"Bir metropolün orman varlığı, onun hayatı demek"

-
Aa
+
a
a
a

Kuzey Ormanları Savunması sözcüsü Başar Alipaça ile turizm tesisi yapımı için 21 yıllığına kiraya verilmek üzere ihaleye çıkartılan Atatürk Kent Ormanı’ndaki gelişmeleri konuşuyoruz.

""
Açık Gazete: Başar Alipaça
 

Açık Gazete: Başar Alipaça

podcast servisi: iTunes / RSS

Özdeş Özbay: Evet, Açık Radyo’nun Açık Gazete’sindesiniz. Saat 10’u biraz geçiyor. Kuzey Ormanları Savunması Sözcüsü Başar Alipaça bizimle şu anda ve Atatürk Kent Ormanı’nda bazı gelişmeler var, bunları konuşacağız. Merhabalar Başar Bey, hoş geldiniz.

Başar Alipaça: Merhabalar, hoş bulduk.;

Ömer Madra: Hoş geldiniz, merhabalar.

B.A.: Hoş bulduk, sağolun.

Ö.Ö.: Bize biraz özetleyebilir misiniz, neler oldu, nasıl bu konu gündeme geldi Atatürk Kent Ormanı’nda.

B.A.: Tamam. Önce Atatürk Kent Ormanı’nı bilmeyenler için kısaca bir tarif edeyim.

Ö.M.: Lütfen.



B.A.: Atatürk Kent Ormanı, Sarıyer Hacıosman bayırından, aşağı, boğaza kadar inen bir hatta. Belgrad Ormanı’nın uzantılarından, kollarından bir tanesi. Burası aynı zamanda uzun yıllar boyunca İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü (İSKİ) su havzası. O bakımdan korunmuş; şehrin içinde yıllar boyunca bir şekilde korunabilmiş doğal alanlardan biri. Daha sonra Büyükdere Caddesi’nin özellikle Sarıyer tarafına doğru biraz büyümeye başlaması, bir arter haline gelmesiyle de kopmuş Belgrad Ormanları’ndan ama sonuçta kendi içinde 110 hektar kadar hala orman niteliği, - yabani memeliler olmasa da - bütün kuş veya diğer orman ekosistem hizmetleri anlamında, şehrin içinde çok açık nefes alınabilecek, aynı zamanda su sisteminin bir parçası olan bir alanımız.

Bu alanı uzun yıllar boyunca Kuzey Ormanları Savunması da gözü gibi korumaya çalıştı. Çünkü çevresindeki yapılaşma faaliyetleri sürekli canlı halde. Arkasından da son gelen İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) yönetimi, orayı bir kent ormanı halinde, doğal yapısını da bozmadan, destekleyerek; hatta sadece yollarını insanlara açtı ve içinde araç girişi veya mangal gibi bir takım aktiviteler yasak. İstanbullunun da aslında son üç, dört yıldan beri çok sıklıkla gittiği, nefes aldığı ve beğendiği; hatta ödül de aldı ve Avrupa koruları arasına giren bir yer haline geldi.

Bunun içindeki dokuz dönümlük bir alanda bir faaliyet yürütemedik çünkü orasının vakıflara ait olduğunu biliyorduk zaten; boş duran ama ormanın parçası olan bir alan bu. Hatta bir noktada da ormana da dahil olmuştu yani düzenlemelerin içine de dahil olmuştu. Bu alana bir turizm tesisi ihalesi yapıldığını öğrendik.

Ö.Ö.: Vakıflar dediniz?

İ.B.: Evet, Vakıflar Genel Müdürlüğü.

Ö.M.: Vakıflar Genel Müdürlüğü mü almış bu ihaleyi?

