İran’da devrimden önceki “devrim” muhalefetin eksiksiz birliği oldu

-
Aa
+
a
a
a

Milat Bülent Kılıç, Halkın Mücahitleri Örgütü’nün Ukrayna saflarında savaşmaya başlamasını ve Rejim’in karşı devrim gerçekleştirmeye dönük girişimlerini odağa alarak, İran’daki devrime dair son gelişmeler üzerine şerhler düşüyor.

İran’da ülke çapında baş gösteren ayaklanmalar sekizinci haftasında. Daha önceki hiçbir ayaklanma bu kadar uzun sürmemiş, bu kadar derinleşmemişti.

Peki, İran’daki durumu bir “devrimci durum” olarak niteleyenler bizi kandırmaya mı çalışıyor? Yoksa bu kesimler olup bitenin farkında olmayan hayalciler mi?

Herkesin tanımı, yaklaşımı ve kavrayışı tabii ki değişiyor. Örneğin Rejim yanlılarına göre ayaklanmacılar birer kukla. ABD’nin ve İsrail’in oyununa geliyorlar. Rejim’le radikal bir çelişkisi olmayan muhafazakârlar, hicaba yani İslami tarzda örtünmeye ilişkin bir yeniden düzenlemeyle sorunu çarçabuk çözeceklerine inanıyorlar. Kimileri ise yaşananları bir devrimci kalkışma olarak değil bir protestolar süreci olarak niteliyor. Bu nitelemeyle de bir dizi reformla ülkenin yeniden stabil bir duruma geçebileceğini ima etmiş oluyorlar. Kuşkusuz, bir de ayaklanmaları bir devrimci süreç olarak niteleyen ve sürecin geri dönüşsüz bir noktada olduğunu söyleyenler var. Rejim’in 43 yıllık ömrü boyunca reformlar gerçekleştirmek konusunda sayısız fırsata sahip olduğunu ama bu fırsatı kullanmak yerine savaşmayı, zor kullanmayı, kan dökmeyi tercih ettiğini, dolayısıyla her türden reform ve uzlaşma olasılığının artık tarihe karıştığını söylüyorlar.

Zaferle sonuçlanan devrimlerin pek çoğunda tek bir güç, tek bir merkez vardır. Egemen güce karşı öfke, kin, düşmanlık besleyen gruplar genellikle tek bir muhalif güce katılır, onun içinde erir, onun tarafından imha edilir ya da sönümlenir. Çünkü devrimci süreçte liderlik, çok parçalı bir güçler kompozisyonu üzerinden yürüyemez. Düşman da, karşısındaki güçlerin tek bir liderlik çerçevesinde örgütlenmesini önlemek gerektiğini bilir ve genellikle bu gruplardan birine belli bir ödün vererek onları içerden bölmeyi, birbirine düşürmeyi dener. Çoğu kez bunu başarır da.

Dünya tarihi her devirde sayısız kalkışmayla dolu ama bu kalkışmaların çoğu zaferle sonuçlanmıyor. Başarısızlık olasılığı İran’daki devrimci ayaklanma için de söz konusu. Neredeyse sekiz hafta geçmiş olmasına karşın sürecin başında ya da en azından ilk düzlüğündeyiz. Her zaman umulmadık gelişmeler, olumlu olumsuz kırılmalar olabilir ve süreç zaferle sonuçlanabileceği gibi kanla, ölümle, işkenceyle bastırılabilir de.

Tam birlik hâlinde devrime doğru

İran’da bu saate kadar ortaya çıkan bütün kalkışmalarda tam bir birlik sağlamak mümkün olamamıştı. Şah yanlıları, Şah’ın komünistlerle mollaların ortak çabasıyla düşürülmüş olmasına duydukları kini ve öfkeyi öne çıkarıyordu. Komünistler, Şah yanlılarını da neredeyse mollalar kadar tehlikeli sayıyordu. Ülkenin başına Molla Rejimi belasını açan zaten Şah Rejimi değil miydi? Komünistleri zindanlara atanlar, işkenceden geçirenler, kurşuna dizenler o Rejim’in temsilcileri ve kuklaları değil miydi?

