"Sevgiyi paylaşmaya gerçekten ihtiyaç duyuyorum"

-
Aa
+
a
a
a

İskenderun'daki Eda Apartmanı'nda enkazın altında kalanların ve yardım etmek için çırpınarak dışında bekleyenlerin hikâyesini, o günleri ilk elden deneyimleyen ve tanıklığını yapan Arcan Okan Kurşun anlattı.

Eda Apartmanı, İskenderun
Eda Apartmanı, İskenderun
Eda Apartmanı'nda neler oldu?
 

Eda Apartmanı'nda neler oldu?

podcast servisi: iTunes / RSS

(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.)

Özlem Teke: Günaydın. Konuğumuz Arcan Okan Kurşun, 1984 Ankara doğumlu. Hatay’da büyüdü. Sabancı Üniversitesi Mekatronik Mühendisliği'nden mezun oldu. ABD'de aldığı NBA eğitiminin ardından kurumsal firmalarda çalıştı. On iki yıldır İstanbul'da kurucusu olduğu danışmanlık şirketi Cosmomia’da yaşam tasarımı danışmanı olarak çalışıyor.

Güven Güzeldere: Arcan sen İskenderun’lusun, ailen İskenderun’da yaşıyordu. Depremin olduğu 6 Şubat sabaha karşı depremden sonra ağabeyinden gelen telefonla uyandın, bundan sonrasını senden dinleyebilir miyiz?

Arcan Okan Kurşun: Ailemden uzakta yaşadığım için hayatım boyunca her an böyle bir telefon gelebileceğinin farkındalığıyla yaşadım. Tabii ki, aslında uzakta yaşamanın getirdiği bir gerçeklik: her an böyle bir telefon gelebileceğini bilerek yaşadım hayatım boyunca. Amerika'da yaşadığım dönemde de aynı şey geçerliydi. Bence bu telefonun ne zaman geleceğini beklemiyor insan. Altı Şubat günü sabah erkenden çok aramışlar ama ben uyanmamışım. Dokuz civarı, zaten uyandığım saatte telefonumda birden çok çağrıyı görünce bunun ne demek olduğunu anladım, ama bunun bir deprem olacağını beklemiyordum. Hemen geri aradım. “Bir deprem oldu, annemiz ve babamız enkaz altında, bir şekilde buraya gelmeye çalış” dedi bana abim. O an için aslında bunun toplumsal tarafını düşünecek bir halde değildim. Gerçeğin ne boyutta olduğunu görebilecek durumda da değildim. Tek yapmaya çalıştığım şey ben şu anda buradan Hatay'a nasıl giderim sorusuna cevap bulmaktı. Televizyon açtık. Hatay'dan bahsedilmiyordu. Bu biraz şaşırtıcıydı: hani

ailem enkaz altındaydı Hatay'da? Herhalde orayı çok az vurdu demek ki ama bizim binamızdan kaynaklanan bir durum olduğu için bahsedilmiyordur diye düşündüm. Bir uçak buldum. Hatay'ın havalimanı kapalıydı. Adana'ya giden bir uçak buldum öğleden sonra için. İki kuzenimle beraber o uçağa yetiştik. Uçağın rötar yapmasına rağmen biz akşam saatlerinde Adana’da olduk, hemen bir araç kiralayıp hızla Hatay'a doğru ilerledik.

