İstanbul’dan Karlsruhe’ye bir taşınma öyküsü

-
Aa
+
a
a
a

Sakat Muhabbet'te Alper Tolga Akkuş, Karlsruhe Institute of Technology’de akademik çalışmalarını sürdüren Zeynep Şölen Yıldız ile bir yerden başka bir yere taşınma, yer değiştirme konuları üzerine konuşuyor.

""
İstanbul’dan Karlsruhe’ye bir taşınma öyküsü
 

İstanbul’dan Karlsruhe’ye bir taşınma öyküsü

podcast servisi: iTunes / RSS

Alper Tolga Akkuş: Merhaba. Açık Radyo’ya, Sakat Muhabbet’e; sağlamcı zihniyetin kör topal muhalefine hoş geldiniz. Bugün 8 Mayıs 2024 Çarşamba. Ben Alper Tolga Akkuş. Göç, göç etmek; aynı şehirde, ülke içinde, ülkeler arasında taşınmak, son günlerin en büyük gündemlerinden birisi. Bu hafta sakatlar nasıl göç ediyor, nasıl taşınıyor konularına eğiliyoruz. Konuğumuz Zeynep Şölen. Zeynep, Açık Radyo’ya, Sakat Muhabbet’e hoş geldin. Nasılsın, iyi misin?

Zeynep Şölen Yıldız: Merhaba Alper. İyiyim, çok teşekkür ederim, hoş bulduk. Çok mutluyum burada olduğum için. Ben bayağı sağlam bir Açık Radyo hayranıyım. O yüzden burada olmaktan çok mutluyum. Sakat Muhabbet de Açık Radyo'da en sevdiğim ilk üç programdan biridir kesin, o yüzden teşekkür ederim beni davet ettiğin için.

A.T.A.: Diğer ikisi hangisi? Rakiplerimi öğreneyim bari.

Z.Ş.Y.:Açık Gazete - yıllardır her sabah onunla uyandığım için. Bir de herhalde yine onun içinde Açık Bilinç diyebilirim galiba.

A.T.A.: Zeynep, önce biz konuğumuzu tanıtıyoruz dinleyicilerimize; Zeynep Şölen kimdir, ne yapmıştır bugüne kadar? Bir sakatlığın varsa, bunu da belirtirsen sevinirim.

Zeynep Şölen Yıldız

Artrogripozis Multipleks Konjenita (AMC)

Z.Ş.Y.: Tamam, tabii ki, olur. Şölen ikinci adım, 29 yaşındayım. Bir sakatlığım var, evet - nadir görülen bir kas hastalığı aslında deneyimlediğim şey. Ama buna bağlı olarak hem yürüyüşüm farklı, bir yürüme kısıtlılığım var, elimi, kolumu kullanma şekli de biraz farklı ve yine bu kas hastalığından sebep, boyum kısa epeyce bir. Belki biraz sonra anlatacağım şeylerin anlaşılmasını daha kolaylaştırır diye düşünerek söylüyorum. Genellikle uzun süreler ayakta durmak, uzun mesafeleri yürümek, yokuş çıkmak ya da yine en çok boyumun kısalığından kaynaklı olarak yüksekte bulunan - yüksek dediğim, tırnak içinde ‘normal insanlar için tasarlanmış’ olan her şey – erişmek sorunum oluyor. Bunlar sakatlığımla ilgili kısımlar.

A.T.A: Hastalığının adını söyleyebilir misin? Belki bilmeyenler vardır dinleyenler arasında.

Z.Ş.Y.: Evet, söylemesi çok zor. Kısaltılması AMC diye geçiyor yani Artrogripozis - belki yanlış bile telaffuz ediyor olabilirim. AMC, ortopedik hastalık diye yazınca çıkmıyor tabi ki çok yaygın bir kısaltma olduğu için. Ama öyle yazınca fotoğraflar, bilgiler çıkıyor. Sadece kendi içinde bir çok fazla varyasyonu olan bir hastalık olduğu için, ben de böyle araştırdığımda, ‘Aaa işte bu benim gibi’ de hissedemiyorum çok fazla. Herkesin biraz farklı deneyimlediği bir hastalık ama yine de çok nadir görülen, milyonda bir görülen bir hastalık. 