2009-2010 ayaklanmaları sürecinde toplum devrim düşüncesine epey uzaktı. Molla Rejim’inin belirlediği dört cumhurbaşkanı adayı arasında yer alan, basiretsiz ve ufuksuz iki liderin arkasında saf tutmuşlar, özgürce yaşamak seçeneği yerine “nefes almak” seçeneğine tutunmuşlardı. Fakat anlaşılıyor ki bütün bu deneyimlerden çok önemli birtakım dersler çıkarmışlar ve bu kez o dersler ışığında ilerliyorlar. Artık ister monarşi yanlısı ister etnik milliyetçi isterse komünist olsun, herkes rejimi değiştirmek için yeterli gücü ve örgütlülüğü olmadığını iyi biliyor. Herkes devrimi tek başına gerçekleştiremeyeceğinin farkında. Herkes devrimci bir güç oluşturmanın biricik koşulunun, gerçekte benimsemediği, kabul etmediği, hatta düşmanı olduğu gruplarla ortak hareket etmek olduğunu biliyor. Bunca farklı etnik grubu ve siyasal düşünceyi bir hedefte buluşturabilmenin ideal yönetim modeli monarşi olamazdı, farklı etnik grupların bağımsızlıklarını ilan etmeleri olamazdı, sosyalist bir devrim de olamazdı. Olacağını iddia edenler çıkacaktır ama durum ortada, her kesimin sınırlı bir gücü, ifade uygunsa sınırlı bir “müşterisi” var. Dolayısıyla, bütün bu grupları buluşturacak model (sevelim sevmeyelim) liberal demokrasiden başka bir şey olmuyor, olamıyor.

İran halkı reformun değil devrimin tarafında

Şimdilerde topyekûn bir ayaklanma hâli içinde olan ve Zahedan ve Khaş kentlerinde ağır kayıplar veren Beluçların en önemli dini önderi Movlevi Abdul-Hemid, geçen Cuma hutbesinde sert bir biçimde eleştirdiği Rejim’e referandum çağrısında bulundu. Bu referandumun tam olarak neyi içereceği anlaşılmadı ama sanıyorum ki Rejim’in bir devrimle değil de radikal bir reform hareketiyle değiştirilmesine yönelikti. Devrimci güçler ise Molla Rejimi’nin referandum için hiçbir meşruiyetinin kalmadığını ama devrimden sonra bir referandumunun yapılabileceğini ifade etti. Buradaki örtük ifade, “Beluçlar olarak bağımsızlık için referandum talebinden bulunuyorsanız, önce devrimi tamamlayalım, sonra referandum yapalım” biçimindeydi sanıyorum.

Bir süredir, Şah yanlıları ve benim Amerikancı diye kodlayacağım İranlı muhalif kesimlerle Ukraynalılar arasında yakın bir ilişki olduğunu gözlemlemek mümkün. Bu yakınlığın kökeninde, İran’ın düşürdüğü Ukrayna Havayolları’na ait uçak olayı var. O günden beri, bu katliamda ölen Ukraynalıların ve İranlıların yakınları çok sayıda ortak eylem gerçekleştirdi ve Molla Rejimi’ni protesto etti. Şimdilerdeyse, benzer bir yakınlığı Rusya’ya sattığı SİHA’lar nedeniyle Rejim’i protesto ederken kuruyorlar. Birkaç hafta önce Berlin’de düzenlenen ve 100 bine yakın İranlının katıldığı tarihi gösteride ve geçtiğimiz hafta Köln’de düzenlenen gösteride de Ukraynalılar vardı. Ukrayna bayrakları ile Şah dönemi İran’ını sembolize eden güneş ve aslan figürlü bayraklar birbirlerine iliştirildi, iki ülkenin bayraklarının renklerinden oluşan balonlar uçuruldu.

Berlin’deki büyük gösterinin organizatörlerinden biri, düşürülen Ukrayna uçağında eşini ve kızını kaybeden Hamed Esmailiyun,, bu kazaya kadar Rejim’le radikal bir sorunu olmayan, hatta rivayete göre onları destekleyen biriydi. Berlin’den önce Kanada’daki gösterilerin de organizasyon komitesinde yer almıştı ama asıl ününe Berlin’deki gösterilerle erişti ve burada “bir hayalim var” tümcesiyle klişeleşmiş konuşmalardan birini yaptı. Bu olaydan sonra Esmailiyun, İran’ın yurtdışındaki muhalifleri arasında yer alan ve kimilerince son derece Amerikancı bulunan, şarlatan diye nitelenen bir kadın “gazeteci” tarafından “yeni Zelenski” diye adlandırıldı. Birileri “devrimden sonra koltuğa oturacak devlet başkanımızı bulduk” havasına girse de bu durum tepkiyle karşılandı. Ciddi tartışmalar oldu ve Esmailiyun’un Halkın Mücahitleri’yle de bağlantısı bulunan İsrail kökenli bir Kanadalıyla bağlantıları ifşa edildi.

