Sakat Tarih (II)

-
Aa
+
a
a
a

Alper Tolga Akkuş ile İdil Seda Ak, sakatlığın tarihini Ortaçağ’dan 2000’li yılların başına kadar geçen süreyi odağa alarak konuşuyor.

Sakat tarih (II)
 

Sakat tarih (II)

podcast servisi: iTunes / RSS

Alper Tolga Akkuş: Merhaba. Konuğumuz bu hafta da İdil Seda Ak. Sakat Tarih konusu etrafında konuşmaya devam edeceğiz. Ortaçağ’da kalmış, Ortaçağ’ın karanlığından bahsetmiştik. Sonra Anadolu coğrafyasının sakatlara tutum özelinde daha iyi bir durumda olduğundan söz etmiştik. İsterseniz bu noktadan devam edelim.

İdil Seda Ak: Bizim coğrafyada sakatlığa ilişkin gelişmeler fena değil. En azından Avrupa'daki kadar kötü değil. Örneğin hayır kurumlarının çok yaygınlaştığını görmek mümkün.Selçuklu'da, Osmanlı'da imarethanelerin kurulduğunu görebiliyoruz. Akıl ve ruh sağlığıyla alakalı bir takım hastanelerin, merkezlerin kurulduğunu biliyoruz. İspanya ve Fransa'nın Güneyinde de, Arap yarımadasında da böyle örnekler var. Bir tür iyileştirme ve yardım hareketi bu coğrafyalarda yoğun bir mevcudiyete sahip. Ama tabii Ortaçağ’da cüzzamın etkisi, cüzzamdan dolayı kurulan tecrit merkezleri de mevcut. Bilinmeyen hastalıklar nedeniyle yapılan infazlar da söz konusu. Bir diğer kötü gelişme olarak İskandinav ülkelerinde zihinsel engelli ya da sağır kişilerin gemilere bindirilerek okyanusun ortasına bırakılmasından söz edebiliriz. İyi gelişmelerin yanında kötü gelişmeler de var. İnsanların bir yandan engellileri tedavi etmek, bir yandan da onlardan tastamam kurtulmak için çabaladığını söyleyebiliyoruz. Rönesansta ise engellilere bakış çok ılımlı. Ama Osmanlı’da da engelliler için tedavi merkezleri ve hatta okulların kurulduğunu unutmamalı.

Rönesans, freak show, ilk kazanımlar

Körhane, körlerin eğitimi için kurulmuş. Bu dönemde üstün yetenekliler için kurulmuş olan Enderun Mektepleri’ni görmek de mümkün olabiliyor. Yine bu dönemde, özellikle de İngiltere’de engellilikle ilgili yeni kavramların ortaya çıktığını görüyoruz. Zihinsel engelli kişiler ile ruh sağlığı sorunu yaşayan kişiler aynı şekilde değerlendirilmiyor ve adlandırılmıyor. Bunların arasında farklar olduğu düşünülüyor. Dolayısıyla da bu farkları ortaya koyan bir takım metinler ortaya çıkıyor. O metinler de bize yol gösterici oluyor. Francis Bacon tarafından yazılmış olan The Advacement of Learning kitabının bu bağlamda önemi haiz. Bunlara karşın kötü gelişmeler de yine söz konusu. Örneğin Ortaçağ İngiltere'sinde engelli kadınların cadı olarak adlandırılması ve infaz edilmesinden söz edebiliyoruz. 1600’lerde ise bu gibi uygulamalar yasaklanıyor ve hümanist yaklaşımlar benimsenmeye başlanıyor. Bu dönemde İspanya'da işaret diliyle alakalı eğitimlerin ortaya çıktığını görüyoruz. Ve bununla alakalı bir standartlar kitabı yayımlanıyor. Bu da işaret dilinin gelişimine dair ilk tarihsel adımlardan biri olarak görülebilir. 1776 yılında Amerika’da engelliler için emekliliğin mümkün kılınması gibi iyi gelişmeler var. Bu da Amerikan Bağımsızlık Savaşı'ndan çıkan gazilerin talebi sonucunda kazanılmış bir hak.

Özetle, Ortaçağ sonrası dönemde ilk bölümde sözünü ettiğimiz medikal model baskınlaşıyor. Artık tıp ilerlediğinden, tıbbi denemeler de artış gösteriyor. İnsanlar tahrip edici ve bilimsel olmayan yöntemlerle tedavi edilmeye çalışılmıyor. Böylece insanların tedavi sürecinde daha da kötü bir hâl almasının, hayatını kaybetmesinin biraz önüne geçiliyor. Böylelikle engelliler için hayat az da olsa kolaylaşıyor.

