Bertolt Brecht’in mektupları ve şarkıları 

-
Aa
+
a
a
a

20. yy. Alman tiyatro ve şiirinin en önemli ismi kabul edilen Bertolt Brecht’ı 10 Şubat’ta ve doğumunun 133. yılında anıyoruz.

Brecht tiyatro kuramcısı, oyun yazarı ve şair; ancak, oyununun içindeki müzik, özellikle kurucusu olduğu epik tiyatronun içindeki şarkılar onun için her zaman önemli bir işleve sahip. O nedenle Brecht sözleriyle yazılmış ve oyunlarından ayrı, hatta kulaklarda yer etmiş onlarca şarkıdan bahsedebiliriz.    

“Dostlara Mektuplar” Bertolt Brecht’in dostlarına gönderdiği mektuplardan oluşuyor. Alfa Yayınları’ndan çıkmış, Ahmet Arpad tarafından derlenmiş ve çevrilmiş ve Brecht’in 58 yıllık ömrünün son 30 yılında yazmış olduğu mektupları kapsıyor.  

Mektuplar, yazarın farklı metinlerde öne sürdüğü görüşler, ya da kişinin kendisi hakkında yazılan başka kuramsal kitapların sağladığından çok daha içeriden bilgi sağlayabiliyor okuyana. Yaklaştırıyor okuyanı, mektubun yazarına. İnsan olarak, neredeyse nefesini duyarcasına…  

25 dakikaya ne tiyatro eserlerini ne kullandığı müzikleri ne de kişi olarak kendisini sığdırmak mümkün Brecht’in. Ancak bu mektuplar içinden, müzikle ilişkisini yakalayabildiğim, Brecht’in bazı karakteristik özelliklerini yansıtanlar içinden seçtiklerimi, Brecht şarkılarıyla birleştirdiğim bir kurgu oldu bu akşam için. 

Madem ki bir radyo programı içindeyiz, ilk şarkımız sürgündeki Brecht’in yanından hiç ayırmadığı radyosu için yazdığı bir şarkı olsun. Bertolt Brecht, 1933’te Almanya’dan ayrıldığında, başka bir yerde kalıcı olarak yaşayacağını düşünmüyordu. Aksine, geri dönebileceği elverişli günlerin umuduyla her gün radyosunu dinliyor ve bekliyordu. Ancak sürgünü yıllar boyunca, bir ülkeden başka bir ülkeye, hatta kıtalar arası –İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar – devam etti. Şimdi bu şarkıya geçmeden, Brecht’in sürgündeki ilk yılında dostu ressam Georg Grosz’a Danimarka’dan yazdığı mektubu okumak istiyorum.  

“Georg Grosz’a, Skovbostrand, Danimarka, Mayıs 1934

Sazdan evde konaklayan, gökdelende konaklayan mutlu yaşamlar yoldaşına!

Dostun birkaç aydır, küçük bir adanın üzerindeki sazdan evinde yaşıyor, tek ilgisi eski bir radyo. Bazı dostlarınız gibi halkın ülkesi onu da buralara sürükledi. Bazı dostlarınız gibi halkın ülkesi onu da buralara sürükledi. Burnu kanca, saçları kıvır kıvır olmamasına karşın ayakkabılarındaki vatan toprağını silkeleyip göçmesi gerekti. Küçük adamın sokak edebiyatı artık geçerli değil. 

Geçenlerde okuduğuma göre karşıtlarımız 30 bin yıl hüküm süreceğimize inanıyormuş, bazı dikkatliler ise 20 bin yıldan söz ediyormuş! Demek ki yapıtlarımız o güne kadar çekmecelerde kalacak. Kimi iyimser ise “5 yıldan fazla sürmez!” diyor. O güne kadar da göçmen gazeteleriyle ayakta kalmak zorundayız. Görüyoruz ki kültür geriliyor, insanlarımız bizlersiz mutlu olamıyor. Bu da ümit veriyor, çünkü günü geldiğinde bizi geri çağıracaklar!

Havalar ısınıyor, yaz yaklaştı. Dostum, senin Avrupa gezilerin yakında başlayacak. Haydi, bin gemine! Burada pansiyon günde dört kron. Çok eski bir Ford seni rahat ettirir. Vatanına en yakın yer burası!

