Sakat Rekabet: Fenerbahçe - Galatasaray

Sakat Muhabbet
-
Aa
+
a
a
a

Sakat Muhabbet'te Alper Tolga Akkuş, spina bifida hastası Fedakar Özdemir ile sakatların maç gibi organizasyonlarda yaşadıkları sıkıntılara değinirken, Fenerbahçe - Galatasaray maçını da mercek altına alıyor.

""
Sakat Rekabet: Fenerbahçe - Galatasaray
 

Sakat Rekabet: Fenerbahçe - Galatasaray

podcast servisi: iTunes / RSS

Alper Tolga Akkuş: Merhaba, Sakat Muhabbet’e, Açık Radyo’ya, sağlamcı zihniyetin kör topal muhalifine hoş geldiniz. Ben Alper Tolga Akkuş. Bugün 27 Aralık 2023 Çarşamba. 2023’ün son programında karşınızdayız. Bu hafta programı destekleyen Yaşar Dükel ile Esat Bozyiğit'e teşekkür ederek başlamak istiyorum. Bu hafta konuğumuz Fedakar Özdemir. Fedakar Bey, hoş geldiniz Açık Radyo’ya. Nasılsınız, iyi misiniz? 

Fedakar Özdemir: İyiyim, teşekkür ederim. Hoş bulduk, siz nasılsınız? 

A.T.A.: Çok çok sağ olasın. Fedakar diyeceğim, ilk defa tanışıyoruz ama şimdi bizi görmüyorlar, senin üstünde bir Fenerbahçe forması var, ben de bir kukuletalı bir şey giymişim, böyle taraftar gibi bir görüntü de var. Şimdi ne konuşalım, ne yapalım diye bir fikir birliği yapıyorduk Fedakar Bey’le biz, sonra ben karşımda formayla görünce, ‘Ya abi dedim, bugün pazar günü. Saat 13:00 ve akşam 19:00’da maç var, gel biz futbol konuşalım,’ dedim. Ben Galatasaraylıyım, iyi bir Galatasaraylı olduğumu düşünürüm. Önce şeyi sorayım ben, Fedakar Özdemir kimdir? Sakatlığını belirterek kısaca özetlersen geçmiş tecrübelerini öyle başlayalım istersen programa.

Spina Bifida

F.Ö.: Ben Fedakar Özdemir, 1973'de Yozgat'ta doğdum. Spina Bifida hastasıyım yani hastalık demeyelim de engelimin tanımı Spina bifida. Omurilik açıklığı denen bir rahatsızlık. Akraba evliliğinden de kaynaklanıyor. Yanlış ameliyat da buna eklenince böyle bir sonucu var. İşsizim, okula gidemedim. Şöyle söyleyeyim, 1979’da Fransa'ya gittik, babam orada işçiydi, maden işçisiydi. Orada ilkokulu okudum, sonra 1984’de ailece kesin dönüş yaptık Türkiye’ye. Burada da kendi kendime okuma yazma öğrendim, kendimizi bir şekilde geliştirmeye çalıştık. İnsanın kendisini anlatması zor, o yüzden bu kadar yeterli diye düşünüyorum.

A.T.A.: Spina bifida nasıl bir hastalık ve sen sandalye mi kullanıyorsun, nelerde yetersizsin sakatlığın dolayısıyla? Detay verebilir misin?

F.Ö.: Tekerlekli sandalye kullanıyorum. Spina bifida’nın detayını tıbben, tamamen açıklayamam.

A.T.A.: Sen nasıl yaşıyorsun onu? Onu söylesen de yeterli aslında.

F.Ö.: Sırtta böyle bir şişlik oluşuyor. Buna doğru müdahale edildiği zaman çoğu zaman sakatlık oranı düşebiliyor, daha az olabiliyor. Kademeleri var ve ben en ağırlarından biriyim, yürüyemiyorum. Mesanede problem var. Buna benzer şeyler yani. Benim ellerimde problem yok, hareketli sayılırım, bu kadar.

A.T.A.: Ankara'da mı yaşıyorsun sen de Elif Gamze gibi?

