum. KAMER’de çalışan, gönüllüsü olan herkese. Bütün bu yaşadığınız travmaya rağmen, hani hep Songül'ü düşünüyorum Adıyaman'da. Bu kadar kaybına rağmen herkese koşması, yetişmesi inanılmaz.
İşte bahsettiğim psikolog, dostlarınızdan gönüllüleriniz, onların kendi kayıplarına rağmen, kendi duygularını dondurup etraflarına destek olmaya çalışması, ellerinden geleni yapması ve bütün bu engellemelere rağmen. Gerçekten bir yandan çok minnettarım. Bir yandan da tabii ki ben de kızgınım niye bu kadar engellemeler oluyor diye. Ama hepinize herkese çok çok teşekkürler ve sizin daha önceden kurmuş olduğunuz örgütlülüğün de ne kadar burada önemli olduğunu anlıyoruz. Yani böyle bir sistem var. Sizin hemen eliniz, kolunuz, bir sürü yere uzanabiliyor. Uzanamayan yerleri de görüyorsunuz. Oralara da yetişmeye çalışıyorsunuz. Köylerden bahsettin. Gidemediğin, hala gidilemeyen köylerden bahsettin. Kaçıncı günündeyiz artık, bu gerçekten insanın anlaması çok zor bir şey. Biraz şuna dönebilir miyiz, o bana çok çarpıcı geldi kimler gidebildi, kimler kalabildi kısmında. Mesela Malatya'da bir sürü insanın gittiğinden, kalanların Suriyeliler ve Romanlar olduğundan bahsettin. Diğer yerlerde nasıl gözlemliyorsun bunu? Hatay'da ya da Maraş'ta mesela?

Nebahat: En ilginç olanı biz Malatya'da yaşadık. Çünkü Malatya'da yakınlarını kaybeden arkadaşımızı hızla buraya aldık. Çünkü hem O’nun hem çocuklarının evi ağır hasarlıydı. Yıkılacak zaten. Dışarıda kalmışlardı. Buraya geldikten sonra elimizde bizim bütün tanıdığımız insanların telefon listeleri var. Tek tek telefon açmaya başladık. ‘Neye ihtiyacınız var?’ Tanışıyoruz zaten. Oldukça uzun bir liste oluştu. Ondan sonra araçlara yükledik ve iki arkadaşımızla birlikte gitti. Malatyalı olan arkadaş da gitti. Ertesi gün o kadar hüzünle aradılar ki insanların yarısını bulamadık diye. Ondan sonra bizimle konuştuktan sonra telefonla aramışlar. ‘Neredesiniz, getirdik istediklerinizi.’ ‘Vallahi daha fazla kalamadık. Biz kaçtık.’ Çok da soğuk; Malatya, Diyarbakır gibi de değil. Hâlâ kar var yerlerde. Dolayısıyla zaten Suriyelilere ulaşacaktık. Sonra Suriyeliler’e sormuşlar. Sokakta kalan en zor durumdakilere sormuşlar. ‘Daha nereye gidelim’ diye. Roman mahallesinde bir çalışma yürütmüştük ama o an inanın aklımızda değildi. ‘Roman mahallesine gidin’ demişler. Ve oraya gidip o elimizdeki her şeyi ve tamamen ihtiyaç sahibi olan insanlara dağıtmışlar ve zaten onların sürekli orada kalıcı olduğunu öğrendik. Bir de kendi yağlarında nasıl kavruluyorlar… Hepsinin evi hasarlı. Bezlerden, muşambalardan kapılarının önüne hiç kimseden çadır filan beklemeden, kapılarının önüne derme çatma çadırlar yapmışlar. İşte gece burada kalıyoruz filan diye. Gece kalmaktan korkuyor. Yani parası olan, küçük bir bağlantısı yakını olan herkes kendini başka bir şehre atmış. Depremden daha az etkilenen bir şehre atmış. Hatay bomboş gerçekten. Bomboş ve boşalmayacak gibi değil.