İçten selamlar, dostundan” 

Dostlara Mektuplar, s. 56

Dinlediğimiz “To The Little Radio”nun müziğini, Hanns Eisler yapmıştı. 

Eisler, Brecht ile 1928’de ile tanıştıktan sonra, yaşam boyu oyunlarının müziğine imzasını atacak ve yakın dost olacaktır ona. 

Eisler’in müziklerini konuşuyorken, şimdi size, Brecht’in 1935’te Amerika’da oynanacak olan “Ana” oyununun prova günlerinde, Theatre Union’a gönderdiği mektuplardan alıntılar yapmak istiyorum. 

“Theatre Union’a

New York, 9 Kasım, 1935

Değerli yoldaşlar,

Tiyatronuzun tarafıma yaptığı hakaret dolu davranışın sizlerce yeterince umursanmamasına çok şaşırmış olduğunu belirtmek isterim. Adımı taşıyan bir oyunun sahnelenmesinde beceriksizliklere hemen karşı çıkmam tabii ki benim en büyük hakkımdır! Politik içerikli bir yapıtta kalite çok önemlidir, bu nedenle en küçük ayrıntıya dikkat etmek gerekir. Kanımca piyanistiniz, Eisler’in çok başarılı müziğini berbat ediyor. Daha önce de belirtmiş olduğum bu görüşümü bugün yine tekrarlıyorum. Eisler de benimle aynı görüşte.” 

*

“New York, 21 Kasım 1935

Değerli yoldaşlar, 

  1. 1) “Ana” sahneye konarken tarafımızdan yapılmış olan politik ve sanatsal isteklerle öneriler, tarafınızdan çok az veya hiç dikkate alınmadığı için
  2. 2) Oyun sahneye konarken, sizin üstlenmiş olduğunuz politik ve sanatsal uygulamalar, politik ve sanatsal açıdan tam bir başarısızlıkla sonuçlandığı için
  3. 3) Binlerce kişinin karşısında politik ve sanatsal yanları zayıf olan bir oyunun sahneleneceği için daha geç olmadan sizlere nitelikli bazı öneriler getirmek istiyoruz.

Oyunumuzun tek amacı işçi sınıfını etkilemek. Bu nedenle yeni baştan ele alınacak çalışmalara kesinlikle sanatsal “yatırımlar” yapılması gerektiği kanısındayız. 

Bu da şu demektir: Oyunumuzun politik ve sanatsal yanlarını hak ettiği bir şekilde öne çıkarabilmemiz için uzun süredir talep ettiğimiz olanakları bize tanımalısınız. 

İmzalar: Bertolt Brecht ve Hanns Eisler

Alıntı, Dostlara Mektuplar, s. 90, 95

Gördüğümüz gibi, Brecht satırlarında son derece net, ısrarcı ve talepkâr. Ve yine pek çok mektubunda gördüğümüz gibi hak savunucusu. 

Şimdi, size tiyatrocu olan eşi Helene Weigel’in sesini duyacağımız bir Hanns Eisler bestesi daha çalıyorum. “Ana” oyunundan aynı isimli şarkı. “Die Mutter.” 

“Dostlara Mektuplar” kitabında, en çok eşi Helene Weigel’e yazılmış mektupları okuyoruz. İki çocukları ile genelde farklı şehirlerden birbirilerine mektupla ulaşıyor ve yaşamlarını güçlükle sürdürmeye çalışıyorlar. Helene de bir tiyatro oyuncusu ve Brecht’in oyunlarının vazgeçilmezi. Brecht Helen’i çok beğeniyor, hatta bazı roller için ondan başkasını düşünemiyor Mektuplarında tekrarla sağlığına dikkat etmesini, sigara içmemesini, kilo vermemesini salık veriyor. Helene ise hem işini yapıyor, hem iki çocuğuna bakıyor, hem Brecht’in uzaktan takip etmesini istediği tüm işlerini idare ediyor. Onu da anlıyoruz.