B.A.: Öyleymiş yani özel bir vakfınmış aslında. Biraz bu Gezi Parkı’ndaki olana benzer bir hikaye yani eski bir vakfın iken, vakfın iradesi kalmayınca Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne teslim ediliyor biliyorsunuz. O bakımdan Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne geçmiş ve ihaleyi yapan da o. Ama biz, kapalı ihale olduğu için hala kimin girip de aldığını bilmiyoruz. Ancak şunu söyleyebilirim; alanda bir otel inşa faaliyeti yürütüldüğü zaman, ormanın tümüyle etkilenmesi anlamına geliyor. Çünkü dokuz dönüm, tam girişte ve ormanın içinde iki tane gölet de oluşmuş. Bir dere demiştim, bahsetmiştim, Belgrad'dan gelen bir yeraltı suyunun çıktığı yer, tam bunun üzeri. Yani böyle bir durumda, bu inşaat faaliyeti eğer gerçekleşirse, tüm su sistemi yani ormanı besleyen, oradaki bütün yabani canlıların yaşamasını sağlayan o dere ve göletler tahrip olacak, ilk anlamda bunu söyleyebilirim. Tabi bunun dışında daha bir sürü tahribat getirecek bölgeye. Ormanın, orman açısından bir kayıp habitat kaybı olacak, bölgeye yeni bir trafik gelecek ki Hacıosman şu an biliyorsunuz, ulaşım anlamında çok ciddi bir kırmızı nokta durumunda. Yani metro çıkıyor, otobüs durakları orada. Aslında iç içe bir halde ve çok fazla da özel araç trafiği var.

Bir de biliyorsunuz, karşısında bir davamız daha var. 30 yıldan beri duran, bir kaba inşaat halinde duran, demirleri çürümüş, korozyona uğramış bir tane bina, şu an cepheler giydirilip, her türlü müdahalemize rağmen otel yapılıyor. Aslında bu da ondan hemen sonra başladı zaten. Önce karşıda duran bir otel var, o otel cephelenmeye başlandı, bir takım düzenlemeler yapıp, ‘açılacağız, burayı da otel yapacağız’ gibi bir girişim başladı ki bu arada orayı İBB üç defa mühürledi. Buna rağmen mühürleri kırıp çalışmaya devam ettiler. Bunun tam karşısından bahsediyoruz.

Yani burada bir faaliyet olduğunu öğrenince biz, bölge halkına çağrı yaptık. Atatürk Kent Ormanı gönüllüleri olarak geniş çaplı toplantılar yapıldı, bir kampanya başlatılma kararı alındı, binlerce imza toplandı Sarıyer’in her tarafında, hala da toplanıyor. Bunun yanı sıra geçen Pazar günü de bir eylem yapıldı, bir basın açıklaması yapıldı alanın önünde. Arkasından da alana girildi ve durum kamuoyuna yansıtıldı. Haftaya da İBB’ye gönüllüler tarafından imzalar teslim edilecek ve gönüllerin kamudan yani Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden ormanın ve İstanbul'un şu anki durumunda, bu kadar nefessiz, susuz kaldığı bir dönemde bu dokuz dönüm alanın iade edilmesi konusunda bir talebi var.



Ö.Ö.: Bu ihale konusunu bir kez daha hatırlatalım. Atatürk Kent Ormanı içerisindeki bir vakfa ait olan bu arazinin artık turizm tesisi yapılmak üzere 21 yıllığına Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne kiraya verilmesi meselesi.

B.A.: Doğrudur.

Ö.M.: Yani bu ormanlar ve korular, şehrin ana yaşama alanı sayılabilecek ve giderek de yalnız İstanbul'da değil, dünyanın bütün şehirlerinde de hayatı zorlaştıran şeylere karşı en önemli direniş merkezlerinden. Buranın turizme açılması başlı başına çarpıcı bir çelişkiyi barındırmıyor mu kendi içinde?

B.A.: Tabii. Kuzey Ormanları’nı zaten siz de programlarınızda bolca işlediniz. Yani gerçekten bu kadar kısa sürede en fazla tahrip edilmiş alanlardan bir tanesi. Dünya açısından söylüyorum, Türkiye açısından değil. Biliyorsunuz, Kuzey Marmara otobanı kuzeydeki parçalanmayı başlattı, arkasından İstanbul Havalimanı ve arkasından da Kanal İstanbul. Başlamadı gibi görünüyor ama aslında başladı bizim açımızdan. Çünkü çevresindeki bütün o alanların el değiştirmesi, arsa toplama ve hatta bazı yerlerde inşaatların başlaması, aslında hedef de buydu. Biz kanal olduğunu düşünmüyoruz; son kalan rezerv alan dedikleri, o son kalan doğal alanların, tarım alanlarının, su alanlarının, orman alanlarının da buradan sisteme dahil edilmesiydi bizim açımızdan hedefi ve hedefine aslında şu an başlamış durumda. Şimdi bütün bunları ele aldığımız zaman, bütün kuzey Marmara’yı hatta neredeyse güney Marmara’yı etkileyen tahrip çemberinin başlatıcısıydı buralar ve bu devam etti; Osmangazi Köprüsü, arka tarafta Çanakkale Köprüsü ve arkasından da güney Marmara'daki otobanla ve her şeyden önemlisi, buraya asılan büyük sanayi bölgeleriyle - yani bizim bunların hepsini birlikte düşünmemiz lazım.

