AGİT'in raporu ve seçim gündemi

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ali Bilge, Ekonomi Politik'in bu bölümünde Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın araştırmasına ve sonucunda paylaştığı rapora değindi.

Ekonomi Politik: 24 Nisan 2023
 

Ekonomi Politik: 24 Nisan 2023

podcast servisi: iTunes / RSS

(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.) 

Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!

Ali Bilge: Merhaba.

Ö.M: Programa isterseniz AGİT’in (Türkiye’nin de katılımcısı olduğu Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın) geçen yılın sonunda, 5-8 Aralık 2022’de Türkiye’de gerçekleştirdiği araştırma ve görüşmelerin sonuçlarına ilişkin raporuyla başlayalım. “Adil seçime dair talepler dikkate alınmıyor” demiş sert bir dil kullanıldığı gözüküyor. Daha önceki çeşitli programlarımızda da konuşmuştuk, siz anlatmıştınız AGİT raporlarını. Yani seçimlerde ve YSK’da “Kadını adı yok” diye başlayan AGİT’in daha önceki tavsiyelerinin önemli bir kısmının hiç dikkate alınmadığını açıkça ifade ediyorlar. Görüştükleri kurum ve kuruluşların görüşlerinin de dikkate alınmadığını vurguluyorlar. “AGİT’in daha önceki tavsiyesine rağmen hakaret suçu olmaya devam etmektedir. Seçim kampanyalarının finansmanının düzenlenmesinde çeşitli boşluklar vardır, seçim mevzuatı seçim sürecinin vatandaşlar ve uluslararası gözlemciler tarafından izlenmesine gereken imkânı vermemektedir” diye giden 8 maddelik bir bölüm var raporda altı çizilen. Çok çarpıcı bulguları söylüyorlar ve buna rağmen de 2023 genel seçimlerinde değerlendirmek için bir seçim gözlem misyonu kurulmasını öneriyor. 28 devletten uzun süreli gözlemcinin yanı sıra seçim günü işlemleri takip etmek üzere 350 kısa süreli gözlemcinin görevlendirilmesini talep edeceği bir rapordan bahsediyoruz. Seçim Güvenliği Platformu da DİSK, KESK, Türk Tabipleri Birliği ve bir çokların SODEV’in de, Alevi Bektaşi Federasyonu’nun da Seçim Güvenliği Platformu’ndan bildirdikleri bir rapor bu. Ne diyorsunuz?

A.B.: AGİT son 10 yıldaki seçimlerde sürekli bu tür konuları artarak beyan etti raporlarına sundu. Hatta AGİT temsilcileriyle hükümet yetkilileri görüşmedi bile. Çok ciddi gerilimler yaşandı, sadece AGİT’le AB, BM uzmanları için de geçerli bu. Yani Türkiye’de bu yasalar ve çerçeveler içinde adil bir seçimin olamayacağı aşikâr.  Eskiden göstermelik de olsa birkaç bakan istifa ederdi. Bunlardan biri içişleri, diğeri adalet ve son olarak ulaştırma bakanıydı. Bu üç bakan yerini sivillere bırakır, bu da bir anlamda tarafsızlık göstergesi olurdu. Bunların hiçbiri yok. Bu ülkede olağanüstü OHAL’de iki seçim yaptık. Dolayısıyla 2015 seçimlerini zaten biliyoruz ve AGİT bu konuda Türkiye’ye ikazlarda bulundu. AGİT yetkilileri dış mihrak olarak görüldü. Hatırlayın bu konularda çalışma yapan heyetler yapmak isteyenler resmî süreçlerle muhatap olmadılar. Dolayısıyla içinde bulunduğumuz süreçte her anlamda seçim güvenliği için çalışmalar (özellikle sahada vatandaşın sahip çıkacağı modellemeler üzerinden) yapılması gerekiyor. Yani bu konuda seçim ittifaklarının kendi aralarında diyaloglarının olması gerekiyor. Ayrıca bütün ittifakların gücünü burada akıllıca sarf etmesi gerekiyor.

