Arkeoloji ve sanatın doğuşu

-
Aa
+
a
a
a

Güven Güzeldere, Açık Bilinç'te Güney Afrikalı ünlü arkeolog David Lewis-Williams'ın, Türkçe'ye "Mağaradaki Zihin" başlığıyla kazandırılmış olan "The Mind in the Cave" kitabından hareketle, insanlık tarihinde bilincin ve sanatın doğuşuna dair tezler hakkında bilgi veriyor.

""
Arkeoloji ve sanatın doğuşu
 

Arkeoloji ve sanatın doğuşu

podcast servisi: iTunes / RSS

Arkeolojinin nörobilim veya psikolojiyle ne ilgisi olabilir? Arkeolog David Lewis-Williams'a göre, geçmiş dönemlerin insan topluluklarının kültürel gelişimi hakkında, nörobilim ve psikoloji temelli çıkarımlar yapabiliriz ve bu sayede mağara resimlerini anlamlandırabiliriz. Lewis-Williams, 30 bin + yıl öncesinin kültürü hakkında çok bir şey bilemesek de, o dönem insanlarının bizlere benzer bir sinir sistemi yapısına sahip olduğundan hareketle, hangi benzer psikolojik deneyimlerin mağara resimlerine yol açtığını söyleyebileceğimizi iddia ediyor.



David Lewis-Williams, analizine -bugünlerde akademide pek rastlanmadık bir biçimde- Marksist bir perspektifle yaklaşıyor. Arkeolojik bulguları, nörobilim ve psikolojinin yanı sıra, siyaset tarihi ve sosyoloji açısından da değerlendirmemiz gerektiğini söylüyor. Örneğin, Lewis-Williams'ın ele aldığı ilginç bir soru; İnsanlar Paleolitik yani yontma taş dönemi sonrasında yerleşik hayata geçtiklerinde, toplumsal hiyerarşi ve sınıfsal ayrımlar nasıl ortaya çıktı? Arkeolojik bulgulara bakarak bu konuyu anlayabilir miyiz?

David Lewis-Williams'ın ana tezi şu; Paleolitik dönemin mağara resimleri, tesadüfen veya sanat olsun diye yapılmış değil. Bir tür 'mabed' olarak kullanılan mağaraları, kutsal sembolik değere sahip imgelerle bezemek için yapılmış. Bu görüş, yazarın, doğa tarihinde bilincin ortaya çıkışı ve sanatın doğuşu konusundaki fikirlerine de bağlanıyor. Hemen not edeyim, bu tartışmalı bir tez ve konu üzerine yazan bütün araştırmacılar aynı kanıda değil. 



David Lewis-Williams, mağara resimlerindeki hayvanların aslında 30 bin + yıl öncesi yaşamış insanların bilincine, örneğin rüyalarında, yansıyan imgeler olduğunu iddia ediyor. O dönem insanları bizlerle çok benzer bir sinir sistemine sahip oldukları için, izler gibi rüya görüyor olmaları çok makul. Burada özellikle ilginç olan da şu ki nörobilimsel bulgular, arkeolojik/kültürel bir analize yol açıyor.

Aynı yazarın, 16 sene sonra 2018'de yazdığı ve galiba Türkçe'de henüz olmayan ikinci kitabı ise, Neolitik yani cilalı taş dönemi insanının zihinsel niteliklerini ve kültürel kodlarını çok benzer bir çizgide sorguluyor. Yazar, aynı zamanda bu mağara duvarlarındaki resimlerin çiziliş tarzları ve perspektifleri dolayısıyla doğrudan hayvanları gözlemleyerek yapılmış olamayacağını da öne sürüyor.

Son olarak, bu mağara resimlerinin ne kadar etkileyici olduğunu görsel olarak deneyimlemek için yönetmen Werner Herzog'un Fransa'nın güneyinde keşfedilen Chauvet mağarasındaki resimleri anlattığı Unutulmuş Rüyalar Mağarası (Cave of Forgotten Dreams) başlıklı 2010 yapımı belgeseli önermek isterim.