"Adalar, bir yerleşim alanından daha çok bir turizm potansiyeli üzerinden imara açılıyor"

-
Aa
+
a
a
a

Derya Tolgay ve Nevin Sungur Dünya Mirası Adalar'da, Türk Mühendis ve Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Esin Köymen ile Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na açılan davayı ve süreci konuşuyorlar.

""
Esin Köymen'le Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na açılan dava ve süreç
 

Esin Köymen'le Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na açılan dava ve süreç

podcast servisi: iTunes / RSS

Derya Tolgay: Merhabalar. Dünya Mirası Adalar programı başladı. Ben Derya Tolgay.

Nevin Sungur: Ben Nevin Sungur.

D.T.: Öncelikle destekçimiz Semra Muratoğlu'na teşekkür ediyoruz. Teknik masada her zaman olduğu gibi Andrei Gritcu bize destek veriyor. Biz bir süredir Adalar’ın imar planları ile ilgili programlar yapıyoruz. Bu programlarda açılan davalara, gerekçelerine değiniyor, kaybedeceklerimizi ve telafisi mümkün olmayan durumları da böylece gayet net görebiliyoruz, değil mi Nevincim?

N.S.: Kesinlikle. Arka arkaya bu konuda yayın yaptığımız için, dinleyicilerimiz arasında ‘Yeter artık’ diyenler var mı bilemiyoruz ama hakikaten sadece bizler için değil, İstanbul'da yaşayan herkes için bu konu çok önemli. Bu nedenle de takip etmeye devam edeceğiz. Bugün çok kıymetli bir konuğumuzla yine bu konuda konuşacağız.

D.T.: Seninle planladığımız gibi önce ben, birkaç haber paylaşayım dilersen ve sonra da konuğumuzu takdim ederiz.

N.S.: Sen başlamadan çok kısa bir şey söylemek istiyorum, Açık Radyo’nun doğum günü kutlu olsun.

D.T.: Evet, o kutlamayı beraber yapalım. Çünkü böyle güzel haberlere çok ihtiyacımız var. Açık Radyo ilk kez 13 Kasım 1995’te ‘Merhaba kainat’ demişti. Dün, tüm programcılar, emeği geçenler ve Ömer Madra ile birlikte bir partiyle Açık Radyo’nun 29’uncu yaşını kutladık ve daha nice 29’lara ulaşmasını diledik. Bir kez daha kutluyoruz.

Şimdi de kısaca duyurularımızı aktarayım; Temelleri 1924’de atılan, ülkemizin ilk pandemi hastanesi olan Heybeliada Sanatoryumu, uzun zamandır çürümeye terk edilmişti biliyorsunuz. Üzerinde bulunan araziyle beraber tarihsel kimliği de yok edilmeye çalışılan bu sanatoryum, bir hafıza mekanı olması açısından da çok önemli. Oksijen kalitesinin en iyisine sahip, bir çeşit ‘nefes koridoru’ diyebileceğimiz bu coğrafya, İstanbul için çok kıymetli. Bizim ciğerlerimiz orası.

Türk Tabipleri Birliği, “Heybeliada Sanatoryumu’nun sadece mekandan ibaret olmadığını, yüz binlerin hayatını nasıl değiştirdiğini tekrar hatırlamamız gerekir. Uzun süredir hazırlık çalışmasını yürüttüğümüz ‘Sağlıkta Hafıza Mekanları: Heybeliada Sanatoryumu’ belgeselimizle anıtsal bir tarihi gelin hep beraber izleyelim, küllerinden yeniden doğacak bir hikayeyi hep birlikte yazalım,” diyor ve herkesi 19 Kasım Pazar günü saat 14:00’de Büyükada Anadolu Kulübü’ne bekliyor.

