“Çevrimiçi ders bir yanılsama”

-
Aa
+
a
a
a

Prof. Dr. Lale Akarun, yurtların depremzedelerin kalması için uygun olmadığını, çevrimiçi eğitimin öğrenciler açısından verimsizliğini ve Gölcük depremi sonrasında prefabrik dersliklerde eğitime başlayan üniversitelerin deprem bölgesinde toparlanmasında oynadığı rolü anlattı.

(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hali değildir.)

Ömer Madra: Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği öğretim görevlisi Prof. Dr. Lale Akarun'la birlikteyiz. Boğaziçi Üniversitesi akademisyenlerinden dün kamuoyuna yayınlanan bir duyuru vardı. Şöyle diyordu: “Acımız büyük. Yakınlarını kaybedenlere baş sağlığı ve sabır, yaralılara acil şifalar diliyoruz. Tüm üniversite bileşenleri olarak bölgede yaşayanlarla dayanışma gayreti içindeyiz. Önümüzdeki süreçte de depremin yol açtığı ağır psikolojik ve maddi yaraların sarılması için yurt çapında verilen dayanışmanın her safhasında yer alacağız.”  Dedikten sonra da bu “Yaşanan felaket karşısında ilk aşamada tüm üniversitelerin bahar dönemi başlangıç tarihleri ertelendi. Ardından KYK yurtlarının depremzede yurttaşlara tahsisiyle tüm üniversitelerde bahar dönemi eğitiminin çevrimiçi olarak yürütüleceği duyuruldu. Bu kararın eğitsel ve insanî açılardan ciddi sakıncalar barındırdığını hem deprem mağdurlarının hem de öğrencilerin hayatını olumsuz yönde etkileyeceğini düşünüyoruz”  diyorsunuz. Şimdi bunun üzerinde biraz bizi aydınlatır mısınız lütfen?

Lale Akarun: Öncelikle deprem hepimizi çok etkiledi. Hepimiz çok üzüldük. 8 gündür başka hiçbir şey düşünemiyoruz. Biz de tüm ülke gibi şoka girdik. Elimizden ne gelebilir, neyimiz var? Hemen onun telaşına girdik. Boğaziçi Üniversitesi İstanbul'da olabilir ama bizim öğrencilerimiz her yerden gelir. Bizim deprem bölgesinden gelen çok sayıda öğrencimiz var. Ayrıca hocalarımız da var. Mesela ben bilgisayar mühendisliği bölümündeyim. Hocalarımızdan bir tanesi Gaziantep'ten, bir tanesi Adana'dan. Adanalı olan hocamız ailesinin yanındaydı deprem olduğunda. İlk önce onu aradık, sonra öğrencilerimizi tespit ettik. Onları teker teker aramaya başladık. Sadece bölüm olarak değil bütün okul çapında bunu yapmaya başladık. Öğrencilerimizden maalesef kayıplar var. Ailesinden kayıpları olan var. Evleri tamamen yıkılmış olan çok kişi olduğu gibi evi yıkılmamış olan da sokakta ve çok zor durumda. Onlara nasıl yardım ulaştırırız diye ilk birkaç gün uğraştıktan sonra onları bir an önce yurtlarımıza getirme çabasına giriştik. Hatta onlara “ailelerinizle birlikte gelin, ailelerinizi de üniversitede misafir edelim” dendi Üniversitenin otobüsleriyle gidilip 78 kişi getirildi.

Biz de üniversitenin içinde hazırlıklara başladık. Acaba gelecek öğrencilerimize nasıl bir psikolojik destek organizasyonu yapalım, onların neye ihtiyacı vardır? “Burs bulalım, ne yapabiliyorsak yapalım” diye düşündük. Tam bunları yaparken pat diye bir haber geldi ve bütün üniversiteler kapandı! Yani ifade de buydu, “Üniversiteleri kapatıyoruz!”