Çünkü olağanüstü bir dönem yaşıyoruz, bir taraftan da saldırılar oluyor. Yani iki partinin liderlerine, üyelerine sürekli sözlü ve fiziki saldırılarla karşı karşıyayız. O nedenle eğer mesela biz bir kristal gece, kırık camlar gecesi yaşamak istemiyorsak güvenliği çok iyi sağlamak durumundayız. Seçim gecesi ve sonraki günlerde çok ihtiyatlı ve dikkatli olmak gerekiyor. Muhalif ittifaklar arasında iş birliği, görüş birliği, elem birliği sağlanması gerekiyor. Sivil toplumla birlikte meslekî örgütlerle birlikte…. Çünkü bu seçimler her iki taraf için de bir var olma meselesi. Yani bizim bu seçimler sonrasında Rusya, Putin rejimi gibi olup olmayacağımız belli olacak ve muhalefete ilişkin yaklaşımlar bu seçimlerle başka bir dönüm noktasına gelecek. Dolayısıyla hep söylüyoruz, oranlar çok yakın. İktidarı bırakmama eğilimi yaratıyor. Trump ve Bolsonaro örneklerinde bunu ziyadesiyle yaşadık. Dolayısıyla seçim güvenliği noktasında seçim gecesi 2017 referandumunu, 2018 seçimlerini göz önüne getirelim lütfen.

Bu seçimlerin sonrası o gece, İstanbul, Ankara gibi yerlerde “sivillerin” pompalı tüfeklerle kutlama yaptıklarını unutmayalım. O nedenle hem Millet İttifakı hem de Özgürlük ve Emek İttifakının hem birbirleriyle seçim güvenliği üzerine yaklaşmaları gerekiyor ve bu başat konu olmak durumunda. Aynı zamanda demokrasiler özellikle meydanla, halkla, sokakla kazanılır, perçinlenir. Bunu da göz önünde bulundurmaları, her türlü alternatife karşı güçlü bir iş birliğinin olması gerekiyor. Çünkü bu artık sırat köprüsü vaziyetinde bir seçimdeyiz. Zaten olabildiğince boş vaatler ve yalanlarla geçen bir seçim oluyor. Yani her gün olağanüstü şeylere başvuran bir iktidar var. Camiye kürsü konuluyor, dini söylem üzerinden yaklaşılıyor ve iktidarda kalmak için mümkün olmayan her şeye başvuruluyor. Zaten otokrasilerde bunlara başvurmak normal bir şey, bu şekilde ayakta kalmaya çalışıyorlar. Büyüklere masallar verilir, iktidar olanakları parti devlet, devlet partinin emrindedir. Bunu da Türkiye’de çok rahat görüyoruz, yani her şey gözümüzün önünde oluyor. Karadeniz gazı yine gündeme geldi. Şam’da da namaz kılacaktık zaten değil mi? Sonra doğu Akdeniz, Mavi Vatan meselesi gündeme geldi, ardından Karadeniz doğalgazından çıkış… Böyle bir çıkış bekliyoruz. Yıllar önce Sudan’la El Beşir’le Erdoğan arasında imzalanan protokollere yeniden baktım. Yani Sevakin Adası’nı biliyorsunuz. O adayı biz alıyorduk, bir anlaşma yapıldı. 20 kilometrekarelik bir ada, orada Osmanlı kalıntıları var. Ama Sudan’la yapılan anlaşmada petrol başat, altın başat ve Türkiye orada bir askeri üs kuruyordu. El Beşir’in devrilmesinden sonra bu şeyler akamete uğradı, yeni rejim tarafından iptal oldu. Dolayısıyla en başat konu bu fosil yakıtlara ulaşmak, bir şekilde ne olursa olsun bu kaynaklara ulaşalım arzusu, egemen bir arzu hâlâ devam ediyor.