F.Ö.: Evet, Ankara'da yaşıyorum.

A.T.A.: Peki, işsizim dedin ama bir iş ile ilgili girişimler yaptığında bu nasıl sonuçlandı? Onun hakkında ne ekleyebilirsin?


Çalışma Hayatında Sakatlar

F.Ö
.: Şöyle söyleyeyim; gençlik zamanı birazcık derler ya, ‘aklı havada’ diye, öyle çok fazla şey yapamadım yani kendimle ilgili pek bir şey yapamadım, eğitim anlamında da. Uğraşan da olmayınca, seni destekleyen birileri de olmayınca birazcık gitmedi yani daha doğrusu okula gidemedim. Sonra iş girişimlerim oldu. Kendi kendime bazı işler yaptım; elma şekeri yapıp sattım örneğin, seyyar bir şeyler yapmaya çalıştım. Sonra bir iki yere başvurdum, orada da Türkiye’yi biliyorsun, sakatlıkla ilgili herkesi istediğin zaman işe almıyorlar, daha az sakatlık istiyorlar veya yaş uymuyor, ulaşım olmuyor, erişilebilir değil. Bir sürü, bir sürü sorun çıktı ve böylece işsiz kaldık.

A.T.A.: Şimdi ben biliyorum da dinleyenler bilmiyor, dinleyenlere yapıyoruz programı. Ne oluyor mesela? Detay versene biraz. İş aradın, ne dendi sana?

F.Ö.: Şöyle söyleyeyim; ben şimdi Altındağ'da oturuyorum örneğin, bir iş var oraya gel diyorlar. Sabah 08:00'de orada olman gerekiyor örneğin. Buradan otobüse binmek zor, mümkün değil yetişebilmem veya senin yapabileceğinden daha fazla şey istiyorlar veya tam tersi yapabileceklerini önemsemeyip sana başka türlü ayak işleri veriyorlar. Yani işte getir götür işi veriyorlar ve bunlar senin onurunu kıran şeyler, birçok şeyi kabul etme noktasında sıkıntı yaşıyorsun. Çünkü ben hep örneği şöyle veririm; ne zaman bir sakat Bakan göreceğiz, ne zaman bir sakat genel müdür göreceğiz, ne bileyim, ben seninle aynı okulu okuyorum örneğin, tırnak içinde ‘sağlam birisi’ ile diyelim.

A.T.A.: ‘Sakat olmayan birisi’ diyorum ben, ‘sağlam’ demiyorum.

F.Ö.: Ne diyorsun?

A.T.A.: ‘Sakat olmayan birisi’ diyorum.

F.Ö: Doğru söylüyorsun. Sakat olmayan birisiyle birlikte aynı okulu okuyoruz. Aynı meslek ve aynı şekilde mezun oluyoruz ama beni işe alırken o mesleği yapamıyorum çünkü sakatım. ‘Sakatsın’ diyor, ‘Biz öbürünü alacağız’ diyor. Burada dezavantajlı duruma sokuluyorum. O kadar problem var ki bu iş mevzusu konusunda. Zaten bu Engelli Kamu Personeli Seçme Sınavı (EKPSS) durumlarında da birşey oluyor, alması gerekenden daha az kadro çıkartıyor kadroların birçoğu. Mesela arkadaşım var benim bir tane, iyi puan alıyor ama hiç yapamayacağı bir iş için çağırılıyor. Yani buna benzer bir sürü şey.

A.T.A: Orada işe alsa, ‘Hak ettiğin değil, sana ben lütuf verdim’ gibi bir algı da var, o çok fazla ya da aynı işi yapıyorsun, aynı şekilde yapıyorsun ama sen sakatsın diye daha baştan ne yaptığına bakmadan ‘yapamazsın’, ‘edemezsin’ diye bir algı var. Bir de şeyi biliyorum ben, yeni kanunlarda şu oldu biliyorsun artık; belli sayıda işçisi olan işletmeler sakat çalıştırmak zorunda. Sakat işe alıyor ve diyor ki ona, ‘Ben sana maaş vereceğim. Evinde otur sen’. Zannediyor ki mutlu olacak. Sonra da ona kendi aslında ceza ödeyecek, ondan kurtulduğu halde sakata bakıyormuş gibi yansıtıyor. Yani bunun çok çok örneği var aslında.