1700’lere geldiğimizde Avrupa'da da okullaşmanın olduğunu görmek mümkün olabiliyor. Yani engellilere has okullar kuruluyor. Fiziksel Engelliler Okulu, İşitme Engelliler Okulu, Sağırlar Okulu, Körler Okulu gibi okullardan bahsedebiliyoruz. Bu okullar eğitim hakkının tesisi ve eğitimin tahsisi açısından önemli. Ayrıca okullarda engelli hareketi için çok önemli bir zemin oluşturuyor. Düşünün, 24 saat sizinle aynı koşullardaki kişilerle yaşıyorsunuz. Bu, kendi durumunuzla ve çevrenizdekilerin durumuyla ilgili düşünmek için size zaman tanır. Zaten engelli hareketini ortaya çıkaranlar da genellikle bu okullardan çıkanlardır.

1800'lerde ise kayda değer bir olay oluyor: Fransa'da bir ormanda bir çocuk bulunuyor. Çocuk 11 yaşında. Fransız bir hekim onun üzerinde 6 yıl boyunca çalışıyor. 6 yıl boyunca çalışmasına rağmen çocukta herhangi bir gelişme sağlanamıyor. Çocuk bir sürü şeyi öğrenemiyor, dil geliştiremiyor ve çoğu nesneyi birbirinden ayırt edemiyor. O çalışmadan sonra anlaşılıyor ki bazı gelişim alanları için kritik yaşlar var ve o yaşlar geçtiğinde sonsuza kadar o alanda beceri edinemez bir hâle geliyorsunuz. Dil gelişimi bunlardan bir tanesi. 12 yaşından sonra insanların konuştuğu dile maruz kalmanız hiçbir şey ifade etmiyor. Bu da dili öğrenemeyeceğiniz anlamına geliyor. Bu, engellilerin durumunu anlamak açısından epey önemli bir çalışma.

1800'li yıllar boyunca gerek Amerika'da gerekse Avrupa'da engelli kişilerin gösterilerde, sirklerde yer aldığını ve kullanıldığını görüyoruz. Özellikle fiziksel ve zihinsel engelli , uzuvları olmayan veya vücudunda birtakım anomaliler olan kişiler bir gösteri figürü olarak sunuluyor. İngilizcede buna freak show deniyor. YouTube'da bu “şov”ların videolarını görmek mümkün. Bu ifadeyi “ucube şovu” diye de çevirebiliriz.

A.T.A.: Gerçekten akıl almaz bir şey bu. Bu olayı ilk kez duyanlar hayrete düşmüş olmalı. Bunların hepsi tarihte yaşanmış ama şu an, günümüzde bile izdüşümleri var. Bu sağlamların bakış açısından sakatları görmeye eşdeğer.

Nazilerin sakat katliamı ve öjeni

İ.S.A.: Öjeni hareketiyle devam edelim. Öjeniyi kısaca tanımlayalım: Öjeni ari ırk yaratmak üstüne kurulu bir düşünce biçimi. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri Naziler. Naziler zamanında çok ciddi rakamlarda engelli kişinin infaz edildiğini biliyoruz. Kayıtlar tabii ki net değil. Kayıtlara ulaşmak da mümkün değil. Ama 1939 ile 1945 yılları arasında yaklaşık 275 bin engelli kişinin öldürüldüğü düşünülüyor. O güne baktığımızda, sokaklardaki pek çok duvarda engelli kişileri yaşatmanın ne kadar maliyetli olduğuyla ve bu maliyeti Almanların karşılamak durumunda kaldığıyla ilgili propaganda posterleri görmek mümkün. Bu posterlerle söylenmek istenen bu insanların hayatlarının değersiz ama yüksek maliyetli olduğu. Öjeni hareketiyle birlikte Nazilerin engelli insanın ölümüne sebep olması bu açıdan şaşırtıcı değil. Nazi hareketinden etkilenen Danimarka ve İsveç'te de buna benzer uygulamalar var. Bu ülkelerde 1930 ile 1955 yılları arasında özellikle işitme engelli kişiler kısırlaştırılıyor. Kısaca, geri dönüşü olmayan uygulamalarla, ölümlerle mücadele etmek zorunda kalınmış.

20. yüzyılın ikinci yarısında sakatlık

Naziler savaşı kaybettikten ve savaş bittikten sonra, artık daha barışçıl bir ortam arzu ediliyor ve örgütler kurulmaya başlanıyor. Birleşmiş Milletler de dünyanın bu barış isteği sonucu kurulmuş örgütlerden biri. Birleşmiş Milletler'e paralel olarak engellilikle alakalı birçok örgütün de gerek lokal, gerekse global bazda kurulduğunu görmek mümkün. Mesela savaşlardan çıkan gaziler kendi örgütlerini kuruyor. Daha önce sözünü ettiğimiz yatılı okullarda okuyan kişiler kendi engel türlerine göre dernekler kuruyor. Tabii ki aile örgütleri de kuruluyor. Çocuğu engelli kişiler bu aile örgütlerini kurarak bir takım savunmalar yapıyor. 60’ların başlarında durum böyle. 60’ların sonlarına doğru ve 70’lerin başlarında ise model biraz değişim gösteriyor. Bu yıllarda medikal modelin etkisinden çıkılıp sosyal modelin etkisi altına giriliyor. Hak arayışları merkezî bir konum kazanıyor. Artık engelli kişiler sorunu kendilerinden ziyade çevrelerinde ve çevresel koşullarda bulmaya ve görmeye başlıyor. Kendi haklarını savunur bir hâl alıyorlar. Bu dönem hakkında daha derinlikli bilgi sahibi olmak için Crip Camp belgeseli izlenebilir.