Sakatlar için Erişilebilir Tasarımlar

Z.Ş.Y.: Bir yandan da akademik olarak araştırmalar yapıyorum. En son geçtiğimiz Eylül'de doktoramı bitirdim Koç Üniversitesi'nde. Doktoram da bir tasarım doktorası idi. Orada da farklı engelleri bulunan bireylerin birlikte çalışma, birlikte üretme pratikleri üzerine, bunları anlamak üzerine çalıştım ve kullandığımız teknolojiler de bu süreçleri nasıl destekleyebilir gibiydi ve sonunda da tasarım önerileriyle geldiğim bir doktora süreciydi. Şimdi de aslında biraz daha akademik bir yoldan devam ediyorum - post doktora, doktora sonrası araştırmacı olarak çalışıyorum. 

Aslında bugün burada olmamın sebebi de bu. Bu sebeple, doktora sonrası araştırmalarını tamamlamak üzere, bir projeye geldiğim için Almanya'ya taşındım; Müze erişilebilirliği. Müzeler, müzede kullandığımız teknolojiler farklı engelleri bulunan bireyler için nasıl daha erişilebilir olabilir gibi bir soru idi temel olarak.

Erişilebilir Her Şey (EHŞ)

Z.Ş.Y.: Bir de Erişilebilir Her Şey’de araştırmacı olarak çalışıyorum. Aslında doktoramdaki farklı engelleri bulunan insanların birlikte çalışma pratikleri üzerine çalışırken, Erişilebilir Her Şey ile karşılaştım çünkü Erişilebilir Her Şey’de böyle, farklı; kör insanların, sağır insanların, benim gibi fiziksel farklılıkları olan insanların bir araya geldiği ve erişilebilirlik için danışmanlık veren bir sosyal girişim. Orada da bütün o danışmanlık süreçlerinde engellenen bireylerin, sakat bireylerin - biz Erişilebilir Her Şey’de engellenen bireyler diyoruz, sen sakat bireyler diyorsun - deneyimlerini daha iyi anlayabilmek ve tüm bu süreçlerimizin merkezine alabilmek için çeşitli araştırmalar yapıyoruz - odak gruplar, birebir görüşmeler. Bu araştırmaları yürütüyorum bir yandan. 

Bir de senin de artık bir parçası olduğun, yine farklı sakatlıkları bulunan insanların birbirleriyle deneyimlerini paylaşabildikleri bir topluluk oluşturmaya çalışıyoruz. Bir de çocuk kitaplarıyla ilgileniyorum. Artık çocuk kitapları yazarıyım bile diyebilirim sanırım. Eylül'de bir kitabım basılacak. Bunun konusu da aslında hiç erişilebilirlik ile ya da sakatlıkla ilgisi olmayan bir konu. Ancak olabildiğince kitabı da yine özellikle kör ve sağır çocuklar için nasıl erişilebilir yapabiliriz, nasıl o şekilde basabiliriz diye hem yayıneviyle, hem Erişilebilir Her Şey ile birlikte kafa yoruyoruz bir yandan. Genel olarak bunlarla ilgileniyorum.

A.T.A.: EHŞ ile tanışmadan önce sakatlık üzerinde çalışıyor muydun, sakatlıkla ilgili miydin akademik olarak yoksa EHŞ’den sonra mı oldu? Onu merak ettim sen anlatınca.

‘Bir Sakat Olarak Kendimi Fark Etme - Tanımlama Süreci’

Z.Ş.Y.: Öncesinde de ilgiliydim, çok eskiye dayanmıyor aslında bence. Üniversitede psikoloji ve medya ve görsel sanatlar okumuştum ve o sırada aslında böyle çok da ilgiliydim diyemem, birazcık kendi içimdeydim daha doğrusu, kendi kimliğimi anlamaya çalışmak, onu kabul etmek gibi. Kendimi ‘bir sakat olarak’ tanımlıyor muyum? Birazcık böyle bunları düşündüm ve olabildiğince de diğer sakat insanlardan uzak kalmaya çalıştığım bu süreçti. Şimdi geriye doğru bakınca, birazcık bunu görüyorum - mesela okulda etkinlikler oluyordu ve ben bunu birazcık ‘niye biz sakatız diye birlikte vakit geçirmemiz gerekiyor’ gibi buluyordum, bunu biraz 'etiketleyici' buluyordum belki de ve o yüzden kaçınıyordum biraz.