Şimdi 1937’te Danimarka’dan Helli’si için yazdığı mektuplardan biri şöyle… 

“Helene Weigel’e,

Stovsbostrand, Kasım başı, 1937

Sevgili Helli,

Sana küçük bir hediyem var. Bir şiir. Tiyatro sanatı üzerine kaleme aldığım bir “mücevher”. Prag’daki prömiyerden önce bir yerde yayınlanırsa izleyicilerin dikkatini çeker, belki de yararlı olur! Wieland sana iletecek. 

Noel’den sonra buraya gelmen bizi hüzünlendirmedi değil, ancak Prag’daki oyunun tabii daha önemli. Dikkat et, kendini yorma, biraz da az sigara iç! Bu çok önemli.

Sen gelene kadar Almanya üzerine kaleme almakta olduğum oyunları bitirebileceğim sanırım. Belki oyunları ilkyazda Paris’te sahneleyebiliriz? Paris için bir şeyler yapmayı canım çok istiyor. Oyun alanımızı oradan başka nerede bir güzel büyütebiliriz. Seninle çok gurur duyuyorum. 

Sigara içmeye son verip yemek porsiyonlarını ikiye katlarsan nasıl olur? Ne dersin? 

Seni öpen

b”

Alıntı, Dostlara Mektuplar, s. 114

Şimdi, bu mücevher şiiri değil ama ilk gençlik şiirlerinden biri üzerine, üstelik kendi yaptığı bestesini dinleyeceğiz. Marie’yi Hatırlamak / “Remembering Marie A. “ Ve yorumlayan1982’de Brecht’in 20 yaşında yazdığı “Baal” oyunu içinden şarkıları bir EP’de toplayan David Bowie olacak. 

David Bowie’nin söylediği, bu EP’de olmayan ama başka bir çalışmasında yer alan “Alabama Song” var. Alabama Song ayrıca The Doors tarafından da yorumlanmış. Tabii öncelikle 1926 yılından, “Little Mahagonny” oyunundaki bir şarkı ve oyuncu Lotte Lenya tarafından yorumlanıyor. Bu şarkı bizi aslında başka bir besteciye getirdi. Brecht’in liriklerini yazdığı müzikleriyle dünyaya duyuran en etkili kişi dersek yanlış olmayacak. Müzisyen Kurt Weill’dan bahsediyoruz. “Alabama Song” da onun bir şarkısı. Şimdi burada o ilk versiyonuyla dinleyelim. Oyuncu Lotte Lenya’nın sesinden. 

“Üç Kuruşluk Opera” ve Kurt Weill’in unutulmaz müzikleriyle devam etmeden önce, birkaç mektup alıntısı daha yapmak istiyorum. Burada yine çok önemli Alman besteci Paul Hindemith’e yazmış olduğu dostane bir uyarı ve tavsiye mektubu var. Brecht’in duruşunu, ilkelerini iliklerimize kadar hissettiren bir mektup. 

“Paul Hindemith’e

1934 sonu

Sevgili Hindemith, 

Kulağıma geldiğine göre, kimi devlet yöneticileriyle sorunlar yaşıyormuşsunuz. Eski besteleriniz nedeniyle sizi kınıyorlarmış. Ancak bu bestelerin metinlerinin benim olması çok üzücü! Size hemen şunu “onaylamak” isterim: Yapıtlarımdaki “yıkıcı” kimi bölümler nedeniyle benimle ortak çalışmaya karar vermiştiniz! Metinlerimin bestelerini üstlenmenizin nedeninin içeriklerinin toplumcu olmasından çok müziğe yatkınlığı olduğunu sık sık söylemiştiniz. Sizi bana çeken şairlik yeteneğimdi! Ancak benim şairlik yeteneğimle, metnin toplumcu yanlarını birbirinden ayırmamak gerektiği görüşümü size hiç kabul ettiremedim. Siz bambaşka görüşteydiniz: “Gerekirse adres defterinde yazılanlar bile bestelenebilir”, diyordunuz. Sizin gibi düşünüp adres defterimde yazanlardan bir şiir yaratsaydım ve defterimde yazan her adın yanına meslekler uydursaydım eminim kimi üst düzey yöneticileriyle başım çok belaya girerdi…

Birileri sizin uğursuz Üçüncü Alman Reich’ının üzerimize çökmesiyle adres defterlerinde yazanlardan da besteler oluşturmaya başladığınızı söyleyip duruyor! Böyle bir şeyi başarsaydınız kutlamamız gerekirdi! Ancak kulağıma geldiğine göre müzik yapma yeteneğiniz belirli eğilimlerinize uygun gelişmiş. 