İkinci duyurumuz da şöyle; Adalar Sivil İnisiyatifi, 29 Eylül 2023 tarihinde yitirdiğimiz fotoğraf sanatçısı Ersin Alok adına ‘Adalar Foto-Belge Yürüyüşü’ düzenliyor. 19 Kasım 2023 tarihinde Büyükada'dan başlayacak olan yürüyüş, onu takip eden haftalarda Pazar günleri Heybeliada, Burgazada, Kınalıada ve Sedef Adası’nda da devam edecek. Yürüyüşle ilgili yayınlanan bildiride, “Amacımız gerek şu anda sürüp gitmekte olan birkaç inşa faaliyetiyle ve gerekse de gündemdeki yeni imar planı ile kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olduğumuz İstanbul Adaları’nın doğal ve kültürel mirasının bugünkü durumunu, tehlike altındaki değerlerini fotoğrafçıların duyarlılığıyla belgelemek. Bu fotoğraflar, ileri bir tarihte bir gün dönüp bakıldığında neleri koruyabileceğimiz, neleri kaybettiğimize dair kıymetli birer belge haline gelecek,” deniyor. Bu yürüyüş, İstanbul Fotoğraf ve Sinema Amatörleri Derneği (İFSAK), İstanbul Tabip Odası ve Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi tarafından da destekleniyor. Bunları sosyal mecralarımızda paylaştık, oradan da takip edebilirsiniz. Tabii ileride neleri kaybettiğimize bakmak istemiyorsak, davaları açmamızın yanı sıra, kamusal alanlarda da savunuculuğumuzu, hak arayışlarımızı dayanışarak sürdürmemiz gerekiyor.

Son haberimiz de bizim açacağımız yeni dava konusunda, kısaca onun da bilgisini vermek istiyorum; Biliyorsunuz, 20 Ekim 2023’te sadece mülk sahiplerinin davacı olduğu bir dava açmıştık. Bu dava, dayanışmayla, demokratik, özgür tartışmayla katılım sağlanan ilk ortak davamız olarak tarihe geçti. Bu ikinci ortak davamızda ise, planlara itiraz eden herkes davacı olabilecek. Bizlere gönüllü avukatlarımız Onur Cingil ve Volkan Öztürk destek olacak. Vekaletlerimizle iki gün içerisinde bu davayı da açıyor olacağız. Sizler de bu davaya dahil olmak isterseniz çok memnun oluruz. Ayrıca tüm sivil toplum inisiyatiflerinin desteğini bekliyoruz diyerek sözümü sonlandırıyorum.

N.S.: Programın başında bugün önemli bir konuğumuz var demiştik;, Türk Mühendis ve Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Esin Köymen. Esin Hanım ile Mimarlar Odası’nın açtığı davayla ilgili gelişmeleri ve bu süreci konuşacağız. Hoş geldiniz.

Esin Köymen: Merhaba hoş bulduk.

D.T.: Hoş geldiniz.

N.S.: Şu soruyla başlamak istiyorum; siz davayı açtınız ve şu anda hangi aşamadasınız? Süreç nasıl ilerliyor? Bu konudaki ilk bilgileri alalım sizden, sonra sorularımızla devam ederiz.

E.K.: Tabii ki. Biliyorsunuz, imar planları 2023 Temmuz sonunda askıya çıkmıştı ve Ağustos sonu itibariyle de askıdan indi. Askı süresi 30 gün. Sonraki 30 gün içerisinde, yani toplamda 60 gün içerisinde, biz, hem planın iptal edilmesi, hem de öncelikle yürütmenin durdurulmasını talep eden davamızı açtık. Henüz planla ilgili bir gelişme yok dava yönünden, onu söyleyebilirim. Hukuk yönünden çok hızlı bir ilerleme olmuyor ne yazık ki. Özellikle yürütmeyi durdurma talebiyle açtığımız, yani neredeyse bütün davalarımızı böyle açıyoruz, davalarda yürütmeyi durdurma kararı verilmiyor ve esastan görüşmeye başlanıyor. Bir bilirkişi süreci olacaktır büyük bir olasılıkla bu dosyada da. Bilirkişi raporundan sonra da esastan bir değerlendirme yapılacağını düşünüyoruz yani tahminimiz bu yönde. Şimdilik bunu söyleyebilirim.