Zaten deprem bölgesindeki öğrencilerin en büyük ihtiyacı bir an önce oradan çıkıp normal hayatlarına dönmek. Bu kolay olmayacak. Tabii ki akılları ailelerinde kalacak ama ailelerinin kurtuluşu da bu öğrencilerin iyi bir eğitim almasında, eğitimlerine ve normal hayata dönmesinde. Onlar iyileşmeli ki ailelerine yardım edebilsin. Yani “siz de ailenizin yanında, orada kalın! Olmayan internet, olmayan bilgisayar ve telefonla bir çadırın içinde ya da bir evin içinde tıkış tıkış bir yerde. Kardeşleriniz ve diğer insanlarla birlikte uzaktan ders izleyin!” deniyor. Yani olabilecek bir şey mi bu?

Ö.M.: Lale Hanım, bu Boğaziçi akademisyenlerinin kamuoyuna duyurusunda “yurtlarda hâlihazırda ikamet eden öğrencilerin apar topar tahliye edilmesi kararını doğru bulmuyoruz. Bu karar var olan mağduriyetleri ortadan kaldırmadığı gibi yeni mağduriyetlere yol açacaktır. Öğrenci hayatına göre düzenlenmiş olan üniversite yurtları, büyük bir travma yaşayan ailelerin asgari yaşam gereksinimlerini karşılayacak düzen ve donanıma sahip değildir. Mağdur ailelerimizin barınma sorununu çözmek için oteller, kurumsal kamp, lojman ve misafirhaneler, askerî tesisler ve birçok şehre yayılmış boş konut ve sitelerin kullanımı gibi gerçekçi ve rasyonel çözüm alternatiflerinin ivedilikle değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamak isteriz” diyorsunuz. Bunu biraz açabilir miyiz lütfen?

L.A.: Ben lise ve üniversite hayatımda yurtta kaldım. Yurt odaları şimdi biraz daha iyileşti ama bizim kaldığımız yurt odaları Boğaziçi Üniversitesi'nde 20 kişilikti bizim zamanımızda. Yurtlar tıkış tıkış yan yana ranzalardan oluşur. Şimdi biraz daha iyidir işte. Diyelim ki 6 ya da 8 kişilik odaları düşünelim, bunların içinde 3 ya da 4 tane ranza vardır. Belki biraz dolap olur. Yani herkese oturacak bir sandalye bile olmaz. Şimdi bir aile nasıl dayanır buna? Çünkü öğrenci yurda gece gelir. Bütün gününü dışarıda geçirir; derse girer, kütüphaneye gider, çalışmaya, yemekhaneye gider. Arkadaşlarıyla sosyalleşir, kantinde oturur, gece yatmaya gelir. Yurtta zaman geçirmez. Bir aile ranzaların tepesinde nasıl oturacak? Tuvaletler, banyolar ortaktır. Değişik aileler yan yana odalara koydunuz. Mahremiyetlerini sağlayacak bir ortam yok. Hiçbir şekilde düşünülmeden alınmış bir karar bu. Otel odası bile bence uygun değil. Kurum misafirhaneleri, kamplar falan daha iyidir bundan. Ayrıca üniversiteler artık her ilimizde, biliyorsunuz. Mesela Kars'ta, Ardahan'da bir üniversitenin yurdu var. Deprem bölgesindeki aile kalkıp oraya gidip orada 3 ay, 6 ay, bir sene kalmak isteyecek mi? Yani bu olacak bir şey de değil.

BİR NESİL EĞİTİM ALAMIYOR

Ö.M.: Ben bir de şeyi de daha sormak istiyorum Lale Hanım. Sizin Boğaziçi Üniversitesi duyurunuzda “Pandemi döneminde alınan sağlık ve güvenlik tedbirleri dolayısıyla yüz yüze eğitime ara verilmiş ve zorunlu olarak çevrimiçi eğitim kararı ilan edilmişti. Bu süreçte çevrimiçi eğitimin eşitlik ve kapsayıcılık açısından ortaya çıkardığı sorunlar, kampüs hayatının fiilen ortadan kalkmasının eğitim ve öğretimin niteliğine verdiği hasarlar kuvvetle deneyimlendi. Yüz yüze eğitime yeni geçilmişken tepeden inme ve aceleyle alınan çevrimiçi eğitim kararının telafi edilemez sonuçları olacaktır” deniyor. Yani deprem felaketinin üstüne bir de bu eğitim meselesi gelecek bunu da biraz konuşabilir miyiz lütfen?