Ben Hatay'da bir bağlantımı aradım. Dedim ki Diyarbakır'da çadırcılar var. Gerçi sonradan çadırcılara çadır diktiremeyeceğimizi de öğrendim ama ondan önce biz burada beş on bin liraya, yirmi bin liraya bir çadır diktirebiliriz. ‘Diktirip göndereyim size.’ Dediler ki o kadar az insan kaldı ki. Ve AFAD kalanlar için çadır göndereceğini söyledi. ‘Şimdilik hepimiz yan yana bir şekilde ateş yakıyoruz. Bize erzak gönderin.’ O nedenle erzak gönderdim. Kalmamış insanlar. Mesela Ayşe Gül tanır, bizim Remziye Tanrıkulu, Sezgin Bey'in eşi. Bütün ailesi Antakyalıydı. Bir tek annesini ve iki kız kardeşini aldı. Hızla geldi. Diğerleri zaten enkaz altındaydı. Bir de mesela yaralı çıkarılanlar dendiği zaman onlar kurtuldu diye seviniyoruz ya. Kolsuz, bacaksız. Yani kim bilir ne şekilde olacaklar? Yani bir de böyle bir sorunumuz olacak. Çünkü onların sayısı da 100 bini aştı. Beş gün, altı gün hiç böbrekleri çalışmayan bir insanın sağlığı nasıl yerinde olacak? Dolayısıyla Hatay'da da herkes yakınlarını gitti, çıkardı.

Orada ve köylerinde kalanlar gidecek başka yeri olmayan, başka köyü, başka yakını tanıdığı olmayanlar. Aynı şekilde Maraş da öyle. Adıyaman'daki bizim Songül'ün kendisi daha dirayetli, daha güçlü. Eşiyle konuşmam gerekti, ‘gitmeyeceksiniz kardeşim’. ‘Sen gidiyorsan git, bizim arkadaşımızı götüremezsin’ dedikten sonra adam da yelkenleri suya indirdi. Kendisi tek değil. İki çocuğuyla birlikte inanılmaz bir çalışma yürütüyor. Böyle. Yani mesela kızı vardır. Oğlu evlidir. Bir yerde. Ne bileyim kaynı vardır, görümcesi vardır. Geçmişten dost edindiği arkadaşı ahbabı vardır. Oralara gidenler de var. Yani illa herkesin parası pulu yok. Bir ulaşım aracına ulaştıktan sonra gidiyor. Zaten burada kalanlar güvenli ev olarak gösterilen yerlere bile güvenmiyorlar. 

Gitmeyenler için her şey o kadar fahiş fiyat ki. Yani ben kendim gidip sormadım ama sosyal medyadan, tanıdıklardan duyuyorum. Yani hasar almamış, özellikle orta hasar da almamış binalarda inanılmaz kiralar fırlamış. Fırsatçılar var. Dolayısıyla zaten kalma şansları yok. Hangi parayla kalacaklar? Kalmak isteseler bile böyle bir durum var. Ve bence artık deprem bölgesi sadece bu 10 il değil. Deprem bölgesi bütün Türkiye'dir. Zaten Türkiye'ye geçmiş olsun. Her yere gittiler. Bütün illere gittiler. Biz bütün illerdeki arkadaşlarımızla kendi illerindeki depremzedelerle çalışacağız. Artık bir ev, bir yer bulmuş olabilirler. Ama onların psikolojik danışmanlığı, çocukların rehabilite edilmesi için programlar yapmaya başladık şimdi. Yavaş yavaş çocuklarla çalışmalar başlatacağız. Böyle bir durum var.