Yassıada

Davayla ilgili konuşuruz, sizin sorularınızla da açılır tabii ama, temelde en önemli süreç, özellikle Marmara içerisindeki kıyı kenar çizgisinden itibaren Özel Çevre Koruma Bölgesi (ÖÇKB) alanı ilan edilmesi ve bu alan içerisindeki tüm yetkinin doğrudan doğruya Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na geçmesi süreci. Daha önce İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ve ilçe belediyesi tarafından hazırlanan strateji belgeleri ve imar planı altlıkları, bu süreçten sonra, onaylanması için Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na gitmesi; alanın ÖÇKB alanı ilan edilmesi; tüm yetkilerin bakanlığın eline geçmesi ve ardından da planlarla ilgili bakanlığın yaptığı revizyonlar. En temel revizyon, koruma amaçlı imar planı yapma ilkelerine aykırı olarak, kıyıyla ilgili bütün düzenlemelerin plandan çıkarılmış olması. Davayı açmadan önce, Adalar gibi bir yerde yapılan imar planında, ana karayla bağlantısını sağlayan temel kıyıların, imar planı kapsamı dışında bırakılmış olduğunu gördüğümüzde, bunun hukuksuz bir düzenleme olduğunu ifade etmiştik. Bir de tabii önümüzde aynı yönetim anlayışının Yassıada’da yaptığı imar planı ve uygulama örnekleri var. Oradaki yoğun yapı, tescillerin kaldırılması ve bir özelleştirme projesi yapılması gibi kötü örneklerin Adalar’da yapılabilecek uygulamalara da örnek teşkil edebileceği kaygısıyla planı çok detaylı inceledik. Şimdilik bunları söyleyelim, sonrasında madde madde esaslara gireriz.

N.S.: Nereden bakarsanız elinizde kalan bir süreç yaşanıyor bir taraftan da. Hedefi çok belli olan bir süreç bu ve tamamen bir rant kapısı yaratmak amaçlanıyor. Dediğiniz gibi, Adalar için kıyılarını dahil etmeden nasıl koruma amaçlı bir uygulama imar planı yapabilirsiniz? Bir de tabii burada sıkıntılı meselelerden bir tanesi de yürütmenin durdurulmasıyla ilgili. Daha doğrusu yürürlüğe girmesinden sonra hiç bir şekilde bunu durduramıyorsunuz ve isteyen istediğini yapmaya başlayabiliyor değil mi?

D.T.: Ben de burada bir ek soru sorabilir miyim? 350 tane tescillenmemiş modern mimarlık mirası vardı, bunların yıkımına da başlanabilir değil mi? Nevin’in sorusuna benimkini de ekleyerek devam edebilir misiniz?

E.K.: Aslında belki hepsini bütün olarak ele almamız gerekiyor. Çok yakın zamanda bir Torba Yasa çıktı. Özellikle de ‘Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi’ ile ilgili kanunda pek çok değişiklik yapan bir düzenlemeydi bu. Bütün bu süreci, yeni imar faaliyetlerini, riskli yapıyı, dönüşümleri aslında bu yasal düzenleme çerçevesinde ele almak sağlıklı bir yaklaşım olacaktır. Biliyorsunuz, 16 Ekim 2023’te Cumhurbaşkanı kararıyla Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı bünyesinde Kentsel Dönüşüm Başkanlığı kuruldu. 5366 sayılı ‘Yıpranan Tarihi Dokulardaki Dönüşümleri Düzenleyen Yasa’, 6306 sayılı ‘Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Yasa ve Belediye Kanunu’nun 73. maddesi kapsamındaki ‘Kentsel Dönüşüm ve Kentsel Yenilme Alanlarıyla İlgili Düzenlemeler’ ile ilgili yetki, doğrudan Kentsel Dönüşüm Başkanlığı’na verildi. Kentsel Dönüşüm Başkanlığı dediğimiz yapı, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın bünyesinde bir yapı.