F.Ö.: Hatta ben şöyle de bakıyorum; şimdi işimiz var diyelim ki sakatız ve güzel bir işe girdik. Tatil günümüz geliyor, hafta sonu. Para kazanıyoruz ama şehre gidip bir yerde oturup bir şey içemiyoruz, sinemaya gidemiyoruz, sakat olmayan insanlar gibi yaşayamıyoruz.

A.T.A.: Sosyal hayatın içinde değiliz.

F.Ö.: Kazandığımız paranın da bir anlamı olmuyor. Ben bu parayı kullanamadıktan sonra, ihtiyaçlarımı göremedikten sonra, evimde tecrit olduktan sonra çalışmam da benim için bir çözüm değil yani.

A.T.A.: Şimdi şeye geçeyim, Elif Gamze’ye dedim ki, ‘Ya bu Fedakar Özdemir kimdir? Ben tanımıyorum. Ne konuşacağız Elif?’ O da dedi ki, ‘Muhalif, anarşist birisi.’ Bu muhalif anarşist kısmına değinelim yani muhalif Fedakar Özdemir kimdir, neler yapmıştır bugüne kadar? Onu sorayım ben sana.

Sakat Muhalif ya da ‘Üvey Yoldaş, Üvey Arkadaş, Üvey Partili’

F.Ö
.: Şöyle; muhalif çok iddialı olmamakla beraber şöyle bir şey var, birçok dernekte - ki birisi Engelli Derneği, diğeri değil - yöneticilik yaptım. Daha muhalif, daha sistem karşıtı yani hak arayışı temelli birkaç dernekte yöneticilik yaptım. Kendim de hayatım boyunca bir şeylere karşı durmaya, doğru bulmadığım şeylere karşı durup onu eylemleştirmek üzerine çalışma yaptım. Özellikle bu sistemde her sakatın aslında muhalif olması gerekiyor. Bu anlamda eşit olmayan, ayrımcılığa uğrayan her kesimin daha çok şey için mücadele etmesi gerektiğini düşünüyorum. Şunu biliyorum, politik olarak baktığım zaman da en sağından en soluna kadar kimsenin, hiçbir partinin, hiçbir anlayışın sakatlarla ilgili bir planı, programı yok. Hiçbir genel merkez erişilebilir değil, hiçbir genel merkezde bir sakat tuvaleti bulamazsınız, merdivenlerle zaten çıkamazsınız. En azından yani böyle baktığım zaman bile bunların hiçbiri beni temsil etmiyor. Yani ben tamam, benim de politik görüşlerim var, ben de mücadele ediyorum, ben de gidip geliyorum bir yerlere ama ben her yerde ayrımcılığa uğruyorum. Buralarda da ayrımcılığa uğruyorum. O zaman ben neyim? Üvey yoldaş, üvey arkadaş, üvey partili gibi bir şeyim yani. ‘Sen gelebilirsen gel ama gelmesen de olur’ gibi. Buradaki kıstas şey olmaya başladı; sakatlığa nasıl bakıyoruz? O anlayış, o politik görüş sakatlığa nasıl bakıyor ve bunun için ne yapıyor? Nasıl baktığı da önemli değil, bugün sayfa sayfa yazıyorlar; bir iki tane milletvekili veya bir iki tane Meclis üyesi seçtikleri zaman bu sorunu ortadan kaldırdıklarını düşünüyorlar yani biz sakatlar için bunu yaptık diyorlar ama sorun orta yerde duruyor, hiçbir şeyi değişmiyor. Benim muhalifliğim eşitlikçilik anlamında bir muhaliflik diyelim.

A.T.A.: Herkes gibi herkesle beraber yaşamanın koşullarını oluşturmak için çalışıyorsun diye özetlesem doğru olur mu?

