Anadolu’da biyoçeşitlilik

-
Aa
+
a
a
a

Antroposen Sohbetler’de Anadolu biyoçeşitliliğini Doğa Koruma Merkezi’nden Dr. Özge Balkız ile konuştuk.

Fotoğraf: Prof. Dr. Mustafa Sözen
Sitta krueperi [Anadolu sıvacısı] - Hemen hemen ülkemize endemik bir kuş türü. Midilli Adası ve Kafkaslar’da da küçük bir dağılımı var. Yakın gelecekte küresel ısınmanın neden olduğu iklim değişiminden olumsuz etkilenecek bir kuş türü.
Anadolu'da biyoçeşitlilik
 

Anadolu'da biyoçeşitlilik

podcast servisi: iTunes / RSS

Satırbaşları

  • Anadolu elbette belgesellerde izlediğimiz tropik alanlar kadar zengin bir tür çeşitliliğine sahip değil fakat Türkiye gibi ılıman kuşakta bulunan diğer ülkelere kıyasla oldukça zengin bir coğrafya.
  • Anadolu, Buzul dönemlerinde özellikle daha soğuk kuşaklardan gelen türlere sığınak görevi görüyor.
  • Antroposende ılıman kuşak türlerinin Asya’da yüzde 75’i, Avrupa’da yüzde 40’ı daralmayla karşı karşıya.
  • Endemik bitki türlerinin büyük kısmı sanılanın aksine ormanlarda, sulak alanlarda, göllerin etrafında değil, Türkiye’de, Anadolu’da, bozkır alanlarında kurak ve yarı kurak alanlarda görülüyor.
  • Bozkır alanlar Türkiye’de tam da bu nedenle atıl, başıboş, herhangi bir kanun ve yönetmelikle doğrudan koruma uygulamalarının uygulanmadığı, bir orman kadar, bir sulak alan kadar tanımlı koruma kanunları olmayan ekosistemler.

Utku Perktaş: Bugün geçtiğimiz haftanın programının devamı olarak tür çeşitliliği ve biyoçeşitlilik krizini daha derinlemesine tartışmaya çalışacağız. Geçen hafta biyoçeşitliliği tanımlamıştık ve “Antroposen ne demek? Biyoçeşitlilik antroposen içinde nasıl değişiyor? Biyoçeşitlilik nasıl bir krizde?” ve benzeri soruları ortaya atıp bu soruları ilgilendiren konulara giriş yapmıştık. Bu hafta da tür çeşitliliği konusuna girip bunun üzerine programı şekillendireceğiz. Bu hafta konuğum Doğa Koruma Merkezi proje koordinatörlerinden Özge Balkız. Özge hoşgeldin! Davetimi kabul ettiğin için çok teşekkür ederim.

Özge Balkız: Hoşbuldum! Ben çok teşekkür ederim davet için.

U.P.: Şu soruyla başlamak istiyorum: Bugüne kadar yaşadığımız gezegende, yani Dünya’da bilim insanları ne kadar tür tanımladı? Bu benim üniversitedeki derslerde de üzerinde durduğum bir mevzu, her zaman öğrencilere sorduğum bir soru. Bildiğimiz kadarıyla 1.75 milyon türe isim verilmiş. Sayıca oldukça yüksek görünüyor ama öngörüler bunun 11-12 milyona kadar ulaşacağını söylüyor. Dünya’daki bütün habitatlara ve tanımlanmayı bekleyen türlere bakıp ne olup bittiğini anladığımızda bu sayının daha da yüksek olabileceği ortaya çıkıyor. Bu konuya dair çalışmalar 2005-2009 yıllarında Avustralyalı bir bilim insanı tarafından ortaya konmaya çalışılmış. Yayımlanmış veya yayımlanmamış tüm veriler derlendiğinde sayının net olarak 1.9 milyon olduğu ortaya çıkmış. Kimi çalışmalar, bunun 30 milyona kadar çıkabileceğini söylüyor. Geçmişe baktığımızda fosil türler için bu sayı ne kadar olmalı? Bu konuda da en kapsamlı değerlendirmelerden birini 1986 yılında David M. Raup yayımlamıştı. Bugüne kadar yaklaşık 250 bin fosil türünün tanımlandığını ortaya koymuştu. Paleontologlar her yıl yaklaşık 200 bin fosil türünü literatüre kazandırmaya devam ediyor ve bu sayı günümüzde daha da artmış durumda. Böylesi bir tür zenginliğinden bahsedince ve bunların sınıflandırılması söz konusu olunca, şu soruları sormak da bir zaruriyet hâlini alıyor: Hangi canlılar hangi gruplara giriyor? Nasıl sınıflandırılıyor? Sistematik bir bakış açısıyla düşündüğümüzde, tanımlanan türler hangi başlıklar altında sınıflandırılıyor? Bunlara iye teker teker bakacak olursak, yaşam ağacına da değinmemiz gerekecek.