Ayşe Gül: Evet bütün Türkiye'ye yayılması gerekiyor dediğin gibi. Şimdi bu kim bilir kaç yıl olacak aslında bu yaraların sarılmaya başlanması. Tabii ilk tepki travma yaşayan herhangi birisi için donmak. O donukluk içerisinde şu an da sen de başta çok güzel anlattın. Herkes çalışıyor. Bir süre sonra o duyguların açığa çıkması, kolektif yas alanlarının açılması, bu yası paylaşabileceğimiz alan. Çünkü hem herkesin bireysel bir yası var. Kimilerinin çok ağır. Ailelerinden, sevdiklerinden çok insan kaybettiler. Ama herkesi etkileyen bir şeyden bahsediyoruz. Büyük kayıptan. Büyük korkudan bahsediyoruz. Bunların ifade bulacağı alanlar açmamız çok önemli olacak önümüzdeki süreçte. Ama hani bir şeyin devam etmesi gerekiyor; başından sonuna dayanışma. İnanılmaz bir dayanışma örgütleniyor her yerde. Burada Açık Radyo’dan da çok güzel hikâyeler dinliyoruz. Şimdi senden çok duygulandıran hikâyeler dinledik. Yani biraz önce o kadar duygulandım ki Roman mahallelerine erzakları yönlendiren Suriyelilerden bahsediyorsun. Bu hikâyeleri de paylaşmamız çok önemli. Çünkü Suriyeliler talancı olarak hiçbir şekilde bunun altı dolu değilken bu şekilde lanse ediliyorlar ve bölgede olan herkes diyor ki ‘burada böyle bir gerçek yok.’ Sadece talan yapmıyorlar anlamında değil. Burada insanlar arasında böyle bir gerilim yok. Bu gerilim başka bir düzlemde yaratılıyor. Nasıl bir dayanışma var… Hani en çok da aslında hani en kırılgan gruplar arasında o dayanışmanın olduğunu, insanların birbirini kurtardığını, birbiriyle aşını paylaştığını görüyoruz. Biz bu sabah yine çok duygulandıran bir şey yaşadık. Antakya'nın ilçelerinden birinde hiç yardım gelmeyen ve çok sayıda ailesinden insan kaybetmiş bir arkadaşımıza… dedik ya onlar bir grup işte kendi aralarında ayakta kalmaya çalışıyorlar aileden geride kalanlar. ‘Çocuklar kaç yaşında, bir şeyler gönderebilir miyiz acaba eğer göndermek mümkün olursa.’ ‘Yok yok özel bir şey göndermeyin. Hani halka ne geliyorsa biz o…’ Aynen dediğin gibi yani kimse kendisine bir şey aslında istemiyor. Herkes elindekini bir diğeriyle paylaşma derdinde niyetinde, yürek açıklığında, cömertliğinde ve bundan öğrenecek çok şeyimiz var. Bu hikâyeleri de çoğaltmamız çok önemli.

“Bizi Türkiye'deki ve dünyadaki bu dayanışma iyileştirecek”

Nebahat: Bence bizi ne iyileştirecek biliyor musun? Türkiye'deki ve dünyadaki bu dayanışma. Bölmek isteyenlere inat öyle bir dayanışma var ki, gerçekten bu bizi öyle bir güçlendiriyor ki ne uykumuz geliyor, ne enerjimiz bitiyor. Böyle çalışıyoruz yani. Dolayısıyla iyilik iyileştirir, dayanışma iyileştirir deyip devam ediyoruz. Öyle.

Ayşe Gül: Yıllardır dayanışma yaşatır hashtagini feminist hareket içerisinde çok kullanıyoruz. Derin yoksullukla mücadelede çok kullanılır oldu. Dayanışma yaşatıyor ve iyileştiriyor kesin.

Peki buradan ufak bir müzik molası verelim mi? Seni de bir nefeslendirmiş oluruz. Çok acıklı kayıp yaşadınız Diyarbakır'da. Hepimizin kaybı. Sanatçı Zilan Tigris. Diyarbakır'da az sayıda yıkılan binalardan birindeydi. Hayat arkadaşıyla birlikte ve çok kişi var anladığım kadarıyla o binada hayatını kaybeden. Ondan bir parça dinleyelim istedik. 2020’de yayınlanan Geliver albümünden, Ez.