Şimdi bütün bunlara baktığımız zaman aslında İstanbul'da çok hızlı bir kentsel dönüşüm, yenileme ve risk alan dönüşümleri yani yapı stoğu üzerinde çok hızlı bir dönüşüm olacağı belli. Dolayısıyla yapılan imar planlarının mevcut yasal düzenlemelerle ilişkisini kurmadan aslında sağlıklı olarak analiz edemiyoruz. Adalar’ın imar planlarında, az önce bahsettiğiniz modern mimarlık mirasları var. Koruma Kurulu tarafından tescil kararı alınmış olmasına rağmen, imar planında bu tescillerin işlenmemiş olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla, aslında Adalar için yapılan imar planlarının koruma amaçlı bir imar planı olmadığını söyleyebiliriz yani 2863 sayılı Koruma Kanunu’ndaki esaslar ya da Mekansal Planlar Yapım Yönetmeliği’ne göre koruma amaçlı imar planı olmadıklarını ya da bu nedenlerle eksik olduğunu ifade etmek gerekiyor.

Kaşık Adası

Sit Derece Değişiklikleri’ ve özellikle de ‘Doğal Sit Alanları’yla ilgili düzenlemeyi, doğrudan Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı yapıyor. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, ekolojik temelli bilimsel araştırma raporları üzerinden ki bu konudan daha önce bahsettik, bu çalışmayı tek bir firma tarafından hazırlatıyor. Bir yıl içinde tüm İstanbul’daki sit alanları üzerinde bilimsel araştırmaları yapıp, mevcut sit dereceleri üzerinde değişiklikler yapılmasını önerdi. Plan kapsamındaki Sedef Adası, bunlardan biri ve planın dışında tutulan Kaşık Adası da bir diğeri. Bunların imar planlarında, eskiden 1, 2 ve 3. derece sit alanları dediğimiz, şimdiki yeni isimleriyle ‘Özellikle Kesin Korunacak Hassas Alan’, ‘Nitelikli Doğal Koruma Alanı’, ‘Sürdürülebilir Koruma Alanı’ ve ‘Kontrollü Kullanım Alanı’ dediğimiz alanlarda çeşitli düzenlemeler yapıldı. Yapılan düzenlemeler, koruma ilkelerine göre koruma kurallarını geriye düşüren yani birinci dereceyi ikiye düşüren, üçe düşüren uygulamalar. Bizim ve İBB’nin açtığı davalar sayesinde Kaşık Adası’ndakisit derece değişiklikleri iptal edildi. Şu anda Marmara Denizi içerisindeki imar planlı adaların içerisinde Kaşık Adası yok. Sedef Adası ile ilgili açtığımız davalar devam ederken, bu kez Sit Derece Değişikliği’nde bir değişiklik yaptılar. Ama bunlarla ilgili henüz mahkeme kararları kesinleşmeden, bir imar planı düzenlemesi sanki onlar yürürlükteymiş gibi devam ettirildi. Bunun da son derece sakıncalı bir durum olduğunu ifade etmek isterim.

Yine daha önce biliyorsunuz, Adalar’da 2011’de en son 1/5000 ölçekte bir imar planı yapılmıştı. İdare Mahkemesi’ne açtığımız dava ile bu planlar iptal edildi. Arkasından, ‘Geçiş Dönemi Yapılaşma Koşulları’ gündeme getirildi. ‘Geçiş Dönemi Yapılaşma Koşulları’nda da neredeyse bir imar planı varmış gibi davranılarak, parsellerin bölünmesi, birleştirilmesi, yapı yapılması da dahil olmak üzere uygulamaların devam ettirdiğini hep gördük. Özellikle de dönüşüm projeleri için söylemek istiyorum, hızlı bir şekilde modern mimarlık mirasının yok edildiğine, parsellerde birleştirmeler ve ayrıştırmalar yapıldığı için büyük kitlelerin ortaya çıkmasına hep şahit olduk.