Ö.M.:  Sudan’dan bahsetmişken ben de şunu ekleyeyim: Tarihin oldukça vahim olaylarından biri cereyan ediyor orada. 500 civarında insan öldü ve binlerce yaralı var ama sayının çok daha yüksek olduğu söyleniyor. Şu anda Amerika ve Britanya diplomatik personelini ve ailelerini Sudan’dan tahliye ettiği gibi Fransa da yardımcı oluyor başka ülkelere. Amerika Büyükelçiliği kapatıldı Sudan’daki. Türkiye Dışişleri Bakanlığı daha henüz kara yoluyla üçüncü bir ülke üzerinden tahliyesine dün başlanacağını duyurduysa da 3. ülkeler üzerinden, tahliye güzergahları paylaşılmış ama henüz sonuçlandığını duymadık. Büyük bir trajedi cereyan ediyor orada. Bir de Halife Hafter işin içine girmiş Libya’dan. Gerillalar eski adıyla işbirliği yapıyorlarmış. Büyük bir karmaşa, Türkiye’nin biraz da orada geride kalmış olduğu görülüyor.

A.B.: Evet Sudan’la El Beşir döneminde çok ciddi ilişkilerimiz oldu ama daha sonraki yönetim bu anlaşmaları devreden çıkarttı diye biliyorum. Aslında Sudan deyince Türkiye’nin AKP dönemine de bakılması gerektiğini zaman zaman bunları göz önüne getirdik. Afrika ilişkileri çok önemli. Bu ülkelere yapılan yatırımlar, Katar ve Somali ilişkileri de dahil olmak üzere tümüyle Afrika ilişkileri gerçekten mercek altına yatırılması gereken ilişkiler. Türkiye müthiş bir dış borçlanma yaptı, bu dış borçlanmaların kimilerinde buralarda kendi yani ofset anlaşmalar dediğimiz anlaşmalarla buralarda özellikle Somali’de ve diğer ülkelerde yatırımlarda bulundu. Bu yatırımlar, bu ihaleler de yine aynı gruplara verildi. Sudan, Somali ve Afrika ve Ortadoğu ilişkileri hem petrol üzerinden.  Oradaki tarımsal araziler üzerinden bakılması gereken ne kadar örtülü ödenek olduğu. Yani hiçbir şeyin hesabı verilmediği için bu konu da son derece önemli. Yani bunun arkasındaki itki iktidarın Türkiye’nin doğal gaz ve petrol rezervlerinin yetersiz olması nedeniyle “bu kaynaklara nasıl ulaşabilirim?” kaygısı. Suriye’de bulunmamızın sebeplerinden biri budur ve bu arada biliyorsunuz yine Irak petrolleri ve tazminat konusu geçtiğimiz haftalarda gündeme geldi. Irak yönetimi Türkiye’yi mahkûm etti. İlk etapta 1,4 milyar Dolarlık bir tazminat ödeyecek Türkiye. Senatör Mc Cain’in benzin istasyonu tanımındaki gibi küçük bir benzin istasyonu da Türkiye olmak istiyor.  Putin için “otoriter bir benzin istasyonu pompacısı görevi” atanıyor. Türkiye de böyle bir arzu içerisinde. Diğer ülkelere çok ciddi kaynaklar aktarıldı, onları da bilmiyoruz, onlar heba da olmuş olabilir. Dediğiniz gibi yani seçim güvenliği, şiddet, aynı zamanda nefret dili, şiddet dili hepimizi endişeye sevk ediyor.

Ö.M.: Kişi başına düşen karbon emisyonları neredeyse Avrupa seviyesine yükselmek üzere Türkiye’de. Bunun müjdesini de veriyor. Paris Anlaşması başta olmak üzere bütün taahhütlerinin de hiçbir şekilde yerine getirilmesinin imkanı olmadığını, hatta imkansız olduğunu ortaya koyan bir sürü analiz varken, bunun üzerinde duruluyor: Benzin istasyonu olma çabası.