Ama sonra kendi kimliğimi kabul etme sürecim sırasında şunu fark ettim; aslında ne güzel ortak deneyimlerimiz var, niye bir araya gelip konuşmayalım ki? Bunun aslında bayağı da faydalı ve keyifli bir şey olabildiğini fark ettim ve daha çok bu bir araya gelme süreçlerinin yapısını anlamaya çalıştığım için, tam o sırada da üniversiteden mezun oluyordum ve dedim ki belki de buna akademik olarak devam etmeliyim. Öyle olunca da yüksek lisans ve doktoraya da yine Koç Üniversitesi'nde devam ettim. Tam o sıralarda da, doktoramın ikinci yılında Erişilebilir Her Şey ile tanıştım. Ama şunu da fark ettim; mesela şu an Erişilebilir Her Şey’deki farklı sakatlıkları bulunan arkadaşlarımla çok yakınız yani iş arkadaşlığı dışında da böyleyiz. Ama bizi bir arada tutan şey de sadece bu alanda mücadele veriyor olmamız değil - müzikte de, edebiyatta da, farklı konularda da bir sürü ilgi alanını paylaşıyor olmamız ve çok çeşitli konulardan muhabbet edebiliyor olmamız. O yüzden epey şanslı hissediyorum böyle bir topluluğun parçası olduğumdan dolayı.

A.T.A.: Müzik arasına geçmeden akademik titrin nedir şu anda? Onu da belki söylemek istersin diye aklıma geldi.

Z.Ş.Y.: Aynen. Şu an doktor unvanını kazanmış oldum ve doktoramı bitirerek doktora sonrası araştırmacı olarak devam ediyorum.

A.T.A.: O zaman müzik arasına geçelim. Ne seçtin dinleyiciler için, ne dinleyelim senin önerin ile bu hafta?

Z.Ş.Y.: Bugün konuşacağımız için benim taşınma sürecinin arka planı gibi olan bir şarkıydı bu, sürekli bunu dinledim tüm yolculuk hazırlıkları ve yolculuk esnasında. O yüzden bunu dinlemek tatlı olabilir diye düşündüm; Beirut'tan “Rhineland” dinleyebiliriz.

A.T.A.:Sakat Muhabbet devam ediyor. Bu hafta, İstanbul'dan Almanya Karlsruhe’ye taşınan bir akademisyeni, bir sakat bireyi; Zeynep Şölen Yıldız'ı konuk ediyoruz. Şimdi taşınma olayına gelelim Zeynep; 8 Mart haftasında ben EHŞ’yi konuk edecektim ve seninle Seben’i (Ayşe Dayı) davet etmiştim. Sen de o zaman, ‘Ben bu programda olmayayım Alper, bir konu var, benim gündemim o şu anda; taşınma konusu. O kadar şey yaşadım ki mutlaka konuk al beni’ demiştin. Mart ayında, 8 Mart'ta ve tam iki ay sonra şu an konuğumuzsun. Bu taşınma konusunda içinden geçenleri geldiği gibi bir anlat bakalım.

İstanbul’dan Karlsruhe’ye Bir Taşınma Hikayesi

Z.Ş.Y.: Valla evet, 8 Mart'ta süreç daha da acılıydı. Daha geleli bir ay olmuştu Almanya’ya ve ilk bir ay, iki ay çok daha zorlayıcıydı bence, en zor günlerdi. Şimdi yavaş yavaş, üç ayı bitirmişken bir tık daha durulmuş ve ne yaptığımın farkında gibi hissediyorum. Bir sakat olarak, kendi yaşadığın şehrin içinde dahi bir yerden bir yere giderken ya da şehir değiştirirken mutlaka ben şuna bakardım; mesela, gideceğim yer nasıl bir yer, görsellerini bulabiliyorsam onu anlamaya çalışırdım, özelliklerine bakmaya çalışırdım yani benim için erişilebilir mi diye. Özellikle tek başıma gideceksem ya da kalacaksam daha da çok bunları araştırmam gerekiyordu - lavaboya ulaşabilecek miyim, duşa girebilecek miyim gibi çok temel sorunlar. Burada en çok Türkiye'de nasıl oluyordu bu diye düşünmeye başladım, bir yandan da şöyle düşünüyordum; İstanbul'da yaşıyordum, orada da yalnız yaşıyordum ve İstanbul'da da bir sürü erişilebilirlik sorunu var, hiç erişilebilir bir şehir değil ve orada bir şekilde çözüyor olsam, dünyanın neresine gidersem gideyim çözerim, aşağı yukarı yaşayacağım şeyler aynı diyordum.