F.Ö.: Özetlersek öyle.

A.T.A.: Şimdi programın ortalarına bir yere geldik Fedakar. Bir şarkı çalıyoruz biz dinleyenlere tam ortada ve konuğumuzdan istiyoruz şarkıyı seçmesini ve anons etmesini. Sen seçtin mi, ne dinleyelim Açık Radyo dinleyicileri için bu hafta?

F.Ö.: Ruhi Su'dan bir şarkı dinleyelim, türkü dinleyelim; “Mahsus Mahal.”



A.T.A.: Sakat Muhabbet devam ediyor. Bu hafta Fedakar Özdemir konuğumuz. Bugün de Pazar günü ve saat 13:00’de oturduk karşısına biz zoom ekranının. Bu akşam da bir derbi var: Fenerbahçe - Galatasaray. ‘Sakat Rekabet’ başlığını uygun gördüm programa, sordum kendisine de önce, ‘Uygundur’ dedi. Şimdi bunu dediğim zaman şöyle algılanmasın dinleyenler tarafından; ‘Yahu sakat rekabet, futbol rekabetine niye ‘sakat’ diyorsun?’ Sakat Muhabbet’in amacını zaten dinleyenler biliyor da ben ilk defa diyenler için söylüyorum; sakat kelimesinin olumsuz bir anlamı bulunmuyor, anlamı içinde bulunan toplum verir bir şeylere ve bizim toplumumuz da sakatlığa olumsuz bir anlam yüklemiş ve yanlış yüklemiş. Benim amacım da bu programda ve her bölümde bunu tekrarlayarak, ‘Sakatlık olumsuzluk demek değildir’i vurgulamak. Sakat Rekabet’te biz aslında Fedakar ile Fenerbahçe ve Galatasaray taraftarıyız biz ikimiz de. O Fenerbahçe, Ben Galatasaray’lıyım. Bugüne kadar maçlarda ne yaptık? Benim çok anım vardır, maçlara gittiğim anılarım var. Sakatlığıma dair trajikomik bir sürü şeyim var. Fedakar’ın da eminim vardır. Bu sakat rekabet konusuna da girelim, sakat bir Fenerbahçeli olarak bugüne kadar maçlara gidebildim mi? Sakatlığın dolayısıyla spor anlamında ayrımcılığa uğradın mı?

F.Ö.: Uğradım yani ilk önce bunu söyleyeyim. Maçlara gitmeye çalışıyorum. Son zamanlarda bu Passolig, massolig muhabbetleri yüzünden Fenerbahçelilerin bir protestosu var. Bu anlamda çok fazla gitmiyorum. Anımız var. Evet, ayrımcılığa uğradım mı dersen, ilk önce oradan başlayayım; uğradığımız oldu statların önünde içeriye alınma konusunda. Bir Fenerbahçe maçına gitmiştim yıllar evvel, Gençlerbirliği - Fenerbahçe maçıydı sanırım. Oturuyoruz arkadaşlarla bize ayrılan yerde, bir tane çocuk dedi ki, ‘Abi benim tuvaletim geldi’.

A.T.A.: O da mı sakat?

F.Ö.: Tabi, tabi, diyen de sakat. Ondan sonra görevliyi çağırdım ve dedim ki, ‘Abi bu arkadaş tuvaleti geldi ne yapacağız?’ ‘Bu statta sakat tuvaleti yok ki,’ dedi, ‘Ben nasıl götüreceğim?’ ‘Ne yapacak bu çocuk?’ dedim, o da, ‘Bilmiyorum’ dedi.

A.T.A: Refakatçisi yok mu, tek mi gelmişti maça o arkadaş?

F.Ö.: Tek gelmişti. Bir de küçüktü, daha ufak tefek bir arkadaştı.

A.T.A: Altına mı kaçırmak durumunda kaldı, ne oldu sonuçta?