Ayşe Gül: Evet Diyarbakır'da kaybettiğimiz Zilan Tigris'e kulak verdik. ‘Ez’ diyordu. Ben. Benleri bizleri konuşuyoruz. Her birimizin bu büyük felaket karşısında neler yapabileceğini, hep birlikte neler yapabileceğimizi ve dayanışmanın nasıl sadece yaşatmadığını aynı zamanda iyileştirdiğini, şifalandırdığını konuşuyoruz. KAMER hem 23 ilde zaten örgütlü hem de illa merkezlerinin olmadığı Antakya, Osmaniye, her yere yetişiyor. Çok da deneyimli bir şekilde aslında bir kriz yönetiminin nasıl olabileceğini bize öğretiyor. Bence ileriye dönük almamız gereken derslerden önemli bir kısmı, bütün bu sahada yıllardır birikmiş olan bilginin, deneyimin, bilgeliğin nasıl organize olabileceği ve yaşayabileceğimiz başka felaketlerde nasıl daha örgütlü olabileceğimiz, bazı şeyleri engelleyemeyebiliriz ama engelleyebileceğimiz çok şey var. Ve de sonrasında hayatların sürdürülmesine dair yapabileceğimiz çok şey var. Bunlara dair KAMER'den alacağımız çok ders var şüphesiz ki. Biraz önce Nebahat, şöyle bir şey dedin. Aslında bütün Türkiye şu anda deprem bölgesi, depremzedeler bütün Türkiye'ye yayıldılar. Ve her yerde yapılabilecek bir şeyler var. Açık Radyo’yu ağırlıklı olarak İstanbul'da dinliyor insanlar ama aslında internetten pek çok yerde dinleniyor. Bir ihtimal bizi yurt dışından dinleyenler var. İstanbul'dan ve Türkiye'nin her yerinden. Özellikle deprem bölgesinde olmayan herkesin canı yanıyor. Herkes bir şeyler yapmak istiyor dayanışma adına. Hem kısa vadede hem orta vadede ne tür dayanışmalar sence anlamlı olur? Neler yapabilir şu anda bizi dinleyen herkes, bizler?