Diğer taraftan, daha önce 2011’deki 1/5000 ölçekli Nazım İmar Planı hakkında açtığımız dava sonucu bu plan iptal edilince, Mimarlar Odası’na, “İmar planını iptal ettirdiniz ve bu yüzden Geçiş Dönemi Yapılaşma Koşulları'yla bir uygulama yapılıyor,” diye bir eleştiri gelmişti. Şimdi de Adalar’ın ÖÇKB ilan edilmesinden sonra bize, “Koruma Amaçlı İmar Planlarını iptal ettirdiniz ve şimdi ÖÇKB ilan edildi,” şeklinde eleştiriler geldi. En son, 2023 Temmuz ayında askıya çıkan imar planı ile ilgili dava açtığımızı basın duyurusuyla paylaştığımızda da yine benzer eleştiriler aldık. Bu konuyla ilgili de bir şeyler söylemek isterim.

Mimarlar Odası’nın her şeye dava açmak gibi keyfi bir tutumu yok elbette. Ama az önce de bahsettim; Hem 2863 sayılı Koruma Kanunu, hem de Mekansal Planlar Yapım Yönetmeliği’nde Koruma Amaçlı İmar Planları’nın nasıl yapılacağı çok açık olarak ifade edilmiştir. Burada bu ilkelerin bile karşılanmadığını görüyoruz. Dört tarafı suyla çevrilmiş olan Adalar’da, ana karayla arasındaki bağlantı nasıl olacak? Aslında Adalar’da bile yanaşamadığımız kıyıların, tümden imar planı kapsamı dışarısına çıkarıldığı bir durum söz konusu. Adalar, bir yerleşim alanından daha çok doğrudan doğruya bir turizm potansiyeli üzerinden imara açılıyor, yapılaşmaların arttırılması planlanıyor. Bunun sonucu Adalar’da hızlı bir insan sirkülasyonun olacağı ve dolayısıyla da bu turizmin nasıl kontrol edilebileceğiyle ilgili herhangi bir planlama yapılmadığını, hatta bu planlamaların imar planından sonraki sürece bırakıldığını görüyoruz. Aslında dava gerekçelerimizde de bu belirsizlikler yer alıyor. Biz, bütün bunlar nedeniyle davamızı açtık. En büyük kaygımız, az önce de söylediğimiz gibi, yeni bir Yassıada vakasıyla karşı karşıya kalmamak.

Adalar gerçekten İstanbul için de, Adalar’daki yerleşik hayat açısından da son derece önemli. Nispeten bir sayfiye alanı. Dolayısıyla, günübirlik turizm potansiyelinin bile orada çok ciddi sıkıntılar oluşturduğunu ve buraya turizm ile ilgili bir rehber, bir kullanım programı ortaya çıkarılmadığı zaman getirdiği yoğunluğun nasıl olumsuz durumlar yarattığını zaten biliyoruz. Şimdi bütün bunların hiçbirini yapmadan yeniden bir imar planı düzenlemek, ziyaretçi planının bile olmadığı bir düzenleme getirmeye çalışmak son derece sakıncalı. Kıyı Kanunu Uygulama Yönetmeliği üzerinden şekillenmesi gereken kıyılarda ne yapılacağını bile bilmiyoruz. Adalar’ın iskeleleriyle ilgili, bütün iskelelerin birleştirmesi, özellikle Büyükada’da tek bir iskele üzerinde bir alanın yaratılması daha önce de konuşulmuştu. Ama İmar Planı’nda bunların hiçbirini göremiyoruz çünkü bunlar planlanmadı. Dolayısıyla bu nedenlerle biz davamızı açtık.