Yaşam ağacı genel olarak beş ana dal biçiminde şekillenmiş durumda. Bunlardan 2 grup, çoğunu gözle göremediğimiz mikroorganizmalardan oluşuyor. Bunlardan bir tanesi Monera âlemi, yaklaşık 10 bin türle temsil ediliyor. Diğeri ise bazılarını gözle görebildiğimiz, bazılarını göremediğimiz mantarlar, 72 bin türle temsil ediliyorlar. Bir diğer grup, gözle göremediğimiz tek hücreli canlılar. Bunlar da 80 bin türle temsil ediliyor. Daha sonraki gruplar bitkiler ve hayvanlar, bu gruplar çok daha yüksek tür sayısına sahipler. Bitkiler 270 bin türle temsil edilirken, yaşam ağacında hayvanlar 1 milyon 320 bin türle temsil ediliyorlar. Bitkilerin 275 bini sadece çiçekli bitkilerden oluşuyor. Bunların kaçı tehdit altında? Bugün, Antroposende yani insan çağındayız. Bu dönemin bu türler üzerindeki etkisi nedir? Örneğin, “Mikroorganizmalardan tehdit altında olan türler var mı?” sorusu aklıma gelince biraz araştırma yaptım ve mikroorganizmaların da tehdit altında olduğunu gördüm. Bizim de vücudumuzda bir sürü mikroorganizma var. Bir bitkinin de bünyesinde bir sürü mikroorganizma var. Eğer bitki ya da hayvan tehdit altındaysa, bunların taşıdığı mikroorganizmalar, bakteriler ya da farklı mantar türleri de tehdit altına giriyor. British Columbia Üniversitesi tarafından ortaya konan yeni bir çalışma şöyle diyor: Bakteriler önemli ölçüde yok oluyor, ancak dünyadaki daha büyük yaşam biçimlerini vuran o kitlesel yok oluşlardan kaçıyor gibi görünüyorlar. Bulgular bu mikroskobik taksonların çok büyük popülasyonları nedeniyle nadir şekilde öldüğüne dair yaygın bilimsel düşünceyle de çelişen bir durum ortaya koyuyor. Bugüne kadar Dünya’da geçmişi de işin içine kattığımızda 1.4-1.9 milyon bakteri soyunun var olduğu söyleniyor. Son milyon yılda 45 bin ila 95 bini yok oluşla karşı karşıya kalmış durumda. Dolayısıyla aslında Antroposeni ve öncesindeki yok oluşları düşündüğümüzde yok oluş olayları bütün canlıları belli ölçüde etkiliyor.

Diğer gruplar için durum nedir? Bitki ve hayvanlar için özellikle endemik türlerin, dar dağılıma sahip olan türlerin tehdit altında olduğunu görüyoruz. IUCN bunu belli ölçüde belgelemiş durumda. Örneğin nesli tükenme tehdidi altında olan amfibi türlerinin yani iki yaşamlıların yüzde 41’i, tüm memelilerin yüzde 26’sından fazlası tehdit altında. Dolayısıyla küresel felaket sahnesinde özellikle habitat kaybının, avlanmanın, istilacı organizmaların, kirliliğin ve en önemli tehditlerden bir tanesi olan iklim değişikliğinin parmak izlerini görüyoruz. Bunlara baktığımız zaman yok oluşların, özellikle bu etkilerin en belirgin olduğu yerlerde, yaşadığımız gezegende, tür zenginliğinin yüksek olduğu alanlarda ortaya çıktığını görüyoruz. Birkaç ilginç tür var aslında Dünya’da tehdit altına olan. Bu türlerin birçoğunu yaşam ağacı üzerinde değerlendirdiğimizde, türlerin çoğunu hayvanlar ve bitkiler oluşturuyor. Özellikle endemik bitkiler tehdit altında. Peki Anadolu’da durum ne? Bizim kendi coğrafyamızda yok oluşlarla ve Antroposenle birlikte neler oluyor?