A.T.A.: İstanbul’dayken semtler arasında taşınma olmuş muydu? Hiç öyle bir şey yaşadın mı öncesinde?

Z.Ş.Y.: Evet, üç yıl önce annemle babamın evinden kendi evime taşınmıştım gibi bir şey olmuştu. Zaten Sarıyer'e taşınmıştım ve okuldan dolayı çok bildiğim bir semtti, o yüzden çok yabancılık hissetmemiştim. Kesinlikle benzer deneyimler değil ama gelmeden önce ben de benzeri olabileceğini düşünüp, ne kadar zor olabilir ki, aşağı yukarı aynı şeydir diye hayal etmiştim sadece. 

Tabi ki erişilebilir bir ev bulmaya çalıştım en temelinden ve o da çok kolay değil. Almanya'nın belki bu konuda bizden ileride olabileceğini düşünürdüm ama hiç değil. Yani gayet hiç erişilebilir ev yok ve benim şu an yaşadığım ev - ben yanında tutunacak bir şey, kol varsa merdiven çıkabiliyorum - full erişilebilir, tamamen aradığım gibi bir ev bulmak imkansız olacağını fark ettikten sonra artık birazcık tamam biraz zorlasın noktasını kabul ederek ev seçmem gerekti. Bir de kedim ile taşındım, o da ekstra bir zorluk ekledi. Böyle kime anlatsam, ‘çok kolay gelsin’, ‘bulursun herhalde’ diyordu. Web sitelerinin böyle bir filtresi var; burada Barrier-Free (erişilebilir, bariyersiz) diyorlar yani erişilebilir ev gibi ama o filtreler de bence çok iyi çalışmıyor ve çoğunlukla da tekerlekli sandalye kullanan bireylerin özelliklerine uygun olarak o filtre belirtiliyor. Ama benim ihtiyacım ile tekerlekli sandalye kullanan birinin ihtiyacı çoğu zaman aynı değil.

A.T.A.: Sakat denince sandalye kullanan algılanıyor o anda. Yani kör ve sağırların isimleri de ayrı zaten, onları ayırıyorlar. Sakat denince ortopedik engelli ve sandalye kullanan kişi sanki fiksmiş gibi bir algı da var, bunu da aslında vurgulamak lazım.

Z.Ş.Y.: Kesinlikle öyle. Bence ev sahiplerinde de böyle bir algı var çoğunlukla. Zaten mevzuat da o filtrelerde var. Orada da profil hazırlayıp kendinle ilgili özelliklerini girmen gerekiyor ve ben ‘erişilebilir ev arıyorum’ yazdığımda ve hatta yine ‘merdiveni olan bir eve bakmak istiyorum’ diye işaretlediğimde bana ev sahibinden şu cevap geliyordu, ‘Ama erişilebilir demişsiniz, bu nasıl olacak?’ Orada da hiçbir detay girmene izin vermiyor senin.

Erişilebilirlik Kıstasları ve Zorlukları

A.T.A.: Erişilebilir der, demez - onu merdivensiz, basamaksız yer arıyorsun gibi algılıyor onlar aslında.