Bu sanayi bölgeleri çok ciddi üretim yapıyor. Marmara'nın son dönem müsilajı tesadüf değil, bu kirlenme tesadüf değil. Çünkü son 10 yılda Marmara’nın çok ciddi atık yükü artmış oldu. Yani bizim için şöyle söyleyeyim; el değmemiş yani gözümüzde bakmaya kıyamayacağımız Kartepe gibi alanlar, sanayi bölgesi haline geliyor ve neredeyse haftada bir tane fabrika kuruluyor. Bunun çok da aslında farkında değiliz. Memlekette şöyle bir şey var çünkü; ekonomi büyüyor ve her türlü iyi bir şey gibi geliyor. Ama hayır, bizim açımızdan aslında ‘Marmara'da doğanın her dakika çok ciddi bir ölümü’ anlamına geliyor.

Şimdi buradan baktığımız zaman, İstanbul kenti, içine zaten bir çok ciddi bir nüfus yükü aldı. Son 10 yılda hiç engellenemedi, gene bu aynı sebeplerle arttı. Bunun yanında Beykoz gibi, Sarıyer gibi ilçeler var. Kuzey Ormanları’nın içinde ve bir yandan yerleşme açısından güzel olan ama yavaşça tehlike halinde gelen bir iki tane ilçemiz var. İstanbul'un yaşaması açısından bu ilçelerdeki doğal alanların artık bir tane ağacına dahi dokunulmaması lazım. Çünkü hep söylüyoruz; İstanbul'da, bu kadar büyük nüfusun hala nefes almasının, bu kadar otomobil, egzoz gazlarına rağmen hala insanların maskeyle sokakta dolaşmıyor olmasının veya hala su içiyor olmasının yani hala İstanbul'un suyu var denmesinin tek bir sebebi var: Kuzey Ormanları. Başka hiçbir sebebi yok. Yani çok basit bir denklem. Böyle bir metropolün bu kadar yanında, dibinde, hatta neredeyse sıfıra sıfır büyük bir orman varlığı onun hayatı demek.

Bu bakımdan Sarıyer gibi yerlerde su sistemlerine dokunmamamız lazım ki otel de tam da bu bahsettiğimiz su sistemin üstüne yapılacak. Şuna dikkat etmek lazım, su deyince onu da söylemek gerekiyor; İstanbul’un suyu var deniyor, aslında İstanbul’un suyu yazın başından beri yok. Yani İstanbul’un suyu bitmişti. Bizim açımızdan baktığımızda, İstanbul il sınırına dahil olan altı tane, yedi tane su kaynağımız var. Ama burada su bitti. Biz suları Belen’den getiriyoruz, Bolu’dan getiriyoruz. Aslında Bolu'dan getirdiğiniz su da Kuzey Ormanları’nın suyu ve üstüne üstlük sayısız canlının suyu. Yani can suyu, bildiğiniz yaban hayatın suyu. Biz bir yandan bunların sularını emiyoruz, bir yandan da yalak koyuyoruz. Bizim Milli Parklar da ayılar susuz kalmasın diye oraya buraya çanak koyuyor, içine su dolduruyor. Gerçekten bunlar çok enteresan, çok büyük çelişkiler. Ama bir yandan da onun suyunu İstanbul'a getiriyoruz. Bir hat yetmedi, ikinci hattı çektik Melen'den. Bir yandan Istranca’nın tüm suyunu emiyoruz, yetmiyor ve Istranca’nın tepesine yani İğneada'nın üstüne, çatısına baraj projesi yapıyoruz. Gene İstanbul'u susuz bırakmayalım diye.