Nebahat: Şimdi bize gerçekten sadece tanıdıklardan, arkadaşlardan değil - zaten kadın hareketi müthiş bir çalışma yürütüyor - Türkiye'nin her yerinden hiç bilmediğimiz insanlardan telefonlar geliyor ve ‘Nasıl destek olabiliriz?’ diye soruyorlar. Ve dünyanın her yerinden. Şimdi Türkiye'de bu yara aslında herkesin yüreğinde açıldı. Sadece bu bölgede değil, bu bölgede elbette ki yakınlarını, evlerini, geçmişlerini kaybedenler çok şey kaybettiler. Onların yarası daha derin ama Türkiye'nin neresinde bir doğal felaket olursa, nerede bir felaket olursa olsun hepimiz yara alıyoruz. Dolayısıyla ve de şimdi başka bir bilgi var ki, depremzedeler hem yakınlarının yanına gidiyorlar ama hem de AFAD onların nakledilmesine aracı oluyor. Çünkü konaklayacak yer bulamıyorlar. Yani yurtsa yurt da yıkıldı. Çadırsa ortada yeterince çadır yok. Dolayısıyla otobüslere bindirilerek yolculanıyorlar. Uçak biletleri günlerdir bedava. Sadece rezervasyon yapmak yetiyor. Dolayısıyla binlerce insan Türkiye'nin batısına doğru uçaklarla hareket ettiler. Ve bu taraflara, Türkiye'nin doğusuna doğru kara yoluyla geldiler. Şimdi herkesin illa bir yere bir şey gönderecek bir gücü olmayabilir. Beceremeyebilir. Vakti de olmayabilir. Yetmeyebilir. Bazen yetmiyor. Dokunmak iyileştiriyor. Dolayısıyla AFAD'ın ve Kızılay'ın telefonlarını arayarak, web sayfalarına başvurarak kaç depremzedenin nakledildiğini, nerelere yerleştirildiklerini öğrenmek mümkün. Oraya gidip iki tane çocuğa sarılmak. Ne bileyim biz bir de iki yüz üç yüz tane abur cubur torbası dağıttık. Eline bir abur cubur götürmek. Bir kadını ısıtacak bir şalla sarıp sarmalamak, bence çok büyük bir yardımdır. Ve bunu yapana da çok iyi gelecektir. Dolayısıyla illerine gelen depremzedeleri öğrensinler. Artık gerçekten sadece deprem bölgesi diye bir şey yok. Bu afet Türkiye'nin her yerinde hissedilecek. Ve belki de iki adım uzağımızda destek olabileceğimiz bir depremzede vardır. Dolayısıyla ona ulaşmak lazım. Bunu yapabilirler. Bunları öğrenmek birkaç gün sonra mümkün olacak. Girmeye başlandı bilgiler. Tabii bir sürü çocuk kimsesiz kaldı. Bu çocuklar birtakım yerlere yerleştirilecekler. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı aldı bu çocukları. Belki ne bileyim çocuk isteyenler oradan bir çocuk evlatlık alabilirler. Koruyucu aile olabilirler. Ya da gidip sadece o çocukları ziyaret edebilirler. Bunların hepsi çok önemli. Dolayısıyla bunları yapmak lazım. Yani yurt dışındakiler için söyleyeceğim bir şey yok. Onlar zaten ellerinden geleni yapıyorlar. Fakat yurt dışından gelen çok kamyonlar, tırlar oldu. Hepsine sınırda AFAD el koyuyor. Bir noktadan sonra ben ona da kızmamaya başladım. Çünkü sonuç olarak geç dağıtılıyor olsa bile onlar da hepsi zarar görenlere gidiyor. İhtiyacı olanlara gidiyor. Onlara da pek kızmamak gerekiyor. Yapılacak bir şey yok. Gücümüz şu anda yetmiyor. Maalesef böyle bir ülkede yaşıyoruz. Dolayısıyla illa ‘Gidip bankadan para yatırayım. Şunu alıp kargoya vereyim.’ Zaten kargolar bize geliyor mesela. Deprem bölgelerinde kargoya bir şey vermemek lazım. Çünkü işlemiyor. Bir de depo yok. Yani nereye koyacaksın? Biz Diyarbakır'da depolar ayarladık. Buraya kargo işliyor. Ama üç günde gelecek bir şey beş günde geliyor. Yine de geliyor. Dolayısıyla böyle bir şey yapmak hem hepimizi iyileştirir, hem gerçekten çok işe yarar diye düşünüyorum. Yani bizi şu anda bu felaketin ortasında ayakta tutan şey gerçekten bu dayanışma ruhunun sağladığı güç. O kadar güçlü hissediyoruz ki. Hiç yalnız hissetmedik. Herkes her yerden bir ucundan tutuyor. Kadın hareketinin kurduğu ağlar var. İnanılmaz bir akış var. İnanılmaz. Mesela ben Adıyaman'da az önce bahsettiğim aş evinin adresini yardım sesini, kadın ağlarından duydum. Duyarlı olup hemen aradım telefonu. Vallahi ‘Bize şunları şunları gönderin’ dediler. Böyle bir akış var. Herkes her yere ulaşmaya çalışıyor. Bence bunu yapmak lazım. Siz felaketin boyutunu tahmin edemezsiniz. Yani ölüleri otuz binler, kırk binler filan açıklayamayız. Yani büyük rakamlar çıkacak. Dolayısıyla bu iş bir günlük, üç aylık, altı aylık bir iş değil. Bu iş iki yıl sürecek. Dolayısıyla telaş edip mesela… o giyecekleri gördünüz. Zaten bu gibi, bizimki gibi yerlerde zaten yoksulluk vardı. Her şeye ihtiyaç var da ama deprem giyecekle ilgili özel bir ihtiyaç yaratmadı. Isınmayla ilgili yarattı. Gördük; Hatay'da, Maraş'ta ambarlar yok. Zamansız giden kıyafetler, arkadaşlarım gitti gördü. Sokaklara yığılmış. Ilk elden yetişenler gidip alabileceklerini almışlar. Geceleyin üzerine yağmur yağmış. Bütün gün giyecekler ıslanmışlar. Çünkü depolar yok. Böyle şeyler yapmaya gerek yok gerçekten. Bunları söyleyebilirim.

