"Bu suçla yüzleşelim ki bir daha tekrarlamasın"

-
Aa
+
a
a
a

HDP Diyarbakır Milletvekili Garo Paylan'la kurtarma çalışmalarına katıldığı Adıyaman'ın son durumunu öğrenmek ve sürece dair gözlemlerini dinlemek üzere görüştük.

"Bu suçla yüzleşelim ki bir daha tekrarlamasın"
 

"Bu suçla yüzleşelim ki bir daha tekrarlamasın"

podcast servisi: iTunes / RSS

(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hali değildir.)

Yetvart Danzikyan: HDP Diyarbakır Milletvekili Garo Paylan konuğumuz. Garo Paylan, 4-5 gündür Adıyaman'da, gece gündüz arama kurtarma çalışmalarını takip ediyor, yardım etmeye çalışıyor. Sık sık konuştuk, arabada yatıp kalktı. Dün gece Diyarbakır'a birkaç saat dinlenmek için geldin. Şu an Diyarbakır'dan bağlanıyoruz ama gene gideceksin Adıyaman'a. 

Garo Paylan: İki gün Diyarbakır'daydım, iki gün Malatya'da kaldık, iki gün Adıyaman'daydık. Yarın tekrar Adıyaman'a geçeceğim. Bugün vekili olduğum Diyarbakır'da olacağım. Diyarbakır'da da ciddi sıkıntılara var ama diğer şehirlerle kıyasla daha iyi durumdayız. O açıdan Diyarbakırlılar bir şekilde şükrediyorlar.

Y.D.: Adıyaman'ı sorayım sana. Çünkü senden görüntüler, mesajlar, paylaşımlar aldık ve oradaki durumun çok kötü olduğunu yazdın Twitter'da. “Adıyaman artık bir hayalet şehir. İnsanlar cenazesini bulur bulmaz gömüyor, bazıları kaydedilmiyor, dolayısıyla ölü sayısı aslında açıklanan daha fazla” dedin. Nedir durum Adıyaman'da?

G.P.: En çok etkilenen şehirlerden birisi olmasına rağmen 72 saat unutuldu. Elbette diğer şehirlerimiz e çok önemli. Hatay, Maraş çok büyük etkilendi bu depremden ama Adıyaman'da benzer şekilde yerle bir olmuş durumda. Adıyaman'da binaların yarısı yıkıldı geri kalan yarısı da içine girilmez durumda, caddeler, sokaklar kapalı. Çünkü bütün molozlar caddelere dökülmüş. Elektrik, su, doğalgaz, benzin istasyonlarında benzin, internet yok. Bu kadar övünen, uzaya gidiyoruz, Ay'a gidiyoruz diyen bir iktidar internet altyapısı konusunda seyyar baz istasyonunu Adıyaman'a gönderip internetini çalıştırmadı. Bakın “çalıştıramadı” demiyorum “çalıştırmadı” ve enkaz altından ne oluyor biliyor musun? Mesela bir yurttaşımız cenazesini çıkarmış, defnetmiş, yakınının mesajı ondan sonra kendisine gelmiş. Düşünün, enkaz altından mesaj atıyor, “Ben hayattayım” diye onun farkında değil yakını ve çıkarıyorlar günler sonra defnediyorlar. Mesaj daha sonra gelebiliyor, böyle bir internet sıkıntısıyla karşı karşıyayız. 

Biliyorsunuz Twitter'ı da kapattılar. En çok ulaşım sağlamaya çalıştığımız nokta baz istasyonlarının, internetin olmaması çok ciddi bir krizdi. Ama geride kalanlar için de ciddi bir kriz var. Adıyaman'da sıcaklık geceleri -10 dereceye düşüyordu. Saatlerce sahada artık gücümüz tükeniyordu. Enkaz altındakilerin takatleri tükeniyor, 72 saat kurtarma çalışmaları başlamadı. Ama dün yeniden canlı insanlar çıkarabildik. Maalesef binlerce cenaze var orada. İlk 72 saatte bu çalışmalar olsaydı yüzlerce insan canlı çıkarılabilirdi. Adıyaman şu anda bir hayalet şehre dönüşüyor. Merkez nüfusunun yüzde 80’i Adıyaman'ı terk etti. Geride kalan yüzde 20’i de cenazelerinin çıkarılmasını bekliyor ve cenazesini çıkaran defnedip şehri terk ediyor. Adıyaman'da yaşama şansı artık yok. Yani çadır kentler de kurulmuş değil. Çadır da olmadığı için geride kalanların barınma imkânı söz konusu değil. Arabaların içinde kalanlar gecelerini geçiriyorlar, arabalarda da benzin bitiyor ve ciddi bir soğuk ve donma kriziyle karşı karşıyayız.

