Türkiye’nin #MeToo hareketi: Filiz Kerestecioğlu ile söyleşi

Metropolitika
-
Aa
+
a
a
a

Metropolitika programının 23 Aralık 2020 tarihli nüshasının konuğu Halkların Demokratik Partisi (HDP) milletvekili ve feminist aktivist Av. Filiz Kerestecioğlu idi. Gündem maddesi ise Türkiye’nin #MeToo hareketiydi.

Metropolitika: 23 Aralık 2020
 

Metropolitika: 23 Aralık 2020

podcast servisi: iTunes / RSS

İlk olarak Türkmen’in #MeToo hareketinin neden şimdi başladığı sorusuna gelişmeleri anın gündemi olarak görmediğini ve hareketin bir birikim sonucunda geliştiğini ifade eden Kerestecioğlu, Türkiye’deki uzun yıllar içinde güçlenmiş kadın hareketlerine dayanarak kadınların seslerini duyurduğunu belirtti. Osmanlı zamanlarında da ciddi bir feminist söylem üretildiğini belirtip şimdiki hareketin tam bir ifşa hareketi olduğunun altını çizdi. Farklı bir durum olarak eskiden yarım yamalak bile olsa işleyen bir yargının varlığı olduğunu ancak şimdi yargının hiçbir kanadının işlemediğini, hatta yargıda da kadın düşmanlığını görüldüğünü ve nihai adil sonuca ulaşmanın yıllara yayıldığını belirtti. Bu koşullarda “Kadınlar seslerini duyurmanın başka bir yolunu göremez oldular” dedi. Aynı zamanda söz konusu ifşaların, başına benzer olaylar gelmiş başka kadınlar için de yüreklendirici olduğunu vurgulayan Kerestecioğlu, ifşaların dayanışmayı örgütlediğini ve toplum bazında yüzleşmeyi teşvik ettiğini savundu. Ne var ki bu konuda engellemelerin olduğunu aktardıktan sonra, ifşa edilen isimlerden bazılarının özrünün kabahatinden büyük olduğunu ve bunun ötesinde ifşa edilen eylemlerin normalleştirilmeye çalışıldığını veya sessiz kalınarak desteklendiğini hatırlattı. 

Türkiye’deki #MeToo hareketinin tarihsel bir bağlam içinde okunması gerekliliği ve egemen koşulların belli dönemlerde ortaya çıkan hareketlerin karakteristiğini etkilediği vurgulandıktan sonra Türkmen, #MeToo hareketine yöneltilen bazı soruları hatırlattı. Bunun üzerine Kerestecioğlu, kadınların yaşadığı olaylarla yüzleşmelerinin çok zor olduğunu, hatta kadınların bazı koşullarda bu olayların taciz ve cinsel saldırı niteliği taşıdıklarının farkına varamadıklarını veya farkına varsalar bile adını koyamadıklarını söyledi. Feminizm hareketindeki “özel olan politiktir” şiarını hatırlatan Kerestecioğlu; taciz, tecavüz veya cinsel saldırı teşebbüsü gibi özel alanda yer alan olayların politikasının yapılmasının ise yıllar alabileceğini hatırlattı. Bunun haricinde de olay sonrasındaki hukuki sürecin mağdurları defalarca örselediğini bir vaka üzerinden örneklendirip “gecikmiş adaletin adalet olmadığını” belirtti. Bir kadın tacize uğradığı anda kendi yaşadığına benzer olaylar yaşamış başka kadınlarla karşılaşılabilirse, cinsel rehabilitasyon merkezlerinde yaşadıklarını paylaşabilirse ve de adli kurumlarda bu konuda yeteri formasyona sahip yetkililerle karşılaşırsa kadının kendisini çok daha rahat bir şekilde ifade edebileceğini ekledi. Bu sebeplerden ötürü Kerestecioğlu, kadınların #MeToo hareketi kapsamında paylaştıklarının sorgulanmasını “ikinci bir taciz” olarak adlandırdı.