Tabii çok önemli sıkıntılı alanlar da var. Özellikle ÖÇKB ilan edilen yerlerle ilgili Çevre Kanunu’nda bir madde var; ‘Bu alanlardaki tüm atık ve su arıtma tesislerinin, büyükşehir il ve ilçe belediyeleri tarafından üç sene içinde ileri arıtma atık suyu tesislerine dönüştürülmesi’ şeklinde bir yasal düzenleme de var ve peki biz bu planlarda bunu görebiliyor muyuz? Çünkü planlar dediğimiz, en kısa vade dediğimiz, 20 - 30 yıl aralıklarda bir projeksiyon sunuyor. Bu imar planlarında bunların hiçbirine dair bir çalışma yapılmamış. Ulaşımın nasıl olacağı, Adalar’ın hem kendi içerisindeki ulaşımı hem de Adalar’a ulaşımın nasıl olacağı yönünde ilkesel bir karar yok. Ulaşım planları aslında Nazım İmar Planları’nın, Koruma Amaçlı İmar Planları’nın, Uygulama İmar Planları’nın esasını oluşturması gerekirken, bir ulaşım planı yoksunluğundan bahsediyoruz. Ulaşımla bağlantılı olarak Ziyaretçi Yönetim Belgesi ile ilgili ‘Yapılacaktır’ şeklinde bir plan notu var. Ama bu belgenin ne zaman yapılacağı ve bunun imar planı ile örtüşüp örtüşmediği üzerinde de yine bir açık nokta var.

Sonuç olarak ilkesel olarak az önce de bahsettiğim gibi hem koruma ilkeleri açısından yani 2863 sayılı Koruma Yasası açısından, hem de ‘Mekansal Planlar Yapım Yönetmeliği’ açısından tam olarak fonksiyonlarını yerine getiren planlar değil zaten. Aslında sakat doğmuş planlardan bahsediyoruz.


N.S.: Esin Hanım, birbirine bağlantılı iki sorum olacak; Bu yürütmenin durdurulması meselesiyle ilgili bu süreç devam ederken, hukuksal sürecin özellikle daha yavaş işletilmesi gibi bir şeyden endişe ediyor musunuz? Siz hukuksal sürecin bitmesini beklerken, onlar uygulamalara başlamış ve hatta bitirmiş de olabilirler. Diğer sorum da farklı mahkemelerde açılan davalarla ilgili olacak; sonuç noktasında farklı kararlar çıkabileceğini düşünüyor musunuz?

Kınalıada

E.K.: İlk sorunuzdan başlayayım. Gezi Davası’nı hatırlatmak istiyorum; bir Anayasa Mahkemesi’nin kararını tanımayan Yargıtay kararı. Dolayısıyla burada bir siyasi durum var mıdır, yok mudur sorusunun yanıtı bence çok açık. O sadece Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi arasında değil, aslında pek çok alanda da karşımıza çıkıyor. Yani birincisi bu, çok net.

Farklı mahkemeler farklı kararlar alırsa ne olur? Önden giden ve karar verilen mahkemenin kararı diğerini etkiler. İdare Mahkemesi’nde olumlu ya da olumsuz sonuçlanırsa ve diyelim ki Danıştay’da da netleşti, alınan karar diğer aynı konuyla ilgili açılan davayı da etkiler daha önce karar verildiği için. Mesela sizin açtığınız dava, ‘karara gerek yoktur’ şeklinde sonuçlanabilir. Bir örnek vereyim; Büyükada’daki Heliport’la ilgili biz dava açtık ve dava neredeyse Danıştay’a gitti. Aslında biz bütün mahkemelerde kazandık ama daha sonra Danıştay’ın kararı geldi bize. Daha önce açılan davada sanırım itirazı yapmamışlar ve karar kesinleşmiş, böylece davayı da kaybettiler. Aynı konuyla ilgili kesinleşmiş karar olduğu için o bizi de etkiledi ve aslında kazanmamız gereken davayı kaybetmiş olduk. Yani böyle bir süreç var.