Ayşe Gül: Hemen araya bir bilgi girmek istiyorum. Afet için Feminist Dayanışma diye bir grup oluştu. Bir sürü farklı zaten feminist ağ var. Mor Dayanışma var. Çok sayıda insan Kadın koalisyonu, EŞİK, Kadın Savunması, hepsi zaten var olan ağlarını bütün güçleriyle dayanışma çabalarını aktardılar. Şimdi bir Mor Tır çıkacak yola. 19 Şubat'a kadar, pazar akşamına kadar üç ayrı yerden özellikle kadınlara yönelik ihtiyaçları topluyorlar ve kadınlara yönelik bir dağıtım olacak. Destek olmak isteyenler Bakırköy, Beyoğlu ve Kadıköy'e bırakabilirler. Mor Tır diye giren herkes Twitter'dan ulaşabilir zaten. Şu anda güncel ihtiyaç listeleri yayınlanıyor. Ama bunun gibi çok sayıda, daha doğrudan ihtiyaçları kaale alınmayan kadınlara, LGBTİ+lara, çocuklara yönelik dayanışma etkinliği de devam ediyor. Bunu görmek çok güzel gerçekten.

Nebahat: Bir de artık depremlerin hepsinde oluyor. Birkaç gün sonra başlayacaktır kadınların taciz edilmesi. Buna karşı kadınların ne yapabileceğini, neyin taciz olup olmadığını anlatan metinler hazırlayıp onları dağıtmaya çalışıyoruz. Tek tek çadırlara, kadınlara vereceğiz. Çok dilli hazırlanıyor. Öyle bir şey. Çünkü bundan sonra bir on beş, yirmi gün sonra bunlarla uğraşacağız. Şu anda can pazarı var. Pek bir ses çıkmadı. Ama böyle de bir şey var. Belki de kadınlara dağıtılacak her malzemenin içine böyle notlar bırakmak iyi olabilir diye düşünüyorum. Ve de bu durumlarda başvurabilecekleri telefon hatları duyurmak gerekir.

Esin: Evet ne kadar somut bir dayanışma örneğini bize sundun Nebahat çünkü bir yandan bahsettiğin gibi insanlar gelirken aslında ilk bağlantı işte akrabalık ilişkileri, tanıdıklıklar, tanışıklıklar, insanlar birazcık o kanallardan gidiyorlar ama aslında orada kalmak zorunda da değiller. Bir adım daha ilerisine gidip bahsettiğin gibi numaraları bulup o kişilere ulaşıp, yabancılık duygusunu geride bırakarak, gerçekten dokunarak aslında, sivil toplum içinde olan ya da olmayan herkes bu yarayı iyileştirmede bir şey yapabilir.  Kadınlar için uzun vadede yapılacaklar deyince benim de aklıma Kadınlarla Dayanışma Vakfının Gölcük'te kurduğu, sevgili Mücella Yapıcı'nın da mimarı olduğu Kadın Danışma ve Dayanışma merkezi geldi. Ben de orada bir süre gönüllü olarak çalışmıştım. Tam kadınların ihtiyaçlarına yönelik bir bina tasarlamıştı sevgili Mücella. Ve orada Gölcük'teki kadınların depremden sonra, yıllar sonra bile geldikleri, destek aldıkları, sorunlarını paylaştıkları bir yer olmuştu. Sevgili Mücella'yı aramızdan almasalardı bu süreçte yapacağı çok şey olacaktı.

Ayşe Gül: Aynı şekilde ben Çiğdem'den de bahsetmek istiyorum. Çiğdem Mater sevgili programcı arkadaşımız. Van Depreminde inanılmaz çalışmıştı ve Didem Gençtürk'le birlikte bir Van Depremi Günlüğü yapmışlardı. Bugün Bianet'te çok güzel bir röportaj yayınlanmış. Hepimizin okuması gereken. Şimdi aslında bugün demeyelim. Perşembe günü, 16 Şubat'ta Çiğdem Mater Mücella Yapıcı'ya sormuş. Bir gazeteci kimliğiyle. Mücella Yapıcı anlatmış. ‘Müteahhitler bu çarpık sistemin sadece tetikçileri ve yiyicileri’ başlıklı. Nasıl buraya geldik? Bir şehir planlamacısı olarak Mücella Yapıcı'nın ve aktivist olarak burada söylediği çok önemli şeyler var. Evet onların da şu anda dört duvar arasında olmaları ve bu dayanışmanın parçası olmamaları ayrıca çok acı. Aynı şekilde Osman Kavala da kim bilir nasıl bir dayanışma ağı örgütlemişti şu anda.