F.Ö.:  Evet, ben onu söyledim, ‘Ne yapayım abi?’ dedi. ‘Yahu bırak, yapacak bir şey yok. Kendini de kötü hissetme, bırak!’ dedim ve çocuk altına yaptı. Bu anıları anlatırken, işte maç anılarını anlatırken de hep kötüyü mü anlatacağız diye bir yerden eleştiri gelebilir, ‘ya bu sakatlar kötü şeyler mi yaşıyorlar?’ gibi.



"Komiserim, arkadaş ‘beleşçi’ değil, kombine kartı var"


A.T.A.: İyi olanı da söyle abi, var mıydı iyi bir anı? Onu söyle o zaman.

F.Ö.: Bunlar benim futbolcularla daha çok olan muhabbetlerim falan yani iyi olan, Fenerbahçe yendiği zaman tabii ki bir Fenerbahçeli olarak benim için genellikle iyi oluyor bu durum ama şu an aklıma da gelmiyor.

A.T.A: Sen Ankara’da yaşadığın için nadirdir. Ben İstanbul'da doğdum, büyüdüm. Şimdi Mersin'deyim ama İstanbul'da yaşıyordum ve ben çok maça gittim. Ben de Galatasaraylıyım. Ali Sami Yen'e de gittim, İnönü'ye de gittim, Şükrü Saraçoğlu’na da çok gittim. Çok maça gittim, çok anım var. Spesifik bir tanesini söyleyeyim; dediğim gibi sakat insanları maçlara şöyle alıyorlardı o zaman. Türkiye Sakatlar Derneği'nden bir üyelik kimliğim vardı benim, onunla gidiyordum eskiden maçlara. Passolig falan yokken, çok eskiden, belki sen de öylesindir. Onu gösterir girerdik maçlara ve bize ‘beleşçi’ derdi polisler, oradaki görevliler yani ‘para vermiyorsunuz beleşçisiniz’ derlerdi. O bizim hakkımız aslında, kendi hakkımızı kullanırken ‘beleşçi’ damgası yiyorduk. Ben hatta sonra bir bankada işe girmiştim yıllar sonra ve artık bıkmıştım o ötekileştirilmeden. Gittim bir kombine aldım, kapalı tribün yıllık kombine kartı. Bir gün maça gidiyorum. Polis gene kapatmış bir yeri, oradan geçirmiyor kimseyi. Sakatlar olarak toplu haldeyiz. Ben bir memura kombine kartımı gösterdim. Tamam yani benim kartım var ve beni içeri çekerken oradan komiser bağırdı, ‘Yahu, sen ne yapıyorsun, ne ediyorsun?’ Memurun cevabı benim hayatımda bir dönüm noktası olmuştur. Dedi ki, ‘Komiserim arkadaş ‘beleşçi’ değil, kombine kartı var.’ Düşünebiliyor musun? Yani orada kimse beleşçi değil, beleşçi değiliz. Bak, demin dedim ya, işe alıyorlar, ‘işe gelme’ diyorlar. Onlar da o kişiye ‘beleşçi’ diyordur, ‘ne güzel oturuyor, yattığı yerden maaş alıyor’ diyordur. Ama yattığı yerden kazanmak değil, iş yaparak yani topluma bir fayda sağlayarak kazanmanın maddi manevi çok katkısı var insanlara, her insana var. Bir tek sakatlara yok, her insana var. Böyle inanılmaz çok anım var benim. Sen dedi, ‘Belli bir tribün yoktu, bir yere koyarlardı bizi’. Galatasaray Ali Sami Yen'de öyle bir bölüm kendiliğinden mimari olarak vardı. Sakatlar Tribünü olarak adlandırılırdı o da ve sen de biliyorsundur, mesela normal maçlarda taraftar ayrılır; Fenerbahçe bir yerde, Galatasaray bir yerdedir ama sakatlarda herkes beraber maçı izler. Tuvalet dedin, sakat tuvaleti olsa bile kadın - erkek ayrımı yok, sadece sakat tuvaleti var, kadın da erkek de aynısına giriyor, o da başka bir şey. Böyle bir sürü şeyi var maçların. Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş… Voleyboldur, diğer sporlardır. Ben her sporu izlemeyi çok seven bir insanım. Bilmiyorum, sen de öylesindir diye tahmin ediyorum.