L.A.: Öncelikle, pandemide eve kapandık. Mecburen kapandık. Çünkü pandemide başka türlüydü her şey, insanların yan yana gelmemesi gerekiyordu. Kalabalık olmaması gerekiyordu. Onun için sağlık gerekçesiyle mecburen kapandık. Öğrenciler hiç memnun olmadılar. Bundan en çok öğrenciler mağdur oldu. Ayrıca uzaktan eğitim başka bir şey. Yetişkinlere meslek içi eğitime falan uygun olabilir ama asıl üniversite eğitiminde gençlerin kendisini bulması, akranlarıyla birlikte birbirinden öğrenerek, hocalarıyla da birlikte bir arada olarak, tartışarak eğitim almaları gerekir. Yani pandemi dönemindeki kayıplar çok büyüktü. Bir kere uygulamalı hiçbir şey yapılamadı. Biz bir süre sonra hibrit yapmaya başladık. Yani sınıfta ve çevrimiçi olarak ders yaptık. Ama mesela üniversiteyi hiç görmemiş bir sürü öğrenci var. İki sene boyunca gelmeyen öğrenciler daha yeni gelmişti. Yani bu çocuklara yazık. Yazık olmasının ötesinde bir nesli kaybediyoruz. Bir nesil eğitim almıyor, alamıyor. Bu çok önemli bir kayıp.

Özdeş Özbay: Bu konuda sabah Diken gazetesinde gördüğümüz önemli bir haber vardı. Bu kararın hemen ardından ilk somut kararın Boğaziçi Üniversitesi tarafından açıklandığı şeklinde ve hibrit sisteme geçeceğine dair bir haber. Bu konuyu merak ediyorum, biraz anlatmanızı istiyorum. Bu hibrit sistem nedir? Bir de bu kararı kim almış oldu? Bu resmî bir yazıyla mı duyuruldu? Boğaziçi Üniversitesi’nde bir yandan da atanmış rektöre karşı bir mücadele sürüyor. Bu rektörlüğün aldığı bir karar mı?

L.A.: Değil. Bir taraftan tabii ki bir yerde demokrasi varsa bu sadece rektörlerin seçilmesiyle olan bir şey değildir. Boğaziçi Üniversitesi'nde demokrasi var. Çünkü herkes fikrini çok yüksek sesle söylüyor. Herkes yazıyor, çiziyor, söylüyor. Gazetelere yazıyor, televizyona çıkıyor, “Bu olmaz” diye demeç veriyor. Bir de zaten bir haftadır Boğaziçi Üniversitesi kendi içinde yani rektörlük de dahil olmak üzere “Acaba depremzedelere nasıl yardım ederiz?” diye tartışılıyor. Yani bizim bir sürü planlarımız vardı. “Öğrencilerimizi nasıl getireceğiz? Nasıl rehabilite edeceğiz? Rehberlik merkezimiz var, orası programlar hazırlıyor. Bu işi şu kadar kişi nasıl yaparız, bu işe nasıl yetişiriz? Nereden burs bulacağız? Bir taraftan da, kimin neye ihtiyacı var?” Boğaziçi Üniversitesi'nde tabii ki hâlâ hocaların bir ortak aklı var. Bu hibrit model de bu tartışmadan çıktı.