Nebahat: Aynen. Hepsine sevgilerimizi, özlemlerimizi gönderiyorum.

Ayşe Gül: Ve tabii çok sayıda sizin seçilmiş belediye başkanlarınız, eş başkanlarınız da olmak üzere aslında bölgede tam da böyle dayanışmaları örgütleyebilecek ne çok sayıda insan, siyasetçi, HDP'den siyasetçiler özellikle, yoklar ve onların oluşturdukları bütün ağlar da şu anda işlemez vaziyette veya çok daha zor işliyor.

Nebahat: Aslında yok olsun diye uğraşıyorlar da yok olmuyor. Yerine yeniler gelmiş. O kadar enerjik gençler gelmiş. Herkes deli gibi çalışıyor. Yok olmaz yani, bitmez. Evet deneyim başka bir şeydir. Çok önemliydi. Deneyimleri yok ediyorlar. Ama o kadar genç, güzel insanlar gördüm ki ben. Son günlerde düşündüğüm tek şey duygudaşlık, ne müthiş bir şey. Şu anda Türkiye'de hiç kimse bana yabancı değil. O kadar aynı şey için kalbimiz sızlıyor ki. Bunu özlemişiz. Yani aynı duyguları paylaşarak birkaç gün geçirmeyi özlemişiz birlikte.  Dolayısıyla bu duygudaşlık müthiş. Koparmaya çalışanlar olsa da ben bunun nasıl hissedildiğini biliyorum ve benim için yabancı hiç kimse yok. Sokakta yürürken bizim kızların torbasında yiyecekler filan oluyor. Böyle her yere giderken bir şey alıyoruz. Yoldan geçen birine diyor ki yemeğin var mı? Yemek yedin mi? Yani tanıdık olması falan fark etmez. Böyle günlerden geçiyoruz şimdi ve bu bu acı bize bir şey kazandıracak.

Ayşe Gül: Her birinizin, herkesin yüreğine sağlık demek istiyorum öncelikle.

Nebahat: Ben bu son sözümü şöyle kullanmak isterim açıkçası. Bu büyük felaket, bu hiç unutulmayacak felaketle ilgili arayan, soran, dayanışmak isteyen, elinden geleni yapan, Türkiye'nin her yerindeki insanlara çok teşekkür ediyorum. Her birini kucaklamak istiyorum. Bu dayanışma bizi ayakta tutuyor ve biz o güçle çalışıyoruz. Bilmiyorum, bu gidiş başka bir yere doğru bence. Bu benim hissiyatım. Yani biz bundan sonra aynı olmayacağız. Nasıl olacağımızı bilmiyorum. Ama hem bu büyük acı ve bu büyük dayanışma bizi bir yere götürecek diye düşünüyorum. Hayırlı olsun bakalım.

Esin: Evet, sizler, KAMER, burada elimizden tuttuğunuz için biz de size aslında çok teşekkür ediyoruz. Çok minnettarız. Dayanışabileceğimiz her türlü yolu büyütmek de sürdürmek de uzun vadede yani bu en acıyı hissettiğimiz anda değil ama uzun vadede yapmamız gerçekten çok önemli. Ben de yurt dışındayım. Bu duygudaşlık aslında sınır da tanımıyor. Ama dediğin gibi dokunmanın da çok ayrı bir tarafı var. Dokunamamanın getirdiği ayrı bir çaresizlik de var. Ama evet dediğimiz gibi bu çok uzun vadeli, çok uzun süren bir iyileşme süreci olacak. Ve söylediğin gibi buradan mutlaka bir yere gideceğiz. Umalım ki dayanışmanın yarattığı mucizelerle beslenen bir yere doğru gidelim. Çok teşekkürler Nebahat. Buraya geldiğin için, bu kadar yoğun bir zaman içerisinde, bu kadar büyük bir yıkımın içinden, bize ses verdiğin için, söz verdiğin için çok çok teşekkürler. KAMER'deki bütün dostlara, bütün arkadaşlarımıza da çok çok sevgiler, kolaylıklar diliyoruz.