F.Ö.: Tabii futbol bir tık daha fazla ama dediğin gibi voleybol maçlarına da gittim, basketbol maçlarına da gittim. Bu sadece futbol etkinliği değil, konsere de gittiğin zaman bir sürü buna benzer sorunlarla karşılaşıyorsun.

"Görmüyorsun, maçta ne işin var?"

A.T.A.:
Hayatın içine dahil edilmede sıkıntı var aslında. Biz o maçlara gidiyoruz. Sen futbolu seviyorsun, başka birisi konseri sever, konsere gitmek ister. Konsere gitti diyelim, atıyorum, ben gitmedim ama sandalyede bir sakat düşünelim. Herkes zıplıyor ayakta, o nereden neyi görecek yani onu da ayarlamaları lazım, onların hepsini düşünmeleri lazım. Bunu bizim sürekli vurgulayarak kazanmamız lazım aslında. Başka bir anım aklıma geldi Fedakar; yine içeri almıyorlar ve Ali Sami Yen'de ambulans kapısı vardı, çok büyük, oradan girerdik biz maçlara. Orada kapılara vuruyoruz falan ama almıyorlar. Sonra ben bağırıp çağırınca beni çekti aldı bir tanesi ve dedim ki, ‘Ne yapıyorsun ya? Burada bir sürü insan var.’ Sonra görme engelli bir arkadaş vardı, ona kızdı oradaki görevli, ‘Görmüyorsun ne işin var maçta?’ dedi. Bak, mesela! Stadın içinde, sahanın içinde olmanın bambaşka bir keyfi var. Bunu maça gidenler bilir, maçın içinde olanlar bilir. Oradaki o anlık heyecana sen de tezahüratınla, hakemi yuhalamakla etki ediyorsun. Bunun inanılmaz bir keyfi vardır, insanı yaşatır. Neler söylersin bunlar hakkında?

F.Ö.: Söyleyince benim de aklıma bir anım geldi; kardeşim, eniştem, ben İstanbul'a Fenerbahçe'nin kupa maçına gittik, böyle bir fırsat bulduk ve gidelim dedik, biletimizi de aldık. Eniştem girdi sonra ben, kardeşimle dışarıda kaldım. Diyor ki, ‘Engellileri sonra alacağız’. ‘Biletin var mı?’ diye sordu bana, diyorum ki, ‘Benim biletim var, ben biletli gireceğim.’ Çok engelle karşılaşıyoruz, sanki biz hep bedava girmek istiyormuşuz gibi aşağılayıcı bir yaklaşımla geliyorlar bize.


A.T.A.: Eş dost ile gitsen mesela, eşi dostu tribüne alıyorlar, seni saha kenarına alıyorlar. Onu onunla, eşinle dostunla yaşaman lazım, oradaki muhabbeti, çekişmeyi sataşmayı onunla yaşaman lazım. Tek kalıyorsun, tanımadığın kimselerle oturuyorsun orada yani tek başına. O da var, başka bir boyutu. Peki, bugün bir skor tahmini alayım mı senden Fedakar. Ne olur bugün maç?

F.Ö.: Biz yeneriz, ona eminim. Gönlüm Ferdi’nin, Džeko’nun atmasından yana daha çok.

A.T.A.: Džeko oynayacak mı ki? Sakat diyorlardı, oynar mı bugün? Ben çok bakmadım ama.

F.Ö.: Oynuyor, oynuyor. Oynayacak Džeko, size sakladık.

A.T.A.: Tamam.

F.Ö.: Benim beklentim, Fenerbahçe yenecek diye düşünüyorum.

A.T.A.: Ben geçen sene çok daha rahattım. Bizim takım biraz bozuldu. Bu Zaha’dır, Ziyech’tir, Tete’dir falan, isim alarak takımı bozdular gibi hissediyorum ben. Çünkü son Kopenhag ve Karagümrük maçlarında Galatasaray'ı ben iyi görmedim.