Bugün için yolun kapalı olduğu, kar yüzünden Hatay'a ulaşılamadığı gibi söylentiler sosyal medyada çok dolaşsa da aslında biz Adana'dan Hatay'a her zamanki gibi ulaştık. Hiç ulaşılamayacak bir durum yoktu, yollar da bomboştu. İskenderun Eda Apartmanı'nda oturuyordu annem ve babam. Enkaz alanına çok istediğimiz bir saatte ulaştık. Gördüğüm şeyi anlatmak çok zor. Fotoğraflar gördünüz, videolar gördünüz ama televizyonda görülen gibi olmuyor. Çünkü kocaman bir çaresizlik var. Kocaman bir yıkılma var. Çünkü sadece binalar yıkılmıyor. Bütün geçmiş. Bütün çocukluğum. Evim, eşyalarım, güven duymamı sağlayan ve dünyayla güven bağı kurmamı sağlayan her şeyin yıkıldığını ve yok olduğunu görmüş oldum. Deprem bir bakıma, yaşayanlar için de aslında aynı duygu durumunu dış dünyaya yansıtıyor. Sadece sarsılıp acaba “ölür müyüm” demiyorsunuz. Bütün gerçekliğiniz sarsılıyor. Ben bu sarsıntıyı yaşamadığım halde altı Şubat'ın akşamında oraya gittiğimde en büyük yıkıntıyı sadece karşımda görmedim: bir de orada çaresizliği yaşadım. Çünkü ancak yapabildiğimiz şey enkazın üzerine çıkmak ve taşıyabildiğimiz büyüklükteki, ağırlıktaki birkaç taşı yere atmak. Tabii sekiz katlı bir binayı küçük taşları ellerle atarak boşaltmak mümkün değil. Ben çok şanslı bir durumda görüyorum kendimi. Çünkü ben gittiğimde operatörler, vinçler, İskenderun'da bulunan inşaat şirketlerinde çalışan işçilerden oluşan gönüllü insanlarla donatılmıştım. Akrabalarım vardı. Hayatta kalanlar hepsi oraya toplanmış ve o taşları ayıklamaya çalışıyorlardı. Buradaki problem de şu: profesyonel biri olmadığı için altı Şubat, gün boyunca nereden bu enkaza girileceğini bilen yoktu. Çünkü yapılan en ufacık bir hata enkazın tekrar içine doğru çökmesine neden olabilir ya da dışarıya çökebilir ve başkalarının hayatını tehlikeye atabilirdi. Bunu da bilmediğimiz için bir profesyonelin gelmesini bekledik.

O profesyonel bir türlü gelmedi. İkinci gün oldu. Gece kapkaranlık. Çalışan yok. Yardımcı olan yok. Vinçleri vinç operatörlerine yalvarıyoruz: “Lütfen şurayı al”, “Bak burası merdiven boşluğu. Burada biri olamaz”. “Bak burada kimse yokmuş gibi duruyor”. Onlar da çok haklı bir şekilde aslında bizim duygusal reaksiyonumuzda çok sakin bir şekilde tepki verip böyle bir sorumluluğu alamayacaklarını ancak AFAD'dan bir sorumlunun gelmesi o şekilde girilmesi gerekir bu yığına diyorlardı. Buradan bu vinçle şu taşları almak gerekir demesi gerekirdi. Bu imkânımız olmadığı için de biz bir yirmi dört saati tamamladıktan sonra ikinci yirmi dört saate başladık. Ve yardımsız geçen ikinci yirmi dört saatimizde de zaman zaman gelen seslerin ardından bireysel çabalarla çok şanslı olan, enkazın dış kısmında olan bireyleri kurtarabildik.