Y.D.: En çok ne ihtiyaç var?

G.P.: En çok çadır. Yani kışlık çadır tabii ki, bazı çadırlar geliyor, yazlık çadır. Ona da şükrediyorlar ama kışlık çadıra ve çadır içi sobaya ihtiyaç var. Çünkü elektrik yok, elektrik gelse bile soba çok daha güvenli. Bunun yanında sobanın yakacağı odun ve kömüre ihtiyaç var. En temel ihtiyaç bu. Emin olun gıda fazlası var şu anda Adıyaman’da. Tabii ki bir hafta sonra gene lazım olabilir, ama şu anda gıda fazlası var. Niye? Adıyaman nüfusunun yüzde 80’i göç etti. Ama geri kalan yüzde 20 dediğimiz kişi merkezde, 100-150.000 insandan bahsediyoruz ve şu anda barınma yeri yok. Çadıra, sobaya, kömür ve oduna ihtiyaçları var. Bunun yanında aşevleri kuruluyor. İnsanlar aşevlerinden çorbalarını içiyorlar ama en temel sorun barınma ve ısınma.

Y.D.: İstanbul'da, Ankara'da, batı illerinde insanlar ellerinden geleni yapıyorlar. Bu da ayrıca bir sorun oluyor, bir duvar çıkıyor karşımıza: “Yardımları şöyle yapın, yardımları oraya göndermeyin, yardımları buraya göndermeyin.” Belediye üzerinden göndermeye çalışıyor insanlar. Şu an parasal yardım için AFAD'ın yanı sıra AHBAP var. AHBAP için şimdi “oraya göndermeyin” havası başladı. 

G.P.: Bunun organize bir şekilde olması lazım. Çadır kentler kurulması lazım. Sonra tuvalet ihtiyacı var. Tuvalet olmadığı için su içmiyorsunuz, böyle bir durum var. Bunlar yaşamsal ihtiyaçlar, o çadır kentlerde sağlık ocaklarının kurulması lazım. Yani bir insanın temel ihtiyaçları için olan her şeyi barındıran çadır kentlerin kurulması lazım. Ama bu konuda çok yavaş ilerliyoruz. Bunları yapmak mümkünken bilinçli olarak yapılmadığını düşünüyorum: İnsanlar buradan göç etsin, şehir zaten enkaz bir şehre dönüşmüş durumda, hafriyat çalışmaları var. İlk üç gün iş makinesi yoktu ama şu anda yüzlerce iş makinesi çalışıyor ve enkaz kaldırma çalışması şeklinde yürüyor iş. Ben çok kötü görüntülerle karşı karşıya kaldım. Kepçenin enkaza daldığı ve insan bedeninin bütünlüğünü parçaladığı görüntülere maruz kaldım. Çünkü artık arama kurtarma faaliyeti değil, enkaz kaldırma faaliyeti sürüyor. Belki de canlı insanlar o kepçelerle öldürülüyorlar şu anda. Çünkü arama kurtarma faaliyeti bir kenara bırakılmış durumda. Bir an önce enkazı kaldıralım diyorlar. İnsanlar şehri boşaltsın ve bu enkaz kaldırılsın. Biliyorsunuz iktidarın da tek önerisi ne? “TOKİ'yi sokacağız, yeniden bina yapacağız” diyorlar. Bu şehirlerin insansızlaşmasına karşı durmak gerekir, bu insanların burada ekili tarlaları var, bir yaşamları var. Büyük şehirlere gidecekler ve yine bir sefaletle karşı karşıya kalacaklar. Belki akrabalarının yanına sığınacaklar ama zaten yoksul olan akrabalarının yanında daha da büyük bir yoksulluğa mahkum olacaklar. O açıdan çadır kentlerde, eğer iyi imkânlarla yapılırsa, bu insanlar buna barınabilirler. Tarlalarını ekebilirler, hayvanlarını güdebilirler ve yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayabilirler ama böyle bir bakış yok. “Bir yıl sonra TOKİ evleri yapacağız” diyorlar, başka bir de vizyon yok maalesef.