A.T.A.: Ben de bu belgeseli çok severim. Türkçede “sakat” ifadesine pek sıcak bakılmıyor. Pejoratif bir ifade olduğu düşünülüyor. Ama İngilizcedeki crip’in tam çevirisi sakat. Ve crip, İngilizcede gayet normal karşılanan bir ifade.

İ.S.A.: Bu belgeseli izleyince engelli kişilerin nasıl öz savunuculara dönüştüğünü, nasıl örgütlendiğini ve nasıl farklı engellilik hâllerini birbirlerinden öğrenip bir arada savunu yaptıklarını görebiliyoruz.

A.T.A.: Hak arayışının bu aşamasında, 90’lı yıllarda Sakatlar Derneği kampları oluyordu. Ben böylesi bir kampa hiç katılmadım. Tabii oradan bugünkü gibi bir aktivizm de yükselmedi.

İ.S.A.: 90'larda o kampların olduğunu biliyorum. Ama 60’larda Türkiye anayasasına engelli çocukların eğitim hakkının sokulması da çok değerli çünkü o dönemde hiç kimse engelli çocukların eğitim hakkından bahsetmiyor. Dolayısıyla her dönemde kayda değer gelişmeler olmuş. Birini diğerinden daha önemli addetmek mümkün değil.

Önemli gelişmelerin bazıları da İtalya'da oluyor. İtalya ayrıştırılmış okul dediğimiz modelden vazgeçiyor. Körleri körler okuluna, sağırları sağırlar okuluna gönderme modelini rafa kaldırıyor ve bütün çocukların akranlarıyla beraber standart okullarda okumasını sağlıyor. Bugün buna kapsayıcı eğitim diyoruz, ama o gün bu terminoloji mevcut değil. Bu gerçekleştiğinde yıl 1979. 1975'te ise yasa çıkarılıyor. Biz ise bugün Türkiye'de hâlâ ayrıştırılmış okulları konuşuyoruz. Ayrıştırılmış okullar var ve Milli Eğitim Bakanlığı ayrıştırılmış okullara baya yatırım da yapıyor. İtalya'da o dönemde gerçekleşen bir başka gelişme ise ruh sağlığı hastaneleriyle ilgili. Türkiye’de Bakırköy, Erenköy gibi büyük Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastaneleri var. O hastanelerde insanlar çok uzun yıllar boyunca kalabiliyorlar. 70'lerde İtalya bu hastane modelinden de vazgeçiyor ve ev temelli bakım hizmetleri oluşturmaya başlıyor. İnsanlar hastanelerde değil evlerde bakılıyor ve toplumla daha iç içe bir şekilde tedavi ediliyor. Bu o dönem için inanılmaz inovatif bir girişim. Türkiye bu yapıya hâlâ tam anlamıyla geçemedi.

1980'ler ve 90'lara geldiğimizde bu halk hareketi iyice hani kendini göstermeye başlıyor şu ifade en ana ifade hâlini alıyor: “Ben olmadan benim için asla.” Bu not düşmeye değer bir şey zira böylece engellilerin engelliler için alınan kararlarda söz hakkına sahip olması, hatta bu kararları doğrudan engellilerin alması gerektiğine dair bir farkındalık oluşmaya başlıyor.

2000'lerde ise Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi var. Bu, bugün engelli hakları özelinde temel aldığımız en önemli döküman. Bu metin için neredeyse “Bizim pusulamız” diyeceğim. Bu sözleşme Türkiye tarafından 2007'de imzalandı. 2009'da da sözleşmeye taraf olduk. Birçok ülke de bu sözleşmeye taraf durumda. Dolayısıyla ulusal vizyon bakımından da bize önemli ipuçları veren bir metin, bir hak metni. Burada tanımlanmış yaklaşık 20 hak var.

A.T.A.: Bu metnin tarihi nedir?

İ.S.A.: Sözleşme 2006'da çıktı, 2007'de imzaya açıldı. Türkiye sözleşmeyi imzaya açıldığı gün imzaladı. Bu sözleşme 2009'da da iç hukukumuzun bir parçası hâline geldi. 2009'dan beri Türkiye bu sözleşmenin tarafı ama hâlâ oradaki vizyonu tam anlamıyla yakaladığımız söylenemez.

Son olarak, engellilik meselesinin artık bir merhamet meselesi olarak görülmemesi, bir hak meselesi olarak kavranması gerektiğinin tekrar altını çizelim ve kendimize soralım: “Kendi bakış açımızda, kullandığımız dilde ve davranışlarımızda engelliliğin bir hak meselesi olduğu gerçeğini yeterince yansıtıyor muyuz?”