Theodorakis’in ardından: Ege’nin iki yakası

Editörden
-
Aa
+
a
a
a

Yunan müzisyen Yannis Saoulis, 2 Eylül'de hayatını kaybeden ve bugün Girit'te defnedilen ünlü besteci, aktivist Mikis Theodorakis'i yazdı.

Yunan besteci Mikis Theodorakis hayata gözlerini yumdu

(Bu yazı 7 Eylül 2021 tarihinde kronos34.news'ta yayınlanmıştır.)

Mikis (Michael) Theodorakis gibi biri veya herhangi biri hakkında yazarken, söz konusu kişiye ilişkin en içten düşüncelerinizi tarif etmekten başka yol yoktur. Theodorakis'in besteci, yazar olarak eserleri ya da faşizme karşı bir direniş savaşçısı, siyasi isyancı olarak faaliyetleri hakkında internette birçok bilgi bulunabilir. Ben burada kendi deneyimlerimle onu bir müzisyen ve dünya vatandaşı olarak nasıl gördüğümü anlatmak istiyorum.

Mikis Theodorakis ile sanırım 1984 seçimlerinde tanıştım. Onunla tanışmak ve Tasos Livaditis'in aynı sayıda şiir yazdığı 16 bestelik müzik eseri “Ta lyrika”nın notalarını sormak istedim. Ancak aslında Theodorakis ile ilk tanışmam bu değil. Onunla daha önce, ergenlik çağındayken, kendi kendini yetiştirmiş bir buzuki çalgıcısı olarak, rebetiko sanatçısı Manolis Hiotis adlı enstrüman virtüözünün şarkılarını çalmaya hevesliyken tanışmıştım. Hiotis'in kaydettiği her şeyi çalmak "zorundaydım."

 

Her şeyi çalamadım…

 

Yine de Manolis Hiotis'in “Epitaphios” (Yannis Ritsos'un şiiri), “Archipelagos” (Nikos Gatsos'un şiiri ve 60'ların diğer önemli şairlerinin şiirleri) gibi plaklarda çalması sayesinde Theodorakis'in besteleriyle tanıştım. Beni daha da öte bir boyuta taşıyan başka bir şey keşfettim: Edebiyat ve şiir. Sonunda kendimi dünya ve toplumla ilgili sorularla dolu bir evrende buldum. Düşünmeye, sorular sormaya ve cevaplar aramaya başladım.

Herhangi bir yanlış anlaşılmayı önlemek için, dünyanın her yerinde birçok insanın başına aynı şeyin geldiğini belirtmem gerekiyor. Bu sadece, 70'lerde Selanik'te oldukça fakir bir ailenin oğlu olan bana ait bir deneyim değil. Burada, Mikis Theodorakis'in müziğinin “sıradan” insanların “daha yüksek” entelektüel zeminlere ulaşmalarına nasıl yol verdiğini belirtmek isterim. Onun (ve başkalarının) müziği aracılığıyla insanlar başka bir politik ontoloji keşfedebilir, politik duruşlarını tanımlayabilirlerdi. Söylediğimiz şarkılar barış, kardeşlik, adaletsizliğe karşı mücadele, insan hakları ve dünyamıza “bütüncül” olarak hizmet eden değerler hakkındaydı.

Suyun öteki yakasında, Türkiye bize söylendiği gibi “düşman”dı. Ege'nin karşı tarafından bakıldığında Yunanistan'ın da “düşman” olduğunu biliyorum. Ve aslında her iki ülkedeki insanlar kardeşliği ve barışı destekleyecek siyasi duruşlarını belirleyemeyince “düşman” oluyoruz. Her iki ülkeden insanların ortak kültürel geçmişleri keşfettiklerinde yaşadıkları hoş sürprizleri nasıl ifade ettiklerini hepimiz biliyoruz. “Aynı yemek, aynı sözler, aynı danslar, aynı müzik! Sorunları insanlar yaratmaz. Sorumlu her iki taraftan da politikacılardır. Suçlanması gereken onlar.” Bu sözleri çok kez duydum. Öte yandan, aynı şey Yunanlar ve İtalyanlar için de söylenebilir.

Her iki ülkedeki ikiyüzlü elitlerin anlatılarında bütün bu ifadelerin entelektüel “lobotomi” araçları haline geldiğini de söylemek isterim. Örneğin Almanya'da birçok Yunan ve Türk ortak kültürel zeminlerini birbirlerine anlatıyorlar. Tatil için olsa ülkelerine döndüklerinde ise “düşman” oluyorlar. 

Neden böyle?

Bana göre eğitimle ilgisi var. Akademik eğitimden bahsetmiyorum. Mikis Theodorakis'in, daha sonra Manos Hadjidakis'in ve onlar gibi sanatçıların müziği aracılığıyla gençliğimizde benim ve birçoklarının tecrübe ettiğimiz, hâlâ almakta olduğumuz gerçek eğitimden bahsediyorum. Bu yol, kendimizi ve dünyadaki konumumuzu düşünmek için bizi “daha yüksek zeminlere” götürdü. Theodorakis oraya gitmemiz için kapıyı açtı. Her iki yakada da böyle sanatçıların olduğunu biliyorum. Theodorakis barışçıl yaratıcılığı ve nihayet gerçek mutluluğu aramak ve bulmak için her iki taraftan insanlara bizi şiirin “yüksek zeminlerine” götüren bir “müzik bulvarı” sundu. Tıpkı Nâzım Hikmet’in yaptığı gibi…

 

Epimetre.

Mikis Theodorakis Mayıs 2010'da Akropolis yakınlarındaki evinin balkonunda her iki ülkenin başbakanlarının ellerini tutarak bir fotoğraf için poz veriyordu. Sembolik bir jest oldu. O ve müziği, deyiş yerindeyse, Sayın Papandreu ve Sayın Erdoğan arasındaki bağlantıydı.

Öyle miydi?

Her zaman merak etmek ve şüphe etmek için eğitildim!

Hayır, geçici olarak o “politikacıların” çıkarlarına hizmet eden bir aldatmaca, bir yanlış görüntüydü. Zaman bize bunun bir “gösteri” olduğunu kanıtladı. Bana göre elitlerin “sirenlerine”* kulaklarımızı tıkamak ve bizi o “yüksek zeminlere” götürebilecek seslere -Mikis Theodorakis'inki gibi- müziklere kulak vermemiz gerekiyor.

Böylece hem Yunanlar hem de Türkler onun katkılarından yararlanacağız ve mirasına saygı duymuş olacağız. Gerçek kazanç budur.

 

* Sirenleri bölümü mitolojik anlamında... Denizcileri büyüleyen deniz perisi, güzel sesler çıkarıyordu. Odysseus da onları dinlemişti, denizciler bütün kapıları kapadılar. Dinlememeliyiz. Güzel şeyler söylüyorlar ama bedeli biz ödüyoruz. İki halk…

 

İngilizce’den Türkçe'ye çeviren: Emir Korkmaz