D.T.: Evet ben de bir şey eklemek istiyorum; Planlarda çok şey unutulmuş ya da kasıtlı olmuş herhalde. Ne iklim krizi, ne tsunami, ne deprem... Bunların hiçbiri yok. Bunların hiçbirinin olmadığını ve de kıyıların da olmadığını gördüğümüzde o zaman üzerine düşünüyoruz; neden, esas niyet nedir ? Aman plansız kalmasın. ‘Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek’ gibi de çok söylem oldu sizin dediğiniz gibi, nedir bu niyet o zaman?

E.K.: Çok açıklıkla şunu söyleyebiliriz; Adalar bir yerleşim alanı, bir sayfiye alanı, korunacak bir kentsel ve doğal sit alanı olarak görünmüyor. Burası bir turizm potansiyeli olarak görünüyor ve dolayısıyla aslında burada İmar Planı, -şimdi çok derine giremiyoruz tabii ama- konaklama tesislerinden, birinci derece doğal sit alanlarının yapılaşmaya açılmasından, oralara verilecek turizm fonksiyonlarından, tescilli kültür varlıkların olduğu alanlardaki fonksiyonların belirsiz bırakılmasından, Ruhban Okulu’nu bilmiyoruz, Büyükada Yetimhanesi’ni bilmiyoruz, Heybeliada Sanatoryumu’na fonksiyon verilmemiş. Bilmiyoruz. Buraların birtakım vakıflara, gruplara tahsislerinin olabileceğini ve turizm potansiyeli olarak işletilebileceğini gösteriyor.

İkincisi, kıyıda bir düzenleme yapılacak ve kıyı dediğimiz alan aslında kamusal kullanım alanı. Yani biz oradaki kamusal kullanım alanlarının nasıl olacağını bilmiyoruz. Kıyıda bir dolgu yapılacak mı bilmiyoruz. Daha önce bahsettikleri, helikopter pisti tekrar kıyıda yer alacak mı, bilmiyoruz. İskeleler birleştirilip burada daha büyük bir iskele mi yapılacak, onu da bilmiyoruz. Bütün bunların yetkileri de aynı bakanlıkta. Yani ‘farklı bir bakanlık yetkisi alanında bırakıldı’ diye bir durum da olmayacak. Dolayısıyla, bütün bunları bilmememizin sebebi bence şu; bütün bunlarla ilgili çalışmalar zaten bellidir. İlk etapta çok infial yaratmasın diye bunları yapmadıklarını, kıyıların da turizm potansiyeli için kullanılacağını söylememiz şimdiden mümkün.

D.T.: Ama burada benim çok merak ettiğim bir husus var. İBB bu planlara sahip çıktığını söyledi. Bu planlara niye itiraz etmedi, niye dava açmadı? Gerçekten çok merak ediyorum.

N.S.: Programın sonuna geldik maalesef.

D.T.: Evet, sonuna geldik haklısın. Çok teşekkür ederiz Esin Hanım.

E.K.: Ben çok teşekkür ediyorum. Çok hızlı geçti vakit.

D.T.: BugünkükonuğumuzMimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Esin Köymen idi. Kendisine bir kez daha teşekkür ediyoruz.

N.S.: Konuşmaya devam edelim istiyoruz. Şöyle bir çağrı yapmakta fayda var; herkes iyi niyetle yola çıkıyor yani hepimizin hedefi ve amacı aynı. Dolayısıyla, enerjiyi beraber kullanarak ve çok fazla çatışma yaşamadan bu süreci birlikte yürütmekte fayda var diye düşünüyoruz değil mi?

D.T.: Ve Adalar hepimizin diyoruz tabii. Bunun devamında bu geliyor.

E.K.: Yaşam alanlarımıza birlikte sahip çıkmaya devam edelim diyelim ve Açık Radyo’nun da 29’uncu yaşını kutlayalım.

N.S.: Çok teşekkürler, iyi günler.

D.T.: Hoşça kalın.