Bunun tabi sürdürülebilirliği yok, gideri yok. Mesela şu an kış, Kasım ayına doğru yaklaşıyoruz ve gene sular yirminin altına geldi. Herkes yağmur yağınca rahatlıyor ama rahatlamaması lazım ki yağmurlar bu betonların arasından bizim barajlarımızda maalesef dolmuyor, denize gidiyor ya da toprağa iniyor ve kayboluyor. Bizim tek bir kurtuluşumuz çatılarımıza, -biz Kuzey Ormanları’na hep ‘çatılarımız’ diyoruz – iki, üç tane dağımız var ve dağlara yağan karlarla da en son bizim Ömerli gibi, Terkos gibi barajlarımız doluyor. O bakımdan beklentimiz, gözümüz daha çok karda, dağlarda oluyor.

Ö.M.: Evet, süreyi de bitirmek üzereyiz ama son bir soru daha soracağım. Yani Vakıflar Genel Müdürlüğü gibi kamu yararına çalışan bir idare sisteminin bu işe önayak olmasını, olumsuz bir şeye önayak olmasını nasıl yorumlayacağız?

B.A.: Tabii ki olumlu yorumlamayacağız. Biz hala umutla bekliyoruz ki onlar da yaptıkları yanlışın farkına varıp, ihale iptal edip ve İBB’nin de dün verdiği cevapla birlikte onların da kamulaştırmayı olumlu karşılayacaklarını düşünüyoruz, bir protokolle bu işi çözeceklerini umuyoruz.



Ö.Ö.: Son bir soruyu da ben sorayım; Atatürk Kent Ormanı Dayanışması’ndan söz ettiniz, toplanıyoruz diye. Bir yandan da bu bölge, İstanbul'un merkez ilçelerine biraz uzak ama bir imza kampanyasından söz ettiniz. İstanbul’un diğeri ilçelerinden destek vermek isteyenlerin ulaşabileceği bir eylem takvimi ya da imza kampanyasına vesaire destek verebilecekleri bir şey var mı?

B.A.: Şöyle söyleyeyim; Atatürk Kent Ormanı aslında metronun çıkışı olduğu için yani İstanbul'un dört bir yanından, çok uzak yerlerinden gelenler var. Mesela biz imza toplarken bunu fark ettik. Atatürk Kent Ormanı’na Sarıyerliden çok dışarıdan yurttaşlar geliyor çünkü ulaşımı kolay. Her Pazar günü saat 14:00’de Atatürk Kent Ormanı’nın gönüllüleri buluşuyor. İçinde bir tane Kuzey Ormanları Savunması çadırı var. Sürekli imza toplanan bu çadırda aynı zamanda Pazar günleri saat 14:00’de gönüllüler toplanıyorlar. Orada çalışmalar da yürütülmeye başlandı; turlar, geziler, kuş gözlemi gibi sergiler. Sergiler açıldı ve açılmaya da devam edecek. Faaliyet var ve biz bekleriz tüm İstanbul halkını. Zaten herkesin yani sizlerin de Atatürk Kent Ormanı’nı görmenizi isteriz çünkü orman gerçekten de mangalsız, trafiksiz olduğu zaman ne kadar sağlıklı ve ne kadar güzel göründüğünü görmelisiniz. Burnumuzun dibinde Belgrad Ormanı örneği var. Yani gerçekten de Belgrad Ormanı’na gitmek istemeyenler Atatürk Kent Ormanı’na geliyor çünkü Belgrad Ormanı’nda da maalesef büyük bir sorun olarak trafik, mangal ve çöple beraber sürdürülemez bir hale gelmiş durumda. Herkese tavsiye ederiz. Gelip, kuş seslerini dinleyip, bizimle beraber doğayı savunmaya bekliyoruz.

Ö.Ö.: Harika.

Ö.M.: Biz de yakından takipte kalalım. Yeni gelişmeleri konuşmak üzere her zaman radyomuzun mikrofonları size açık.

B.A.: Çok sağolun.

Ö.M.: Çok teşekkür ederiz.

B.A.: Hoşça kalın.

Ö.Ö.: Görüşmek üzere.