Suudi Arabistan’da Süper Kupa Maçı

A.T.A.: Şimdi dinleyicilere bir itiraf. Maç Pazar akşamı 19:00’da oynandı. Bugün ise Pazartesi günü ve saat 09:14. Biz şunu keşfettik Fedakar ile beraber; biz maçı konuştuk ettik, skor tahmini yaptık da ama bir de Cuma günü Suudi Arabistan’da Süper Kupa maçı var ve Türkiye'de ilk defa olan bir şey bu. Bunu, o maç anı heyecanı ile unuttuk ama asıl o önemli dinleyiciler için çünkü o maç oynanmamış olacak Çarşamba günü program yayınlandığında ve dinleyicilere de hem niye Suudi Arabistan'a gidiyor bu iki takım, neden oluyor gibisinden bilgi vermek gerekiyor. Bir de muhalif olduğunu da öğrenmiştiniz Fedakar Özdemir’in, onun muhalif gözlüğü ile bu Suudi Arabistan işini de konuşalım istediğim için ek bir kayıt için kendisine rica ettim, o da sağolsun kabul etti.

Fedakar, dün berabere kaldık. ‘Dostça’ bitti diyelim de. Tırnak işaretli bir ‘dostça’. Sanki federasyon, devlet, futbol dünyası, herkes bu maçta bir sorun olmasın, aman tadımız kaçmasın gibi oldu diye hissettim.

F.Ö.: Ben de öyle hissettim yani ne şiş yansın ne kebap.

A.T.A.: Sen nasıl değerlendiriyorsun bu Suudi Arabistan’da oynama işini?

F.Ö.: Son yıllarda aslında genel olarak Arapların futbol üzerinde bir planı var. Yani para bizde, en iyi futbolcuları biz getiririz, burada oynatırız. Ben şuna benzetiyorum birazcık; Romalılar gladyatörleri oynatıp izliyorlardı ya, böyle biraz futbolun kendi içerisindeki ruhu, o kolektif ruhu, beraber oynama ruhunun dışında sadece bir seyir. ‘Bizim paramız var, biz parayı basarız, Ronaldo'yu da izleriz, Neymar’ı da izletiriz’ gibi bir yere doğru gittiğini düşünüyorum. Tabii bizim ülkemizde de Suudi Arabistan ile olan ilişkiler göz önüne alındığında çok da şaşırtıcı değil orada oynanmak istenmesi. Ama tabii bizim için, benim kendi adıma rahatsız edici bir şey bu yani iki tane takımın ekonomik kaygılarıyla sanırım oradan bir para alınacak falan.

A.T.A.: Diğer bir şey, Cumhuriyet’in 100. yıl dönümünde orada oynattım demek de istiyor birileri. Bana öyle geliyor, başka bir yönü. Çok pardon sözünü kestim. Suudi Arabistan'ın insan hakları sicili ortada; idamlar, işkenceler bilinen şeyler. Futbolu kullanarak kendini temize çıkartmak istiyor da olabilir, öyle bir yönü de var gibi geliyor bana bir yandan da, sen ne dersin bu konularda?

F.Ö.: Tabii öyle bir planı da var yani ama herkes şunu biliyor, hani ‘kral çıplak’ diye bir şey vardır. Yani herkes Suudi Arabistan'ın ne olduğunu biliyor. İnsanlığa, hayata bakış açısını biliyor genel olarak yönetiminin. Hem kendini aklamak adına dışarıya karşı böyle bir, ‘Bak biz Türkiye'nin de Süper Kupası'nı burada oynuyoruz’ veya ‘İtalya’nınkini de burada oynatıyoruz’ demek ki ‘bak biz de yapabiliyoruz’ gibi, ‘Güzel de bir ülkemiz var, biz futbola da güzel bakıyoruz ve aslında biz o kadar da kötü değiliz’ imajı yaratıyor. Ama ben kendi ülkemin açısından düşündüğüm zaman da Suudilerin kendine göre bir hesabı, bir muradı olabilir. Ben Süper Kupa'nın Türkiye'de oynanmasını isterdim yani nerede oynansın, Türkiye dışında oynanacaksa işte ne bileyim Kıbrıs'ta oynansın, ne bileyim..