Ö.B.: Anadolu elbette belgesellerde izlediğimiz tropik alanlar kadar zengin bir tür çeşitliliğine sahip değil, fakat ılıman kuşaktaki diğer bölgelere kıyasla oldukça zengin bir bölge. Bunu hem omurgalı hem omurgasız hayvan türlerinin hem de bitki türlerinin sayılarına baktığımızda görüyoruz. Bu anlamda belki tropik bölgeler kadar küresel ölçekte ciddi bir zenginlikten bahsedemeyiz, ama özellikle etrafındaki komşu bölgelere göre belli canlı grupları açısından büyük öneme sahip bir bölge. Bunu sağlayan birkaç faktör var. Enteresan bir topoğrafyası var ülkemizin, kuzeyden güneye bir kesit alsanız örneğin, çok kısa mesafede yükseklik hızla değişiyor. Bu da aslında belirli bariyerler oluşturarak türleşmeye, farklı canlı türlerinin ortaya çıkmasına imkân sağlıyor. Bir de soğuma dönemlerinde Anadolu özellikle daha soğuk kuşaklardan gelen türler için bir sığınak görevi görüyor. Bu türlerin bir kısmı da ısınma dönemlerinde tekrar kuzeye gitmeden kalıyorlar. Bu da belirli bölgelerde, örneğin Karadeniz’de Akdeniz’e ait canlı türlerinin bulanmasını sağlıyor. Peki, hangi canlı türleri açısından bu zenginlikten bahsedebiliriz?

Benim aklıma en başta bitkiler geliyor. Küresel rakamlar birkaç yüz bin olsa da Türkiye’de 10 binin üzerinde bitki türü var. Bu türlerin neredeyse 1/3’ü Türkiye’ye endemik ve belki 1/6’sı da çok lokal, yani gerçekten dar bir yayılışa sahip endemik türler. Herhangi bir tehditle karşı karşıya kaldıklarında ise çok daha savunmasızlar. Kısacası, insan faaliyetleri kaynaklı tehditlere çok daha açıklar.

U.P.: Özellikle dağılım alanlarındaki daralma için, örneğin Afrika’da yapılan çalışmalar memeli türlerinin yüzde 56’sının daralma ile karşı karşıya kaldığını söylüyor. Antroposende bu ılıman kuşak türleri Asya’da yüzde 75, Avrupa’da yüzde 40 daralma riski ile karşı karşıya. Ülkemizde de endemik canlılarımız çok sayıda ve iklim değişikliğinin bir etkisi sence de küresel ısınmayla gelen baskı olabilir mi? Türkiye’de biyoçeşitliliği kaybetmemize ya da tür çeşitliliğini tehlikeye girmesine insanın habitatları parçalaması, nüfus artışı ve bunun getirdiği baskı mı sebep oluyor?

Türkiye, dikkate değer bir biyoiklimsel ve jeomorfolojik çeşitlilik barındırmakta ve çok farklı bitki örtüsü türlerini desteklemektedir (Parolly, 2004). Üç biyocoğrafik bölgenin (Akdeniz, Avrupa-Sibirya ve İran-Turan bölgeleri; Davis, 1971; Takhtajan, 1986) kesiştiği noktada yer almaktadır. Türkiye, küresel olarak en yüksek Endemizm Zenginliğine sahip bölgelerin hiçbirini kapsamasa da (Kier ve diğerleri, 2009), üç küresel biyolojik çeşitlilik sıcak noktasında yer almaktadır (Akdeniz, Kafkas ve İran-Anadolu biyolojik çeşitlilik sıcak noktaları; Mittermeier ve diğerleri, 2005). Bu, Türkiye'nin yüzölçümünün yüzde 80'inden fazlasını kaplamaktadır (açık pembe: Akdeniz, yeşil: Kafkaslar, mavi: İran-Anadolu).

