No.247 - 'İkiz Saldırı'...

-
Aa
+
a
a
a

Merhaba kâinat!..

Son büyük şiddet haberlerinin ikisi de İsrail ile ilgiliydi, ama bu haberlerin içinde ‘Filistinli militanlar’ kelimeleri geçmiyordu pek.

Kenya’nın Mombasa kentinde, İsrailli turistlerin kafilelerle gittikleri ve sahipleri de gene İsrailliler olan Paradise (Cennet) Oteli, bombalı saldırıya uğradı.

Aşağı yukarı aynı saatlerde, Arkia Havayolları’na ait bir ‘charter’ uçağı da Mombasa havaalanından havalandıktan birkaç dakika sonra iki füzenin saldırısına uğradı. Uçak isabet almadı, ama büyük bir saldırıydı bu da.

İsrail’de, Likud Partisi’nin genel başkanlığını Ariel Şaron’un mu, yoksa Benyamin Netanyahu’nun mu yürüteceğinin belirlenmesi için seçimler sürerken Parti’nin Beyt Şean’daki seçim bürosuna, oylama sırasında yüzlerce kurşun atıldı (Genel başkanlık yarışını, bu arada, Şaron kazandı).

Olup bitenleri izlemeye çalışırken başka gelişmeler de yaşandı. Not etmekte yarar var:

Avustralya ve Kanada, saldırı tehditleri yüzünden Filipinler’in başkenti Manila’daki büyükelçiliklerini süresiz olarak kapattılar ve Yemen’de, El-Kaide örgütünün etkin olduğu düşünülen bir bölgedeki hükumet binalarının bulunduğu komplekste patlama meydana geldi.

İsrailliler’e yönelik saldırılardan Kenya’da olanlara atfen Guardian gazetesinde “twin attacks” (ikiz saldırılar) ifadesini görünce tüylerimizin tuhaf bir çağrışımla ürperdiğini söylemeden geçmeyelim. Evet, eğer amacına tam anlamıyla ulaşabilseydi, belki de İkiz Kuleler’den (Twin Towers) sonra gördüğümüz en büyük saldırı hakkında yazmaya çalışıyor olacaktık bugün. Yüzlerce yolcusuyla bir uçak füzelerle havada parçalanmış ve yüzlerce müşterisi olan bir otel yerlebir edilmiş olacaktı. Otelin isminin ‘Cennet’ olmasındaki asap bozucu tesadüfün (?) tarifiyse mümkün değil.

Peki, ne oluyor? “İkiz saldırılar”ın arkasında El-Kaide’nin bulunduğundan şüphe ediliyor. Kuvvetli bir şüphe bu ve akla uzak gibi görünmüyor.

Bu bir şüphe değil de gerçekse şu söylenebilir:

El-Kaide, Batı’ya karşı savaşında yeni bir hedef olarak İsrail’i de seçmiş bulunuyor. Batı’nın ‘terörle savaş’ından kendini bugüne kadar dışarıda tutmuş olan İsrail’de durum birdenbire değişti nitekim. Başbakan Şaron, bütün dünyanın terörle savaşması gerektiğini dile getirdi, “Arap terörü” olarak nitelediği saldırıların ardından. İsrail’in savaşı sadece Filistinliler ile olmanın dışına çıktı.

Açıklamalar bununla bitmedi, Dışişleri Bakanı Benyamin Netanyahu da, saldırıların, Filistin devletinin kurulmasının ne kadar tehlikeli olduğunu gösterdiğini ileri sürdü.

Başkan Bush’a destek verenlerin, ılımlı Arap dünyasının desteğini korumalarının zorlaştığını şimdiden söylemek mümkün o halde. Zira, politikalarıyla pek çok Arap ülkesinin nefretini kazanmış Şaron’u da (‘terörle savaş’ konusunda) destekliyor duruma düşecekler böylelikle. ‘Nefretini kazanmış’ derken Savunma Bakanı Şaul Mofaz’ın açıklamasının düşündürdüklerini kastediyoruz. Mombasa’daki saldırı için, “Elimiz onlara yetişecek,” demiş Mofaz ve bunu der demez de 1972 yılında, İsrail Başbakanı Golda Meir’in yaptıkları gelmiş akıllara. O sene, Münih Olimpiyat Oyunları’nda 11 İsrailli’nin ölümüyle sonuçlanan saldırının ardından Meir, ‘X Komitesi’ isimli bir gizli kabine grubu kurmuş ve komite de Filistin Kara Eylül Örgütü liderlerinin ortadan kaldırılmaları için Mossad’a infaz müfrezeleri kurması emrini vermişti. Mossad’ın söz konusu misyon kapsamında yaptıkları için daha sonraları kimi yazarlar tarafından “Tanrı’nın Gazabı” ifadesi kullanılmış.

Ve fakat, durum fena halde farklı -farkındasınızdır mutlaka. Öyle büyük bir tehlikeyle karşı karşıyayız ki yolcu uçaklarını füzeye dönüştürebildikleri gibi, aynı uçaklara savaş uçağı muamelesi de yapabiliyorlar. Gece kulüplerini, tiyatro binalarını düşman kışlaları olarak görebildikleri gibi... Ne büyüklükte bir ‘gazab’ın ‘terörle savaş’ın kazanılması için gerekli ve yeterli olacağını kim söyleyebilir, kim bilebilir ki?

Öte yandan, Martin Woollacott, Guardian gazetesinde “Tanrı Adına İşlenen Cinayetler için Dini Suçlamayın” başlıklı yazısında, şunu söylüyor:

“Dine dayalı siyasi hareketlerin ya da dinsel çerçevede haklılık arayan terörist grupların canlanmaları ya da gelişmeleri karışık meselelerdir, ama, mesela, İran Devrimi ile El-Kaide’nin ortaya çıkışı arasındaki dönemde bazı ipuçlarına rastlamak mümkündür. Bunların ikisi de İslam dünyasında bazı gelişmelerin meydana geldiği tarihlerdir. Ama bu aynı zamanda, ABD’de Hıristiyan sağın yükseldiği, İsrail’de dinsel etkilerin büyüdüğü, Balkanlar’da dinsel kökenli kimliklerin meşum bir rol oynadığı bir savaşın meydana geldiği, Hindistan’da Hinduizmin daha aşırılıkçı bir şeklinin ortaya çıktığı ve eski komünist ülkelerde Ortodoks kiliselerinin daha az müsamahakâr bir tarzla belirdiği bir dönemdir.

Böyle bir liste, bir patoloji savında bulunmaktadır ve Mombasa’yı düşünürseniz böyle bir patolojiden de bahsedilebilir pekala. Ancak, din politikasının genel fenomenleri konusunda belki de, dinsel değişimi yeni sınıfların ortaya çıkışlarının yansıması -ve bir de, yerel siyasi geleneğin şekillendirmesi- olarak gören anlayışa dönüp bakmakta yarar olabilir. Bilhassa Ortadoğu’da, mesela Türkiye, İran, Mısır, ve hatta İsrail’de bile, dinsel değişimin değişik türlerinin benzer kuvvetlerle atbaşı gittiklerini görebiliriz. Yani, birincil olan bu kuvvetlerdir -ki en başta nüfus artışı ve hızlı şehirleşmeyi sayabiliriz. Dinsel sonuçlar ise ikincildir.”

Devamı haftaya...