Z.Ş.Y.: Ama aslında o benim ihtiyacımı karşılamıyor. O yüzden sana bahsettiğim akademik çalışmada da çok basit bir öneriydi ama önermek zorunda kalmıştım; filtrelerin detayları olsun ve bunu kendimiz işaretleyelim - evet şunu istiyorum, bunu istemiyorum gibi. Benim için mesela erişilebilirlik çok küçük, bazen detaylarda - pencerenin tutacağı, açacağım yerleri çok yüksek mi veya prizler yüksek mi gibi. Bunlar mesela bazen evin fotoğraflarında görünmüyor ya da ev dik bir yokuşun üstündeyse istediği kadar içi erişilebilir olsun benim için uygun değil. Ama bu durumu, evin dışarısından fotoğrafını göremiyoruz çoğunlukla. Tanıdık aracılığıyla biri evden çıkıyordu da bana böyle detaylı videolarını çektiler de öyle anlayabildim, içime sindi.

A.T.A.: Şu an o evden mi bağlandın sen bize, oradan mı konuşuyorsun?

Z.Ş.Y.: Evet, o evden bağlandım.

A.T.A.: Senin için uygun bir ev mi, yine ufak tefek pürüzler var mı?

Z.Ş.Y.: Var, var, kesinlikle var. Dediğim gibi, girişinde merdiven var apartmanın. Zaten mutfağı hiç saymıyorum, mutfak için kendim her zaman ayrı bir çözüm buluyorum - bir yükselti, platform ve rampa yapmam gerekiyor, İstanbul'daki evimde de öyleydi.

A.T.A.: Tezgah senin boyuna uygun olmuyor muhtemelen, o yüzden değil mi?

Erişilebilirliğin Görünmez Yükü

Z.Ş.Y.: Tabi ki, aynen. Mesela İstanbul'dan taşımam gerekti ve banyo için de ufak, küçük tabureler aldım. Geçen gün onun fotoğrafını çekiyordum; evde farklı farklı yerler için kullandığım üç farklı boyda tabure var. Sadece burada şu da var bence; tüm bunları sağlamak için herhangi bir taşınan insanın harcaması gerekenden çok daha fazla para harcamak gerekiyor yani bu erişilebilirliğin çok fazla maliyetli olması konusu beni gerçekten bu süreçte çok üzdü ve keşke bunlar için başvurabileceğiniz fonlar olsa diye düşündüm. Hatta Erişilebilirliğin Görünmez Yükü gibi bir kavram vardı literatürde, onu hatırlattı bana. Gerçekten hiç görünmez derken, kimse tarafından aslında algılanmıyor. Mesela herkes gibi taşınıyorsun gibi oluyor ama sen aslında sürecin içinde hem maddi, hem de manevi çok daha fazla efor koymak zorundasın. Bu da tabi ki sadece sakat bireyin sorumluluğu haline geliyor. Bu, gerçekten bence zorlayıcı bir süreçti. 

A.T.A.: Senin dışında araştırdın mı sakat birisinin taşınma deneyimine dair; bir blog olur, bir şey olur, bir yazı olur, aradın mı, böyle bir şeye rastladın mı?

Z.Ş.Y.: Evet, sonradan aradım, başta değil. Hatta keşke bu araştırmayı baştan yapıp belki bir şekilde insanlarla kontak kursaymışım dedim. Birkaç tane var gerçekten. Özellikle hepsi Amerika temelli idi benim gördüklerim, Amerika'dan Avrupa'ya taşınan insanlardı ikisi de. Ama orada da şunu fark ettim ki hatta şu an bunu düşünüyorum; engelli komüniteleri ya da sakat komüniteleri biraz daha yerel ya İstanbul'da, belki Mersin'de ya da Türkiye'de, daha uluslararası ve belki sadece taşınmak gibi de değil - birkaç gün bir başka bir yere gideceksen de bazen erişilebilirlik ile ilgili insanlara bir şeyler sormak istiyorsun - acaba bu toplulukların, sakat toplulukların daha ülkeler arası iletişim kurabileceği bir noktaya nasıl getiririz? Belki vardır ama ben ulaşamadım.