Bu aslında bir bakıma aslında şans meselesi diyeceğim. Çünkü binaların yıkılma şeklinin içeride hayatta kalma kapasitesini çok etkilediğini söyleyebilirim. Yan binamızın sağlamlığı dolayısıyla mesela binaya doğru oluşan bir üçgen yıkılma sayesinde orada bir yaşam etkinliği oluşmuş. Altıncı kattaki bir beyefendi kurtulabildi. Bizim binamız yan dönerek, doksan derece dönerek iki bloğun birbirinin içine girmesiyle çok enteresan bir şekilde yıkılmış. Normalde dış tarafta oturan bir karakter eşi ve çocuğuyla beraber döndüğünde yine dışarıda kalmış ve bu yüzden yine aynı şekilde hayatta kalabilmiş. Bu insanlar yaralı çıktılar. Bu insanları gördükçe aslında bir bakıma umudumuz oluyordu. Ama diğer taraftan da söylemeliyim ki donarak vefat etmiş kişileri bulmak durumunda kaldık. En acısı bu çünkü İskenderun çok ılıman bir yerdir bilirsiniz. Ama biz birinci ve ikinci gün eksi ikiyi gördüğümüz zamanlar oldu. Ve biz bu eksi ikide sokakta beklerken kalacak uyuyacak yerimiz yokken kendi kendimize yaktığımız ateşin etrafında ısınmaya veya arabalarımızda kalan azıcık benzinlerde uyumaya çalışırken bir taraftan da hayır bu binanın içindekiler uyumuyorlar, üşüyorlar, bizim bu sıcakta durmaya hakkımız yok deyip bir bakıma kendimize işkence ederek dışarıda üşümeyi tercih ettik. Bu sadece benim yaptığım bir şey değildi. Orada yakınlarını bekleyen herkesin yaptığı bir şeydi. Ne yazık ki birinci gün insanın canı bir şey de yemek istemiyor açıkçası. Bu yüzden hiçbir şey yemedik. Hani olsa da bir şey yemeyecektik. Ikinci gün de çok fazla yeme imkânımız olmadı. Zaten bize yardımlara pek gelmemişti. Yiyecek yardımı da gelmemişti. Bu anlamda ikinci günün sonuna doğru Antakya yani Hatay'ın merkez ilçesine, yardımların, yiyecek yardımlarını, tırların vatandaşların gönderdiği birçok desteğin geldiğini biliyorum. Ama bizim olduğumuz yer İskenderun sahilinde bu yardımların geldiğini biz göremedik. Herhangi bir yetkilinin de geldiğini görmedik. Bu yüzden oradaki şirketler, oradaki inşaat şirketleri sağ olsunlar, bir bakıma bizi orada tutan da onlardı. O inşaat şirketlerinin getirmiş olduğu çorba, sandviç gibi şeylerle idare edebildik, çayla kahveyle doyduk. Birbirimize sarılarak ağladık. Ve hepimiz aslında sadece kendi anne babalarımızı, akrabalarımızı değil kocaman bir şehrin kocaman bir yaşamın orada yok olduğunu gördüğümüz için bir bakıma birbirimize tutunduk. Bu anlamda coğrafyamızdaki insanların birbirine tutunabilme kabiliyetlerini çok güçlü buluyorum. Bu çok enteresan. Acılar her zaman insanları birleştirir. Bazı sosyal deneyler vardır belki bilirsiniz: Bir odada veya asansörde kalan, yolda kilitli kalan ya da asansörde kalan insanların birbirleriyle beraber aynı acıyı benzer bir dramayı yaşamalarından oluşan arkadaşlıkları veya yakınlıklarının geliştiğini gördüğümüz olur. Bununla ilgili sosyal deneyler de var. İsanların aynı veya benzer acıyla beraber başa çıkmaya çalıştıklarında oluşturdukları yakınlık da yine aynı şekilde burada vardı. Hiç tanımadığım insanlarla saatlerce sarılıp ağladım.

Ama günün sonunda şunu yaşadık: Üçüncü günün sabahında arada gelen sesler artık binadan gelmemeye başlamıştı. Bu süre içerisinde AFAD'a yaptığımız başvurular olmuştu. AFAD direkt kendisi gelemese de çeşitli gönüllü kurtarma ekipleri zaman zaman uğradı. Ve ellerinde teçhizat olmadan sesimi duyan var mı diye bağırıp insan kurtarmaya çalıştılar. Ama artık kırk sekizinci saatte, ne yazık ki gecenin o soğuğunda kimsenin ses çıkarabilecek hali kalmamıştı. Bizim sesimiz çıkmazken kırk sekiz saattir aç ve üşüyen insanların sesinin çıkmasını beklemek hata olurdu belki de. Teçhizatları olsa belki bunu yapmak mümkün olabilirdi. Ama o binalardaki çeşitli tıkırtıları duyan mikrofonlar, termal kameralar olmadan onlar da ellerinden geleni yapmaya çalıştılar. Çok yalvardık. Çok seslenmeye çalıştık. Ama ne yazık ki teçhizatı olmayan insanların da içeri girme imkânları yoktu. Bu yüzden gelen geri gidiyordu. Testler de kesildikten sonra artık üçüncü gün ben sosyal medya üzerinden yakınlarım üzerinden ulaşabildiğim kadar çok yere ulaşmaya çalıştım.

Üçüncü günün gecesinde yani artık saatleri hesaplayamadığımız noktalarda yavaş yavaş kendi kendimize vinç operatörlerine yaptığımız etkiyle, birilerinin sorumluluk almasıyla, halktan birinin sorumluluk almasıyla enkazın içine girmeye başladık. Ve yardımcı olan herkesin yardımıyla o üçüncü gün ayın sekiziydi. Galiba üçüncü gün evet. Babamı bulduk. Ben biraz şanslıyım yine. Sekiz katlı bir binanın sekizinci katında yaşıyordu ailem. Binayı yapan, yıllar önce vefat eden bir kişinin oğlu da o binada öldü bu depremde.