Türkiye, dikkate değer bir biyoiklimsel ve jeomorfolojik çeşitlilik barındırmakta ve çok farklı bitki örtüsü türlerini desteklemektedir (Parolly, 2004). Üç biyocoğrafik bölgenin (Akdeniz, Avrupa-Sibirya ve İran-Turan bölgeleri; Davis, 1971; Takhtajan, 1986) kesiştiği noktada yer almaktadır. Türkiye, küresel olarak en yüksek Endemizm Zenginliğine sahip bölgelerin hiçbirini kapsamasa da (Kier ve diğerleri, 2009), üç küresel biyolojik çeşitlilik sıcak noktasında yer almaktadır (Akdeniz, Kafkas ve İran-Anadolu biyolojik çeşitlilik sıcak noktaları; Mittermeier ve diğerleri, 2005). Bu, Türkiye'nin yüzölçümünün yüzde 80'inden fazlasını kaplamaktadır (açık pembe: Akdeniz, yeşil: Kafkaslar, mavi: İran-Anadolu).

Ö.B.: Türkiye’de hâlâ kalkınma ivmesi çok yüksek. Bu nedenle iklim değişikliği etkilerini daha karmaşık bir şekilde karmaşık. Türkiye 1950’lerden bu yana çok büyük baraj projeleriyle enerji yatırımlarının şekillendiği bir ülke. Şimdi de çok ciddi inşaat projeleri ve kentleşme baskısı var. Bu durum bitkiler gibi hareket kabiliyeti daha kısıtlı canlı türlerini çok daha fazla etkiliyor. Bazı yerlerde doğası gereği çok dar yayılışlı, örneğin Toros Dağları’nın yükseklerinde bulunan lokal endemik türler için insan faaliyetlerinden kaynaklı bir olumsuzluk yokken, bu kez de iklim değişikliğine bağlı kuraklığın artması, yağışların azalması veya mevsimsel anormalliklerin artması nedeniyle bu türler için uygun yaşam alanları bulunmuyor. Hareketli bir canlı türü yer değiştirerek şansını başka bir yerde arayabilecekken, bitki türleri bu konuda ciddi baskı altında kalıyor. Türkiye’de böyle bir tehlikeye maruz kalan türlerin iklim değişikliğine hangi oranda bağlı olduğunu söylemek mümkün değil. Fakat Türkiye, insan faaliyetleri nedeniyle hâlihazırda kırılganlaşmış türler üzerinde çok ciddi ikincil veya üçüncül bir tehdit alanı yaratıyor.

U.P.: Dünyanın pek çok yerinde ılıman kuşağa ya da Akdeniz kuşağına baktığımız zaman, insan faaliyetlerinin, özellikle nüfus artışının iklim değişikliğinden daha önemli bir baskı faktörü olduğunu düşünüyorum. Anadolu için düşünecek olursak örneğin Tuz Gölü havzasını düşününce bölgedeki nüfus artışı ya da tekrardan bölgeye yapılan göç buradaki taban suyunun aşırı kullanılmasına sebep olmuş durumda. Tuz Gölü bitkiler açısından endemik tür zenginliğine sahip bir alan ve şu anda tehdit altına girmiş görünüyor. Bunun temel sebeplerinden bir tanesi küresel ısınmaya bağlı iklim değişimi değil, bölgedeki insan baskısı. Benim de yaptığım arazi gözlemleri var. Belki senin de vardır. Tuz Gölü tuzcul bir ortam ve bu bölgede yeni türler keşfediliyor. Ancak, bölgedeki kasaba ya da köylerde nüfusu artırmaya yönelik bir teşvik var. Buna bağlı olarak yapılaşma görülüyor. Yer altı suyuna ulaşmak için 80 metreye kadar inilmiş durumda ve süreç bölgenin biyoçeşitliliğini olumsuz etkiliyor.

Ö.B.: Ben doğrudan nüfus artışıyla değil, bölgedeki daha eskiye dayanan tarım politikalarına değinebilirim bu bağlamda. Büyük barajlar 1950’lerden bu yana yapılıyor dedik. Tuz Gölü de Orta Anadolu havzası içinde ve bu büyük barajlardan dolayı artık doğal yollarla kendi göllerini besleyemeyen bir yapıda. Fakat tarım politikası her zaman Türkiye’de ekolojik koşullarının getirdiği kısıtlara göre yapılmıyor. Uzun süredir bu bölgede sulu tarım uygulamaları yapılıyor. Bunlar özellikle konvansiyonel tarıma geçildikten sonra etkisini arttırdı. Bu durumu doğrudan nüfus artışıyla değil, çok sayıda kişinin elinde olmayan tarımsal üretim gücünün makineleşmeyle birlikte çevreye olumsuz etkisini artırmasıyla ilişkilendirebilirim. Peyzaj anlamında çeşitliliğini artırabilecek daha geleneksel, az girdili tarım uygulamalarından vazgeçip daha ekonomik, kâr marjı yüksek ve makineli tarım uygulamalarını benimsemek, biyoçeşitliliği ve türleri olumsuz etkiliyor. Toy kuşu da buna iyi bir örnek.