Z.Ş.Y.: Evet, evet, var tabi ki. Yani engelli çalışmalarından ilk olarak çıkmış, bizim tasarım alanında da çok fazla kullanılıyor. Bu görünmez yükü nasıl görünür kılabiliriz? En azından bununla başlayabiliriz ki en azından bunu görünür kılmak, belki bunun fonlarının sağlanmasına sebep olur gibi. Yani akademik olarak, sakat bir akademisyen olarak bir yerden bir yere taşındığında başvurabileceğim ve benim erişilebilirlik ile ilgili harcamalarımı karşılayabilecek bir fon olması işimi çok kolaylaştırırdı ve eminim ki belki birçok sakat insan, akademisyen ya da farklı alanlarda çalışan insanlar da bu yüzden taşınmıyorlar. Çünkü ben de ilk bir, iki ay bir daha asla taşınmam diye düşünüyordum, ya burada kalırım ya da Türkiye'ye dönerim çünkü akademi aslında birazcık hareket etmenizi gerekli kılan bir alan, pozisyon bulmak kolay değil.

A.T.A.: İstanbul ve Karlsruhe; erişilebilir olma açısından kıyaslayabilir misin?  Şimdi onu merak eder muhtemelen dinleyenler.

Z.Ş.Y.: Çok farklılar birbirinden. Sadece fiziksel tarafa odaklanacaksak, Karlsruhe daha erişilebilir diyebilirim çünkü bir kere zaten jeolojik olarak dümdüz bir şehir. O yüzden İstanbul'un inişleri, çıkışları, yokuşları zaten başlı başına erişilebilir değil.

A.T.A.: Karlsruhe çok küçük, kıyas kabul edilmez belki, onu da söylemek lazım.

Analog ülke Almanya

Z.Ş.Y.:
Evet, aynen. Yani burası 300 binlik bir şehir. Ben zaten erişilebilir bir ülke bekliyordum genel olarak Almanya'yı yani sadece fiziksel koşulu olarak da değil, bir tık daha iyi, dediğim gibi düz olmasından kaynaklı. Kaldırımlarda çok fazla yükseklik yok, daha dümdüz. Ama mesela yaşamın içinde Almanya hala çok analog bir ülke. Bütün süreçlerde bir yere giderek, bir şeyleri yapmanı gerektiriyor. Bir şeyleri sürekli postalaman gerekiyor, her şey postayla geliyor. Çok dijitalleşmemiş bir ülke ve bu da mesela internetini bağlatmak için - Türkiye'de çoğunlukla en basitinden hat almak, internet bağlatmak. Bir yere taşındığında temel yapacağın şeyleri online olarak yapıyorsun Türkiye’de. Bu benim İstanbul'da çok büyük bir kolaylığımmış, bunu fark ettim - burada gizlilik, data kullanımı gibi konulardan dolayı her şeyin yüz yüze, yazılı olarak yapılması gerekiyor. O yüzden çoğu şeyde uzun sıralar beklemek zorunda kalırken buldum kendimi. Bu analogluk işi beni biraz yordu. Yani dijital halletmek bir şeyleri çok daha kolaymış. Bir de telefonla da ulaşmakta zorlanıyorum çünkü orada da dil bariyeri devreye giriyor Almanca bilmediğim için.

İstanbul ile Karlsruhe arasındaki farklardan yine dil bariyerinden kaynaklı olarak - her ne kadar iki yerde de fiziksel koşullar mükemmel değil ama İstanbul'da bunu nasıl daha kolay çözüyordum, herhalde sosyal destek ile hem arkadaşlarım, ailem bunu kastediyorum ama hem de gündelik hayatın içinde - bir markete gittiğimde ‘şunu uzatır mısın’ falan diyerek kolayca ne kadar çok şeyi çözüyormuşum. Burada hem dil bariyerinden dolayı, hem de biraz kültürel farklılıktan dolayı ve biraz da yabancı olmaktan kaynaklı, belki benim de çekinmemden dolayı bunları söyleyemiyorum ve burada onları söyleyemediğim için birazcık zorlandığımı farkettim. Erişilebilirliğin - belki maalesef demeliyim, bilmiyorum - fiziksel koşullara hala çok uygun olmadığı için sosyal yardıma, sosyal desteğe ne kadar bağlı olduğumu farkettim ve İstanbul'da ne kadar çok sorunumu böyle çözüyormuşum da burada çözemiyorum dedim. Burada çözemeyince de bu bana biraz daha görünür olmaya başladı. Sakat insanlar bağımsız olsunlar ama şöyle bir baskı da var; hiçbir şey sormamalıymışsın, hiçbir destek olmamalıymış hayatın içinde. 