Ama binayı yapan kişinin kullandığı deniz kumunun içindeki deniz kabuklarını, demirlerin eridiğini gördük. Kumdan eriyor çünkü biliyorsunuzdur. Bu bu sayede öğrenmiş olduk, hepimiz inşaat mühendisi olduk yani. Gerçekten orada demirlerin aslında yok olduğunu gördük. “Demir kullanılmamış mı acaba” diyecek kadar soru işaretleriyle enkaza baktığımızı düşünün. Öyle olduğunu görüyorsunuz. Ama bir taraftan da çok su akıttığı için her akıntıda tavana sürekli şap dökmüşler. Dolayısıyla tek katlı bir tavan düşünmeyin. Birden çok kez kat atılmış betonlar. Gördünüz mü hiç bilmiyorum. Bilirsiniz belki. Tekrar beton atmak gibi. Kat kat üç dört defa şap atılmış. Dolayısıyla altında kalan birilerinin mutlaka ezileceği bir tavan yatıyor orada.

Babama sekizinci katta olduğu için çabuk ulaştık ama kat kat şap üzerinde olduğu için aslında bu ağırlığın içerisinden çıkması bir yardım olmadan mümkün değilmiş. Babamı üçüncü gün çıkardık. Ben teşrif etmek zorunda kaldım. Hiç kolay bir süreç değil. . Artık vücut şişmiş ve deforme olmuş halde buldum babamın naaşını. Tanımakta çok güçlük çektim. Sarılamadım. Günlerdir enkaz altında kalmasından kaynaklanan bir halde idi. Ve bir şekilde hastaneye götürdük, bir şekilde hızlıca defnettik. Ve üçüncü günün akşamında çeşitli hükümet yetkilileri geldi. Cumhurbaşkanı ve birkaç tane bakan geldi. Vali geldi. Aslında ben bu bireylere ulaşmak için çok uğraşmıştım, birkaç gün boyunca. Özellikle bu üçüncü günün sabahında. Keşke kendileri gelmek yerine aslında daha önce AFAD yetkililerini gönderebilmiş olsalardı. Yapılabilirdi diye düşünüyorum ama belli ki yapılamayacak kadar geniş bir alana yayılmıştı deprem. Aslında bir kişi bile yeterli olurdu. Çünkü bizim işçiye değil, vinç operatörüne ya da vinci değil, bizim konumuzda aslında, bunu sadece anne babam için söylemiyorum, o binadaki yüzün üzerindeki insan için söylüyorum, profesyonel olarak bu enkaza nereden girileceğini bilen bir insan bile yeterli olabilirdi. Ya da sorumluluk alabilen organizasyon hakkında fikir sahibi olabilen bir organizasyon, koordinasyon yapabilen biri yeterli olurdu. Yoksa ben asla orada çadır yemek, sıcak su, elektrik bile beklemez haldeydim. Bu arada elektrik, su dolayısıyla sıcak su olmayan bir gerçeklikti. Hiltiler çalıştırılamadı. Çünkü jeneratörler bulunamadı. Düşündüğünüzden, televizyonda gördüğünüzden çok daha farklı bir gerçekliği bir film sahnesinde yaşıyormuşsunuz gibi yaşadığınız bir dramayı anlatıyorum size. Ama amacım kimseyi ağlatmak ya da kimseyi üzmek değil. Amacım yaşadığım deneyim üzerinden İstanbul'da da bugünler yaşandığında, daha büyük coğrafyalarda bu günler yaşandığında insanların alınabilecek önlemleri almalarının sağlanması. Çünkü bazı şeyler çok farklı olabilirdi. Çok fazla can kurtarılabilirdi. Bugün kırk beş bin olduğu iddia edilen vefat eden insan sayısının çok çok çok azında insan ölmüş olabilirdi. Ve bu sadece beyan edilen şaibeli bir tutar bence. Ama tabii ne olduğunu bilmiyorum. Çünkü hâlâ çıkarılamayan, kaybolan insanlar var. Bizim binamızda da kayıp diyebileceğimiz bulunamayan insanlar old. 1 gün sonrasında sağ olsunlar dördüncü günün sabahında AFAD yetkilileri geldi ve kapsamlı profesyonel bir çalışma yaptılar. Bu arada bu çalışma için söyleyebilirim ki AFAD bir çalışma yapmaya karar verdiğinde ve bir yerde olduğunda çok profesyonel bir şekilde çalışabiliyor. Çok etkin bir şekilde, çok hızlı bir şekilde o enkazı çözebiliyor. Dördüncü gün annemi çıkardık biz oradan. AFAD yetkilileri çıkardı. Onu da defnettikten sonra artık bizim için yapacak çok bir şey kalmamıştı. Çünkü evlerimiz ve iş yerlerimiz yıkılmıştı. Bu yüzden diğer komşularımıza yardım etmek için birkaç gün daha kaldık.