A.B.: Bu konu da tabii dikkatlerimizden kaçmıyor ama öyle sert bir iklimdeyiz ki muhalefetin bu konularda daha net bir tavır sergilemesini bekliyoruz.

Ö.M.: Çevre politikasına ve iklim bir de…

A.B.: Ben onun üzerinde duruyorum: Türkiye’de partiler nasıl kadın, gençlik kotası gibi kotalar koyuluyorsa iklim mevzularıyla ilgili bir kota da belirlemeliler. Hem il ve ilçe teşkilatlarında bile bir temsilci, iklim konusuyla uğraşan ya da bir uzman kişi olmalı.

Ö.M.: İrfan Donat’ın Gazete Oksijen’de bir yazısı vardı. ‘Seçime giderken çevre sorunlarını anan yok’ başlığında epey analize etmişti. Toprağın, suyun ve havanın kaderi tehlike altındayken muhalefetten de yeterli şey gelmediğini söylüyordu.

A.B.: Önümüzdeki dönemde pek çok alanda belirsiz noktaların belirlenmesi gerekiyor. Bunlar artık olmadan olmayacak şeyler. Dediğim gibi bir kristal gece yaşama endişesi yaşayan vatandaşlar olarak dikkatleri ve yorumcular değerlendiren insanlar, gazeteciler olarak biz bunlara eğiliyoruz öncelikle. Ama öbürleri de gözden kaçmış değil, onların da farkındayız. Bu arada (hafta sonuna denk geldi) Kemal Kılıçdaroğlu’nun Alevi ve Kürt videoları yayınlandı ve ciddi izlenme rekorları kırmış.

Ö.M.: Evet dünya rekoru kırmış. Twitter tarihinin en çok izlenen videosu olmuş. Dünyada bir önceki rekortmen, futbolcu Lieonel Messi’nin Dünya Kupası’nı kazandığı zaman, elinde kupayla yer aldığı video.

A.B.: Uzun zamandır bu konuda eleştiri yönlendiriliyordu Kemal Kılıçdaroğlu’na, özellikle kaçınıyordu Alevi ve Kürt meselesine yaklaşımına ilişkin konuşmaktan. Karşı tarafın, iktidarın bu konudaki söylemi belli. Dolayısıyla bir sinmiş gibi bir tavır vardı bu konuda ama biraz araştırdım böyle bir videonun nasıl vücuda geldiğini. Değişik kaynaklardan edindiğim bilgi şu:

Niye uzunca bir süredir sessiz kalan Kılıçdaroğlu böyle bir video üretip rekorlar kırıyor? Bunun karşılığında ne çıkıyor biliyor musunuz? Z kuşağı denilen o 7 milyonluk kitle bu konuda Kılıçdaroğlu’nu “kendisini bile ifade edemiyor” eleştirisi geliyor. Yani bir eziklik yakıştırması, bunun geldiği yer de Z kuşağı. Bu anlamda orayı aslında hedef alıyor bu videoda ve bu kuşak da en fazla -biz o kadar izlemiyoruz- haberleri, vs. her şeyi videolardan takip ediyor. Nitekim Kürt kaynakları, Kürt çevresinde olumlu karşıladı, doğru bir hareket olarak nitelendirdi. Dolayısıyla olumlu bir gelişme. Bu konuda Kılıçdaroğlu’nun üstündeki çekingenliği atmış olması son derece önemli. Kendi kimliğini net bir şekilde ortaya koyması iyi bir olay. Bakın geçen hafta da konuştuk, bu ülkede en büyük eksikliklerden biri bu önümüzde oluşacak meclisteki etnisite meselesi.  Birinci Meşrutiyet zamanı meclisin 130 üyesinin 50’sinin Hristiyan vatandaşlardan oluştuğunu söylemiştik. Bugün gayrimüslim aday var mı bilmiyorum, Ermeni aday olmadığını biliyoruz Garo Paylan’dan sonra.