Feminist hareketin farklı yöntemleri

Sonrasında ise Türkmen, konuyu feminist hareketin geliştirmiş olduğu farklı yöntemlere getirdi. Buna örnek olarak ise #MeToo’nun yöntemi olan ifşadan farklı olarak “kapalı ifşa” mekanizmasını tanıttı. Kerestecioğlu da benzer şekilde Mor Çatı’dan destek alınabileceğini, psikolojik danışmanlarla görüşülebileceğini ve kadınların daha önceden oluşturdukları bilinç yükseltme grupları gibi yöntemleri hatırlattı. Akabinde ise Türkmen, #MeToo hareketinin bu denli ses getirmesi sayesinde birçok kadın arkadaşının kendi içlerine döndüğünü ve kendini sorgulamaya başladıklarını aktarıp bu noktada Kerestecioğlu’nun da bahsetmiş olduğu farklı mekanizmaların varlığı hakkındaki farkındalığın çok önemli olduğunu belirtti. Kerestecioğlu, bu süreci “insanın kendini yeniden keşfetmesi ve hayata yeniden başlaması” olarak nitelendirip bu süreci baltalayan ve toplumun üretip yaydığı suçluluk duygusuyla kadınları onlarla özdeşleşen sosyal rolleri yaşamaya mahkûm eden toplumsal baskıdan bahsetti. 

Mevcut durum tespitinin ardından Türkmen, Cumhuriyet dönemindeki Feminizm hareketinin kökenlerinden bahsetmesi için sözü Kerestecioğlu’na devretti. Türkmen’in bahsettiği Somut Gazetesi’ni mihenk olarak alan Kerestecioğlu, kendisini bu dergiden bir sonraki nesil olarak tanımladı. Bu nesle ait olan insanların başta birbirinden ayrı olsalar da bu gazeteyi okuduklarında ortak bir heyecan yaşadıklarını ve bir araya gelebildiklerini aktardı. Başlarda yurtdışından çeşitli kitapların çevirilerinin yapıldığını, devamında da farklı tanıklıklar yapıldığını ifade etti. Bu sıralarda dördüncü çocuğuna gebe olan ve şiddet gören bir kadının boşanma davasında “Kadının karnını sıpasız, sırtını sopasız bırakmamak gerek” gibi atasözünü mahkeme kararında gerekçe olarak verdikten sonra bir liralık tazminat davası açtıklarını ve şiddete karşı bir kampanya örgütlediklerini ifade etti. 12 Eylül sonrasındaki zorlu koşullar altında yürüyüş tertiplediklerini, tacize karşı “Mor İğne Kampanyaları” yaptıklarını, erkeklerin “ayrıcalıklı sosyal rollerini” sorgulayan “Kahve Baskınları” düzenlediklerini, Cemil Çiçek’in “Flört fahişeliktir” sözüne tepki olarak “Düdük çalma eylemleri” yaptıklarını ve benzeri diğer eylemleri hatırlattı. Bu eylemlerin yasal dönüşümleri tetiklediğinin altını çizen Kerestecioğlu, bu uzun soluklu mücadele sayesinde elde edilen kazanımların gasp edilmesine izin verilmeyeceğini söyledi. 

Filiz Kerestecioğlu’nun bestecisi ve söz yazarı olduğu “Kadınlar Vardır” şarkısı dinlendikten sonra Türkmen, bu şarkının feminist eylemlerde marş olarak söylendiğini vurguladı. Kerestecioğlu da bu şarkının ilk defa Yoğurtçu Parkı’nda gerçekleşen yürüyüşe katılan bütün kadınlarca söylendiğini ve kendisinin de megafonla şarkıya eşlik ettiğini belirtti. Sonraki yıllarda ise bu şarkının giderek anonimleştiğini ve tüm feminist mücadeleye mal olduğunu aktardı. 

Bu şarkıyla aynı ada sahip olan ve yine Kerestecioğlu’nun 1995 yılında çektiği belgeselin konusunun da Osmanlı’dan itibaren kadın hareketlerinin tarihçesi olduğunu vurgulanınca Türkmen, Osmanlı dönemi kadın hareketlerinin bilinmediğini, bütün bu hareketin Cumhuriyet dönemi sonrasında başladığına dair bir kanı bulunduğunu ve bunun bir tür resmi tarih anlatısı olduğunu anlattı. Kerestecioğlu da aslında Osmanlı’daki durumu tam manasıyla kadın hareketi olarak adlandırılamayacağını, daha çok “bir araya gelişlerin” olduğunu aktarıp buna örnek olarak da “Beyaz Konferanslar” adı altında kadınların beyazlar giyinerek belli zamanlarda toplanarak kendi hakları üzerine tartışmalar düzenlediğini belirtti. Cumhuriyet dönemi öncesinden itibaren ise siyasi alanda Nezihe Muhiddin’in varlığından ve kendisinin kadınlık adına söz söylemenin çok güç olduğu dönemlerde “Kadınlar Partisi” kurmak isteyip dışlandığından bahsetti. Ayrıca 1935 yılına gelindiğinde ise Türk Kadınlar Birliği’nin, kadınlık adına doğru dürüst söz söylenmenin mümkün olmadığı bir dönemde “Kadınlık adına söylenebilecek tüm sözler söylenmiştir” denilerek kapatıldığını belirtti. Seçme-seçilme hakkı veya üniversitelerde eğitime katılma olanağı ile kadınların erkekler ile eşitlendiği gibi bir yanılgının da “kadınlar adına söylenecek söz kalmadığı” gibi bir görüşe yol açtığını savundu. Aynı zamanda Osmanlı’daki kadınların mücadelesinde Kürt, Ermeni ve Yahudi kadınların varlıklarının yeterince aydınlatılmadığına inandığını ifade etti. 