"Bir acıyı yaşamaya değil göstermeye daha çok çalışıyoruz"

Daha sonra bir haber aldık ki iş yerlerimizden bazıları yıkılmamış ama talan edilmiş. Dört iş yerimizden iki tanesi yıkılmış. İki tanesi tamamen soyulmuş, talan edilmiş. Bu arada çok üzücü bir durum bu talan edilme hali. Çünkü bir anne baba ya da bir toplumsal travma acısı mı yaşayayım, yoksa insanların böyle bir durumda böylesine ahlaktan yoksun hareketler yapmasına mı üzüleyim bilmiyorum. Çok üzücü oluyor. Bir başka gerçekle yüzleşiyor olmak. Çünkü beraber yaşadığınız, belki aynı iş yerinden iki gün önce, beş gün önce bir şeyler satın almış bir bireyin aslında oradan bir şeyler çaldığı fikri çok yaralayıcı. İş yerimize gittik. Orada da hatta çalmaya çalışan insanlar gördük. Yakaladık. Polise ihbar ettik vesaire. Ama çatlamış, patlamış ve içeriye insanların girmesine neden olan duvarları ördürmekle işçiler gönderdiğimizde işçiler oradan kaçtılar ve bize haber verdiler ki meğer Kırıkhan ilçesinde hırsız çeteleri birbirleriyle silahlı çatışmaya girdikleri için inşaat yapılamamış. Yani o örmeye çalıştıkları duvarı yapamamışlar. Polis de müdahale galiba edememiş ya da etmemiş mi? Çok bilgim yok. Siz de uzaklaşın demişler bunlara ve onlar da duvarları örememiş. Biz günler sonra gittiğimizde çok daha kolay şekilde güvenlik sağlanabiliyordu. Birkaç gün sonra yani beşinci altıncı günden sonra yavaş yavaş güvenlik artabildi diyebilirim. Yine de işte hırsızlığın bir tanesini yakaladım. Polise teslim ettim. Ardından, ailemizi kendimiz çıkardığımız gibi iş yerlerimizi kendimiz güvence altına almak zorunda kaldık. Sonra yine etrafa yardım etmeye çalıştıktan sonra kendimizi, bir bakıma, bu acıyı yaşamaya bırakmak durumunda kaldık. Çünkü olay sadece ve sadece, bunu nasıl ifade edeceğimi bilmiyorum ama, sadece birilerine yardım etmekle veya o enkazını kaldırmakla bitmiyor. Bir de içimizde bir enkaz oluşuyor. Abimle baş başa kaldık. Abim ve ailesiyle. İçimizdeki bu enkazı ortadan kaldırmak için de yapabileceğimiz şey bundan sonra vedamızı tamamlamak. Artık kendimiz için çevredeki insanların desteğini alabilmek ve hayatımıza sıfırdan nasıl başlayacağımızı keşfetmekti. Biz de bunu yapmaya çalışıyoruz şu anda. Ben gerçekten çok teşekkür ediyorum. Arkadaşlarım, diğer aile mensuplarımız, akrabalarımız hep çok yanımızda oldu. Ama bu aynı zamanda belirli kusurlarımızı görmemiz için çok önemli bir yer de taşıyor. Ben danışmanlık süreçlerini yönetirken danışanlarımla kendi hataları için ya da hayatlarındaki bütün yıkımlar için aslında bir tavsiyede bulunurum onlara. Hata yapmalarının sınava girdiklerindeki başarısızlıklarının aslında eksiklerini görmek için bir fırsat olduğunu söylerim. Bu klişe bir avuntuymuş gibi gelebilir. Gerçek ve büyük bir acıyı yaşadığınızda bunun sadece bir alıntı olmadığını da fark ediyorsunuz. Çünkü ben artık birilerinin acılarında onlarla nasıl konuşacağımı biliyorum. Çok kolay, çok basit avuntularla geçiştirmeye çalışan insanlar da var çevremizde. Başkalarının acılarını sadece bir cümleyle de giderebiliyorsunuz. Bazen onlara yük de olabiliyorsunuz. Bunları tanımlamak ve anlamak için çok önemli oldu. Bugün ne yazık ki coğrafyamızda bir sıkıntımız var. Bir acıyı yaşamaya değil göstermeye daha çok çalışıyoruz. Bu cümleyi keşfetmek benim için de güzel olmadı. Herkes ne kadar acı duyduğunu ne kadar üzüldüğünü anlatma çabasındayken, gerçekten acıyı yaşayan insanlara aslında onlara iyi gelecek hiçbir şey söylememiş olabiliyorlardı. Artık bunu da bana öğretmiş oldu bu durum.