Ö.Ö.: Evet, seçilebilir sıralardan yok.

A.B.: Dolayısıyla buna dikkat etmek durumunda Türkiye, buna da hiç dikkat edilmiyor. Önemli eksikliklerimizden bir tanesi. Dün 23 Nisan’dı. Birinci Meclis çok önemli kazanımları olan bir meclis bizim tarihimizde. İttifaklar meselesi orada da önemli ama birinci mecliste ve daha önceki kongrelerde gözden kaçan bir şey var. Buralara Osmanlı vatandaşı olup gayrimüslim olanlar çağırılmaz. Meclis-i Mebusan’da da, 1920’de bunlar dışarıda tutulur. Yani o günlerde Ermeni tehciri olmuştur ama hâlâ Ermeni Osmanlı vatandaşı vardır. Rumlar, Süryaniler, gayrimüslimler vardır ve önemli bir çoğunluktur. Bütün kıyımlara, kırımlara rağmen...

Mesela makinistler Rum’dur, tüm o milli mücadele süresi içerisinde şimendiferler Rum Osmanlı vatandaşlarıdır. Dolayısıyla -geçen 100 yıl sonra oluşacak mecliste bu gayrimüslim vatandaşların yer almaması ayrıca hicap duyulacak bir şey. Üst üste geldi: Birinci meclisin ve aynı zamanda Ermeni soykırımının da yıldönümü bugün. Vaktimiz kaldıysa bir iki konu da onun üzerine bir şeyler söylemek isterim.

Ernest Notle isimli, Alman sağ eğilimli tarihçi tarafında aktarılanlara göre o dönemde Erzurum’da bir Alman konsolosluğu var. Bu konsolosluk içerisinde iki kişi var, konsoloslardan bir tanesi Ervin Richter. Yazdığı raporlara göre Ermenileri doğunun Yahudileri olarak nitelendiriyorlar. Daha sonra bu Richter insano Adolf Hitler’in yakını, mesai arkadaşı olarak görüyoruz. Özellikle Richter, Münih baskınında Hitler’in yanında ve hükümet kuvvetleriyle çıkan çatışmada Hitler’in yanında öldürülmüş. Raporlar gün ışığına çıktığında Nazilerin de Yahudi kırımı için nerelerden ilham aldığı ve nasıl bir iş birliği yaptığı görülüyor. Ermeni tehcirine ilişkin bu süreç nasıl şekillendi? Maalesef Alman kaynakları da bunları yeterince açıklığa kavuşturmuyor. Hikmet Bayır, “Ermeni tehciri geçici bir kanun bile olmadı, sadece Talat’ın emriyle gerçekleşti” der ama Dışişleri Bakanı’nı da Almanya’ya gönderir ve Almanların onayını alır.

Ö.M.: Ben de ufak bir ekleme yapayım, “HDP’nin Türkiye genelinde hiçbir Ermeni aday göstermemesine karşılık Emek ve Özgürlük İttifakı üyesi Türkiye İşçi Partisi, İstanbul ikinci bölgeden Masis Kürkçügil’i aday göstermiş” diyor Artı Gerçek’teki yazısında Burhan Özgüden.

Bu konuda geçtiğimiz parlamentolarda Demokrat Parti’nin, Doğru Yol Partisi’nin filan böyle sembolik isimlerden, gayrimüslim aday koyduklarına rastlamışızdır. Türklük sözleşmesini imzalamış gayrimüslimler üzerinden. Bence de çok büyük bir eksiklik, Romanlardan da yok galiba değil mi?

Ö.M.: Evet onlardan da bir şikâyet vardı zaten o şekilde. Çok kritik bir döneme girdik, takip edeceğiz.

A.B.: Çok çok dikkatli olmamız gerekiyor.