“Bir saatli bombanın üzerinde oturuyoruz”

Y.D.: “Devletin bu konuda koordine olması çok zordu” gibi şeyler söyleniyor. Bu hakikaten koordinasyonsuzluktan mı oldu yoksa hazırsızlıktan mı? Yoksa ikisi birden mi?

G.P.: Bir felaket senaryomuz yokmuş. Kesinlikle saatli bombaların üzerinde oturuyoruz. Bakın şu anda İstanbul'da yaşayanlar için de söylüyorum. Bir saatli bombanın üzerinde oturuyoruz. İstanbul'da yarın bir afet, deprem olabilir. İstanbul'la ilgili bir afet planımız var mı? Maalesef yok, yani oysa insanları örgütlemeliydik, ani her mahallede bir arama kurtarma ekibi mutlaka olmalıydı. Arama kurtarma konteyneri olmalıydı. İnsanlar Adıyaman'da gözyaşlaryla şunu anlatıyor: “Çocuğum, evladım, anam, babam oradan bağırıyor. Ya kıracak bir aletim yok. Tırnaklarımla kazımaya çalışıyorum betonu. Ne yapabilirim ben. Bir vinç olsa, bir alet olsa, bir kaldıraç olsa o insanı çıkarabileceğim.” 

Günlerce haykırdılar “kurtarın bizi” diye ve sonra soğuktan donup öldüler. O kadar çok cenaze gördüm ki tek bir yarası yok, insanlar donarak hayatlarını kaybetmişler. Oysa ilk 24 saatte, 48 saatte o insanlar örgütlü olsaydı, arama kurtarma eğitimli olsalardı, arama kurtarma konteyneri olsaydı o insanlar çıkarılabilirdi. Çünkü merkezden ekip beklenerek insan kurtarılamaz. İlk 24 saat, 48 saatte kurtarma esastır. Maalesef böyle bir hazırlığımızın olmadığını gördük ve insanlar orada gerçekten kolumuzdan bacağımızdan çekiyor. Orada bir Ermenistan kurtarma ekibi var. Onları da diğer İspanyol, Meksikalı grupları da ben koordine ettim emin olun, çünkü bir koordinasyon sıkıntısı var, bir başıboşluk bozukluk var. Bir savcı geliyor, “benim yakınımı kurtaracaksın” diyor. Yakını ölmüş, “onu çıkaracaksın” diyor. “Ya orada hayatta olanlara öncelik vermek gerekir” diyoruz. Maalesef, böyle basınçlarla karşı karşıya kalıyoruz. Bir siyasetçinin yakınının çıkarılması için ekipler gönderilirken canlı insanlar haykırırken ekipler gönderilmiyor. Böyle bir başıbozukla karşı karşıyayız. Bunun için yapılması gereken halkın örgütlenmesidir. Hani “ders çıkaracağız” diyoruz ama hiç ders çıkarmıyoruz. Esas olan halkın örgütlenmesi, halkın elinde yeterli malzemelerin olması, eğitimli grupların olması ve ilk 24 saatte mümkünse 48 saat içinde o yakınlarının çıkarılması. Şu anda gerçekten bir enkaz kaldırma çalışmasına dönmüş durumda. Arama kurtarma faaliyeti bir kenara kondu. Çünkü yakınlarında da dayanma gücü bitti. Bunu da görüyorum, artık “bize ne olursunuz cenazemizi verin” diyorlar. Yani belki kurtarma umudu olacak ama “cenazemizi verin” diyor. Kepçeleri insanlar kendileri getiriyorlar, kazıyorlar. Ölümlere sebebiyet veriyorlar. Büyük bir örgütsüzlük, başıboşlukla karşı karşıyayız gerçekten.