U.P.: Ben de bu konuya değinecektim. İkimizin de özel ilgi alanına giriyor kuşlar. Özge ile tanışmamız da kuş gözlemi çalışmalarıyla olmuştu. Anadolu’ya baktığımızda bozkırın hâkim olduğunu görüyoruz. Bozkırı karakterize eden kuşlar ve tür çeşitliliğini tehdit eden konularla ilgili ne söylemek istersin?

Ö.B.: Sözünü ettiğim endemik bitki türlerinin büyük kısmı sanılanın aksine ormanlarda, sulak alanlarda, göllerin etrafında değil. Bu türler Türkiye’de, Anadolu’da, bozkır alanlarında, kurak ve yarı kurak alanlarda görülüyor. Özellikle bozkır Orta Anadolu, Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da en baskın bitki örtüsü. Bizim çok ağaç görmediğimiz, daha çok “sarı” diye tanımlayacağımız otsu bitkilerin hâkim olduğu, belki bizim gözümüzde de uzaktan baktığımızda çok verimli arazi çağrışımı yapmayan, ama endemik canlı türleri açısından çok zengin bir coğrafya. Bozkır alanlar Türkiye’de atıl, başıboş, bir orman ya da bir sulak alan kadar tanımlı koruma kanunları olmayan ekosistemler. Bunlar da Tuz Gölü örneğinde olduğu gibi özellikle tarım uygulamalarının yoğunlaşması ve bozkır alanlarının doğrudan tarım alanlarına dönüştürülmesi tehdidiyle karşı karşıya. Bir dönem bütün Orta Anadolu neredeyse bozkır alanıyken, bugün bunların büyük kısmı tarım uygulamalarıyla dönüşmüş, bir kısmı da mera alanı olarak otlatmaya açılmış durumda ve hayvanlar tarafından otlatma baskısıyla da karşı karşıya.

U.P.: Şüphesiz tür çeşitliliği de bir orman ortamına göre bozkırlarda çok daha fazla.

Ö.B.: Evet, biz zenginliğimizi hep ormanlarla ilişkilendiririz, fakat bozkırlar bu anlamda en önemli alanlar.

U.P.: Anadolu’da ekilmeyen, sürülmeyen alanların tamamı esasında bozkır ortamı olarak da tanımlanabiliyor bildiğim kadarıyla. Yeri gelmişken, Anadolu’ya endemik Anadolu yer sincabından bahsedebiliriz.

Aslında üç türünü görüyoruz bu sincabın: Toros yer sincabı, Anadolu yer sincabı ve Trakya’daki Avrupa yer sincabı. Sanırım Toros yer sincabının dağılım alanı çok daralmış durumda. Hem insan faaliyetlerinin hem de iklim değişiminin olumsuz etkileri olduğu söylenebilir. Toy kuşunu konuşacak olursak, bu kuşun görülme sıklığı geçtiğimiz yıllara göre artıyor mu, azalıyor mu? Toy kuşunu görmek için peşinden çok koştum, gerek Doğu Anadolu’da gerekse İç Anadolu’da, ama görmeyi başaramadım. Şu sıralar artan kuş gözlemcisi sayısı, değişen habitat koşulları ya da tür üzerindeki koruma faaliyetleri bu türü biraz daha görünür hâle getirdi galiba.

Fotoğraf: Prof. Dr. Mustafa Sözen

Spermophilus xanthoprymnus [Anadolu yer sincabı].