Ayşe Gül: ‘Türkiye'de bu yara herkesin yüreğinde açıldı’ dedin. Aslında burada konuşmadığımız bir şey var. Suriye'de de açıldı bu yara ve onun da acısını en çok herhalde Suriye'de akrabaları sevdikleri olan Suriyeli mülteciler yaşadılar. Bir de çok haksız yere suçlanarak yaşadılar. Siz yıllardır Suriye'den oradaki savaşın travmasıyla buraya gelmiş kişilere, özellikle kadınlara ve çocuklara, inanılmaz bir dayanışma alanı açtınız, açmaya devam ediyorsunuz. Ne kadar güzel böyle birçok dilli ulaşma yolları oluşturmuş vaziyettesiniz. Bundan da hepimizin öğreneceği çok şey var ileriye dönük olarak. Yani dillerin ötesinde, sınırların ötesinde sadece acılarda buluşmak değil, bu dünyayı güzelleştirmek için de bu dünyanın güzelliğini ve duygudaşlığın, dostluğun güzelliğini paylaşmak için de bir araya gelmenin yollarını açmalıyız ve KAMER yıllardır bu yolları açıyor. Ne kadar teşekkür etsek azdır bu alanda yaptığınız bütün çalışmalara

Nebahat: Çok teşekkür ediyorum size.

Ayşe Gül: Önümüzdeki zamanlar herhalde iyileşme, şifalanma, birlikte şifalanma, dayanışmayla birlikte yaralarımızı sarma anlamında bizi zor günler bekliyor. Ama muhtemelen o zorluğun içinde de dönüşeceğimiz günler bekliyor. Hepimizin bu yürek açıklığıyla o dönüşüme kucak açabileceğimizi ve birbirimizi kucaklayarak, birbirimizi sarmalayarak, Nebahatçiğim senin de dediğin gibi, başka bir Türkiye'yi başka bir dünyayı birlikte kurma yolunda daha güçlü adımlar atabileceğimizi umuyorum ben de. Bana çok iyi geldi seni dinlemek. Hem neler yapılabileceğini görmek, o enerjiyi, o dayanışma ruhunu hissetmek hem de ileriye dönük yine bu yıkımın ortasından da umut verdin, umut oldun, eksik olma.

Nebahat: Ben de çok teşekkür ediyorum. Hem size hem bütün dinleyenlere, destek olanlara sevgilerimi gönderiyorum.

Ayşe Gül: Diyarbakır'a ve bütün bölgeye bu alanda çalışan herkese yürekten teşekkürler. Hepimizin başı sağ olsun ve geçmiş olsun. Programa tekrar Zilan Tigris'e kulak vererek bitirelim istiyoruz. Diyarbakırlı dengbêj sanatçı Kürtçe ve Ermenice şarkıları, türküleri ağıtlarıyla hepimizin yüreklerinde yer etmiş sanatçı Zilan Tigris depremde yitirdiğimiz canlardan biri oldu. Diyarbakır'ın Ofis semtinde yıkılan Sözel Apartmanı'ndaydı. Tabutunu kadınlar taşıdı. Geçen yıl verdiği bir konserde kadın ağızlı bir ağıt dillendirmişti. Ehmedo Roni. Ona kulak verelim şimdi. Depremde yitirdiğimiz, bu büyük felakette yitirdiğimiz bütün canların ruhları şad olsun. Geride kalan herkese güç diliyoruz. Dayanışmayı da sevgiyle o gücü çoğaltmayı umuyoruz.