Halkın Mücahitleri Ukrayna saflarında savaşta

Öte yandan, İran-Irak Savaşı sürecinde Saddam’a destek veren, Irak’ta uzun yıllar kampları bulunan muhalif İslamcı örgüt Halkın Mücahitleri’nin Ukrayna saflarında Ruslara karşı savaştığına ilişkin haberler de yayımlanıyor.

İran’daki devrimci güçler, olası bir devrimin, birtakım kuşku uyandıran güçlerin eline geçmesine yönelik çabaların şimdilik önüne geçmeyi başardılar ve yollarına devam ettiler. Ama bu, ayaklanmacı güçler arası çatışmaların yaratacağı bir başarısızlık olasılığının tümden ortadan kalktığı anlamına gelmiyor.

İran’daki devrimci sürece ilişkin kuşkular uyandırmaya çekiniyorum. Çünkü her devrimci süreç, değişik aşamalarda içeriden ve dışarıdan müdahalelere açık hâle gelebilir, manipüle edilmeye çalışılabilir. Hatta bir karşı devrimle çalınabilir de. İran halkı bunu, devrimi Mollalara kaptırarak daha önce deneyimlemiş bulunuyor. Fakat bütün bu sorunlar yine de İran topraklarında bir devrim süreci yaşanmadığını göstermiyor.

“Farklılıkları bir kenara koyup birlik olma, ortak hareket etme devrimi bu.”

Tersine, bir devrimci sürecin yaşandığına ilişkin sayısız kanıt var: Molla Rejimi’nin, Evin Hapishanesi baskını ve yangını gibi, Şiraz’daki Şahçerağ Katliamı gibi her türden provokasyonuna, Zahedan’da ve Khaş’ta gerçekleştirdiği katliamlara rağmen halk eylemlere devam ediyor. “Bugünden itibaren olaylar bütünüyle kontrol altına alındı” türünden sayısız açıklama işe yaramadı, yaramıyor. Rejim’in Irak’tan, Afganistan’dan ithal ettiği silahlı birlikler, cezaevlerindeki katilleri, 18 yaşın altındaki çocukları, emekli güvenlik görevlilerini paralı askere dönüştürüp sokaklara salması da işe yaramadı. Halk, halkın önemli bir bölümü korkunun sınırlarını aştı ve mücadeleye devam ediyor. “Bu sekiz hafta içinde burada eylemler sona erdi, Rejim mutlak kontrolü sağladı” diyebileceğimiz tek bir bölge yok. Bir kente ya da ilçeye dair birkaç günlük bir sessizlik ne zaman bir kuşku, bir kaygı yaratsa o bölgeden hemen görkemli bir eylem haberi gelir oldu.

Bütün üniversiteler haftalardır ayakta. Yeni eylem biçimleri icat ediyorlar. Duvarları, panelleri yıkıp kadınlar ve erkekler için ayrı ayrı düzenlenmiş yemekhaneleri birleştirip yemeklerini birlikte yiyorlar, el ele tutuşup birlikte halay çekiyorlar. Liseler, ortaokullar ayaktalar, Rejim’in okullardaki temsilcilerini yuhalıyorlar, “Diktatöre ölüm” sloganları atıyorlar, öldürülüyor ya da yaralanıyorlar. Rejim, olaylarla baş etmek için şiddetli grip salgını gibi bahanelerle okulları kapatmak zorunda kalıyor.

Yurtdışında bütün önemli merkezlerde rekor kalabalıklar görkemli gösteriler düzenliyor. Havaalanlarında bekleyip ülkeden kaçan molla yandaşlarını ifşa ediyorlar. Elçiliklerin, elçilik konutlarının önünde bekleyip dışişleri görevlilerinden hesap soruyor, onları ifşa ediyorlar.

Bütün bunları devrimci bir durumun verileri olarak nitelememek, devrimi görememek, devrimi “okumamak” anlamına gelecektir. Fakat İranlılar rejimi değiştirecek bir devrimden önce, o devrimi mümkün kılacak büyük ve başka bir devrim gerçekleştirdiler. Farklılıkları bir kenara koyup birlik olma, ortak hareket etme devrimi bu.