İkinci bir şey: Bizim üniversitemizdeki yurtlar, Kredi Yurtlar Kurumu (KYK) yurdu değil. Kendi yurtlarımız. Yani bence Kredi Yurtlar Kurumu modeli çok yanlış. O yurtların hepsinin hizmet ettikleri üniversitelere devredilmesi lazım. Bizim yurtlarımız kendi yurtlarımız. Dolayısıyla Gençlik Spor Bakanlığı'na bağlı değiliz. Bunun da bir etkisi var tabii ki.

ÜNİVERSİTELERİN AYAĞA KALKMASI LAZIM

Ö.M.: Evet, bu arada insanın bir sosyal varlık olduğu da tamamen unutulmuş gibi gözüküyor. Yani normal olarak sizin de bu kamuya duyuruda belirtmiş olduğunuz gibi “Deprem felaketinin yarattığı toplumsal travmanın yoğun olarak yaşandığı bir dönemde, öğrencilerin üniversitelerdeki sosyal hayatın ve ortak çalışma ortamının içine dahil olmaları, kampüslerde, yurtlarda akranları ve hocaları ile bir arada olmaları, ihtiyaç duymaları hâlinde psikolojik desteğe kolayca ulaşmaları hayati önem taşımaktadır. Oysa çevrimiçi eğitim bu imkânları ortadan kaldıracak, gençleri yalnızlığa mahkûm edecektir” diyorsunuz. “Dahası, özellikle de deprem bölgesinde yaşayan öğrencilerin çevrimiçi eğitime erişirken teknik zorluklarla karşılaşacakları açıktır.” Bu da unutulmuş gibi gözüküyor.

Ö.Ö.: Ben de bir cümle ekleyeyim. Hibrit eğitimle ilgili olarak şöyle geçmiş Diken gazetesindeki haberde: “Boğaziçi Üniversitesi ilk somut adımı attı”, bu konuda böyle deniyor. “20 Şubat'ta bahar dönemi dersleri başlayacak. Öğrenciler dersleri çevrimiçi olarak takip edebilecek. İsteyen öğrenciler ise derse sınıfta katılacak” denmiş. “Bahar dönemi boyunca tüm yurtların yemekhanelerinde kütüphanenin ve tüm çalışma alanların hizmet vermeye devam edeceği” belirtilmiş.

L.A.: Biz öğrencilere sorduk “Ne istiyorsunuz?” diye. Gelmek mi istiyorsunuz, dersleri uzaktan mı izleyeceksiniz? Yani yüzde 90’ı tabii ki gelmek istiyor. Herkes kampüse gelmek istiyor. Çevrimiçi ders bir yanılsama. Zira derslere girmemiş oluyorsunuz.

Bizim Gölcük depremiyle ilgili çok büyük tecrübemiz var bir de… O kadar büyük birikimimiz, tecrübemiz var ki… Gölcük depreminden sonra, insanlar çok uzun süre hiçbir binaya giremediler. Milli Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay o zaman rektörümüzden “Bir proje yapın, okulları depreme hazırlayın” diye rica etti. Biz de Gölcük bölgesinin okullarının depreme hazırlanması projesini yürüttük. Sadece binaların hazırlanması değil, deprem mühendisliği, inşaat mühendisliği hocalarımız analizlerini yaptılar ve bunun sonucunda “Güvenlidir” diye rapor verdiler. Bütün Gölcük bölgesi öğretmenlerini, 2.000 kişi kadar insan bir eğitimden geçirdik. Kocaeli ve Sakarya Üniversiteleri’nin hasar görmüş binaları vardı. Onlar da prefabrik binalar ve derslikler kurdular. Yani açıldılar. Ben de Sakarya Üniversitesi’nde seminer düzenledim. O üniversiteler şehrin tekrar hayata başlamasında o kadar önemli bir rol oynadılar ki. Deprem bölgesindeki üniversitelerin ayağa kalkması lazım. Çünkü yaraları sarmada çok önemli bir rol oynuyorlar. Bütün bu tecrübelerden, bütün bu yaşanmışlıklardan, deneyimlerden faydalanmak lazım.