A.T.A.: Azerbaycan olabilir.

F.Ö.: Azerbaycan da olabilir. Bir de deprem bölgesinde oynansın ve bütün geliri de oraya bırakılsın.

A.T.A.: Hatay’daki stat yıkıldı ama Maraş'ı var, Adıyaman'ı var. Maraş ve Adıyaman gibi Süper Lig'de olmamış takımlar, onlara gitsin gibi olabilir bir yandan da aslında.

F.Ö.: Hatta geliri de oraya verilsin yani oradaki insanlara verilsin. Bu çok anlamlı olurdu yeni yıla başlarken. 2023'e başlarken böyle bir deprem olmuş, sen aynı yıl bir maç yapıyorsun. Anlamlı da bir kupa yani bunu orada yapabilirdin, çok daha anlamlı olurdu, Cumhuriyet’in 100. yılını da birleştirirdin. Ben böyle düşünüyorum ve çok dramatik bir durum aslında diye de düşünüyorum.

A.T.A.: Açık Radyo'da Burcu Biçer her Cuma spor köşesini sunuyor. Ondan da aslında bir alan aldık gibi de oldu, maçı konuştuk. Bir de 2023’ün son programı bu Fedakar. Nasıl geçti senin için bu sene sakatlığın bağlamında ve 2024 için bir mesajın var mı dinleyenlere?

F.Ö.: Başlangıcından itibaren çok iyi geçmedi diye düşünüyorum. Depremdi, ölümler, kalımlar, savaş... Filistin savaşını da düşünürsek... Aslında hep şöyle söylerler ve ben de buna katılırım, ‘Gelen gideni aratmasın.’ Yani öyle bir yıl olsun. Gelecek yıl bu yılı aratmasın mümkünse. Engellenmediğimiz, engellerin ortadan kalktığı bir ülke, bir dünya olsun. Daha mutlu olalım, hepimiz daha mutlu olalım diye düşünüyorum.

2024 Yılına Sakat Muhabbet Sürprizi

A.T.A.: Çok çok sağol. Fedakar Özdemir’di bu haftaki konuğumuz, çok sağolsun. Daha bugün sabah konuştum, hiç tanımıyordum kendisini. Elif Gamze Bozo’nun da aracılığıyla tanıştım ve konuk oldu. Tabii siz dinlediğinizde bu programı, maç oynanmış olacak. Bir skor tahmini yaptık, anlattık ama siz Çarşamba günü bunu bilerek dinleyeceksiniz. Dinleyenler için söylüyorum. Ben de Galatasaray olarak Galatasaray'ın tabi kazanmasını istiyorum. Fenerbahçe'yi yenmek bir Galatasaraylı için çok büyük mutluluk. Aynı şey Fenerbahçe için de geçerli. Hayırlısı olsun diyelim. Ligimizde bu sene sıkıntılar var, hakeme yumruktur, bir maçta futbolcuların - Bursa - Amed maçını söylüyorum - birbirine saldırısıdır, bir maçın tatil edilmesidir gibi çok sıkıntılar var. Keşke içimiz rahat olsa yani bu maçta bir sıkıntı var mı diye düşünmeden maç bitirebilsek; kazansak, kaybetsek ve onu yaşasak istiyorum, onu söyleyeyim programın sonunda.

Son program bu, bu yılın, Sakat Muhabbet’in. Yeni yılda bir sürprizimiz olacak dinleyenlere, onu söyleyeyim. Sürprizin ne olacağını şimdiden söylemeyeyim. Yeni yılın ilk programında iki hafta sonra onu da paylaşacağız dinleyenler ile. Sakat Muhabbet’e [email protected] 'dan yazabilirsiniz. X'de, Instagram'da, Facebook'ta varız, oralardan bize ulaşabilirsiniz. Bir dahaki programda, bir dahaki yılda görüşmek üzere diyorum, hoşça kalın.