A.T.A.: Kendi kendime yeterli olmalıyım algısı aslında o.

Z.Ş.Y.: Evet.

Sarıyer’in Erişilebilir Manavı ve Mahallenin Kızı Zeynep

A.T.A.: Sakat olmasan bile birilerine ihtiyacın var, sakatlıkla alakalı bir şey değil bu zaten, onu söylemek lazım.

Z.Ş.Y.: Aynen kesinlikle ama bence sakat olduğunda - mesela benim üstümde, ben kendi üstümde böyle bir baskı hissediyordum, ‘Hayır, sormayacağım’ gibi. En son yıllara kadar böyleydi, sonra bunu aştığımı düşünüyorum, özellikle de İstanbul’da yalnız yaşamaya başladıktan sonra. Zaten Sarıyer de küçük bir yer, nereye gitsem herkesi tanıyorum ve herkes de beni tanıyor, daha ben sormadan bir şey uzatıyorlar. 

A.T.A.: Mahallenin kızı Zeynep iken şimdi yedi kat yabancı Zeynep oldun orada.

Z.Ş.Y.: Evet, mesela Sarıyer’deki manav abi, iki üç sıra sebzeleri diziyordu. Ben ilk iki sıraya ulaşabiliyorum, sonraki sıralara uzanamıyorum ve benim en çok aldığım sebzeleri aşağı katlara dizmeye başlamış mesela. Bir noktada ben de her şeyin önümde olduğunu fark etmiştim. Sonra da bunu konuşmuştuk onunla. Şimdi burada tabi ki öyle bir şey yok yani.

A.T.A.: Bu hafta Zeynep Şölen Yıldız idi konuğum. İstanbul'dan Karlsruhe'ye göç eden bir akademisyen. Son olarak neler söylemek istersin?

Z.Ş.Y.: Senin de söylediğin gibi, bunu daha önce yazmış insanlar, paylaşmış insanlar var mı diye sormuştun ya, onu çok da bulamadığımı da fark ettim ve yine deneyim paylaşmanın ne kadar önemli bir şey olduğunu da anladım. O yüzden bizim hem Erişilebilir Her Şey’de oluşturmaya çalıştığımız topluluk, hem de senin böyle bir program yaparak insanların farklı farklı konulardaki deneyimlerini topluyor olman, benim de o programı dinleyip kafamda bir ışık yanıyor olması ya da birinin belki bu programı dinledikten sonra yine taşınmakla ilgili bir şey düşünürken kafasında bir şeyin açılmış olması ya da bunu belki bir gün bana ulaşıp sorabileceğini biliyor olmak önemli şeyler gibi geliyor bana - hatta en önemlisi buymuş gibi hissettim bu süreçte. Daha çok böyle topluluklarımız olsun, daha çok deneyim paylaşalım ki bir şeyler daha kolay olsun. Bir yandan fiziksel koşulları, teknik koşulları iyileştirmeye çalışırken, bir yandan da bunun içinde olabildiğince sanırım birbirimize destek olabiliyor olmak işimizi kolaylaştıracak.

A.T.A.: Çok sağol konuk olduğun için Zeynep. Kolaylıklar diliyorum sana Almanya'da.

Z.Ş.Y.: Çok teşekkür ederim, çok sağol.

A.T.A.: Bu hafta Zeynep Şölen Yıldız idi konuğumuz. Bu arada destekçileri hep ben söylerim, dinleyenler hatırlıyordur. Geçen bölümde söylemedim çünkü yeni yayın döneminde destekçi listesiyle ilgili güncelleme varmış. Hatice Karateke idi bir hafta önceki destekçimiz, bu haftayı da öğrenemedim henüz, öğrenince söyleyeceğim çünkü ben çok önemsiyorum destekçilerin isimlerini ve ilk bölümden beri hepsinin adı da bende kayıtlı. Bir hafta sonra yine burada buluşmak üzere ve sakatlığın başka penceresinden size ulaşmak üzere diyorum. Görüşmek üzere, hoşça kalın.

Z.Ş.Y.: Görüşmek üzere.