Tüm bu süreçte öfkelendim. Bu süreçte çok üzgün yaşadım. Çok üzüldüm. Çok özlem yaşadım. Hâlâ yaşıyorum. Bir an geliyor yolda yürürken ağlamaya başlayabiliyorum. Bir an geliyor gülüyorum. Benim annem ve babam çok mutlu insanlardı. Ben çok şanslı bir bireyim. Birkaç defa söyledim bunu biliyorum ama gerçekten çok şanslı biriyim. Çünkü böyle bir anne babam olmuş. Söylenmemiş hiçbir şeyim yok onlara. Tamamlanmamış yaşantılarımız yok, çatışmalarımız yok. Bunların hepsini aşmayı zamanla öğreneceğiz. Elbette oldu. Ama bunların hepsini tamamladık. Birbirimizle vedamızı da yapabildik. Çünkü ben vedalaşabilenlerdenim. Ailesiyle vedalaşamayan yüzlerce insan tanıyorum. Kaybolan yüzlerce naaş var çünkü. O cenazeler çıkmadılar. Bu süreçte onların huzursuzluğunu tahmin edebiliyorum. Ben ilk duyduğum anda deprem olduğunu ve annemizi babamızı enkaz altında kaldığını öğrendiğimde, gel dediklerinde aslında oluşabilecek en kötü ihtimali, yani vefatı da barışla, onlara sarılıp, onları kurtarmayı da yine barışla karşılamıştım. Bu yüzden kendimi suçladığım bir durum olmadı. Ama bir şeylerin daha farklı yapılabileceğini görmüş olmak ve yapılmadığını görmüş olmak bir süre beni çok öfkelendirdi. Bu öfkenin de birçok insanda olduğunu biliyorum. Kimi televizyon karşısında izleyen insanlar, yardım için çabalayan insanlar da eşitli öfkeler yaşadılar. Suçluluk duyan insanlar olduğunu biliyorum. Mesajlardan bunu görüyorum. binlerce insan bana ulaştı ve mesaj attı. Hepsi çok güzel niyetlerle yazdılar. Ama dediğim gibi konuya çok vakıf değiliz. Acıyı nasıl paylaşacağımızı bilmiyor olabiliyoruz.