Sizi destekleyen gazeteler, karşıtlarınızın da bu yeteneğinizi her zaman kabullendiğini yazıyor. Benim gözümdeyse onlar sizi sevmiyor., karşı olmalarının ana nedeni de her zaman için müzisyenlik yeteneğiniz. Bu yeteneğinizi değiştiremezsiniz. İsteseniz de, istemeseniz de siz Hitler Almanyası’nın hoşuna gidecek müziği yaratamazsınız! Yazarının üst düzey polislerle arasının çok iyi olduğu “Kavgam”dan siz bir beste yapamazsınız! Bunu yapmadığınızda da kimse düş kırıklığına uğramaz. 

Siz belki zorladıkları için kolunuzu kaldırıp Hitler selamı verirsiniz, ancak bagetinizi kaldırdığınızda sizi çekemeyenler peşinize polis takacaklardır. Müzik, üzerinde tufan atlatacağınız bir gemi değildir!

Felsefe, edebiyat, mimarlık, tüm bilimler ve müzik… Kültürün bütün bu dalları, sizin de dahil olduğunuz toplumun gelişmesinde çok önemli bir rol oynar. İçinde yaşadığımız toplumda hem ilerici, hem gerici akımlar görülüyor. Ancak ilerici akımlar, geriye dönük yaşayanlardan çok daha başka bir müziği yeğleyecekler. İleriye dönük öncü müzik, toplumdaki ilerici dinleyicilerinden ve müzisyenlerinden yararlanacak. 

Sizin yaptığınız müziğin, düşlerindeki hedefe ulaşmada kendilerine yararlı olmayacağına ve onların çıkarlarını köstekleyeceğine inanan ‘kahverengi gömlekli efendiler’ haksız değil! Onlar geriye dönük hedeflerine yararlı olmayacak bir müzisyene – o kişi yetenekli de olsa- işe yaramaz gözüyle bakarlar.

Çekilin geriye!"

Alıntı, Dostlara Mektuplar, s.70, 71

Bu mektuptan sonra kısacık bir telgrafla bu kitaptan yaptığım alıntıları sonlandırıyorum. Albert Einstein’a göndermiş olduğu bir telgraf. 

Ve programı Brecht’in oyun müziklerinden en çok bilineni, defalarca yorumlanmış olanı, “Üç Kuruşluk Opera”dan ve yine bir Kurt Weill bestesi “Mack the Knife” /Mackie Messer'in Ölümü ile -bunu dinleyeceğiz. Çok fazla yorumu var bu şarkının. Ben de toparlayabildiklerimden bir medley denemesi yaptım. Orijinal oyunun müziğinden bir parça, Bobby Darin’den bir parça, Louis Armstrong’dan bir parça, Ella Fitzgerald’dan, Robbie Williams’dan parçalarla karşınızda “Mack the Knife” 

Evet, başta bugünkü doğum günü vesilesiyle Brecht, sonra bu oyunlarda, müziklerde emeği geçen herkese selamlarımızı gönderip bu akşamın programını sonlandıralım. Ancak son bir not olarak; tiyatronun ve tiyatro emekçilerinin bu zor günlerinde, destek yollarından birinin de online tiyatro oyunlarına katılmak olduğunu görüşümü paylaşmak istiyorum. Hiç aynı hazzı almayacağım diye düşünürken, katılmış olduklarımla sahnede olanla, oyuncuyla beklenmedik bir bağ kurabildiğimi fark ettim. Ve belli bir düzende, yeniden eski düzene dönene kadar, oyun izlemeye kaldığım yerden devam etmeye kararı aldım. Naçizane tavsiyem olarak alın lütfen, ama Brecht’in dediği gibi, “Tüm sanat formları, sanatların en büyüğüne hizmet ediyorlar: yaşama sanatı”. Kendimizi ve sanatçıları bundan mahrum bırakmayalım! 

Uzun lafın kısası, bir sonraki programımıza dek lütfen kendinize iyi bakın, hep sanatla kalın!