Y.D.: Yayınlarda insanlar kendi aralarında para toplayıp vinç, kepçe getiriyorlar fakat kepçeyi de bir uzman ekip olmadan çalıştıramayacakları için kimileri kepçe ve vinç oradayken öyle bekliyorlardı. Kurtarma ekibi, yani uzman ekip bekliyorlardı. Kimileri artık beklemeden kendi kendilerine çalıştırmışlar ve bu durumda da enkaz altındakilerin hayatını tehlikeye atıyoruz. 

G.P.: Uzman ekipler gerçekten çok titiz çalışıyorlar. Özellikle Ermenistan'dan gelen ekip son derece profesyoneldi. İspanyol, Meksikalı ekip… Hepsinde şahit oldum. Pakistanlı ekiple çalıştık. Hepsi gerçekten son derece titiz çalışıyorlar ama insanlar bir an önce yakınlarına ulaşmak için kepçeyi vuruyorlar üzerine. Veya kepçeyi, ekskavatörü enkazın üzerine çıkarıyorlar. Ve altta yeni sarsıntılara yol açıp o yaşam üçgenlerinde bulunan insanların ölümüne sebebiyet veriyorlar. Boğaza bir şey kaçtığında yanlış müdahale ederseniz ölüme bile sebebiyet verebilirsiniz, o yüzden eğitimli bir insan ilk yardımı yapması gerekir. Aynı şekilde eğitimli bir insanın arama kurtarma faaliyetini yapması gerekir. Yalnızca Adıyaman'da 2 bin enkaz var. Yalnızca 30 profesyonel arama kurtarma ekibi var. Yurttaşlarımız kendi kepçeleriyle enkazlara dalıp kurtarmaya çalışıyorlar. Çünkü zamana karşı yarışılıyor. Onlara da kızamıyorum. AKP'nin yüzde 60, 70 oy aldığı bir şehirden bahsediyoruz, inanılmaz bir öfke var. “Biz yalnız bırakıldık, öksüz bırakıldık” dendi. Oranın valisi ilk anda “Adıyaman'da fazla bir şey yok” diyerek bir açıklama yaptı ve oraya gelmesi muhtemel yardımların diğer şehirlere gitmesine sebebiyet verdi. Bu yüzden de pek çok yurttaşımızın hayatını kaybetmesine sebebiyet vermiş oldu.

Y.D.: Hakikaten çok büyük bir trajedi, çaresizlik ve öfkeyle karşı karşıyayız. Bütün bunların hesaplanması, düşünülmesi, düşünülmedi ise de o an harekete geçilmesi, koordine olunması gerekirdi.

G.P.: Bir suçla karşı karşıyayız. Ben böyle değerlendiriyorum. Çünkü, Adıyaman gibi bir deprem bölgesine on katlı imar verilmiş. Düşünebiliyor musunuz? İki katlı olan binaların hepsi sağlam. 50 yaşında, 60 yaşında, çok da iyi şartlarda yapılmamış, hepsi sağlam. Ama 12 katlı binaların hepsi 2 yıl önce yapılmış, yerle bir olmuşlar. Bu bir suçtur. Açıkça söyleyeyim: Bilime aykırı olarak yapılmış kimse “kader kısmet” demesin, bir suçla karşı karşıyayız. Telekom şirketleri ve Bilişim Teknoloji Kuruluşu, Twitter'ı kısıtlayarak ve internet sağlamayarak suç işlemişlerdir. İnsanlığa karşı bir suçla karşı karşıyayız. Bugünlerde bu enkazları kaldıracağız, cenazelerimizi gömeceğiz ama bu suçla mutlaka yüzleşmemiz lazım. Aksi takdirde yüzleşilmeyen her suç tekrarlar. 1999 depremindeki suçla yüzleşmediğimiz için bugün bu felaketi yaşıyoruz. Eğer bununla yüzleşmezsek yakında olması kuvvetle muhtemel büyük İstanbul depreminde 100 binlerce cenaze kaldıracağız. Bu suçla yüzleşelim ki bir daha tekrarlamasın.

Y.D.: Metanet diliyorum. Hayatını kaybedenlere rahmet, yakınlarına başsağlığı, sabır ve güç diliyorum. Çadır, soba, kömür lazım… Unutmayalım.