Son dönemde feminist aktivizm ile birlikte milletvekilliği yaptığından ötürü Türkmen, Kerestecioğlu’na feminist siyaseti merkezi politikada yapmanın nasıl bir şey olduğu sorusunu yöneltti. Kerestecioğlu hızlı üretip sonuçlar almaya ve sokaktaki mücadelede bulunmaya alışık olduğundan ötürü zorlandığını, ilk başlarda milletvekilliğini, yapılan işlerin karşılıksız kaldığı “sanal” bir pozisyon olarak gördüğünü ifade etti. Ne var ki sokakta karşılaştığı genç kadınların kendisini bir nevi sözcü olarak gördüklerini duyunca milletvekilliğine bakışının değişmeye başladığını söyledi. HDP için de ayrı bir parantez açan Kerestecioğlu, HDP bünyesinde “kurmak istediği ama kuramadığı bir söz olmadığını” ifade etti. Meclis’te ise “İstanbul Sözleşmesi’nin Etkin Uygulanması ve İzlenmesi Komisyonu” kurulmasını sağlayabildiklerini, yine meclise HDP Kadın Grubu kurduklarını ve diğer partilerin kadın milletvekillerine de birliktelik çağrılarında bulunduklarını vurguladı ve aynı zamanda bu grubun, HDP’nin, özellikle eş başkanlık sistemiyle parti içi kadın temsiliyeti konusunda önemli bir işlevi bulunduğunu anlattı. 

“Dünya bu kadar militarist olmamalı”

Türkmen, Keretestecioğlu’nun Bu kadar milliyetçi, ırkçı, cinsiyetçi ve erkek egemen toplumda kayyum vali olmak değil bizim dileğimiz; biz bu sistemi dönüştürmek istiyoruz” sözüne atıfta bulunup kendisinden bu dönüşümden neler beklediğini, kadın-erkek eşitliğinin olduğu bir dünyada nelerin farklı olması gerektiği sordu. Kerestecioğlu’nun ilk cevabı ise “Bu dünya bu kadar militarist olmamalı” oldu. Meclis’teki erkeklerin de “silahlarını kuşanmış ve her an cepheye gitmeye hazırmış gibi” davrandıklarını ifade edip bütün toplumu ve dünyayı da benzer bir şekilde yönetmek istediklerini belirtti. Feminist hareketin bir tahakküm kurmayı amaçlamadığını, tam aksine “daha özgür insanların kendilerini daha özgür ifade edebildiği ve kapitalist bir toplum yapısının olmadığı” bir dünyayı amaç edindiğini düşündüğünü söyledi. 

Son olarak Türkmen, #MeToo hareketinin kadının kentteki ve sokaktaki yaşamını nasıl etkileyeceğini sordu. Kerestecioğlu da “Daha özgür, geceleri karanlık olmayan, her yanı ışıklandırılmış, kimsenin kimseyi taciz etmediği bir sokak” tahayyül ettiklerini ifade etti. Yıllarca sürmüş kadın hareketlerinden beslenen ve onların üstüne koyan bu hareketin kadınlara güç ve cesaret verdiğini aktardı. Şirin Tekeli’nin “21. Yüzyıl kadınların yüzyılı olacak” sözünün nüvelerini ve emarelerini bütün dünyada çok net olarak görebildiğimizi ve bu yüzyıl ile dönüşecek dünyanın daha iyi dünya olacağını vurguladı. Ne var ki bu dönüşümün kolay olmadığını ve hala toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleri tartıştığımızı söyleyen Kerestecioğlu, kurulacak bir Kadın Bakanlığı koordinasyonunda bütün bakanlıkların katılımı ile kadınlara ayrılacak ve ayrımcılıkları giderecek bir bütçenin hazırlanması gerektiğini savundu. 

 

(Program özetini hazırlayan gönüllümüz Emir Erhan'a teşekkür ederiz.)