Ö.B.: Toy kuşu büyük ihtimalle ülkede görülen en ağır kuşlardan biri ve özellikle geçmişte çok ciddi yasadışı avcılık baskısı ve bozkır alanlarının tarım alanlarına dönüştürülmesi nedeniyle sayıları düşmüş türlerden. Bozkır ekosistemi için de çok simgesel bir tür. Uçarken görülebilmesi mümkün ama bir yere konduğu zaman kamuflajı o kadar iyi ki, göremez hâle geldiğimiz bir tür. Ben de yıllar önce Konya çevresinde yalnızca bir kere görebildim. Sayıları açısından bakıldığında, tabii gözlemci sayısı da bir etken ama hazırlanan eylem planları, düzenli izleme ve koruma çalışmalarının olumlu sonuç verdiğini düşünüyorum. Böyle birkaç tür var. Anadolu yaban koyunu ve ceylanlar da yine bozkırın önemli türlerinden ve bunlarla ilgili de uzun yıllardır yapılan çalışmalar var. Örneğin, eskiden dağılım gösterdikleri yerlere yeniden aşılama yapılıyor. Bu türlerin belli koşullar altında çoğalmalarını sağlayıp daha sonra geçmiş dağılımlarının olduğu alanlarda tekrar serbest bırakılması gibi uygulamalar var. Bu çabaların olumlu sonuçlarını görüyoruz. Tek tek tür çalışmalarıyla başarıya ulaşabileceğimiz fikrini de geçmişten bu yana kaybetmiş durumdayız. Geçmişte daha simgesel yani görsel anlamda daha çekici türlere yönelik koruma çalışmaları yapılırdı. Fakat tehditlerin hızı o kadar yüksek ki artık biraz daha bölgesel, tematik ve çok sektörlü çalışmalara doğru değişiyor yaklaşım.

U.P.: Habitatları korumaya yönelik, farklı türleri kapsayıcı şekilde koruma çalışmalarının yapılması en azından Anadolu için de Dünya’daki diğer alanlar için de daha faydalı olacak gibi görünüyor. Antroposenin getirdiği baskı, özellikle insan baskısı ve artan nüfus, bununla beraber küresel ısınma habitatları ve türleri geri döndürülemez problemlerle karşı karşıya bırakıyor. Bu konuya dair farklı örnekleri de not almıştım, fakat süremiz doldu. Belki ilerleyen programlarda bunları konuşma şansımız olur. Programa katıldığın için çok teşekkürler. Konunun altını doldurabildiğimizi düşünüyorum. Eksik olma Özge!

Ö.B.: Ben çok teşekkür ederim, sohbet benim için de çok keyifliydi.

U.P.: Dinleyicilere de çok teşekkürler ve herkese iyi akşamlar. Haftaya görüşmek üzere!

Notlar

  • Biyoçeşitlilik (ya da biyolojik çeşitlilik): Yaşamın çeşitliliği olarak tanımlanır. 3.8 milyarlık Dünya mirası olarak da tanımlanabilir. Yaşadığımız gezegenin en karmaşık ve en hayati özelliği olan biyoçeşitlilik, gezegendeki türler arası etkileşimlerin tamamını kapsayan bir kavramdır.
  • Biyoçeşitlilik Sıcak Noktası: Bir bölgeyi sıcak nokta olarak sınıflandırabilmek için genellikle insan faaliyetleri nedeniyle orijinal bitki örtüsünün en az yüzde 70’ini kaybetmiş olmalıdır. Dünya’da 30’dan fazla tanımlanmış biyolojik çeşitlilik sıcak noktası vardır.

Kaynaklar

  1. Davis, P. H. (1971). “Distribution patterns in Anatolia with particular reference to endemism,” in Plant Life of South-West Asia, eds. P. H. Davis, P. C. Harper and I. C. Hedge (Edinburgh: The Botanical Soiciety of Edinburgh), 15–27.
  2. Kier, G., Kreft, H., Lee, T. M., Jetz, W., Ibisch, P. L., Nowicki, C., et al. (2009). A global assessment of endemism and species richness across island and mainland regions. Proc. Natl. Acad. Sci. U.S.A. 106, 9322–9327. doi: 10.1073/pnas.0810306106
  3. Mittermeier, R. A., Robles, G. P., Hoffman, M., Pilgrim, J., Brooks, T., Mittermeier, C. G., et al. (2005). Hotspots Revisited: Earth's Biologically Richest and Most Endangered Terrestrial Ecoregions. Washington, DC: Conservation International.
  4. Parolly, G. (2004). The high mountain vegetation of Turkey - a state of the art report, including a first annotated conspectus of the major syntaxa. Turk. J. Botany 28, 39–63.
  5. Takhtajan, A. (1986). Floristic Regions of the World. Berkeley: Univeristy of California Press.

Bu programın deşifre metnini oluşturan Rümeysa Toper’e emeği için teşekkür ederim.