Buradan, insanlara belki biraz ışık tutmak için şunu da söylemek istiyorum, çok üzüldüğüm bir deneyim oldu bu çünkü, belki de en çok üzüldüğüm şeylerden bir tanesi: Bir mesaj aldım, tanımıyorum bile. Hatta annemin telefonunu kurtardık bir şekilde. Yani kurtardık derken, çalışır halde. Orada fotoğraflarını kurtarmış olmak her şeyi kurtarmak demek gibi geliyor. Çünkü bakıp bakıp ağlamaya devam ettiğimiz ama ondan kalan bir hatıra oluyor. Annemin telefonunda sayısız cevapsız çağrı vardı. Birinci ve ikinci gün çok fazla yapılmış. İkinci günün ortalarına doğru, sonuna doğru daha doğrusu telefonun şarjı bitmiş. Cevapsız çağrılarda hiç bilmediği, annemin numaralarını, kaydetmediği numaraların sekiz defa, on iki defa, on beş defa arandığını gördüm. Bunlardan bir tanesi daha sonra bana mesaj atmıştı. “Ben Ayfer ablayı çok severdim. Bana şöyle yardımı dokunmuştu. Acınızı tetiklemek istemiyorum ama...” işte bir mesaj göndermiş. Sekiz defa aradığının görüntüsü var. “Çok aradım. ikinci gün hâlâ telefon çalıyordu ama ulaşamadım”. Ya tamam da hani niye aradın ki? Ben oğluyum. Bırak ben arayayım. Bırak, telefonunun şarjını bitirme. Sekiz defa aramanın onun hayatında sağladığı hiçbir fayda yok. Telefon numarasının kayıtlı bile olmadığı insanların on defa arayıp benim annemin telefonunun şarjını bitirip nerede olduğunu tespit ederken zorluk çekeceğimiz bir şekilde, ona ulaşmamızı engelleyecek şekilde var olması çok üzücü. Lütfen, bir depremde kaygılandığınız insanları aramayın. Bırakın yakın birisi, evde akrabaları arasın. Çünkü o şarja çok ihtiyaçları var.

İkinci bir şey, bu gerçekle barışmak sadece depremden sonra insanların kendi inanış biçimleri üzerinden onlara güzel niyetlerini iletmekle de olmuyor. Çünkü aslında birçok mesajda, örnek veriyorum: şehit olduklarını iddia ederek beni rahatlatmaya çalışan insanlar oldu. Çok önemli değil ama herkesin aynı dinden olduğunu varsayıyor olmak aslında herkesin aynı cinsel yönelimde veya herkesin aynı milliyetten olduğunu, aynı duyguları taşıdığını varsaymakla aynı ayrımcılığı taşıyor. Çok önemli değil ama bu avutacak ve acı paylaşacak bir taraf değil ne yazık ki. Olabilir. Hani bir inanışa göre şehit olmuş olabilirler. Başka bir inanışa göre nurlar içinde yaşıyor olabilirler. Veya belki de Zeus'un koruması altındadırlar şu anda. Belki melek olmuşlardır. Niyetlerin hepsi çok güzel. Ama bunları söylemek yerine insanlara söyleyecek gerçekten tek bir şey var. O da yanındayım. Bir ihtiyacın olursa buradayım. Bu kadar basit. Lütfen insanlara vereceğiniz en değerli desteğin onları dini ritüellere dair bir şeyler ya da sadece bir belirli niyet olması değil de aslında geri kalanların acısını paylaşmak üzerine bir şey olduğunu bilsinler istiyorum.

Bir de duymaktan çok keyif aldığım şeyi söyleyeyim. Günlerce ve bunu hiç birbirimize söylemediğimiz insanlardan “seni çok seviyorum, lütfen yanında olduğumu bil” cümlesini duydum. Birbirimize en çok verme ihtiyacı duyduğumuz şey de bu sevgi. Özellikle toplumsal barışımızın da bu deprem sonrasında sarsıldığı bu günlerde lütfen birbirimize sevgi vermekten çok çekinmeyelim. Çünkü en çok ihtiyacımız olan şey gerçekten bu. İnsanların acılarını paylaşmak istiyorsak onlara gönderebileceğimiz şey sadece gıda, yakıt, battaniye değil aynı zamanda bu sevgi. İlk günler evet o gıda, yakıt çok önemli oluyor. O çadır çok önemli oluyor. Çünkü o sarsılan güven hissini yerine konan bezden bir güvenlik alanı ama ileriki günlerde bu sevgiyi paylaşmaya gerçekten ihtiyaç duyuyorum.

Güven Güzeldere: Peki teşekkür ederiz. Aycan yani deprem yöresinde ne olduğunu insana en iyi seninki gibi kişisel izlenimler aslında anlatıyor. Sorabileceğimiz pek çok soru var belki ama benim nutkum tutuldu. yok evet. Evet. Soru sormamayı tercih ediyorum. Başın sağ olsun. Çok teşekkür ediyoruz.